Yeni Üyelik
53.
Bölüm

26. Bölüm

@cceccilia

Rodos abisinin yanında kolları, omzu, elleri kan içinde duruyordu. Babil'in cansız bedeni sanki az öncekiler hiç yaşanmamış gibi sadece bir ceset olarak yerde duruyordu. Bir prens değildi artık, bir insan bile değildi. Sadece ölüydü.


Halk Rodos için bağırıyor, onu tebrik ediyor, onun için haykırarak dua ediyorlardı. Az önce Babil'e yaptıkları gibi.


Sola döndüğümde Halikarnas bana bakıyordu. Myra yanağımdaki yaşı silene kadar ağladığımı fark etmemiştim bile.


Kraliçeler ayağa kalkmış Rodos'u selamlıyorlardı. Annesinin ilk defa ona bir evlat gibi baktığını gördüm. Artemis'in gözleri abisindeydi ama o da Rodos için ayaktaydı.


Sağıma baktığımda Milet'in orada olmadığını fark ettim. Gözlerim aşağı kaydı, Rodos bana bakıyordu. Milet aşağıya onun yanına inmiş, bir elini havaya kaldırmış halkı selamlıyordu.


Rodos ayağa kalktı ve beni selamladı. Gözlerin bir bir üzerime çevrildiğini hissettim.


Kral Rodos.


Onun yaptığını yaparak öne eğilip selamladım. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum, üzerimden koca bir yük kalkmıştı. Yine de çok tuhaftı içim.


Milet yaralarını tutarak onu alandan çıkarmadan önce Rodos durdu. Yerde yatan abisine baktı yerde diz çöktü. Elini önce kalbine koydu, gözlerini kapattı. Sonra avuç içi abisine dönük olacak şekilde havaya kaldırdı. Bu, onun abisini selamlama şekliydi.


Yerden kalktı ve Milet'le birlikte alandan çıktı.


İki muhafız gelip Babil'i cam bir tabutun içine koydular, üstünü kapatmadan çıkardılar. Babasıyla aynı kaderi paylaşıyor diye düşündüm. Öldürdüğü babasının yanına gidiyor.


Gözlerim insanlarda, duvarlara bulaşmış kanda, toprakta geziyordu.


''Eyfel.''dedi Halikarnas. ''Saraya gitmeliyiz şimdi.''


Başımla onaylayıp yerimden kalktım. Dışarı çıktığımızda kapının önündeki muhafızlardan biri atı ile bizi bekliyordu. O kadar yorgunum ki çevreyi algılamak zor geliyordu, başım dönüyor, midem bulanıyordu.


Atlar sarayın önünde durdu. İnsanlar henüz buraya gelmemişti.


Halikarnas ve Myra iki yanımda durdular. Myra elimi tuttu. Sarayın bahçesinden girerken burasının ne kadar değiştiğini düşünüp bir kez daha hayrete düştüm. Bahçe aynı bahçeydi, duvarlar aynı duvarlardı ama az önce bu bahçede büyüyen bir adam can vermişti. Ne olursa olsun benim karakterlerinden biriydi. Babil. Günler önce olsa her şey ne kadar farklı olacaktı.


Kapıdan içeri girdik. Saray kadınları sıralar halinde merdivene kadar dizilmiş, yere kadar eğilmişlerdi.


Basamakları çıkıp yine günler önce durduğum odanın önünde durduk. Keops'un odası. Kralın odası.


Muhafızlar kapıyı açtı. Önden yavaşça içeri bir adım attım. Rodos ayakta duruyordu, kolu sarılmış, kan temizlenmişti. Zırh hala üstündeydi. Beni görünce durdu, ne yapacağını bilmiyor gibi merakla izliyordu. Önünde durup kollarımı açtım, sıkıca sarıldı.


Onu az önceki şeyden dolayı yargılayacak değildim. Bunu yapmasa ölecekti. Sadece tuhaf hissediyordum.


Beni bırakırken Milet'in yanında Troya'nın durduğunu gördüm. İçimdeki karıncalanma arttı, midemden kalbime çıktı.


''Eyfel.'' dedi Milet.


''Biliyorum.'' dedim. ''Anlıyorum ihtiyar.''


Kimseden ses çıkmadı. Halikarnas kapıları kapattı.


''Bugün olması gerekiyor. Kral'ın halkı için ilk görevi.'' dedi Troya.


Rodos itiraz etmemi ister gibi bana bakıyordu.


