Yeni Üyelik
38.
Bölüm

15. Bölüm

@cceccilia

Gözlerimi karanlığa açtım. Başım ağrıyordu.


Yanağımı koyduğum taş soğuktu. Tutulan belimi gerip yattığım yerden doğruldum. Kafamı çevirdiğimde demir parmaklıkların ardındaki yanarak küçülen mum biraz da olsa olduğum yeri görmemi sağladı. Görecek pek bir şey de yoktu, küçük bir parmaklık bölge.


En son ormanda yüzüme kapanan eli hatırladım. Rodos da ormanda benimleydi, sesleri duymamış olmalıydı.


"Hey!"


Tek ses yoktu. Ayağa kalkıp ileriyi görmeye çalışsam da mumun ışığı bana yardım etmedi.


"Hey! Kimsiniz siz?!"


Sorunun cevabını az çok tahmin edebiliyordum. Yine de bunu neden yaptıklarını düşünmek istemiyordum.


Ellerimle demiri tutup sallamaya çalıştım ama bunun için fazlasıyla güçsüzdüm. Yerde bir asma kilit vardı. Eğilip elimle zorladım ama bunun da boş bir çaba olduğunun farkındaydım.


Bir süre gücümü tüketmemem gerektiğini düşünüp sadece oturdum. Gülüşme ve ayak sesleriyle tekrar parmaklıklara sarıldığımda gelen iki adamdan biri eğilip yerdeki kilidi açarken, diğeri geri çekilmem için demirlerin arasından uzattığı iri eliyle beni itti.


Kapıyı açan hiç konuşmadan kolumu tutunca önümüzdeki adamı takip ettik. Onlara karşı çıkmamın bir anlamı yoktu, sonuçta burada kalmak istemiyordum. Attıkları büyük adımlar, ayaklarımı birbirine dolandırıyordu. Onlara yetişmek için tek adımlarına karşılık üç tane atıyordum.


Karanlık, uzun koridordan çıktıktan sonra olduğum yeri anlamam zor olmadı. Duvara sabitlenmiş mumlar pencereden giren ay ışığıyla birlikte sarayı aydınlatıyordu. Adamlarla birlikte geniş salonda yürürken bana bakıp fısıldaşan saray kadınlarına tükürme isteğimi bastırmak zorunda kaldım.


Saraya ilk geldiğimde gördüğüm kapının önünde durduk. Rodos'la bu kapıdan ilk girdiğimde böyle olacağını tahmin bile edemezdim. Şimdi sarayda suçlu konumundaydım. Keops'un durumunu merak ettim, ölmüş olma ihtimali içimi korkuyla doldurdu ama ölmese de benim için değişen bir şey olmayacaktı.


Yanımda kolumu sıkan adam bıraktı, kapının önündekiler başlarıyla onları onaylayıp kapıyı açtılar. Biri beni omzumdan ittirince içeri girdim ve hemen ardımdan kapılar kapandı.


Kral'ın odasında şimdi arkası bana dönük duran adam Babil'di. Sakince kafasını çevirip baktıktan sonra tekrar döndü. Yüzü korkunç görünüyordu. Rengi gitmiş, sararmıştı. Gözlerinin altında büyük morluklar vardı. Onu hiç böyle yazmamıştım, onu hiç böyle görmemiştim. Ne yapmam gerektiğini bilmeden öylece bekledim.


"Bizi ziyarete gelmen ne güzel."


İlk geldiğimde Keops'un durduğu yerde duruyordu. Bana döndü. "Eyfel" dedi üstüne basa basa. Bir adım yaklaştı. Sesi kısılmış gibiydi, göz altlarında torbalar oluşmuş, yeşil gözleri kanlanmış, uyumamış gibiydi. Gözlerini dikmiş bana bakıyordu.


"Neden buradayım?" diyebildim.


"Bilmem." dedi omuz silkip. "İlk gelişinin sebebi neydi?" Tavırları korkunç derecede sakindi.


"İlk geldiğimde de istekli değildim." dedim yalana gerek duymadan. ''Tıpkı şu an olduğu gibi.''


"Öyle mi?" dedi. Bir adım daha geldi. Artık aramızda birkaç santim vardı. Eli boğazıma gitti. Boynum gevşek parmaklarının arasındaydı. "Kimsin sen?" dedi fısıltıyla. Ellerini sıksa birkaç dakika içinde ölürdüm. Bunu yapar mıydı? Myra'nın dilini kestiren de o değil miydi? Elbette yapardı. Yine de ondan korkmuyordum.


