Yeni Üyelik
17.
Bölüm

13. Bölüm

@cceccilia

Ayağımın altında yer dönüyordu. Ne yapacağımı bilemeden elimde testiyle öylece bekliyordum. Kalabalık, masanın üzerine yığılan kralın etrafına toplanmış bağrışıyordu. Görüşüm bulanıklaşıyor, kulaklarım uğulduyordu.


Zehri yok etmiştim. Öyleyse bu neydi? Şurupta zehir yoktu, testi yeni doldurulmuştu. Bardak! Zehir bardakta mıydı?


Babil'in bağırışını duydum.


"Tutun onu!"


Uzattığı parmağının ucu beni gösteriyordu. Pusulanın güneyi göstermesi kadar anlamsızdı bu hareket. Ben bir şey yapmamıştım. Ellerim istemsizce havaya kalkarken testi düştü, ayaklarımın dibinde kırıldı, yine.


Bana doğru gelen birkaç adam gördüm. Sırtımdaki bir elle ayaklarım yerden kesildi, tekrar şiddetle yere bırakılınca gördüm. Rodos önümde, kılıç çekmiş, bir eliyle de arkasındaki beni elbisemin boynundan tutuyordu. Keops'un kanının olduğu yerden.


Ona yaklaştım. Kılıcı önünde, adamların durmasını sağlamıştı.


"Bir adım daha gelen olursa uçururum sizi."


Kral'ın etrafındaki kalabalık sesi azaltmış bizi izliyordu. Bedeninin dikkatlice içeri taşındığını gördüm.


"Durmayın!" dedi Babil. Rodos'un aksine bağırıyordu.


Adamlardan biri öne atıldı. Rodos kılıcı savurdu. Döndüğü tarafa bir eliyle beni de çekiyordu.


"Ölmek mi istiyorsunuz?" Adamlara söylemişti ama gözleri Babil'deydi. Geri çekilen adama karşı etrafımızda oluşturdukları çemberi daraltıp birlikte yürüdüler.


Rodos önümden çekilince korkudan yere düştüm. İşim gerçekten bitmişti.


Yerden kafamı kaldırıp baktığımda gözlerin başka tarafa çevrildiğini gördüm. Yanıma tekrar yaklaşan Rodos ve saçlarından tuttuğu Artemis. Kılıcı kızın boynuna doğrultmuştu.


"Gitmesine izin vermezsen keserim güzel kardeşini."


Geri geri olduğum yere yürüyordu. Artemis sesini çıkarmıyordu, kıpkırmızı olmuştu.


Adamlar durmuştu. Babil'in tereddütte kaldığı belliydi. Rodos yanıma gelince saçı tutan elini bırakıp bana uzattı, kılıcı tutan kolu kızın boynuna sarılmıştı. Kolunu tutup ayağa kalktım.


Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Kendime gelmem gerekiyordu.


Rodos bağırdı. "Eyfel çıkacak!" Durdu. Sakince "Ya da Artemis'in ruhu." dedi.


Artemis abisinin hala bir şey söylemediğini görünce bağırdı. "Söyle şuna"


Babil iki adım attı bize doğru. Adamlara baktı.


"Çekilin."


Bir kez söylemesi yetti. Çember yavaşça açıldı. Rodos'a baktım. Fısıldadı.


"Koş, geleceğim."


Birkaç saniye ona baktım.


"Arkanda olacağım, koş!"


Kolu hala kızın boğazındaydı.


Şimdi yalnızdım. Öyle hep hissettiğim gibi değil, kalabalığın içinde yapayalnızdım. Bu kalabalık gerçek bir kalabalık bile değildi üstelik. Kafamın içinde bile bir yer edinememiş figüranlardan oluşan ve gözlerini üzerimde gezdiren minik bir insan topluluğu. 'Bu sahnelerin hepsi benim!' diye bağırmak istedim perdeler kapanmadan önce. Ağzımı tereddütle açtım ve kapattım, bunun boşuna bir çaba olacağını biliyordum.


Az önce beni tutan el, şimdi hareketlenmem için ittirdiğinde birkaç adım sendeledim. Hayır hayır, yalnız değildim. O vardı. Kalabalıkta yalnız bıraktığım adam şimdi benim arkamdaydı işte.


