Yeni Üyelik
49.
Bölüm

23. Bölüm

@cceccilia

Kitabı ilk yazdığım günlerde sonuna dair hiçbir fikrim yoktu. Yazdıkça karakterler kendi sonunu getirdi. Hepsi için kafanda iyi ya da kötü bir veda vardı. Benim için hepsinin yeri ayrıydı. Kimi zaman onları düşünürken gerçek hayatımdaki işler aksardı, yine de bundan hiç şikayetçi olmadım. Kendi hayatımı yaşamak onları yazmaktan daha çok zevk vermedi hiçbir zaman. İki yıl önce kendime dönüp şimdiki durumu göstermek isterdim. Korkup yazmayı bırakırdı belki. Belki de macera arayan o kız için bu iyi bir durumdu. Ne düşünürdü, ne derdi bilmiyorum ama şu an olduğum kız deli gibi korkuyordu.


Gitmek istiyor muydu?


Ona bir seçim hakkı verilmemişti.


Gerçek bir ölüm değildi bu.


Rodos şu an ne düşünüyordu?


Troya ve Milet çıkalı kısa sayılmayacak bir zaman olmuştu. Rodos duvara yaslanmış önündeki mum alevi içinden parmaklarını geçirirken benimle tek kelime konuşmadı. Oturduğum yerden onun karşısına kaydım, burada değil gibiydi. Arada göz kırpmasa öylece donup kaldığını düşünebilirdim.


Konuşarak dikkatini çekemezdim. Önündeki mumun alevini parmağımla söndürdüm. Kafasını kaldırıp bana baktı, parmağım biraz yanmıştı.


Bana bakıyordu ama beni görüyor gibi değildi. Sadece gözleri üzerimdeydi, o kadar.


Hafifçe öksürdüm.


Tepki vermedi.


Sesli, büyük bir nefes aldım.


Tepki vermedi.


''Rodos?''


Tepki vermedi.


''Rodos!''


Tepki vermedi.


''Özür dilerim.'' deyip yara olmayan yanağına ani bir kararla tokat attım. Ağır değildi, acıtmak için de yapmamıştım zaten. Başını oynatmadı bile. Ama varlığımı fark etmişti nihayet.


Bakışları benimle buluşunca ''Özür dilerim.'' dedim tekrar.


''Korkmuyorsun artık.'' dedi uzun süredir konuşmadığı için hırıltılı çıkan sesiyle.


''Ne?''


''Benden korkmuyorsun artık.'' dedi.


''Evet.'' dedim sadece, konumuz bu değildi.


''Gitmek istiyor musun?'' dedi hızlıca.


''Bilmiyorum.'' Durdum. ''Eğer gerekiyorsa-''


Sözümü kesti. ''Gerekeni yapmak zorunda değilsin.''


''Troya'yı duymadın mı?'' dedim.


''Keşke duymasaydım.''


Neden bu kadar sorun ettiğini anlamıyordum. Zaten burada da işine yaramamıştım.


''Gitmek istiyor musun?'' dedi tekrar. ''Her şeyden ve herkesten bağımsız, gerekenleri bir kenara bırakıp ne düşündüğünü söyle.''


''Korkuyorum.'' dedim tereddüt etmeden. ''Burada kalmaktan çok korkuyorum.''


Konuşmak için ağzını açtı, sonra sustu. Yine denedi ama konuşmadı, onaylarcasına kafasını salladı.


Kapı çaldığında hızlıca kalkıp açtım, gelen Milet'ti. Boynundaki atkıyı çözüp Rodos'un yanına oturdu. ''Gel kızım.'' dedi. Eliyle oturmam için yeri işaret ediyordu. Dediğini yaptım. ''Dinleyin şimdi.'' dedi. Rodos sırtını dikleştirip adama baktı. Dinlemek istiyor gibi değildi, hiçbir şey istiyor gibi değildi.


''Arenadan sonra tacı giyecek olan kral, kızın evine dönmesini sağlayacak.''


Daha çok Rodos'la konuşur gibiydi. ''Arenanın ne kadar önemli olduğunu biliyorsun değil mi oğlum?'' Rodos başını salladı. Milet bana döndü. ''Sakın korkma.'' dedi az önce konuşulanları duymuş gibi. ''Burada ölmüş olman seni asıl evinde yaşatacak.'' Kafa salladım. ''Ama,'' dedi. Her 'ama'nın kötü son getirdiğini bilirsiniz. ''Geri döndüğünde kitabı yazamayacaksın, yazsan da bir tesiri olmayacak.''