"Bilmiyorum." dediğimde parmaklarını sıkar gibi oldu.


"Kimsin?"


"Bilemezsin." dedim. 


''Eyfel değilsin.''


''Evet.''


Elini çekti. Benden bir adım uzaklaştı. "Neden Eyfel gibi davrandın?" Boynumu bırakan eliyle alnını ovdu, yorgun görünüyordu.


"Ben hiçbir zaman öyle demedim."


Kaşlarını çattı. ''Benimle alay mı ediyorsun?"


Kafamı salladım. ''Etmiyorum.''


Sustu, benden uzaklaşıp arkasında duran masaya döndü. Eline aldığı bir kağıdı iki parmağının arasında tutup bana gösterdi.


"Sen geldikten sonra bu ulaştı bana." Güldü. Bu gülüş Rodos'un her zaman yaptıklarındandı. Babil'de görmek tuhaf hissettirdi. ''Bu ne biliyor musun?''


"Ne?" dedim. Kağıdı tekrar masaya bıraktı.


"Eyfel'den mektup, gerçek Eyfel'den. Seninle Assos'un yanına gittiğimizden beri anlamıştım. O günün akşamında elime bu ulaştı." Kaşlarım çatıldı. Ben kitabı yazmıyorken bile, sadece mektuplarıyla var olan biri nasıl böyle dahil olabilirdi?


"Taç törenine gelmediği için üzüldüğünü söylemiş." Sıktığı dişlerinin arasından histerik bir kahkaha attı. Birkaç adım geri gittim. Kafamı ellerimin arasına alıp yere baktım. Kalemin değdiği herkesin bu kadar canlı olması bana fazla geliyordu.


"O halde gelen bu kız kim?"


Ona baktım. Başından beri her şeyi biliyordu. Yemekte, törende... Törende!


"Sen.." dedim. "Rodos değildi, sendin!"


Gözlerini bile kırpmadı.


"Bildiğin halde törenin yapılmasını istedin! O yüzden bu kadar hızlı davrandın, Eyfel'i sevdiğin için değil."


Benim başından beri iyi biri olarak yazdığım, babasını çok seven Babil bunu nasıl yapardı?


"Sen zehirledin!"


Töreni bunun için planlamıştı belki de, suçu üzerime yıkmak için. Kimsenin gözüne batmadan tahtı boşaltmak için.


"Ben yapmazsam Rodos yapacaktı." dedi. Yüzü benimkinin aksine gevşemişti.


"Sen de Rodos'un Kral olması için gelmedin mi, onun yalancısı değil misin? Büyücü müsün, parayla mı tuttu seni bilmiyorum. Ama ona çalışıyorsun. Her neysen umurumda değil."


Kafamı iki yana salladım.


"Öyle ya da böyle." Tekrar bana yaklaştı. "Sen benim işime yarayacaksın."


Soru sorar gibi yüzüne baktım. Ayakta bile zor duruyordu.


"Keops öldü." dedi yanımdan geçerken. "Kral Babil çok yaşasın." Kapıyı açıp eliyle işaret etti. Adamlar tekrar kollarımdan tutarken gözlerinde pişmanlık belirtileri aradım, yoktu. Sırtını tekrar bana dönmeden önce bir canavara dönüştüğünü fark ettim. Babil. Benim yazdığım adam mı bu? Onun için kurduğum bu hayatın kapılarını yüzüme sertçe kapatıyordu şimdi.


Tekrar parmaklıkların arkasına girdiğimde eskisinden daha soğukmuş gibi hissettim. Babil Keops'u öldürmüştü. Ben, buraya gelmesem de onu kral yapacaktım zaten. Bundan haberi olmasa da benim yazdığım Babil babasını seviyordu. Rodos yapsa belki haklılık payı vardı. Keops, Rodos'un ölmesi için elinden geleni yapıyordu. Ama Babil, onun ilk göz ağrısı. Kendi deyimiyle 'en gözde varisi'. Rodos'la girdiği bir yarış mıydı bu? İlk zehirleyenin kazandığı bir oyun olarak mı görmüştü? Üstünlük savaşı mıydı? Yoksa tamamen suçu bana yıkmak için miydi? Rodos yapsa babasını zehirleyen bir prens olacaktı ama bunun için ceza almazdı. Taht için yapılan her şey mübahtı. Rodos suçu üzerime yıkmazdı. Ama Babil, istese kendi yaptığını söyler ve tacı giyerdi. Yapmıyordu. Amacı taht değildi. 'Sen işime yarayacaksın.' demişti. Rodos'la savaşıyordu. Amacı her zaman oydu belki de.


