Yeni Üyelik
44.
Bölüm

20. Bölüm

@cceccilia

Yüz elli yedi, yüz elli sekiz, yüz elli dokuz, yüz altmış, yüz altmış bir. Tam yüz altmış birinci saniyede boğazını temizleyerek sessizliği bozan Milet olmuştu. Kollarını göğsünde bağlamış, sırtını dikleştirmiş Troya'ya bakıyordu. Rodos'un gözleri yerde, yüzü karanlıktaydı. Göz bebeklerinde yerdeki mumların alevini görebiliyordum.


''Düzeltmem gerek.'' dedi Troya yerinden kalkarken. Bacaklarındaki eklemlerden gelen sesleri duyabiliyordum. ''Nasıl yapacağımı bilmiyorum.'' Kırık fincanın kenarından geçip duvarda asılı lambalardan birini alıp odadan çıktı.


Milet'e baktığımda omuz silkti, Rodos'a döndü, elini sırtına koydu. Rodos tepkisiz kaldı.


''Rodos?''


Kafasını kaldırıp çok garip bir şey söylemişim gibi bana baktı. Söylediğimi duyduğundan bile şüpheliydim. Kadının ayak seslerini duyunca geldiği yere baktım. Yanında genç bir kızın elindeki tepside dört fincan vardı. Kız tepsiyi uzatırken gülümsedi. Koyu tenli, uzun kirpikliydi. Troya yerine otururken kız da yanımda biraz uzağıma oturdu. Troya'ya baktığımda kadın, sanki normal birer misafirmişiz gibi gülümsedi. Fincanları işaret edip ''İçin.'' dedi. Bir fincana uzanırken yanımdaki kızın beni izlediğini hissediyordum. Limon kokulu sıcak bir çaydı.


''Teşekkür ederiz.'' deyip gülümsemeye çalıştım, Troya bana kısa bir bakış attı. Burada, yabancı olduğumu fazlasıyla hissediyordum. Milet abartılı bir beğeni ile çayını içince gülmeme engel olamadım. Eskiden aralarındaki şey her neyse bu adam Troya'yı özlemiş olmalıydı.


Rodos aramızda değil gibiydi.


''İç.'' dedi kadın ona emreden bir tavırla. Rodos dik bakışlarını kadına çevirdi.


''Endişe etme bulmaya çalışacağım.''


''Göndermenin bir yolunu mu bulacaksın?'' dedi Rodos kadın sözünü bitirir bitirmez.


''Gitmesi gerek.''


''Kar yağdığı için bu saçma sonuca mı vardın?''


Troya derin bir nefes aldı. ''Sen de biliyordun kızın gelmesinin bu dünya için bir felaket olduğunu. Palmira'yı seçme nedenin tam da buydu.''


Rodos güldü. ''Sen çok zeki bir yaşlı kadınsın Troya.''


''Sen çok bencil ve sorumsuz bir çocuksun Rodos.''


Milet çayı höpürdeterek içtiğinde göz ucuyla ona baktılar. Ben sessizce onlar izliyordum, zaten yokmuşum gibi konuşuyorlardı.


''Sen gerçekten başka bir evrenden mi geldin?'' dedi yanımdaki kız. Benim yaşlarımda olmalıydı ama yüzü bir çocuk gibi güzeldi. Kafa sallamakla yetindim sorusuna.


Uzanıp bir eliyle omzuma dokundu, gerçek olup olmadığımı test etmek ister gibi. Güldüm.


''Biraz daha dokunursan kaybolabilir.'' diye yalan söyledi Rodos kıza bakıp. Çaydan bir yudum aldı. ''Berbat. Milet'i bir yerlerden tanıdığın çok belli, ağız tadınız...'' dedi fısıldayarak. Kızın inanmadığı belliydi ama elini hızlıca çekti.


''Baş karakter o muydu?'' dedi kız bana Rodos'u gösterip.


Duraksadım. ''Başka kim olacaktı?'' dedi Rodos.


Kız inanmamış gibi bana baktı, ''Oydu.'' demekle yetindim.


Milet çayı bitirip tepsiye bıraktı. ''Mükemmeldi.'' dedi mırıldanarak.


''Şimdi gidin.'' dedi Troya ayağa kalkarak kovarcasına. ''Birileri prens olduğu için düzeni bozabileceğini sanmış, onu düzeltmek için çalışacağım.'' Milet'e döndü. ''Bir dahaki gelişinde yanında şu sorumsuz çocuğu getirme, sinirimi bozuyor.'' dedi kaşlarıyla Rodos'u işaret ederken. Rodos aldırmadan çoktan çıkışa yönelmişti.


''Deli, çirkin, yaşlı kadınları sevmiyorum.'' diye söylendi yüksek sesle.


Yukarı çıktığımızda sokaktaki insanların çoktan güne başladığını gördük. Birkaç tanesini dönüp bize baktı ancak eskiden olduğu gibi Rodos'u görünce selam veren olmadı. Keops öldüğü için mi? Tahtta kimse olmadığı için halk böyle rahat mı davranıyordu?


