Yeni Üyelik
47.
Bölüm

22. Bölüm

@cceccilia

Uyandığımda Rodos'un hala yattığını gördüm. Dün gece atla zar zor kulübeye gelmiştik. Ateşler içindeydi. Milet hazırladığı otlarla biraz iyileşmesini sağlasa da hala çok bitkin duruyordu. Dünkü halini Milet'e ağlamadan anlatamamıştım. Rodos'u ilk defa öyle görüyordum ama Milet çok kez böyle olduğunu, biraz dinlenirse rahatlayacağını söyleyip uyumamı sağlamıştı.


Elimi uzatıp Rodos'un alnına koydum. Ateşi normaldi. Derin bir nefes aldım, kahvaltıya kaldırmak için seslendiğimde Milet beni uyardı. Sabah çorba içirdiğini, uyuması gerektiğini söyleyince dediğini yapıp sessiz kaldım ama Rodos o gün öğlen ve akşam yemeklerini de bizimle yemedi. Şikayet eden, söylenen, bağıran, dalga geçen kimse yoktu. İçimde büyük bir boşluk hissiyle gün boyunca uyanmasını bekledim. Gün bitti, gece de bekledim. Sonunda kıvrıldığım köşede uyuyakalmıştım.


Ertesi gün erkenden Myra ile nehre indim. Hem kıyafetleri yıkamak hem de suya girip kendimi dinlendirmek istiyordum. Sabah çıktığımızda Rodos hala uyuyordu, Milet ise para hesaplamaları yapıyordu.


Nehir ormanın en ucunda ıssız bir yerdeydi. Milet'in kulübesi dışında ormanda birkaç tane daha ev vardı, insanlar temiz su ihtiyacını bu nehirden karşılıyordu ama biz erken geldiğimiz için etrafı bomboştu.


Önce kıyafetleri yıkayıp kayaların üzerine bıraktık. Myra ıslık çalıyor ben de kendi bildiğim şarkılardan birini mırıldanıyordum. İşimiz bittiğinde üzerimizdekileri çıkarıp suya girdik, soğuktu ama çok iyi geliyordu. Ayağıma dibinden minik balıklar geçiyordu. Saçlarımı da yıkayıp sudan çıktığımda uzun süredir böyle rahatladığımı hatırlamıyordum.


Myra ile üzerimizi giydikten sonra kayaların dibinde oturduk. Hava tertemizdi. Birkaç yüzyıl sonra burası da geldiğim Dünya gibi betonlaşır mı diye düşünmeden duramadım. Eğer öyle olursa buradan ben de geçmiştim, bu suya ben de girmiş, bu toprağa ben de basmıştım. Burada adım tarihe yazılmazdı belki ama adını tarihe yazdıracak olanları tanımıştım. Birkaç yüz sayfalık tarih kitaplarının arasında geçecek bir uygarlıkta yaşamıştım, kısa süre de olsa. Tuhaf bir histi.


Saçlarımız ıslaktı, rüzgarla kafam daha da üşüyordu. Myra yanımda oturmuş beni izliyordu.


''İlk geldiğimde sana her şeyi anlatmadığım için özür dilerim.'' dedim mavi gözleriyle bana bakan kıza. Gülümseyip önemsiz olduğunu belli etmek ister gibi bir elini önünde salladı. Önemsiz olmadığını ikimiz de biliyorduk. Myra dilini kaybetmişti, konuşamıyordu, söylemek istediği şeyleri tam olarak ifade etmesi artık daha zordu.


Islak sarı saçları güneşte parlıyordu.


''Bir gün buradan gitmek zorunda kalacağım Myra.'' dedim Troya'nın söylediklerini hatırlayınca. ''O zaman gelmeden önce yalnız olmadığını bilmek istiyorum.''


Kızın gözleri dolmuştu. Kafamı eğip omzuna yasladım. ''Myra sen benim kardeşimsin, bunu bil olur mu?''


Kafasını salladı. Derin bir nefes aldım. Sır saklamadığımda, yalan söylemediğimde, içimdekileri döktüğümde her zaman daha iyi hissediyordum.


