Yeni Üyelik
43.
Bölüm

19. Bölüm

@cceccilia

Düşen kar taneleri toprakta kayboluyordu. Rüzgarsız, sakin bir yağıştı. Tabutun içinde Kral'ın sadece külleri kalmıştı. Rodos bir eliyle beni arkasına alıp kadını inceledi.


''Troya.'' dedi Milet kaşları, yukarı kalkmıştı. ''Uzun zaman oldu.''


Kadın bana doğrulttuğu parmağını indirdi. Bastona iki eliyle tutundu. Gri, geniş, başlıklı bir elbise giymişti. Beyaz saçları kafasına taktığı başlığın altından çıkmıştı. Oldukça yaşlı olduğu kırışan suratından belliydi. Gözleri boncuk gibi parlıyordu.


''Uyuz ihtiyar.'' dedi Milet'e bakıp sonra tekrar bana döndü. Rodos aramıza girip onu görmemi engelledi. ''Ne dedin az önce?'' dedi bir eliyle kolumu tutarken. Yaşlı bir kadına bu kadar saldırgan olmaması gerekirdi, kadının çok umurunda değil gibi güldü.


Rodos'um omuzları dışında bir şey göremiyordum şimdi. Yağış azalmaya başlamıştı. Kadın kafasını yana kaydırıp bana bakınca Rodos duraksamadan omzumdan itti. Birkaç adım sendeleyip geriledi.


Milet Rodos'a baktı. ''Dur evlat!'' dedi. Kaşları çatılmıştı. Kadının yanına geçti. Rodos'un koluna dokunup yanına doğru bir adım attım. Başımla 'iyiyim' gibisinden bir işaret yaptım. Endişeli görünüyordu. Kadına baktım. Troya, demişti Milet.


''Senin burada olmaman gerek.'' dedi yaşlı kadın elini omuzlarıma düşen saçlarıma değdirip. ''Enerjin çok farklı, çok fazla.''


İstesem de geri çekilmedim. Kadının sesinde beni ürpertip olduğum yere sabitleyen bir tını vardı. Kadın buruşuk, ince elini saçlarımdan çekip Rodos'a baktı. ''Sen.'' dedi ve boğazını temizledi. ''Hile yapıyorsun.''


Rodos'un çatık kaşları hayretle yukarı kalktı. Kirpiklere düşen kar tanelerini gözlerini kırpıştırarak temizledi.


''Ne söylemeye çalışıyorsan acele et.'' dedi Rodos kadına.


Kadın Milet'e döndü. ''Bu senin öğrencin miydi? Büyümüş.'' Bu sefer parmağı Rodos'u gösteriyordu. Milet Rodos'a bakıp kafasını salladı. Kadınla eski bir bağı olduğu belliydi.


Şimdi bahçede yalnızca biz vardık, herkes korkup kaçmıştı. Böyle önemli bir günde kolayca hepsinin dağılmasını garipsemiştim. İnsan, hangi evrende olursa olsun bilmediği şeylerden hep korkuyordu.


Kadın kafasını sallayıp arkasına döndü. Gitmek için birkaç adım atınca Rodos Milet'e gözüyle işaret etti.


Milet, kadının önünde durup konuştu. "Bu kızla ilgili ne biliyorsun yaşlı cadı?"


Cadı? Troya bir cadı mıydı? Evet giyim tarzı bildiğimiz, filmlerde ve kitaplarda olan cadılardı ama yüzü daha çok sevimli bir teyze gibiydi. Sarayda büyücüler olduğundan haberim vardı, falcılardan da öyle. Bunları mı kastetmişti?


"O kızın burada olması.." dedi sesini kısıp kadın. "Buranın sonu olur."


Duyduklarımı anlamlandırmaya çalışarak Rodos'a baktım. Yaklaşıp kadını kolundan tuttu. Sıktığını görebiliyordum, hem kendini hem kadını.


"Ne diyorsun!" dedi hiddetle.