Çevreye bakındım. Çıkmam için sarayın etrafını dönmem gerekiyordu. En azından benim bildiğim tek çıkış oydu. Kısacık bir an bizi izleyen kalabalıkta Myra'nın gözlerini gördüm.


Ayağıma dolanan eteği toplayıp arkama bile bakmadan sarayı köşeden dönene kadar koştum. Birilerinin engellemesini bekledim, yapan olmadı.


Aslan heykelini geçerken omzumun üstünden baktığımda Rodos'la Babil'in birbirine yerinden kıpırdamadan baktığını gördüm. Sarayın çıkışına geldiğimde orada muhafız kalmadığını gördüm. Hepsi içerideki karmaşadaydı.


Kapıdan çıkıp aşağı doğru koşarken ne yapacağımı bilmiyordum. Rodos'u nerede bekleyecektim? Çıkabilecek miydi?


Çarptığım sert şeye baktım. Kafamı yukarı kaldırınca geçen gün gördüğüm yaşlı adam, Rodos'un öğretmeni olduğunu gördüm. Tanıdık bir yüz görmenin verdiği rahatlık kapladı içimi. Kolumu tuttu ve duraksamama aldırmadan beni çekiştirip koştu.


"Yaptı mı?" diye bağırdı. Sokaktaki çocuklar, kadınlar, adamlar, bir kedi, herkes bize bakıyordu.


"Evet." dedim ama aslında kimin yaptığını bilmiyordum. "Sen neden buradasın?"


Harabeye dönmüş bir binadan köşeyi döndük. "Seni almak için." dedi nefes nefese. "Rodos'un işi."


Az önce Rodos'un planını bozup zehirli şurubu dökmüştüm ama dökmemiş de olsam şu an aynı yerde olacaktım.


İleride duran ata binip beni arkasına çekti.


"Rodos?" dedim hayvanın yürümesi için bağırınca.


"O yolunu bulur." dedi.


Kapı vurulduğunda yine ormandaki kulübedeydik. Çoktan hava kurtarmıştı. İsminin Milet olduğunu öğrendiğim adamla birkaç gün önce her şeyden habersiz Rodos'la geldiğim bu yerde şimdi Rodos'u bekliyorduk. Yemek yememi söyleyen Milet'in ısrarlarını duymazdan gelmiştim. Adam masanın başında bir şeyler yaparken kapıya koştum. Beni durdurdu. İşaret parmağını dudaklarına götürüp susmamı belirtti. Kapının arkasına beni iterken boğuk bir sesle "Kim o?" dedi.


"Benim."


Rodos'un tanıdık sesini duyar duymaz olduğum yerden çıkıp açılmış kapıya baktım.


Karşımda sapasağlam görünce sıkıca sarıldım. Bugün beni kurtarmıştı. Kral'ı zehirleme fikri aptalca da olsa beni kurtarmıştı.


Ses çıkarmadan ve hiçbir karşılık vermeden durdu.


"Teşekkür ederim." diye mırıldanıp geri çekildim. Kısa bir bakış atıp içeri girdi. Kapıyı kapattı. Mumların ışığıyla şimdi yüzündeki yaralar belliydi. Alnı soyulmuştu, yanakları çizilmişti. Yere düşmüş olmalı diye düşündüm. İkimizi de baştan sona inceledi.


"İyisiniz." diyerek yere oturdu. Bitkin görünüyordu. Milet sessizce masanın yanına döndü.


''Sen iyi misin?'' dedi göz ucuyla Rodos'a bakarken.


''Artemis'in boğazı olmasa çoktan gebermiştim.''


"Kız zehrini dökmüş, tamamını testiye boşaltmamış mıydın?'' dedi Milet arkası dönükken. Buraya geldikten sonra olanları anlatmıştım. İkisi de öyle sakindi ki.


''Tamamını boşaltmıştım. Zehir benim değildi. Benden önce biri tüm şurup kazanının içine koymuş olmalı.''


Yere Rodos'un biraz uzağına oturdum.