Kayaların arkasından bir ıslık sesi geldi önce. Korkuyla doğrulup baktım. Görünürde kimse yoktu.


Myra ayağa kalkıp az önce serdiğimiz kıyafetleri topladı.


Sonra Rodos'un sesini duyduk.


''Korkmayın. Benim.'' Kayaların ardından çıkarken yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldığını biliyordum. İyi görünüyordu.


''Çok şükür.'' diye mırıldandım. Bir an hep hasta yatacağını düşünmüştüm ve bu fikir beni deli gibi korkutuyordu.


''Uyanmışsın.'' dedim kayalardan birine uzanan Rodos'a. Elindeki elmadan koca bir ısırık aldı.


Myra bana dönüp eliyle ileriyi gösterdi. Gideceğini kastediyordu.


''Bekle birlikte gidelim.'' dedim kıza.


Gülümseyip elinde yarı kurumuş kıyafetleri gösterdi.


''Tek gidebilir misin?'' dedi Rodos bir koluyla destek almış ve yarım doğrulmuştu.


Myra kafasını sallayıp geldiğimiz yönden dönerken seslendim.


''Dikkat et Myra!''


Rodos da artık kıza daha düzgün davranıyordu.


Çıplak ayaklarımla önümdeki iki kayayı geçip Rodos'un olduğunun üzerine oturdum. Kafamı ona çevirdim. Yüzü biraz solgun görünüyordu.


''İyi misin?'' dedim.


''Fazlasıyla.'' dedi bitmiş elmanın çöpünü ileri atarken. Doğrulup oturdu.


''Çok yattın.'' dedim.


''Kıskanma.'' dedi.


Belki sormamam gerekiyordu ama çok merak ediyordum. En fazla tersleyeceğini düşündüm.


''Sarayda ne oldu Rodos. O gün neden öyleydin?''


Gözlerini nehre dikti. ''Her zamanki olaylar.''


''Anlat o zaman.''


Büyük bir nefes aldı.


''Halikarnas annenle konuştuğunu söyledi.'' dedim.


Güldü. Minik bir taş alıp nehre fırlattı, taş dört kere sekti ve suya battı.


Böyle asla konuşmazdı ama onu konuşturmak istiyordum. Belli ki içine attığı bir şeyler vardı.


''Bana bilmediğim, yazmadığım bir şey söyle.''


Duraksadı. Kafasını yavaşça çevirip yüzüme baktı. Siyah gözleri bana verdiği o taş gibi parlıyordu. Büyülü bir çift taş gibi.


''Çok düşünmeden aklına ilk geleni söyle.'' dedim.


''Çocukken herkes benimle ilgilensin diye hasta olurdum. Yazdıklarının içine bu yoktu. Bunu senin isteğinle değil, kendi isteğimle yapıyordum.'' dedi.


Yutkundum. Haklıydı. Böyle hiç sahne yazmamıştım.


''Neden?''


''Kimse beni görmüyordu çünkü.''


''Hasta olman işe yarıyor muydu.''


Sessiz bir kahkaha attı ve kafasını iki yana salladı. ''Keops öyle zamanlarda daha da baş belası olduğumu söylerdi.''


Dünkü hastalığının sebebi ilgi çekmek için değildi, gerçekten hastaydı, gerçekten bir kriz geçirmişti.


''Tekrar.'' dedim. ''Bir tane daha istiyorum.''


Kaşları çatıldı. ''Öğrensen ne olacak?''


''Hiçbir şey. Sadece bilmek istiyorum.''


Bir taş daha fırlattı nehre. Sanki anlattıklarını bir bir atıyordu içinden.


''Seni ilk gördüğümde öldürecektim.''


İstemsizce yanından biraz uzaklaştım. Sanki vücudum katılaşmıştı. Islak saçlarıma değen rüzgardan zaten başım ağrıyordu. Üzerime bir ağırlık çöktüğünü hissettim. Odamda beni öldürme planı yapan bir adam.


