Yeni Üyelik
51.
Bölüm

25. Bölüm

@cceccilia

Yanılsama olmasını istedim. Gözlerimi sımsıkı kapatıp tekrar açtım. Gitmedi, parlıyordu. Ayın ışığı bize karanlığı getiriyordu.


Gözlerim Rodos'a indiğinde yüzündeki ifadeyi çözmenin imkansız olduğunu biliyordum. Dümdüz bir suratla kendisini çağıran dolunayı izliyordu.


"Rodos."


Tepki vermedi. Hızlıca geçip kapıdan içeri uzandım.


"İhtiyar!" diye bağırdım Milet'e.


Yaşlı adam elindeki fincanı telaşla bırakıp yaslandığı yerden doğruldu. "Ne oldu kızım?"


"Gel, bak." Dediğimde çoktan ayaklanmıştı, koşarak yanımdan geçip Rodos'un yanına gitti. Sormasına gerek kalmadan ne olduğunu anlamıştı.


Elini Rodos'un omzuna koydu.


"Beklediğimiz gün." dedi. Sakin görünse de en az benim kadar korktuğunu biliyordum Milet'in. Sırtı bana dönük bile olsa sesi, yüzündeki ifadeyi anlamama yetiyordu. Rodos omzunun üzerinden geriye baktı. Ona cesaret vermek istiyordum ama ne yapacağımı bilmiyordum.


"N'oluyor?" dedi Halikarnas kapının eşiğinde dururken. Myra da yanındaydı. Gözlerimle ayı işaret ettim.


Halikarnas "Bu kadar erken mi?" dedi ve Rodos'un yanına yürüdü.


''Birkaç gün daha olması gerekiyordu. Erken ama gitmemiz gerekiyor." dedi Milet.


Rodos kafa salladı.


"Halk çoktan görmüştür. İlk ışıklarla arenada olacaklar." dedi Halikarnas. Hava bulutlu olduğundan ancak şimdi görebilmiştik ama çoktan gece yarısı olmuştu. Milet Halikarnas'a baktı. "Biz önden gideceğiz, kızlarla burada kal. Sabah sizi alması için bir tane daha atlı adam göndereceğim."


Sabah gidersem Rodos'la konuşma fırsatım bile olmayacaktı.


"Ben de geleceğim!" Onlara doğru birkaç adım attığımda Rodos yüzünü çevirip atının önüne gitti. Şu an konuşamayacağını biliyordum.


"Hayır." dedi Milet kesin bir dille.


"Lütfen Milet, ben de geleyim."


Milet bana yaklaşıp sesini kıstı. "Hazırlanması gerek kızım, kafasını toplaması gerek."


Gözlerim Rodos'a çevrildi. Sırtını bana dönmüş, ata binmek için hayvanı hazırlıyordu.


Milet'e çaresizce bakıp onaylamakla yetindim.


"Ben hallederim." dedi Halikarnas.


"İhtiyar." dedi Rodos sırtını dönmeden. "Bize biraz zaman verin."


Milet önce ona sonra bana baktı. Sonra Halikarnas ve Myra'yı da alıp içeri girdi.


Kalbim deli gibi çarpıyordu. Hızlı adımlarla yanına gidip önünde durdum. Sakince bana döndü.


"Korkma." dedi. "Bana güven."


"Güveniyorum." Yutkundum. Gerçekten güveniyordum ama sesim titrek çıkıyordu.


"Arenada izlerken Babil için küfretmeyi unutma."


Bu durumda bile alay edebiliyordu. Gülmedim, gülmedi.


Eli başımın üstüne gitti. Yavaşça saçlarımda gezdi. Nefesleri duyabileceğim kadar derin ve sesliydi.


"Sabah seni alıp getirecekler. Ne kadar sürerse sürsün, ne görürsen gör sakın endişelenme."


Kafa salladım.


"Ben, eğer yenilirsem..."


"Rodos." dedim.


"Yenildiğimi gördüğün anda o taşı kullan." Kolyeyi elbisenin içinden çıkardı. "Sakın oturup ağlama. Sakın bir dakika daha burada bekleyip Babil'e fırsat verme."


"Sakın yenilme."


Derin bir nefes aldı. "Söz." dedi


"Söz." dedim.