Kadın Rodos'un aksine sakince bastonu diğer eline aldı. "Sen yaptın." dedi Rodos'u kastederek.


Milet tek eliyle Rodos'un elini indirmesini ve gerilemesini sağladı.


"Onu buraya getirme hakkını kendinde nasıl bulursun? Geldiği günden beri enerjisi hissediliyor. Konuşmuyoruz diye bilmiyoruz mu sandın?"


Rodos bana dönüp hızlıca elini tutarak yanına çekti. Sanki arkada kalsam uçup gidecekmişim gibi davranıyordu.


"Yanlış biliyorsun sen." dedi Rodos yalan söyleyerek.


Milet "Troya'nın her zaman bir bildiği vardır evlat." dedi Rodos'u sakinleştirmek ister gibi. Sonra Troya'ya döndü. "Devam et ihtiyar cadı."


Kadın kafasını iki yana salladı. Sarayın duvarlarında gözlerini gezdirdi. Merdivenlerin başında içlerinde Babil'in de olduğu bir grubun bize baktığını gördüm ama kar hala yağdığı için aşağı inmiyorlardı.


"Burada olmaz." dedi kadın.


"Nerede?" dedi Rodos sabırsızca.


Kadın ona bakmadan Milet'e döndü. "Yerimi biliyorsun." dedi. Milet onayladı. "Gelirseniz anlatırım." dedi tekrar bana dönüp. "Gelmezseniz de yazık olur."


Kadın arkasını dönüp yavaş ve hasta adımlarla ilerlerken sanki konuşmasının bitmesini beklemiş gibi kar durdu.


Kulübeye girdiğimizde Myra'yı bir köşede oturmuş Milet'in verdiği yazma ödevini yaparken bulduk.


"Yalan söylüyorsa yaşlı olmasını dinlemem." dedi Rodos sırtındaki kürkü çıkarıp duvara fırlatırken.


Milet, Myra'ya yaklaşıp kağıda baktı. "Güzel. Epey ilerlemişsin." dedi kıza. Myra kafasını kaldırıp gülümsedi. Rodos, kendisini dinlemeyen Milet'e korkunç bir bakış attı. Myra'nın gözleri Rodos'a döndü. Öfkesinin onu korkuttuğunu düşündüm.


Kızın yanına otururken "Kar yağdı, gördün mü Myra?" dedim. Anlamayan gözlerle bana baktı. Dışarıyı hiç görmediğini anladım. "Boş ver." dedim saçlarına dokunarak.


Milet masaya yönelirken Rodos tekrar bağırdı. "İhtiyar!"


Adam ona dönüp kaşlarını çatarak baktı. Rodos'un işaret parmağı ona doğrulmuştu.


"Açıklamanı bekliyorum!" dedi parmağını Milet'e sallarken Milet, ona uzanan kolunu tutup Rodos'u duvara çarpınca çığlık atıp yerimden doğruldum.


"Ne yapıyorsunuz?!"


Elleri Rodos'un boğazındaydı.


"Endişelerini sindiremeyip etraftakilere çatma! Kızı getirirken bunları göze almıştın!" diye bağırdı Milet Rodos'u sarsarken. Bağırmasına rağmen sesi öfkeli değildi. Sadece Rodos'u uyarıyor gibiydi.


Rodos'un nefes alamadığı belliydi ama yerimden kıpırdayıp müdahale edemiyordum.


Milet'in karnına bir tekme atıp geriye savrulmasını sağladı. Adam yere düşmüştü.


"Her önümüze geleni dinlemeyeceğiz!" dedi Rodos nefes alıp verirken. Milet'in az önce sıktığı yer kızarmıştı.


Düştüğü yerden kalkmasını beklerken kafasını geriye yaslayıp yere yatan Milet'e baktım, nefes nefeseydi. Bu yaşta bile bu kadar güçlü olmasına şaşırmadan duramadım.


Rodos tepesinde dikiliyordu.


"Troya her şeyi bilir evlat." dediğinde tekrar eski konuşma biçimine dönmesine gülsem mi ağlasam mı bir karar verememiştim.