''Ne? Neden?'' dedim. Kitabı yazamamak. Bir ay öncesine kadar her şeyi benim elimde olan kitabı yazamamak. Dahası bu artık sadece bir kitap değildİ, birçok hayattı. Rodos homurdandı. Yerdeki sönük mumu alıp karşı duvara fırlattı. Milet ona sakinleşmesi için uyarıcı bir bakış attıysa da işe yaramadı. Söylenerek yerinden kalktı.


''Keops öldüğü için.'' dedi Milet. ''Buradaki en önemli kişiyi devre dışı bıraktın Eyfel.''


''O yapmadı!'' diye bağırdı Rodos. ''Babil yaptı, biliyor herkes.''


Milet ''Sakin ol evlat, biliyoruz elbette ama kızın buraya gelmesi işleri çok değiştirdi.'' dedi bana dönüp. ''Ayrıca kar yağdı. Troya düzenin yavaş yavaş bozulduğunu söylüyor. Daha kötü şeyler olmadan kızın gitmesi lazım.''


Rodos avuç içiyle duvara vurdu. Milet bana bakıp fısıldadı. ''Bize biraz izin verir misin?''


Rodos'a baktım, sırtı dönüktü. Dışarı çıkıp kapıyı aralık bıraktım, elbette öylece gitmeyecektim. Köşeye oturup ses çıkarmadan içeriyi dinledim.


''Rodos otur şöyle.'' dedi Milet emredici bir sesle. Birkaç hareketlenmeden oturduğunu anlayabiliyordum. ''Biliyorum gitmesini istemiyorsun.''


''İstemiyorum.'' dedi Rodos.


Kısa bir an sesleri kesildi.


''Troya bir şey daha söyledi.'' dedi Milet.


Cevap vermedi Rodos.


''Gittikten sonra hatırlamayabilirmiş.''


Ses gelmedi, sonra bir gürültü duydum. Kırılma sesi geldi ardından.


''Rodos!'' diye bağırdı Milet.


''Cehennem!'' dedi Rodos. ''Troya'ya nasıl güveniyorsun?''


''Doğru söylediğini sen de biliyorsun oğlum.'' dedi Milet.


Rodos sesli bir nefes aldı. ''Neden hatırlamayacak?'' dedi sonra.


Hatırlamayacak. Ben burada yaşadığım hiçbir şeyi hatırlamayacak mıydım? Boşuna mıydı her şey? Kalbim hızlanmaya başlarken gözlerimden süzülen yaşlara engel olamadım.


''Çünkü onun dünyasında aynı zamanda kaldı kız. Fazladan tek bir an bile yaşamadı ve o dünyada döndüğünde de yaşamamış olması gerekiyor. Sen onu aldığın anda sıkışmış ruhu. Hem böylesi daha iyi oğlum. Çok bağlandı buraya. Evine döndüğünde her şeyin onun için zorlaşmasını ister miydin?''


''İstemezdim.'' dedi Rodos titreyen sesiyle. Sonra benim de aklıma gelen soruyu sordu. ''O zaman onu odasından aldığım günü hatırlayacak. O anda ikimiz de oradaydık. Hatırlayacak değil mi?'' Tonlaması cevabın 'evet' olmasını istediği bir soruyu sorar gibiydi.


''Evet.'' dedi. ''Bunun bir önemi yok. Kendi yanılsaması zannedecektir. İlk gördüğünde inanmadığını söylemiştin hem.''


Tekrar bir gürültü duydum


''İstemiyorum ihtiyar.''


''Biliyorum oğlum.''


''Başka yolu olmalı.'' dediğinde sesinin kısıldığını fark ettim. Rodos'un ağladığını duymak istemiyordum. Hızlıca kulübenin arkasına koştum. Yere oturdum ve duyduklarımı sindirene kadar ağladım. Şimdi yaşıyor muydum, yaşamıyor muydum? Bu belli bile değilken nasıl böyle güçlü duygularla her zamankinden daha canlı hissediyordum?


Halikarnas, Myra'yı akşam bıraktığında kızın yüzünde güller açıyordu. Kimse bir şey söylemedi. Onu mutsuz etmek istemiyordum. Neler olduğunu söyleyemese bile iyi hissettiğini biliyordum.