Kollarını açtığında ona sarıldım. Kalbi çok hızlı atıyordu. Ağlayıp onu daha da germek istemiyordum. Benden ayrıldığında ellerimi bırakmadan avuç içlerimi dudaklarına götürdü ve ikisine de minik bir öpücük kondurdu. Yüzü buz gibiydi.


''Milet!'' diye bağırdı gözlerini benden ayırmadan. Milet hazırda bekliyor gibi kulübeden hemen çıktı ve arka taraftaki atına yönelip onu Rodos'unkinin yanına getirdi.


İkisi de atlara bindiğinde geçmeleri için geri çekilip onlara yolu açtım. Rodos son bir kez bana baktı ve atını çevirip hızlanmasını sağladı.


Milet ve Rodos gittikten sonra hiçbirimiz içeri girmedik. Soğuğu hissetmiyordum bile. Kafam hem çok doluydu, hem bomboştu. Aynı anda o kadar çok şey düşünüyordum ki hiçbir şey net değildi. Başıma binlerce bıçak saplanıyor gibiydi. Ellerim uyuşuyordu. Dizlerim titriyordu. Dönüp durdum. Adımlarımı saydım, aklımdaki koyunları saydım, kafamda uçuşan yıldızları bile saydım. Hiçbiri kafamdaki kanlı senaryoları yok etmeye yetmedi.


Halikarnas birkaç kez sakinleştirmek için konuştu ama onu dinlemedim.


Hava henüz aydınlanmadan üniformalı, atlı bir adam geldiğinde koşar adım ona yöneldim. Adam bize baktı.


"Usta Milet..."


"Evet evet." deyip elimi ona uzattım binmem yardım etmesi için. Kolumdan çekince arkasına oturdum.


Halikarnas da Myra'yla birlikte atındaydı. Dörtnala ilerlediğimizde sakinleşmem gerekirken heyecanım daha da artıyordu.


Sokaklarda halk bizimle aynı yöne doğru yürüyor, sloganlar atıyordu. Çok fazla 'Kral Babil', 'Çok yaşa Babil' nidası olduğundan bir süre sonra onları duymazdan geldim. İnsanlar gruplar halinde gittiğimiz yöne ilerliyor, atlı adamlar yer yer bariyer oluşturmuş üstlerini arıyor, kalkanlı olanlar uzun bir koridor oluşturmuş güvenliği sağlıyordu.


İki grubun ettiği sözlü kavganın büyümemesi için çevredekiler onları susturmaya çalışıyordu. Tezgahlar açılmış, üzerinde 'Babil' veya 'Rodos' yazan pankartlar satıyorlardı. Halkın bu kadar korkusuzca bir tarafı desteklemesine şaşırmıştım, istedikleri taraf kazanmazsa başlarının belaya gireceğini düşünmüyorlar mıydı?


Sarayı ve ilerisindeki evleri geçtiğimizde tek bir ağaç olmayan kurak bir yerde durduk. Yüksek taş duvarlı yapının az sonra her şeye şahit olacak olduğunu anladım.


Attan indim. Halikarnas ve Myra arkamdaydı. Adam yanımızdan uzaklaşıp kalabalığın arasında kayboldu. Yere dik çıkan yüksek yapı yeni aydınlanmaya başlayan gökyüzüne uzanıyordu. Duvarlarındaki çıkıntılarda sayısız mum ve asılı meşaleler vardı. İnsanlar etrafını sarmış, yukarı çıkan merdivende muhafızların korunmasıyla sıra oluşturmuşlardı.


Muhafızlar üstlerini arıyor, olay çıkaran büyük bir grupla tartışıyordu. "Eyfel." dedi Halikarnas koluma girip. "Bu taraftan gireceğiz biz."


Kalabalığın azaldığı, gardiyanların koridor oluşturduğu, yapının aşağısına oyulmuş karanlık bir oyuğu işaret ediyordu. Ona yaklaştıkça karanlık, tünel gibi oyuğun içi aydınlanıyordu. Yanlarından geçerken askerler bizi durdurdu.


"Majesteleri, siz buradan girebilirsiniz ama onlar," Myra ve beni işaret etti. "Biliyorsunuz sadece aileden olanlar..."