Kafamı iki yana salladım. "Koymadı, başından sonuna kadar ben oradaydım."


Aklına yeni gelmiş gibi bana baktı.


"Aptal." dedi. Hala sakindi. "Hangi akılla testiyi kırarsın? Ölmek mi istiyorsun?"


Sessiz kaldım.


"Yazmasan bile böyle mi müdahale etmek istedin yoksa?"


"Kralı herkesin içinde öldürmek akıllıca mı?"


Bana bakıp çenesini sıktı. "Bana iyi baksana sen." Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Sence o zehir hemen mi etki edecekti? Sandığın gibi acemi miyim ben?"


Gerçekten değilmişsin, demek istedim. "Babanı öldürmeyi planlıyordun."


"Sen de beni öldürmeyi planlıyordun, yazarak da olsa."


Yüzünü çekti. Ayağa kalktı.


''Bardaktaydı.'' dedim. ''Sadece orada olabilirdi.''


Kaşlarını çatıp bana baktı. ''Şurubun iyi korunduğuna emin misin?''


Sadece ben korumuştum koca bir kazan şurubu, zaten bu törenin anlamı buradaydı. Kral, bana güvenip içecekti. Ama güvenmemesi gerekiyormuş.


''Evet. Sadece sen yapmıştın. Onu da yok ettim zaten.''


''Çok iyi yaptın.'' dedi nefes vererek. Milet'in yanına gitti. "Ölür mü?" dedi adam Rodos'a. "Öyle umuyorum."


Gözleri elbisemdeki kana kaydı. Bakışındaki şey pişmanlık gibiydi. Zehir kendisine ait değilse bile babasını öldürmeyi planlayan bir çocuğun pişmanlığı. Belki de çaresizliği. Ya da ben öyle görmek istiyordum.


Gözleriyle beni işaret etti. "Kızın giymesi için bir şey var mı? Ayin kaçkını gibi görünüyor."


Kandan rahatsız olduğunu biliyordum.


Milet dönüp bana bir bakış attı. Masanın altına eğilip bir sepet çıkardı. İçinde muhtemelen kendi giysileri olan kumaşlar vardı.


"Bunlar da olmaz ki sana." dedi üzerime bakarak. Yaklaşıp sepete baktım.


"Şunu üzerime giyebilirim." dedim geniş gömlek gibi ancak düğmesiz birini seçip.


"Al." dedi.


Elbisenin üzerine giydim. En azından üstümde toplanmış kan görünmüyordu.


"Yarın senin için bir elbise alırım." dedi Milet. Teşekkür ettim. Rodos'un öğretmeni değil babası gibiydi. Kim böyle bir durumda kendini riske atıp bize ortak olurdu ki?


Tek sandalye olduğu için masaya değil yere kurulan sofrada sessizce yedik. Hepimizin aklı doluydu. Keops ölürse ne olacağını, ne kadar kaçacağımızı, bizi bulurlarsa ne olacağını, Babil'in neden böyle davrandığını, zehri koyanın kim olduğunu, bu evrende ne kadar kalacağımı, yemek yemeden sadece içen Rodos'un aklından ne geçtiğini... Her şeyi düşündüm. Her soruyu sordum. Cevapsız kaldı hepsi. Günün sonunda istemeyerek de olsa köşeye kıvrılıp uyumuştum.


Sabah her ne kadar gerek olmadığını söylesem de "Halkı yoklamam lazım. Kimse benim yaşlı halimi tanımıyor. Sana da giyecek bir şey alırım." diyen Milet erkenden çıkınca Rodos'la yalnız kaldık. Tek kelime etmiyordu. Kızgın mıydı, üzgün müydü bilmiyorum.


Ateş yakmış başında duruyorduk.


"Rodos?" dedim. Adıyla seslenmek tuhaf gelmişti. Kafasını ateşten kaldırıp baktı.


"Nasılsın?" dedim. Tersleyeceğinden emin olsam da yapmadı. Babası için ne hissettiğini merak ediyordum.


"Nasıl görünüyorum?"


"Yorgun."


Cevap vermedi. 


"Sinirli."


Yine sustu. 