Rodos Milet'e konuşmasından sonra çıkmış ve hala gelmemişti. Onun gelmesini beklemeden yatakları yapmıştık. Myra hızlıca uykuya dalarken Milet'in kendi köşesinde dönüp durduğunu duyabiliyordum. O da durup uyuduğunda ben hala uyanıktım ve gecenin geç saatleriydi.


Kapı birkaç tıkla yavaşça çaldı. İrkilip yatağımdan doğrulduğumda Milet'i uyandırmak istemedim. Köşeye bıraktığı mumlardan birini alıp kapıya yöneldim.


''Kim o?'' diye fısıldadığımda dışarıdakinin sesimi duyduğundan şüpheliydim.


''Benim.''


Rodos.


Tahta sürgüyü çekip kapıyı açtım. Beni boş elimden tutup dışarı çekti ve kapıyı tekrar kapattı. Diğer elimdeki mumu alıp üfledi ve yere bıraktı.


''Benimle gelir misin?''


Gözleri kızarmıştı ama aynı zamanda onu hiç bu kadar sevecen görmemiştim.


''Nereye?''


Sadece gözlerime bakmaya devam etti cevap vermeden.


''Tamam. Gelirim.'' dedim.


İlerideki atın yanına yürürken elimi bırakmadı. Önce benim binmeme yardım edip arkaya kendisi oturdu. Sırtına giydiği deri pelerini çıkarıp benim sırtıma sararken at hareketlenmişti. Hiç konuşmadan yüzümüze vuran rüzgarla ormanın daha derinlerine doğru gittik. Ayaklarıma bir şey giymediğimi bile yeni fark etmiştim.


Büyük bir alanda taş duvarın önünde durduğumuzda buraya daha önce geldiğimi biliyordum. İlk gün, taşı yuttuktan sonra kendimi burada bulmuştum.


Karanlıkta Rodos'un yardımıyla taş merdivenlerin soğuğunu çıplak ayaklarımda hissederek koridoru geçtikten sonra o tanıdık odayı gördüm. Rodos elimi bırakıp duvardaki şamdanlardan birkaçını yakınca oda aydınlandı. Burası terk edilmiş ama çok görkemli bir yer gibiydi. Büyük camdan yine aşağıda karanlığa gömülür uzaktaki evler görünüyordu. Bu sefer ilk gün olduğu gibi dolunay yoktu. Masanın üzerinde ilk gün katlayıp bıraktığım pijamaları görünce koşarak aldım. ''Rodos...'' dediğimde beni izliyordu. Misafir çocuğunun evi karıştırmasına izin veren bir ev sahibi gibiydi. Tekrar masanın üzerine bırakıp ona yaklaştım. Bana söyleyecek bir şeyleri var gibiydi.


Avucunu bana uzattı.


"İçinde senin için bir hediyem var."


Yüzünde adını koyamadığım acıklı bir ifade vardı.


"Ve bu kabul etmek zorunda olduğun bir hediye."


Cümleleri beni odama götürdü. Rodos'un beni yanında getirdiği o ana. Eski benin orada sıkışıp kaldığı o ana.


"Ne o?" dedim. Gözlerinin içinde kendimi görüyordum. Beni bana yansıtıyordu. En gerçek halimle. Gözlerimi gözlerindeki kendimden çekip Rodos'un gözlerine baktım. Kendimi bile bulabildiğim o gözlerde onu bir türlü bulamadım.


Avucunu açtı. Bir kolye.


Bronz bir el figürünün içinde siyah, parlak bir taş vardı. O taş. Oniks. Beni buraya getiren o taş. Benim için ayrılık, Rodos için şans.


Gözlerimi büyütüp sorar gibi baktım. Boştaki elinin işaret parmağı dudağına gitti.


"Bu büyülü mü?!"


"Şşşşt..." dedi bizi duyabilecek biri varmış gibi.


Sesimi çıkarmadım. Bunların bittiğini ve geri dönemeyeceğimi söylemişti. Peki bu neydi?


"Yalan söyledim."


Ona baktım. Karşımda dokunsam ağlayacak küçük bir çocuk vardı sanki.


"Neden?" diye mırıldandım. "Rodos, neden?"


Gözlerini kısacık bir süre kapatıp tekrar bana baktı. İçi kan dolmuştu.


"Bu son taş çünkü."