Dahası Eyfel nasıl mektuplarına devam edebilirdi? Ona bir isim dışında hiçbir şey vermemiştim. Yeni bir mektubu yazmaması gerekiyordu. Eyfel var mıydı gerçekten? Somut bir bedenle bir yerlerde yaşıyor olabilir miydi?


Düşünecek o kadar çok şey vardı ki. Kafama iğneler batıyor gibiydi. Zaten soğuk olan zeminin üstünde uzun zaman oturduğum için karnım ağrımaya başlamıştı.


Ne kadar olduğunu bilmediğim süre sonunda adamlardan biri kapıyı açıp tepside yemek getirdi. Sönmesine az kalan mumun yerine yenisini bıraktı. Parmaklığı gürültüyle kapatıp gözden kaybolunca tepsiyi kendime çektim. Süt ve bir dilim ekmek. O kadar açtım ki yemek seçme lüksüm yoktu. Bardağı ağzıma götürecektim ki durdum, kokladım. Kokusu normaldi ama içmeye cesaret edemeyerek yere bıraktım. Keops'un bile zehirlendiği bu dünyada bana neler olmazdı ki? Tepsiyi iyice ileri itip sırtımı döndüm. Görmem sadece daha çok acıkmama sebep olacaktı.


Yer buz gibiydi, duvarlar taştandı ve tavan çok yüksek olmasına rağmen tek pencere bile açılmamıştı. Yan tarafta tavandan damlayan suyun sesi boşlukta yankılanıyordu.


Babil babasını öldürmüştü, o halde yakında taç giyme töreni yapılacaktı. Rodos'a ne olacaktı? Hatta şimdi ne yapıyordu? Beni bulamayınca çok kızmış mıydı? Arıyor muydu? Nerede olduğumu tahmin ediyordu muhtemelen.


Kollarımı dizime sarıp üşümemin geçmesini bekledim. Kafamı dizlerime yasladım. Ne kadar zamandır buradaydım?


'Sen benim işime yarayacaksın.' Neden böyle söylemişti? Öldürecek olsa bu cümleyi kurmazdı. Benim yazdığımı bilir gibi bir hali de yoktu. Keops'a beni tanıtan oydu. Her şeyi bildiği halde beni en başından yalanlamak yerine babasını öldürecek kadar işleri uzatmıştı.


Arkamdaki ayak sesleriyle kafamı kaldırıp omzumun üstünden baktım. Kısa tıraşlı saçları, kemerli burnu, sivri suratıyla daha önce görüp hiç konuşmadığım Halikarnas'tı bu. Ona dönüp ayağa kalktım. Kaşları çatık, vücudu gergindi. Myra'yı düşünmeden edemedim.


"Merhaba." dedim hiç konuşmadan beni inceleyen çocuğa. Benim dünyamda olsa hala liseye gidecek yaşlardaydı ama burada işler öyle yürümüyordu. Söylediğime aldırmadı. Ne düşündüğü anlaşılmayan bir ifade vardı suratında. Bu ifadeye yabancı değildim. Benim kalemimden çıkmıştı.


"Halikarnas." dedim ısrar edercesine. Kaşlarının daha da çatılmasından başka işe yaramadı. Parmaklıklar yaklaştım. O, duvara yaslanmış, kollarını göğsünde bağlamıştı.


"Ben Eyfel."


"Biliyorum." dedi. Demek ki Eyfel olmadığımı sadece Babil biliyordu.


"Babanı ben zehirlemedim." dedim buna sinirli olabileceği aklıma gelince. Ancak Kral'la arasının iyi olmadığını biliyordum. Kral Halikarnas'ı asla bir prens olarak görmezdi. İçine kapanık bu çocuğun kendini dövüşmek yerine resim çizerek anlatması Keops'u sevindirmezdi. Tahtı istememesi rahatsız ederdi onu. Halikarnas'ın umurunda değildi bu, krallıktan da abilerinden de nefret ediyordu. Annesinin tahtı alması için yalvarışlarına kulak tıkardı.


"Babil yaptı." dedi omuz silkip. Bunu bilmesi beni şaşırtmıştı.


Yine de o kadar kızgın bakıyordu ki konuşmak istedim.


"Resimlerin nasıl gidiyor?"


Kollarını çözüp bana yaklaştı. "Sen bunu nereden biliyorsun?" Gözlerindeki umursamazlığın yerini merak ve şaşkınlık aldı.


Gülümsemeye çalıştım. "Hakkında çok şey biliyorum."