"Sen önden git." dedi Rodos Milet'e. "Biz geleceğiz."


Milet omzuna uyarı verircesine dokundu. "Yanlış bir şey yapma." diyerek yanımızdan ayrıldı.


Rodos yürümeye başlayınca onu takip ettim.


"Ne yapacağız?"


Adımlarını yavaşlatıp ona yetişmeme izin verdi.


"Yazdığın yerleri görmeni istiyorum."


Yüzümde kocaman bir sırıtışla ona baktım.


"Nasıl yani?"


Yan gözle bana bakıp güldü. "Sıkılmadın mı kulübeden?"


Hızlıca onaylayarak kafa salladım.


"İyi işte." dedi. 


Yoldaki insanların bize bakıp fısıldaşmalarını duymamaya çalıştım, Rodos'un da öyle yaptığı belliydi. Köşede minik bir dükkanın içine girdik. Yüzüme tarif edemediğim güzel kokular ve hoş bir sıcaklık çarpıyordu. Tezgahın arkasında Myra yaşlarında kısa saçlı bir kız -burada bu yaşlarda çok fazla çalışan çocuk olduğunu fark ettim- ve orta yaşlarda bir adam bize selam verdi. Yüzümüze bakmadan elleri ile tezgah işaret ettiler.


"Buyurun majesteleri." dedi adam. Rodos bana baktı ve "Seç birini." dedi.


Kaselerini içinde renkli yoğun içecekler vardı. "Ne bunlar?" dedim. Adam tuhaf bir şey sormuşum gibi yüzüme baktı, Rodos'un bakışlarına denk gelince hızla eğdi kafasını.


"Şekerli çorbalar efendim."


Üstü pembe yapraklarla süslenmiş bir kaseyi gösterdim. "Şunu alabilir miyim?" dedim sipariş bekleyen kıza. Hızlıca kaseyi tezgahın üzerinde önüme bıraktı. Kaseyi iki elimle kavradım ve bir yudum aldım. Rodos gülünce ona baktım. Kızın bana uzattığı kaşığı gösteriyordu. Kızardığımı hissedip kaseyi bıraktım. Tadı kokusu kadar güzel değildi.


Adam cam bir şişeyi Rodos'a uzattı. "Yeni geldi majesteleri, Kral Keops'un en sevdiklerinden."


Rodos kemerindeki keseden gümüş paralar çıkarırken göz ucuyla baktı. "Onu görünce verirsin artık." dediğinde adam şişeyi geri çekti, suratı asılmıştı.


Dükkandan çıkarken gülümseyip teşekkür ettim.


"Çok kabasın." dedim köşeyi döndüğümüzde.


Rodos çevreyi izliyordu. Homurdandı. Dönüp bana baktı.


"Nezaket kurallarından hiç haberin yok." dedim üstüne giderek.


Omuz silkti. "Tam yazamamışsın."


Dükkanları arkamızda bırakıp ağaçlı, yeşil yola girmiştik.


"İnsanlara düzgün davranmak senden bir şey eksiltmez." dedim.


"Ve bir şey eklemez." dediğinde oflayıp kafamı iki yana salladım.


"Annem görse seni haşlardı."


Durdu. Bana dönüp omuzlarımdan tutarak beni de durdurdu.


"Ne?" dedim dikkatle bana bakınca.


"Burayı biliyor musun?" dedi çevreyi işaret edip. Ağaçlı düz yolun ilerisi altında nehir akan taştan bir köprüye çıkıyordu.


"Evet!" dedim ve köprüye yürüyerek ortasında durdum. Aşağıya baktığımda berrak suyu gördüm. Rodos'un arkamdan geldiğini duyabiliyordum. Suyun içinde minik balıklar yüzüyordu.


"Seni burada yazmıştım." Köprünün kenarındaki yoldan yarım metre yükseklikte iki taşı gösterdim. "Oraya oturmuştunuz." Ona baktım. "Sen çok küçükken."


Kafasını salladı. "Çok küçükken." diye tekrarladı.


Gidip taşlardan birine oturdu. Köprü en fazla iki metre yüksekteydi. Dikkatlice yanına oturdum. Ayaklarımı sarkıttığımda suya değmese de ferahlığı hissettim. Nehir ileri doğru uzuyor ve kıvrılıyordu.


"Gerçekmiş..." dedim heyecanla ezberlemek ister gibi etrafa bakarak. "Her şey hayal ettiğim gibi."


Güldü. "Yeni mi anladın?"


Ona döndüm. Gözlerindeki ifade her seferinde içimdeki pişmanlığı arttırıyordu.


"Burada Babil'le oturmuştun Rodos."


"Evet." deyip bir nefes verdi. Babil iyi bir abi olsa onun da iyi bir kardeş olabileceğini düşündüm bir an. Bu kadar hırs ve çekişme olmasaydı aralarında bir aile olabilirlerdi belki.


"Küçüktüm." dedi Rodos. "Her şey bozulmamıştı o zaman."


"Böyle olacağını bilsem yazmazdım." dedim tek sefer bile düşünmeden.


"Bunu söyle diye getirmedim seni."