Başını çevirip bana baktı. İlk gördüğümde ondan ne kadar korktuğumu hatırladım. Şimdi yanında güvende hissediyordum. Oysa beni öldürmemesi için hiç sebep yoktu, öldürmesi için de yoktu.


''Neden vazgeçtin?'' diyebildim sadece.


Gözlerini kayanın üzerinde gezdirdi. Yer yer yosun tutmuştu. Konuşmadı. Ağzını açacak gibi oldu. Sonra tekrar kapattı.


Bir taş alıp tekrar nehre fırlattı.


''Neden öldürmedin?'' dedim üstüne giderek.


''Bilmiyorum.'' dedi.


''Yalan.'' dedim.


Bana döndü. ''Nasıl bir cevap bekliyorsun?''


Gerçekten, nasıl bir cevap bekliyordum? Öldürmemişti işte. Bunun bir sebebi olması gerekmiyordu.


''Ne zaman geldin ilk?''


''Burasının zamanıyla iki yıl. Senin dünyanın zamanıyla ne kadar eder bilmiyorum.''


''İki yıl boyunca gelip gittin mi?'' Gerçekten şaşırmıştım.


''Seni ilk fark ettiğim zaman daha da eski.''


Milet'in anlattıklarını hatırladım. Rodos'un hep burayı sorguladığı geldi aklıma.


''Benden nefret ediyordun.'' dedim.


''Hayır.'' dedi. Geriye yaslanıp bir kolunu başının altına koyarak uzandı. ''Sana hayrandım. Kral Keops'u bile yönetebilen biri olması fikri beni büyülemişti.''


Ne? Az önce gerçekten bunu söylemiş miydi?


Güldü. ''Bu kadar şaşırmanı beklemiyordum.''


''Sizi yazdığımı nasıl fark ettin?''


''Yazdığını yanına gelince anladım. Sadece bir şekilde yönettiğini düşünüyordum ama yazarak olduğu aklımın ucundan bile geçmemişti. Ve seni yaşlı ve çirkin bir cadı olarak hayal etmiştim.'' dedi.


Güldüm. Ne diyeceğimi gerçekten bilmiyordum. Bir sorunun cevabını öğrenmem kafamda başka bir soruya yol açıyordu.


''Yaşlı ve çirkin bir cadı olsan her şey daha kolay olurdu.'' dediğinde neyi kastettiğini düşünmemeye çalıştım. Düşünmeyince her şey daha kolay oluyordu.


Birbirini takip eden iki gün boyunca Rodos ve Milet hiç durmadan çalıştılar. Biz de Myra'yla onları izledik ya da yemekleri hazırlayıp kulübeyi düzenledik. Myra yazıda epey ilerlemişti, basit kelimelerle yazarak konuşabiliyor, bana geldiğim Dünya hakkında sorular bile soruyordu. Ben de ona yediğimiz yemeklerden kıyafetlere kadar birçok şey anlatıyordum. Hatta krallıkla yönetilmediğimizi boyunca Milet de çok şaşırmıştı. Rodos aldırış etmeden ''Benim gibi ve bir prens ancak bir kızın hayal dünyasında var olur.'' dediğinde kahkahayla güldük.


Halikarnas'ın yemeklere geldiği günler oluyordu. Her ne kadar kavga etseler de Rodos'la birbirlerine daha yakın olduklarını görebiliyordum. Hatta Halikarnas, arena için Rodos'la birlikte çalışıyordu bazen. O geldiğinde Myra daha utangaç olsa da Halikarnas'ı görmek kızı mutlu ediyordu.


Akşam yeni tutulmuş balıklardan birini yerken ''Yarın Troya'ya gideceğim.'' dedi Milet.


Halikarnas ''Troya kim?'' dediğinde Rodos onu ters bir bakışla susturdu. Milet iyi beslenmesi için çok dikkat etse de Rodos'un yüzü bembeyazdı. Hem yorgun hem tedirgin görünüyordu.