"Nereden?"


"Önemli mi?"


"Evet, Rodos'un büyücülerinden misin sen?"


Kafamı iki yana sallayıp güldüm. Büyücü olmak ben olmaktan eğlenceli olurdu.


"Kimsin sen? Aniden çıkıp her şeyi değiştirdin."


Fısıltıyla konuşmaya başlamıştı. İleride oturan adamlardan çekiniyor olmalıydı.


"Kötü biri değilim." dedim ben de fısıldayarak.


"Bu kimsenin umurunda değil. Saraydaki herkes Keops'u öldürdüğünü düşünüyor. Çok yaşamayacaksın."


İçimi kaplayan korkuyu kenara bırakıp "Ama ben yapmadım." dedim.


"Kimin umurunda?"


Derin bir nefes aldım. Sonuçta bu çocuğun abisi Rodos'tu, onu andıran tavırlarına yabancı değildim. "Benim buradan çıkmam gerek."


Omuz silkti. "Kolay gelsin."


Çıkmak için birkaç adım attı. Hızlıca düşünüp aklıma ilk gelen şeyi söyledim.


"Didyma!" sesimi alçalttım. "Son çizdiğin kadının adı bu değil mi?"


Durdu, bana baktı. "Sen bunu nereden biliyorsun?" parmakları demirlerden birini sardı.


"Pytheos, sanatı sana öğreten ustan değil mi?"


Gözleri büyüdü. "Bunları nasıl biliyorsun?"


"Çok şey biliyorum, çıkmama yardım eder misin?"


Yere baktı. Düşünür gibiydi, gözleri aşağıdaki kilitteydi.


"Rodos mu eğitti seni? Adinin tahta geçmek için yapmayacağı şey yok."


"Kimse eğitmedi." dedim hızlıca. "Anlatacağım ama burada olmaz." Anlatmam ne kadar doğru olurdu bilmiyorum ama illaki söyleyecek yalan bulurdum.


"Bu söylediklerinin altı boş çıkarsa Babil'in önüne kafanı koyarım."


Büyük küçük herkes tarafından tehdit alırken burada sakinliğimi koruyabilirdim ki? Omzuna vurup 'elimde büyüdün aslan parçası' demek isterdim ama ne parmaklıklar buna izin verirdi ve de kafamı gövdemle birlikte görmek isteyen ben bunu yapardım.


"Tamam."


"Bekle, uzun sürecek."


Son bir bakış atıp hızlı adımlarla yanımdan ayrılınca yine yalnız kaldım. Kimse çizdiklerinden haberdar değildi. Gözüne güzel gelen her şeyi çizer ve onları herkesten saklardı.


Kafamda sarayın bir krokisini çıkarmaya çalışıyordum olur da tek başıma kaçmak zorunda kalırsam diye. Midem gurulduyordu ve köşedeki tepsiye hala dokunmamıştım. Ayakta durmaktan da dizlerim ağrıyordu ama olası bir hareketlenmeye karşı hazırda bulunmak için ayakta dikiliyordum.


Beni sıkıp heyecanımı azaltacak kadar uzun bir süre sonunda ayak sesleri duydum. Halikarnas'ın yüzü mumun ışığıyla aydınlandı. Yere eğildi ve elindeki anahtarla kilidi açarken "Buradan sonrasına karışmam." dedi. Telaşlı görünüyordu ama umursuyor gibi değildi.


Teşekkür edecek zamanım yoktu. Hızlıca vücudumu gerip açtığı yerden çıktım.


"Dümdüz git, herkes bahçenin ön tarafında Keops'un başında. Çıkıştakileri ben halledeceğim. Oraya ulaşana kadar hiç durma."


Kafamı sallayıp gidecekken kolumu tuttu. "Çıktıktan sonra beni bulup söylediğin şeylerin kaynağını belirtmezsen..."


Kolumu çekip sözünü kestim." Kafamı seviyorum." deyip koşmaya başladım. Karanlıkta taş kolonlardan birine kafamı çarpmam beni yavaşlattı, alnım sızlıyordu ama aldırmadan devam ettim.


Tünelin ucunda büyük salona açılan çıkıştan devam edip etrafa baktım. Gerçekten de kimse yoktu. 'Keops'un öldüğünü yakında halka bildirecekler' diye düşündüm. Taş merdivenlerin olduğu tarafa yönelirken sırtımda hissettiğim elle yerimden kıpırdayamadım. Omzumu tutup beni kendine çevirdi. Göreceğim yüzün Rodos'unki olmasını beklemiyordum.

Loading...
0%