Dönüp kafasını çevirdi. Uzanıp elini tutunca hayretle bana baktı.


"Böyle olduğunu bilsem yazmazdım." dedim tekrar. Elleri soğuktu. Hiçbir şey söylemedi. "Bana kızgın olduğunu biliyorum, kim kızmaz ki? Her zaman işleri senin için zora soktum." Kalp atışlarımı kulaklarımda duyuyordum. "Böyle bir yerde senin var olduğunu bilsem asla yapmazdım bunu Rodos."


"Neden?" dedi ciddi bir ifadeyle. "Nezaket kurallarına mı aykırı?"


"Hayır." dedim. "Yani evet ama sebebi o değil."


"Ne peki?"


Gözlerim dolmuştu. 


"Neden yazdın?"


Ellerini çekip bileklerimi tuttu sıkmadan.


"Neden kendi hayatını yaşamak yerine tüm gününü boktan bir kitaba ayırır ki bir insan?"


Yaşlar yanaklarıma süzüldü. "Avucumda bir dünya tutmak iyi hissettirdi."


Ellerini çekip büyük bir nefes aldı. Gözlerim ondan çekip ellerine baktım, zaten ağlamak sinirimi bozuyordu.


"Gerçek hayattan tamamen farklı olur sandım, içinde olduğum düzenden kaçabilirim sandım. Sanki dünyanın sonunu bulup oradan atlıyormuşum gibi hissettiriyordu."


"Ağlama." dediğine daha çok ağladım. Hıçkırıklara boğularak "Ama böyle değilmiş. Orada da sıkışıp kalmıştım, burada da öyle kaldım. Kaçamıyorum, çıkamıyorum." dedim.


Avuç içlerimle yüzümü sildim. Yüzüne baktım. "Gerçek olduğunu bilsem senin gibi küçük bir çocuğun omzuna bu kadar yük vermezdim Rodos."


"Tamam." dedi kafasını çevirip.


"İnan ya da inanma, birinin kötü adam olması gerekiyordu."


"İnanmıyorum." dedi. "İnanmak değil bu biliyorum. Gerçek olduğumu bilsen asla yapmazdın."


Sakinleşmeye çalışıp nefes aldım.


"O zaman neden beni suçlayıp duruyorsun?" Gözyaşlarım yüzünden yüzüme yapışan saçları parmaklarıyla çekti.


"Birinin suçlu olması gerek." dedi yüzüme bakıp. Tekrar hıçkırıklara boğulduğumda yüzümü sakince omzuna koyup elini saçlarımda gezdirdi. Ben de daha çok ağladım.


Hiç konuşmadan tekrar ormana döndüğümüzde Myra kapının önündeydi. Rengi solmuştu, bizi görünce ayağa kalkıp yanıma geldi. Gözlerimin kızardığını biliyordum. Çok fazla ağlamıştım. Başıyla kulübeyi işaret edince "Ne oldu Myra?" dedim, sesim kısık çıkıyordu.


Rodos temkinli bir tavırla aralık olan kapıyı itti, peşinden gittim. Halikarnas ve Milet oturmuş bir şeyler içiyorlardı ve kahkahalarla gülüyorlardı.


"İyi alıştın." dedi Rodos masadan bir bardak alıp yanlarına giderken. Arkamda duran Myra'ya baktım. Neden içeride durmadığı şimdi anlaşılmıştı. Utangaç bir tavırla kafasını eğdi.


Rodos bardağa sarımsı içkiden doldurup bardağı onlara uzatarak "Bu sizin." dedi. Kendisi şişeyi kafasına dikince Milet daha çok güldü. Halikarnas bana baktı, selam verip gülümsedim. Gözleri arkamda duran Myra'ya kaydı.


"Köpek istemiyoruz." dedi Rodos eliyle ağzını silerken. "O yüzden bir daha gelme."


Halikarnas ona ters bir bakış atıp söylendi.


"Yarın akşam sarayda Keops'un yemeği verilecek." dedi. Yanlarına gidip dizlerimi altıma alarak oturdum.


"Nasıl yani?"


Rodos'un bakışları bana kaydı, az önce salya sümük ağladığım için ona bakmak istemiyordum.


Milet "Ölen krallar için halkın da katılacağı bir akşam yemeği düzenlenir cenaze merasiminin sonrasında. Kraliyet ailesinin masası sarayın bahçesinde, halkınki de sokaklara kurulur. Kralın ruhu için iyi dileklerini sunar herkes." dedi.


"Anladım." dedim.


"Sen gelmezsen Babil, zehri koyanın sen olduğunu söyleyip düşmanlarını çoğaltacak." dedi Halikarnas.


Rodos güldü. "Sanki dostum varmış gibi."


Milet hızlıca araya girdi.


"Rodos buna gitmek zorundasın." Rodos şişeden bir yudum daha aldı. "Arena öncesi düşman toplaman hiç iyi olmaz."


Rodos gözüyle beni işaret etti. "O da gelirse olur." dedi.


Sesimi çıkarmadan ona baktım. Bu hiç iyi bir fikir değildi.


Loading...
0%