Halikarnas öksürdü. "Şu an kral yok, en yüksek kişi kim?"


"Prens, efendim."


"Ben neyim?"


"Prens, efendim."


"Güzel." dedi Halikarnas ve bize geçmemiz için yolu işaret etti. Önünden koridora girerken muhafızlar temkinli bir ifadeyle bize baktılar. Halikarnas hemen arkamızdaydı.


Aydınlığa çıktığımızda ilk gördüğüm Keops'un ailesi oldu. Kraliçeler ve prensesler. Sıralı, yarım halka şeklinde uzanan taşlara dizilmişlerdi. Halikarnas önümüze geçip hiç konuşmadan minik kız kardeşinin yanına oturdu. Myra onun yanına, ben de Myra'nın yanındaki uca geçtim. Önümüz balkon gibi yüksek bir taşla çevrilmişti. Karşımızda, halkın yavaş yavaş doldurduğu, yukarı doğru yükselen taş sıralar vardı. Çember şeklinde taş bir yapı. Yer yer muhafızlar dikilmişti.


Aşağı baktığımda yaklaşık üç metre kadar derinde boş, kuru toprakla dolu bir alan vardı. Bu alanı az sonra Rodos ve Babil dolduracaktı. İki dev, iki çocuk. Soluma döndüğümde kraliçelerin dik omuzlarıyla aşağıyı izlediğini gördüm. Babil'in annesi yoktu bile. Artemis'e baktım. Babil'i destekleyip desteklemediğini merak ettim. O kadar yalnızdı ki abisinin bu savaşı kazanması bunu değiştirmezdi. Gösteriş olarak kraliçelerden farkı yoktu.


Halikarnas'ın kardeşi sıkılmış bir şekilde etrafı izliyordu. O da mı bu anı izleyecekti? Bir çocuğun kaldırabileceği bir sahne miydi bu? İki abisi birbirlerini öldürmeye çalışırken böyle oturup ağlamadan izleyebilecek miydi? Bana baktı. Gülümsemeye çalıştım. Daha küçük bir çocuktu o. Dişlerini göstererek güldü.


''Sen de mi yoruldun?'' dedi fısıltıyla ağzını oynatarak. Kafa salladığımda gözlerim dolmuştu. ''Ben de yoruldum.'' dedim yalnızca.


Yanımda bir rüzgar hissedince dönüp baktım. Milet oturdu. Hiç konuşmadan aşağıya baktı. Göz ucuyla diğer tarafa baktığımda Artemis'in yanına da yaşlı bir adamın oturduğunu gördüm. Babil'in 'usta'sı olmalıydı.


Hava iyice aydınlanmıştı. Karşımızdaki sıralar tıka basa insanla dolmuştu. Hepsi aşağıya gözlerini dikmiş olacaklar hakkında tahmin yürütüyordu. Meydandaki gürültü burada yoktu, kimse o kadar cesur değildi anlaşılan.


Aşağıda bir hareketlilik oldu. Babil ve Rodos karşı kapılardan çıktılar. Ellerinde birer kılıç ve birer mızrak vardı. Yanlarında yürüyen saray kadınları onlar için birer kalkan bıraktılar ve koşarak geldikleri kapılardan çıktılar. Üstlerinde demir birer zırh, kafalarında da bir başlık vardı. Burunlarını da kaplıyordu.


Önce hangisinin Rodos olduğunu anlamasam da iki çift göz önce halkı, sonra bizi selamladı.


Rodos'un gözlerini gördüm. Sağ kapıdan çıkan oydu.


Sağ ve sol kapının ortasında, benim şu an tam karşımda duran ve karanlık görünen tünelden orta yaşlı bir adam çıktı. Rodos ve Babil birbirlerine bakıyorlardı. Onların ortasında durdu ve elindeki deride yazanları okumaya başladı.


''Bugün, burada 18. kralımızı belirleyecek olan bu arenayı sunmaktan gurur duyarım.'' diye bağırdı sesini sonuna kadar zorlayarak. Halk uzun alkışlar çaldı.


''Prens Babil ve Prens Rodos.'' dedi tek tek ikisine de dönüp selam vererek. ''Şimdi burada vereceğiniz kutsal mücadelede, tüm varlığınızla savaşacağınıza yemin eder misiniz?''