"Kalk!" dedi Rodos "Bitmedi daha."


Gerilen sinirlerimle birleşen kahkahamı tutamadım. Küçük çocuk gibiydiler. Olduğu yerde donup kalan Myra da dahil hepsi bana baktı.


"Affedersiniz." deyip bastırmaya çalıştığım gülüşümle kalktığım yere oturdum.


Güneş batmaya yakınken Rodos'u dışarıda buldum. Sabahki kat kat giyinmiş halinin aksine üzerinde ince, yakasız bir şey vardı. Dünyadakilere göre resmi de olsa burada daha normal duruyordu.


Milet'le kılıç çalışıyorlardı. Bunun arena için olduğunu düşünmek beni ürpertti. Milet kılıcını havaya kaldırmış, Rodos kendininkini ona dik bir şekilde bastırıyordu. Milet beni görünce yan gözle bakıp "Myra çalışıyor mu?" deyince kafamı salladım. Adamın onunla böyle ilgilenmesi beni çok rahatlatıyordu, konuşamadığı için yazmayı öğretmesine minnettardım. Myra'nın neden okuma yazmayı hala bilmediğini merak etsem de sormamıştım.


Rodos bana bakmadan bir hamleyle kılıcı çekip Milet'in boğazına dayadığında onu izledim. Saçları ve sırtı ter içindeydi. Milet geri çekildi. "Dinlen biraz." dedi. Kılıcını da alıp içeri girerken Rodos da kendininkini kulübenin kapısının kenarına bıraktı. Yere bıraktığı toprak çömleği kafasına dikti. Tekrar yere bırakırken ağzını koluyla sildi. Yüzüne dikkatle bakınca yara izinin gözüme eskisi kadar çarpmadığını fark ettim.


Derin soluklar alıp vücudunu gerdi.


"Üşürsün." dedi bana bakmadan. Sabahki elbise yerine Milet'in Myra ve benim için aldıklarından bir tane giymiştim. En azından bu sıkmıyordu.


"Soğuk değil." dedim. Sabah kar yağmış olmasına rağmen gerçekten de soğuk değildi hava. Gözlerim kılıcın kabzasına işlenmiş, kanatlarını açmış kartal simgesine kaydı. Sabah, aynı şeyin alnındaki halkada olduğunu hatırladım.


"Babil için mi?" dedim arenayı kastederek kılıcı işaret ederken. Baktığım yere bakınca umursamaz bir tavırla kafa sallayıp elini saçlarında gezdirdi.


"Troya." dedim sonra. "O kadına gidecek miyiz?"


Ayağıyla yanına çektiği bir ağaç kütüğünün üzerine otururken kafa salladı yine. Yanına gidip duvarın dibine oturdum.


"Söyledikleri doğru muydu gerçekten?"


"Bilmiyorum. Göreceğiz." dedi bu sefer bana dönüp.


"Ne zaman gideceğiz?"


"Yarın sabah."


Hava kapalıydı.


"Ya doğru söylüyorsa?"


"Onu öğrenmek için gidiyoruz zaten Eyfel."


Eyfel? Bana hala Eyfel diyordu herkes.


"Ben Eyfel değilim."


Güldü. Az konuşsa da sık -içten- gülmeye başlamıştı ve bundan hiç şikayetçi değildim.


"İsmimi sormayacak mısın?"


"Hayır?"


"Neden?"


"Merak etmiyorum."


"Neden?"


Kaşları çatıldı. "Dilin açıldı senin. Burada kaldığın sürece Eyfel olabilirsin. İkinizin de Babil'i sevmek gibi saçma huyları var sonuçta."


Burada kaldığım süre, çok belirsiz bir ifadeydi.


"Babil'i tanımıyormuşum." dedim.


"Kimseyi tanımıyorsun." dedi.


"Seni tanıyorum."


Gözlerini kaçırıp toprağa baktı. "Gerçekten tanıyorsan bir gün beni de tanıştır."