Yemekten sonra Milet nehre indi. Myra ve Halikarnas dışarıdaydı. Kapının eşiğine oturmuş onları izliyordum ama karanlıkta kaldığım için beni görmüyorlardı. Ateşin önünde yan yana oturmuş ellerini ısıtıyorlardı.


''Saraydan hatırlıyorum seni.'' dedi Halikarnas Myra'ya.


Rodos gelip yanıma oturdu. ''Ne yapıyorsun burada?'' dediğinde ''Şşt...'' diyerek onu susturdum.


Myra kafa salladı, sarı saçları uzamıştı. ''Konuşabildiğini hatırlıyorum.'' dedi Halikarnas ve ekledi. ''Üzgünüm.'' Myra ona bakınca çocuk gözlerini kaçırdı.


''Sonuçta saray gelenekleri.'' dedi çocuk. Bir süre sessiz kaldılar. Rodos benimle birlikte onları izliyordu.


''Bu ne şimdi?'' dedi bana fısıldayarak.


''Bekle Rodos.'' dedim sessizce.


Halikarnas tekrar Myra'ya baktı. ''Çok güzelsin.'' dediğinde Myra'nın ona şaşkın gözlerle baktığını gördüm. Yüzümde kocaman bir gülümseme yerini aldı.


''Senin resmini çizebilir miyim bir gün, hatta belki yarın?'' dedi Halikarnas.


''İşte benim adamım.'' deyip kapının önünden ses çıkarmadan kalkıp içeri girdim. Rodos bana baktı.


''Ne var?" dedim yatak için yastıkları yere düzerken.


''Mutlu son mu?'' dedi ve ayağa kalkıp bir mum yaktı. Kapıyı kapattı.


''Bu bir son değil.'' dedim uzanırken. ''Daha yeni başlıyorlar.''


Rodos güldü. Birkaç gündür keyfi yerinde olmadığı için gülmesine sevinmiştim.


''Bazen senin hayal ürünü olduğunu düşünüyorum.'' dedi. ''Bu beni korkutuyor.''


Ona uzanıp yanağını sıkınca gözleri kocaman açıldı. ''Hayal olsam bunu hissetmezdin.'' dedim. Hayretle kafasını iki yana salladı. Yere uzanıp sırtını bana dönerken ''Gerçek olsan böyle hissettiremezdin.'' dedi.


Sabah herkes erkenden kalktı. Milet, söylediği gibi Troya'nın yanına gitmişti. Halikarnas gelip Myra'yı almıştı, kızın yüzü öyle gülüyordu ki onun sayesinde birçok şeyi unutmuştum. Rodos kendi başına çalışmıştı. Ben de kahvaltı için bir şey hazırladığımda birlikte yedik. Milet döndüğünde yalnız değildi. Troya ile birlikte gelmişlerdi. Kadının bir şeyler bulduğu belliydi.


Kulübeye girdiğinde uzunca her yeri inceledi. Sonra ortaya oturdu. Rodos ve ben de bizim için karşısında gösterdiği yerlere oturduk. Rodos sabahtan beri tek kelime etmemişti. Milet de arkadaki sandalyede oturuyordu.


Troya sırayla hepimizin üzerinde gözlerini gezdirdi. Elinde siyah, beni buraya getiren taştan -adına oniks demişti- şekilsiz bir tane vardı. Avucunun içinde sıkıyordu.


"Seni buraya bu taşın büyülü hali getirdi." dedi bana bakıp. Sonra Rodos'a döndü. "Palmira sana taşın anlamını söyledi mi?"


Rodos dikkatle kadını izliyordu. 'Hayır' anlamında kafasını iki yana salladı. Söylenen hiçbir şeyi kaçırmak istemiyor gibi gözlerini bile kırpmıyordu.


"Ayrılık taşı veya şans taşı da denir." dedi. Taşı elinden bırakıp parmağını bana doğrulttu. "Senin için anlamı hangisi?"


Ayrılık ve şans.


"Beni dünyamdan ayırdı." dedim biraz duraksayarak.


Rodos'a döndü. 


"Benim için tek şanstı." dedi tereddüt etmeden.


