Yeni Üyelik
18.
Bölüm

14. Bölüm

@cceccilia

Dizlerimde uyuyan Myra'nın ensesini terleten sarı saçlarını kafamdaki tokayı çıkarıp topladım. Ağlamaktan gözlerinin altı şişmiş, yüzü hala ıslaktı.


Dikkatle kafasını yumuşak bir yastığın üzerine koydum. Kapıyı, kapanmaması için arasına bir taş koyarak yarıladım. Rodos ve Milet biraz ileride oturuyordu, sırtları bana dönüktü. Kızın gelişinden sonra bizi içeride yalnız bırakıp çıkmışlardı. Önlerinde durdum.


''Notu yazan Babil mi?''


Hava soğuktu. Milet bana cevap olarak gözlerini kırptı.


Rodos gözlerini ileride bir ağaca dikmişti.


''Kızın dilini kesen de mi o?''


Yine onayladı.


Buradaki herkes çok acımasızdı, benim iyilik meleği gibi yazdığım Babil bile. Myra'nın birkaç gün önce saray kadınlarının dilinin kesilmesi ile ilgili söyledikleri zihnimde belirdi. Hiç susmadan neşeli neşeli konuşması gözümün önünden gitmiyordu.


Rodos arkasını dönüp kulübeye baktı.


''Uyudu.'' dedim. Duymazdan geldi.


''Yerimizi biliyor.'' dedim ısrarla Rodos'a bakarak.


"Sabah çıktığımda bulmuş olmalı.'' dedi Milet ayağa kalkıp üzerini silkelerken. ''Kız yalnız kalmasın, korkar.'' Kulübeye girip önüne bıraktığım taşı ayağıyla itti, kapıyı kapattı.


Milet'in kalktığı yere oturdum. Rodos'un baktığı yere baktım. Normallerinden oldukça büyük, turuncu bir kelebek vardı. Desenleri sıradan olmasına rağmen ilgi çekiyordu.


''Monark.'' dedi Rodos.


Ona döndüm. ''Ne?''


''Monark.'' dedi tekrar. ''Kral kelebeği.''


Tekrar kelebeğe baktım. Üzerinde siyah desenler vardı.


''Sürüsünü bırakmış, ya da kaybolmuş.'' dedi. Gözlerini kısmış, dikkatle bakıyordu. ''Çok uzun yolları nereye gideceğini bilmeden aşarlar ve hep doğru yere ulaşırlar. Çok garip.''


''Çok klasik.'' dedim. ''Diğerlerinden hiç farkı yokmuş gibi görünüyor ama çok güzel.''


Bana baktı.


''Sana benziyor. Yolu hiç bilmese de hep aynı yere varıyor.'' dedi. Bunu söylemesi beni biraz ürkütmüştü çünkü buradan bakıldığında yolun sonu iyi görünmüyordu. Tekrar ağaca döndüğünde kelebek uçmuştu. Birkaç dakika sessiz kaldı.


''Ne yapacağız?'' dedim. Sormaya bir yerden başlamam gerekiyordu.


''Majesteleri öldükten sonra burada kalamayız. Yerini biliyor.''


''Ben suçlu değilim.''


''Sana göre değilsin. Keops'un öldüğünü halk öğrenirse saraydan kaçtığımız için suçlu olacaksın, hatta olacağız.''


''Merak ediyorum da...'' dedim. ''Babil beni yakalamak için emir vermese yine de kaçar mıydık?''


Başını çevirdi. ''Seni yakalamaları umurumda değil."


''Neden korudun o zaman?''


''Suçsuzsun çünkü.''


''Umurumda değil diyorsun?''


''Senin yerinde kim olsa aynısını yapardım.''


Güldüm. ''Ben seni öyle bir karakter olarak yazmadım.''


''Öyle mi?'' dedi kaşlarını kaldırıp. ''Babil'i böyle bir karakter olarak mı yazmıştın?''


Haklıydı. Yazdıklarımdan daha fazlası vardı.


"Babil nereden öğrendi Eyfel olmadığımı?"


Kafasını iki yana salladı. "Sinsi herif."


Çok yorgundum, Güneş batıyordu.


Akşam yemeğinde kemik kaynatılarak yapılmış birer kase çorba vardı. Myra'yı yemesi için uyandırdım. Kız bir süre etrafına bakındı, hatırlamış olmalı ki gözleri doldu.


''Şşt...'' dedim ellerini tutup yüzüne yapışan saçlarını çekerken. Çorba dolu kaseyi ona uzattım, geri itti.


''Lütfen, bir yudum.''


Ağzına götürüp birkaç kez içmesini sağladım. Köşeye oturmuştu, üzerinde hala törende giydiği pembe elbise vardı. Babil onun hep benimle olduğunu biliyordu. Kendime daha çok kızdım, kimseyle bu kadar yakın olmamalıydım.


''Sen de iç.'' dedi Milet. ''Yarın çıkmak zorunda kalabilirsiniz.''


Rodos'a baktım. Boş kaseyi bıraktı. ''Önce haber alacağız.'' dedi.


Çorbanın kokusu berbattı, kusma isteğimi bastırıp sadece içtim.


"Keops ölsün ya da ölmesin, burayı biliyorlar evlat."


"Bana bilmediğim şeyleri söyle ihtiyar."


Milet onu inceledi. Üstüne gitmek istemiyor gibiydi. Bu sabrı ve anlayışı beni hayrete düşürüyordu. Gerçek bir öğretmen, çoğu zaman bir babaydı.


Myra'nın daha fazla ağlamasını önlemek için yanına oturdum, dağılmış saçlarını düzelttim. Bu yetmedi, bir süre kendi kendine ağlayıp uyuyakaldı.


Milet gümüş paralarını sayıyordu, elli iki tane çıkınca homurdandı. Rodos dışarıdaydı. Bizi izlediklerini söylediğinden beri içeri girmemişti. Korkuyor gibi değildi ama gergindi. Şimdi Babil'i tehdit etmek için kullanacağı bir Artemis yoktu.


Çorbadan sonra tutabileceğimi sanmıştım ama her ne kadar gece çıkmaya korksam da tuvalete gitmem gerekiyordu.


Milet'e Rodos'un yanında olacağımı söyleyip dışarı çıktım. Rodos ayaktaydı. Rüzgarlı olduğu için ateş yakmamış olmalıydı. Üstünde törenden kalma uzun, siyah, yakası kürklü bir gömlek vardı. Kılıcı deri kemerdeydi. Üşüyor gibiydi. Bir adım geri, bir adım ileri gidip duruyordu.


Kapı sesini duyunca bana döndü. Tek başıma gidebileceğimi düşünmüştüm ama hayvan uğultuları ve karanlığı görünce vazgeçtim.


"N'oldu?" dedi bana bir adım atarak.


Etrafa bakındım. "Akşam yemeği çok suluydu." demekle yetindim.


Ofladı. "Yürü."


Önünden gidip kulübenin arka tarafında biraz ileride durdum.


"Tamam." dedi arkasını dönüp. Benden yaklaşık iki metre uzaktaydı. "İşin bitince söyle."


O kadar karanlıktı ki ne Rodos'u ne bastığım yeri görüyordum. Hızlıca halledip az önce sesin geldiği yöne birkaç adım attım.


Kafamı çarpınca konuşmak için ağzımı açtım ama suratıma kapanan el buna izin vermedi. Nefes almaya çalışırken ayaklarım yerden kesildi, gözlerim kapandı.

Loading...
0%