Dediğini anlamam birkaç saniyemi aldı. Elimi yumruk yapıp yavaşça omzuna vurdum. Ani bir hareket yapmışım gibi bana baktı.


"Ne?" dedim kolumu indirirken. "Bizim dünyamızda bunu saygı ifadesi olarak kullanırlar." Kendi yalanıma gülünce kaşlarını çattı.


"Sen leş bir yalancısın." dediğinde daha çok güldüm.


Birkaç dakika sessiz kaldı. Sonra "İstediğin bir şey varsa yarın alırız." dedi.


"Yok. Teşekkür ederim." dedim.


"Memnun musun buradan?" dedi yine bana bakmadan.


"Nasıl yani?"


"Burada olmaktan, evet gelmeyi sen istemedin ama..." Durdu. "Milet'ten, Myra'dan, yediklerinden, uykudan, ormandan... Her şeyden işte. Memnun musun?"


Hiç cevabını düşünmemiştim. Yalan söyleme gereği duymadan "Bilmiyorum." dedim.


O sessiz kalınca devam ettim. "Hiç böyle hissetmemiştim, tamamen farklı bir dünyada az da olsa kendi elimden çıkan insanlarla birlikteyim." Gözlerimi kısıp ona baktım. "Sence kaç kişinin başına gelmiştir bu?"


Ayağa kalkıp birkaç adım ilerledi. Omuzlarını gerdi. "Benim gibi birini yazan herkesin başına gelir."


Kıkırdadım. "Şimdi evimde olsam belki bitirmiştim." Ayağa kalkıp yanında durdum. "İşi uzattın." dedim kollarımı bağlarken.


"Nasıl bitirecektin?" derken çok ciddiydi.


"Sen ölecektin." dedim aklıma ilk geleni söyleyip ama yüzündeki ifade pişman olmama yetti. Sinirli değildi, bildiği bir şeyi açık açık duymanın yarattığı hayal kırıklığıydı bu.


"Babil Eyfel ile evlenirdi herhalde." diye devam ettiğimde sırıttı.


"Bu kitabı kimse okumazdı."


Kollarımı çözerken dirseğimi ona vurunca şaşkınlıkla bana baktı.


"Neden okunmasın?"


Önce vurduğum yere sonra bana bakıp gözleriyle ufak bir uyarı verdi.


"Gereksiz mutlu son."


Arkasını dönüp içeri girerken "Memnun değilim." deyince olduğu yerde durup bana döndü. Ona yaklaşıp yanından geçerken sesimi kıstım. "İhtiyarın yemekleri çok kötü." Kulübenin içine girerken hayretle karışık gülüşünü duyabiliyordum.


Akşam Myra'ya, 62'den tavşan, dolap adam, 'S' harfinden gül çizimi gibi taktikleri öğretirken Rodos dışarıdan yeni gelmişti. Milet köşede bir kitabın başında uyukluyordu. Rodos'u görünce yattığı yerden doğrulmaya çalıştı ama Rodos onu durdurup "Kalkma." dedi. Elindeki torbaları masaya bıraktı. "Bugün ben yemek yaparım."


Milet uykulu gözlerle ona bakıp sebebini sordu.


"Canım öyle istedi." dediğinde gülümsememe engel olamadım.


"Sen ölsen bile kendinden başka kimseye yemek yapmayacak bir domuzsun." dedi Milet gözlerini ovuştururken. "Hayırdır bakalım."


Rodos ona aldırmadan çalışmaya başlamıştı.


Akşam yemeğinde kurutulmuş biftek, tanımadığım otlarla yapılmış bir salata, açık mor renkli soğuk bir içecek vardı ve uzun süredir ilk defa gerçekten doyduğumu hissettim. Yemek boyunca hiçbir şey yemeden bizi izleyen Rodos, Milet'in "Bizi zehirliyorsun." cümlelerine burun kıvırdı.