Güldü. "Aynı taş sizin için ne kadar farklı anlamlara geliyor. Palmira o lanet büyüyü yapmasa belki göze hitap eden sıradan bir taş, iki farklı dünyayı nasıl da birbirine kenetliyor."


Rodos'un sessizce bekliyor oluşu tuhaf hissettiriyordu. Kadını sabırla dinliyordu ya da duyacağı şeyi geciktirmek istiyordu.


"Bu büyü bir daha yapılmayacak. Asla." Bana dönüp yüzümü inceledi. "Ve sen buradan gideceksin."


Rodos hareketlendi ama sesini çıkarmadı.


"Nasıl?" dediğimde sesim güçsüz çıkmıştı.


Milet arkamızda sesini çıkarmadan olan biteni izliyordu.


"Emin değilim ama sağlam bilgiler topladım. Senin dünyadaki zaman sen burada yaşıyorken senin için çalışmıyor. O anda yoksun, senin için var olan sonraki anlardan hiçbirinde artık yoksun."


Nefes aldı, kafasındakileri toplamak istiyor gibiydi.


"Burada kaldığın sürece bedenini fazladan kullanıyorsun. Ruhunu da öyle. Herkes için ayrılmış bir zaman dilimi vardır. O süreden fazla yaşayamazsın. Fazla nefes alamazsın."


"Ama ben şu an alıyorum." dedim araya girip.


"Evet." dedi. "Yaşaman gereken süreyi aşıyorsun. Burada senin için olmayan zamanı kullanıyor, başka insanların anılarında kendine yer buluyorsun. Bu çok tehlikeli. Zamanla oynuyorsun."


"Çözümü söyle." dedi Rodos boğazından gelen kısık bir sesle.


"Burada daha fazla kalmaman gerekiyor."


"Nasıl gidecek?" dedi Milet sessizliğini bozup.


"Burada yaşaması buradaki dünyanın sonu olur. Ama ölürse zaten burada bir yeri olmadığı için kendi dünyasına dönüp oradaki zamanı kullanmaya başlayacaktır."


Burada ölmem mi gerekiyordu?


Rodos'a baktığımda iki eliyle yüzünü ovuşturdu. "Ya gitmesine izin vermezsem?"


"Vereceksin." dedi kadın. "Vermezsen zaten burada kalsa da ölecek. Hepimiz öleceğiz."


Ellerini saçlarından geçirdi. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Ne söylemem, ne yapmam... Hiçbir şey bilmiyordum. Kendi kurduğum dünyanın benim yüzümden yok oluyor olması. Kendi kurduğum dünya yüzünden benim yok olmam. Başım ağrıyordu.


"İstemiyorum." dedi Rodos net bir dille.


"Evlat." dedi Millet arkadan.


"Sus ihtiyar! Kızın gitmesini istemiyorum."


Troya sakin bir tavırla ona baktı. "O halde kız burada kalır, senin yüzünden ölür ve kendi dünyası için de şansı kalmaz. Her iki dünyada da yaşayamadan burada bizimle birlikte ölür."


Rodos sıkıntılı bir of çekip küfretti.


"Troya," dedi Milet yanımıza gelip oturarak. "Nasıl ölecek?" Cevabını hemen hemen bildiği bir soruyu sorar gibiydi.


Kadın çenesini kaşıdı. Uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra istemeye istemeye konuştu. "Buradaki en üstün kişinin yapması gerekiyor."


Milet duyar duymaz avucunun içiyle alnına vurdu. Rodos yumruğunu yere vurdu.


"Anlamadım?" dedim onlara bakarak.


"Kralın seni öldürmesi gerekiyor. Henüz taht boş olduğu için, arenadan sonrasını beklemek zorundayız." dedi Troya sakince.


Şimdi ellerim titriyordu. Kralın beni öldürmesi gerek. Kral. Babil ya da Rodos. İkisinden birinin beni öldürmesi gerekecekti. Ondan önce ikisinin birbirlerini öldürmek için savaş vermesi gerekiyordu.


Loading...
0%