"Kitap karakteri gibi."


"Çok konuşuyorsun. Tek başına kitap yazarken böyle görmemiştim."


"Çünkü o zaman siz çok konuşuyordunuz." dedim. Biraz da olsa konuşması hoşuma gitmişti.


"Şimdi daha eğlenceli bir kitabın var." dedi. Sönmekte olan ateşi bırakıp kulübeye yönelince peşinden gittim.


"Yıllardır öldürmediğin Kral ölüyor sonunda. Sana kalsa yarım yüzyıl daha hüküm sürerdi."


Bunu bana söylemekten çok kendine söyler gibiydi. İçeri girdik. Kapıyı kapattım.


Ben otururken Rodos kılıcını temizliyor, bıçaklarını keskinleştiriyordu. Yine sessizleşmişti. Kırıcı bile olsa alay etmesini bu haline yeğlerdim. Böyle sessizken ne yapacağını bilmiyordum.


''Babil neden öyle davrandı?''


Kafasını bıçağından kaldırmadan konuştu. ''Bilmiyorum.''


Neler olduğu hakkında en az benim kadar onun da fikri yoktu.


''Keops ölürse bana ne yaparlar?''


Gözlerini bana çevirdi. Birkaç dakika sessizce bakmakla yetindi. Tekrar bıçağına odaklandığında boğazını temizledi. ''Asarlar.'' İçime dolan müthiş korku parmak uçlarıma kadar yayıldı. Yutkundum, Rodos'un gülmesini veya bu halimle alay etmesini bekledim. Yapmadı.


Kapı çalınca yerimden kalkmaya yeltendim ama eliyle beni durdurup bıçağını sıkıp kapıyı açtı. Milet'ti. Elindeki torbayı bana uzatırken Rodos'a döndü. "Halkın haberi yok. Kimse olan biteni bilmiyor."


"Demek ki ölmemiş daha." dedi Rodos bıçağı indirip elimdekine bakarken.


''En küçüklerini aldım.'' dedi Milet. ''Olmazsa söyle.''


"Teşekkür ederim." dedim elbiseyi torbadan çıkarırken. Dümdüz siyah bir elbise, şapkalı gri bir pelerin ve bir çift çizme.


Üzerimi değiştirmem için dışarı çıktılar. Elbise biraz uzundu ve çizmeler sıkıyordu ama bu şu an başımda olan en ufak sorundu. Kanlı olan beyaz elbiseyi yaktıkları ateşe attım. Dışarıda herkes sessizdi. Yalan bile olsa avutmak için çabalamadılar. Güneş batmak üzereyken içeri girdik. Kapı vurulmadan önce ne yapacağımızı konuşmak için oturmuştuk. Telaşla Rodos'a baktım. Bana bakmadan kapıya yöneldi.


"Kim o?"


Ses yok.


Köşeye bıraktığı kılıcı aldı. Milet de bıçak alıp uzaklaşmam için işaret etti. Duvarın arkasına geçtim. Kapıyı açtı. Dışarıdakini göremiyordum. Rodos dışarı bakıp kapıdaki kişiyi içeri aldı.


Myra.


Kapıyı kapatıp kızın kolunu sanki her an kaçacakmış gibi tuttu. Gözlerinde yaşlarla Rodos'a bir kağıt uzattı. Rodos kağıdı sessizce okuyup kıza baktı. Suratında darmadağın olmuş bir ifade vardı. Milet kağıdı çekip okudu. Onun da yüzüne aynı ifade yayıldı. ''Ne oluyor?'' dedim Milet'in yanında durup kağıda bakarken.


YANINDAKİ EYFEL DEĞİL. NE İŞLER KARIŞTIRIYORSUNUZ BİLMİYORUM AMA BULACAĞIM. SİZİN İÇİN BİRİNİ BIRAKIYORUM. BELLİ Kİ TARAFINI UNUTMUŞ. BİZE ÇOK SESSİZ KALDI. BİRAZ DA SİZE SESSİZ KALSIN.


Myra'ya baktım. İki gün önce benimle konuşup gülen kız, şimdi tek bir ses çıkarmadan ağlıyordu.


Loading...
0%