Gece boyunca bize öğrencilerinin saraydaki eğlenceli zamanlarını anlatan Milet'i dinleyip güldük. "Troya?" dedim konuşmanın arasında. Amacım adamı zora sokmak değildi ama kızarmış görünüyordu. "Eski bir arkadaşım." dedi. "Sarayda çalıştığı zamanlardan tanıyorum, çok akıllı bir kadındır."


Rodos yaslandığı duvarda bir kitap karıştırıyordu. "Vay vay vay..." deyince Milet ona ters bir bakış attı.


Ne Milet benim karakterimdi, ne de Troya. Benden önce de varlardı, benden sonra da olacaklardı.


Sabah hava daha yeni aydınlanırken hiçbir şey yemeden Myra'yı evde bırakıp çıkmıştık. Milet çok aceleci olduğundan tek kelime bile edememiştim kıza. Orman yolundan çıkıp evlerin ve pazarın göründüğü alana yaklaşırken attan indik. İkisi de hayvanları bağlama gereği duymuyordu.


Üzerime giydiğim elbisenin başlığını Rodos kapatıp "Böyle dur." dedi.


Dükkanlar yeni açılıyordu ve sokaklar boştu. Beyaz boyalı evlerin, tek katlı yapıların içlerinde taştan bir tanenin önünde durduk. Girişi diğerlerinin aksine yerin altına doğruydu. Milet aşağı inen merdivenlere yönelirken önce bize sonra etrafa baktı.


"Seslendiğimde gelin."


Tahta, çürük merdivenden dikkatle indi. Aşağıda ışık olmadığı için yere indiğini ayak seslerinden anladık. Rodos'a baktığımda çenesini sıkmış olduğunu gördüm. Yaklaşıp koluna dokundum, biraz da olsa gevşer diye. Etkisi olmadı.


On beş dakika kadar sonra birkaç kişi etrafta dolaşmaya başlamışken aşağıdan bir el merdiveni salladı.


"Gelin çocuklar." dedi Milet çok da yüksek olmayan bir sesle.


"Önce sen in." dedi Rodos merdivene ayağımı koymama yardım ederken. "Hemen arkandayım."


Birkaç basamak sonra kafam içeri girince etraftaki karanlık beni gerse de belli etmeden kalan adımları attım. Rodos da peşimden indi. Milet elinde bir mumla bize yaklaşınca taş duvarları ve dar koridor gördüm.


"Bu taraftan." dedi eliyle işaret ederek. Rodos önüme geçip kaybetmek istemiyor gibi bileğinden tutarak Milet'in peşinden ilerledi.


Duvar, asılı mumlarla aydınlatılmıştı. Bir salona çıktığımızda yine aynı kadının sesiyle irkildim.


"Hoş geldiniz."


Yerde kalın bir mindere oturmuş bize bakıyordu. Önündeki alçak, minik ayaklı tahta kağıtlarla doluydu. Geniş bir fincanda sarı bir sıvı önünde duruyordu. Milet bize masanın önünde kalan minderleri gösterince oturduk. Kadın önce rodos'a sonra bana baktı.


"Sizi bekliyordum." dedi Milet'e dönerken. "İçer misiniz?" Önündeki fincanı gösteriyordu.


"Uzatmadan kalkarız." dedi Rodos. Troya güldü, dişlerinin arasındaki boşluklar görünüyordu.


Milet Rodos'a kaşlarını çattı.


"Bildiklerini bize anlat lütfen." dedi Milet kadına oldukça kibar bir dille. Troya büyük bir nefes alıp tekrar bana baktı.


"Herkes görmez." dedi. "Herkes bakar ama çoğu görmez."


Gözlerimi kaçırmamak için zor duruyordum.


"Büyük bir enerjisi var, üzerimizde bu kadar etkisi olan birini buraya getirme fikrini sana kim verdi?"


Rodos'un kaşları çatıldı. Milet "Palmira." dedi araya girip.


Kadının gözleri büyüdü, alt dudağını ısırdı abartılı bir ifadeyle.


"Böylesine adı çıkmış bir büyücüyle çalışma hatasını nasıl yaparsınız?"


"Ben öğrendiğimde iş işten geçmişti." dedi Milet.