''Yemin ederim.'' diye bağırdı ikisi de aynı anda.


Tüylerim diken dikendi. Bu görüntü bana bu kadar vahşi gelirken onlar nasıl kutsal bulabilirdi?


Adam kolunu araya uzattı ve çekerken ''Yeni kral bize şans getirsin.'' diye bağırdı.


Herkes sustu. Gözler onlara çevrildi.


Önce birbirlerine baktılar. Sonra Rodos mızrağı bir kenara attı. Bir eliyle kafasındaki demir başlığı çıkardı.


"Ah oğlum." dedi Milet fısıltıyla.


"Haydi!" diye bağırdı Rodos. "Bana önce yüzünü göster."


Babil de mızrağı attı. Başlığı da yanına attı.


"Sen göstermesen de olur." dedi Babil "Korkunç bir yüzün var."


Kahkaha attı. Ona uçan tekme atabilsem, tam o an yapardım. Halktan çoğu kişi de güldü.


Rodos boğazından gelen bir hırıltıyla kılıcı ona savurdu. Babil önüne siper etti. Demirin demire çarpma sesi yankılandı. Babil bir hamleyle kılıcı kaldırıp Rodos'un zırhına vurdu. Rodos karnına bir tekme attı. Babil geriye savruldu. Rodos kılıcı diğer eline geçirdi. Babil'in çenesine dayadı. Ucundan kanlar aktı. Babil kılıcıyla Rodos'un kolunu çizip onun geri çekilmesini sağladı. Yüzü kan içindeydi. Rodos'un çıplak kolunda derin bir yara açılmıştı.


Babil kılıcının tekrar omzundan geçirince Rodos geriye doğru yattı. Yerden hızlıca kalkıp abisinin üstüne koştu ve tekmeyi tekrar Babil'in karnına geçirdi. Babil acı içinde geriye savruldu ve doğrulurken yamulan zırhını düzeltti. Rodos kılıcını yan tutup Babil'in arkasından ensesine vurunca Babil yere düştü. Rodos biraz geri çekildi. Babil kafasını kaldırıp Rodos'a baktı. Yere düşen kılıcını alıp ona koştu. Rodos kılıcı atıp yerdeki kalkanlardan birini önüne siper etti. Babil'in kılıcı kalkana çarpınca çıkan mekanik sesle irkildim.


Babil geri çekilip elindeki kılıcı Rodos'a fırlattı. Az önce bıraktığı mızrağı alıp önünde siper etti. Savrulan kılıç Rodos'un omzunun sıyırdı. Az önce açılan yarayı daha da kanattı.


Halktan gelen sesler birbirine karışmıştı. Halikarnas bağırdı. "Rodos! Kral Rodos!" Normal şartlarda kraliyet ailesinin tarafsız olması gerekiyordu ama şu an normal sayılmazdı.


Myra önündeki taşa vurup desteklercesine ses yapıyordu.


Babil hızlıca bir hamle daha yapıp kılıcı boynuna doğrulttu ama Rodos geri çekilip kendi kılıcını bacağına sapladı. Babil hırlayıp bağırarak yere düştü.


"Rodos!" diye bağırdım. Rodos'un kafası kısa süreliğine yukarı kalktı. Babil dalgınlığından faydalanıp ona çelme takınca çığlık attım. Rodos yere düşmüştü. Babil yerdeki kılıcına uzanırken Rodos ayağıyla onu itti be uzaklaşmasını sağladı. Hızlıca doğrulurken az önce fırlattığı mızrağına koştu. Babil yaralı bacağıyla sendeleyip kalktı. Rodos'un ona zaman tanıdığını görebiliyordum. Mızrağı aldı.


Rodos uzaklaşıp ondan hamle bekledi.


Babil hiçbir şey yapmadı.


Halktan sesler yükseldi.


Kraliçeler sessizdi.


Birkaç dakika sadece birbirlerine baktılar. İnsanlar sabırsızca seslerini yükseltti.


"Ne yapıyor bunlar?" diye mırıldandı Milet.