Kaşlarımı çattım.


"Gitsen bir daha dönemezdin. Gitmeni istemiyordum."


Kolyeyi açıp bana yaklaştı. Saçlarımı boynumdan çekip ensemden taktı. Şimdi bu kolyeyi, bu taşı boynuma takarken bana güveniyordu. Onu kullanıp kaçıp gitmeyeceğimi biliyordu. Zamanı geldiğinde kullanacağımı biliyordu.


"Peki şimdi?"


Benden uzaklaşırken kolyedeydi gözleri.


"Hep avucunun içinde tutmak istediğin bir dünya olsun istemiyor muydun?"


Kolyeye baktım. Siyah taşı kavramış minik bir el.


"O dünya senin elinde, hep öyleydi."


Gözleri dolmuştu.


"Gitmek zorundasın. Ama bir gün dönmek istersen boynundan çıkar o taşı."


Yanaklarına yaşlar süzülüyordu.


"Rodos..." dedim bir elim yüzüne giderken. Sıcak yaşları parmaklarımla yanağından ittim. "Ağlama."


Gözlerimin içine baktı. Orada kendini mi görüyordu yoksa beni mi, asla bilemedim.


"Bir gün çıkıp gelmek istersen, senin için hep burada olacağım. O arenadan sağ çıkmak umurumda değildi. Ama sen istersen yaparım."


Elini kolyeye götürdü. Kalbimin attığı yerde, sol göğsümün üstünde duruyordu.


"Bir gün, tüm yıkımlara rağmen benimle olmak istersen bunu kullanman yeterli. Eğer evine gittiğinde, tekrar gelmek istersen onu kullanman yeterli."


Yanağını elime yasladı. Taşı değil, yüreğimi kastediyordu.


"Rodos..." dedim hıçkırıklarıma engel olamadan. "Böyle olsun istemedim."


"Biliyorum." dedi ellerimi tutup yüzüne götürerek. "Biliyorum Eyfel."


"Gitmek istemiyorum." dedim artık ağlamaktan zar zor konuşuyordum.


"Gitmeni istiyorum." dediğinde istediğini alamayan küçük bir çocuk gibi sesimi yükseltip hıçkırıklarımı arttırdım. Kafamı tutup alnını alnıma yasladı.


"Yapmak istediğin onca şey varken burada durup yazdığın dünyanın yıkılışını izlemeni istemiyorum."


Eliyle sakinleştirmek için sırtıma hafifçe vuruyordu.


"Yazmanı istiyorum. Kendi dünyanda yaşadığını bilmek istiyorum."


Kafamı tutup omzuna yasladı. Gözyaşlarım, burnum üstünü ıslatıyordu.


"Orayı sevmeni istiyorum. Hayallerinin peşinden koşan güçlü bir kadın olduğunu görmek istiyorum."


Güldüğünü duydum.


"Yaşlı bir hanımefendi olduğunda saçlarındaki beyazlarla görmek istiyorum seni. Hayatın boyunca yaptıklarını, yazdıklarını bana gururla anlatırken senin hikayeni dinlemek istiyorum."


Kafamı kaldırıp yüzüne baktım.


"Başkalarını yaz ama onları yaşama artık."


Burnumu çekip ağlamayı bırakmaya çalıştım.


"Ben seninle burada kalmak istiyorum."


"Burada kalırsan sadece öleceğiz. Hepimiz. Sorun bu değil. Ben seninle ölebilirim. Ama ölmeden önce yaşamak gerekir."


Kafamı tekrar omzuna gömdüm. Konuşurken sesim boğuk çıkıyordu.


"Ne yapacağım ben?"


Eli saçlarıma gitti.


"Yazacaksın, yaşayacaksın, büyüyeceksin, yaşlanacaksın." Büyük bir nefes aldı. Kalp atışlarını duyabiliyordum. "Belki birlikte yaşayamayacağız ama seninle ölebilirim Eyfel. Zamanı geldiğinde seninle ölmem için boynundaki taşı yutman yeterli olacak."


Kafamı çekip ona baktım.


"Bensiz sakın ölme." diyebildim hıçkırıkların arasından. Önce güldü. Kafasını salladı. Ağlamaya başladı.


Hatırlamayacağımı bildiği halde geri gelmem için bana bir umut veriyordu. Belki bir işaret.


Onunla ölmek için yeterince yaşamam gerekecekti.


Loading...
0%