Rodos "Diğerlerinden cesurdu." dedi.


"Cesur ama kuralsız." dedi Troya.


Rodos "Kimin umurunda." deyince kadın Rodos'a bakıp elini sertçe masaya vurdu. Böyle yaşlı bir teyzeye göre oldukça sert bir hareketti. Yerimde sıçradım. Eliyle beni işaret etti. Gözleri Rodos'taydı.


"Senin umurunda değil ama bu kız tüm dengeleri bozar!"


Ben dengeleri nasıl bozacaktım ki? Karın yağışını ve insanların kaçışını düşününce haklı olabileceğini düşündüm.


"Nerede saklanıyor şimdi Palmira?" dedi Troya Rodos'a.


Milet sessizce kadını izliyordu.


"Cehennemdedir." dedi Rodos omuz silkerek.


Kadın derin bir nefes aldı, bana baktı.


"Bu kızı nasıl getirdin?"


"Siyah taşlar."


Kadın kafasını ellerinin içine aldı. Avcunun alnına bastırıp bir süre öylece durdu.


"Onlardan ne kadar var?" dedi kafasını kaldırmadan.


"Hiç." dedi Rodos. Hem bu kadar umursamaz Hem bu kadar gergin olmayı nasıl başarıyordu?


Kadının kafası yavaşça kalkarken yüzü dehşet içindeydi. Milet'e baktı. "Bu çocuk iyi bir dayak yemeli." dedi Rodos'u kastederek. Rodos duymazdan geldi. Gözleri duvarlarda geziniyordu.


"Kızın gitmesi gerek, çok geç olmadan."


Troya'ya döndüm. Konuşup konuşmamakta tereddüt ettim. Bana baktığında göz göze geldik. Nasıl gidecektim ki? Taş yoktu, nasıl gidebilirdim?


Milet "O kadar mı?" dediğinde kadın kafasıyla onayladı.


"Başka bir dünyadan geliyor, bu da yetmezmiş gibi oniks taşına büyü yapıp kızın dünyasından ayrılmasına sebep olmuş."


Oniks. O siyah taşların adı bu muydu?


"Sen aynısından yapsan?" dedi Milet. "Çünkü-"


Troya sözünü bitirmesine izin vermeden "Asla." dedi "Çok adi bir suç. Palmira da cezasını çekmiş." Gözleri Rodos'a kaydı. "Yanlış kişinin elinden de olsa."


Rodos onu dinlemiyor gibi dümdüz suratıma bakıyordu.


"Ama gitmem için bu gerekirse..." devamını getirmeden sustum. Bunu yapmak istediğimden emin değildim. Konuşmama şaşırmış gibi bana baktı. Siniri bir an olsun geçti. Bu kadar gerilmeme sebep olmasa tatlı bir kadın olduğunu söyleyebilirdim.


"Sen kendi dünyandan bile buradaki etkini biliyorsun değil mi?" dedi bana. Kafa salladım. "Zaman kavramı, dünyası farklı olan birinin yerini değiştirmesi çok tehlikelidir. Zamanı yanıltmış olursun. Şimdi sen orada yoksun, ne kadar olmayacağın bile belli değil. Sen olmadığın sürece orası öyle mi kalacak? Yoksa sen o anda sıkışıp kalacak mısın?"


Kaşlarımı çattım.


"Bilmiyorum."


"Kimse bilmiyor." dedi. "Buraya geldin, buraya ait değilsin. Burada senin için bir hava yok, su yok, senin yaşaman için kurulmuş bir yer değil burası. Herkesin ve her şeyin bir yeri vardır."


Fincanı alıp birden yere bıraktı. Parçaları etrafa dağıldı.


"Düzeni bozamazsın."


"Peki şimdi ne olacak." dedi Milet.


"Gitmesi için bir yol arayacağım."


"Bulamazsan?" dedi Rodos hala bana bakarken.


"Oturup gökyüzünün üzerine çökmesini bekle." dedi kadın.


Loading...
0%