Babil bir şey söyledi. Ama duyulmadı. Zaten sadece Rodos'a söyler gibiydi. Rodos alaycı bir tavırla güldü. Onun da konuştuğunu gördüm. Yine duyulmadı. Babil kafasını kaldırıp bana bakınca avuç içlerim terledi. Ne söylemişti?


Gözlerini indirdiğinde mızrağıyla Rodos'a koştu. Rodos kendisininkini yan çevirip ona bastırdı. Kollarında tüm gücünü vererek itti.


Babil bağırarak mızrağın ucunu Rodos'un omzuna sapladı. Ayağa kalkacakken Milet dizimi tuttu.


"Bekle."


Derin bir nefes aldım. Rodos'un omzu kanıyordu ve kan çıplak koluna akıyordu. Biraz sonra teni kırmızıya boyandı. Boştaki eliyle mızrağı çıkarıp Babil'e fırlattı. Mızrak, yaralı bacağının önüne düştü.


Rodos omzunu tuttu. Babil'e bir tekme atıp yere serdi. Ayağını göğsünün üzerine koydu. Mızrağı havaya kaldırdığında halktan bağırışlar yükseldi. İnsanlar artık taraf tutmuyordu. Kim kazanmaya daha yakınsa onun için bağırıyorlardı.


Babil ayağını çekip onu yere düşürdü.


Derin bir nefes daha aldım.


Rodos'un elindeki mızrak da düşmüştü. Şimdi, ikisinin de elleri boştu. Babil Rodos'un üstünde, bir eli boğazındaydı. Rodos altta çırpınıyordu. Babil tüm gücünü ona vermiş öldürmek için çabalıyordu. Kalbim deli gibi atıyordu. O an aşağıya inip bir şey yapmak istiyordum, belki Babil'i üzerinden atmak, kolyedeki taşı yutup kaçmak. Rodos'un öldüğünü görmek istemiyordum.


Rodos dizleriyle Babil'in biraz geri çekilmesini sağlayıp nefes almaya çalıştı. Babil tekrar boğazını sıkmaya yeltendiğinde yaralı bacağına tekme attı ve onu yere düşürdü. Yerden doğruldu ve bir süre oturup nefes almaya çalıştı. Babil tekrar ona doğru bir hamle yaptığında ayağa kalktı. Sendeleyerek yerdeki mızrağı aldı. Babil duvara yaslanmış, yerden aldığı kalkanı önüne siper etmişti.


Rodos bir an durdu. Yerde duran diğer mızrağı alıp abisine fırlattı.


"Aptal çocuk." dedi Milet.


Rodos Babil'e bir şans veriyordu. Neden, neden, neden?


Babil elindeki kalkanı kenara fırlatıp mızrağı ona doğrulttu. Rodos geri çekildi ve Babil'e bakarak boğazından gelen büyük bir sesle dişlerini göstererek hırladı.


Babil önce onu izledi. Sonra ona doğru koştu ve mızrağı yaralı omzuna doğrulttu. Rodos yana kayıp mızrağın saplanmasını engelledi. Babil sinirle kardeşine baktı. Düşmanına baktı.


Rodos bir şey daha söyledi ama duyulmuyordu. Babil duraksadı. Birkaç adım geri gitti. Rodos elindeki mızrağı onun diğer bacağına saplayıp geri çekildi. Babil dizlerinin üstüne düştü. Gözleri oturduğum balkonda gezindi. Artemis'e, kraliçelere, kardeşlerine baktı. Rodos sessizce onu izliyordu. Yeşil gözleri beni bulduğunda onun için üzüldüğümü hissettim. Babil. Benim yazdığım Babil. Hiç böyle diz çökmemiş olan, güçlü, zeki Babil. Belki de sandığım kişi değildi. Bana bakıp korkunç bir kahkaha attı. Sonra aniden durdu.


''Sen!'' diye bağırdığında Rodos bağırıp onun sesini bastırarak mızrağını havaya kaldırdı. Ona doğru koşuyordu.


Gözlerimi kapattım.


Bir.


Halkın sesleri yükseldi. Birbirine karışıyordu nidalar.


İki. 


Yanımdakilerin ayağa kalktığını hissettim.


Üç.


Gözlerimi açtığımda yeni kral aşağıda dizlerinin üstüne çökmüş ağlıyordu.


Loading...
0%