''Tamam.'' dedim. ''Zaten bir gün olacaktı.'' Gülümsemeye çalıştım ama yanağıma süzülen yaşlar bunu mümkün kılmadı.


''Eyfel.'' dedi Rodos. ''İstemezsen-''


''İstiyorum.'' dedim. ''Hatta rica ediyorum.''


Benim yüzümden onca şey olmuştu, tek bir taneye daha göz yummamalıydım.


Troya masanın üzerinde altın bir kılıç gösterdi. ''Kralın kılıcı. Yüzyıllardır bu kullanılıyor. Onunla...'' durdu. ''Onunla gitmen gerek.''


Yutkundum ve büyük bir nefes aldım. ''Vedalaşabilir miyim?''


Milet gözleri dolu bir şekilde yanıma gelip sarıldı. ''Ah benim küçük kızım...''


''İhtiyar,'' dedim burnumu çekerek. ''Yemeklerini hiç özlemeyeceğim.''


Güldü. Sırtımı okşadı. Benden ayrılırken gözlerini sildi.


Myra'ya döndüm. Yüzü yaşlardan ıslanmıştı. ''Şşşt...'' dedim sarılırken. ''Güzel Myra'm. Sakın üzülme. Artık yalnız olmadığını biliyorum.''


Kafasını salladı, saçındaki tokayı çıkarıp saçlarıma taktı. Yüzümü sildi.


''Çok mutlu ol kardeşim.'' dedim.


Halikarnas, bir adım bana yaklaştı. Yumruğumu onu uzattım, kolumu tutup sarıldı.


''Mükemmel birisin.'' dedi.


''Senin gibi.'' dedim.


Benden ayrılırken Myra'yı işaret ettim gözlerimle. Gülümseyip kafa salladı. İkisinin de güvende olacağını biliyordum.


Troya yanıma geldi. ''Ayrılık senin en büyük şansın oldu.'' dedi oniksin anlamını hatırlatarak. Kadının parlayan gözlerine baktım, dolmuştu. ''Sen yazdığın dünyayı çok güzel korudun. Tanrı da seni korusun.''


Gülümseyip uzattığı eli sıktım.


Rodos'a baktım. Beni izliyordu.


Milet ''Rodos,'' dedi. ''Tek yapabileceğinden emin misin?''


Rodos gözlerini ayırmadı. ''Çıkın.''


Hepsi kapıya yönelirken son bir kez ellerini tuttum. Bu kadar kısa ve bu kadar kolay olmasına şaşırdım. Vedalar böyle olmazdı. Onları nasıl unutabilirdim?


Rodos masanın üzerindeki kılıcı alıp yere oturdu, karşısına oturdum. İçini çekti. Gülümsedim.


''Son mu bu?'' dedi kelimelerin üstüne basarak. Kafamı iki yana salladım.


''Eyfel ,'' diye fısıldadı. ''Nasıl yaparım?'' Gözleri dolu doluydu. Ellerini tuttum.


''Kral Rodos, seninle gurur duyuyorum.''


''Eyfel.''


''Yapman gerek.''


''Kaçıp gidebiliriz.'' dedi.


''Kaçarak yaşanmaz.'' dedim. Gözlerimin içine baktı. Orada bir umut arar gibiydi.


''Bana kolyeyi verirken neler söylediğini hatırlıyor musun?'' dedim. Kafasını salladı.


''Seninle olduğum her anı hatırlıyorum.''


Elimi uzatıp alnına düşen saçlara dokundum. ''O zaman göndermelisin beni.''


''Gittiğinde çok yaşa, çok uzun ve güzel yaşa.'' dedi.


Başımla onayladım. ''Söz.''


''Eyfel.'' dedi tekrar. Sayıklar gibiydi. Aklına kazır gibiydi.


''İyi bir kral olacaksın. Buraya geri döndüğümde herkes seni gerçekten sevecek.''


Ellerimi kalbine götürdüm, demir zırhın üstüne. ''Herkes burası ile sevecek. Halkın için iyi bir kral olacaksın. Benim için mutlu bir adam olacaksın. Koca bir hayat yaşayacaksın.''


''Gelecek misin gerçekten?'' diye sordu kuşkuyla.


Derin bir nefes aldım, hiçbir şeyi unutmak istemiyordum.


''Önce yaşa Eyfel, kendi hayatını yaşa. Ne yapmak istiyorsan, ne yazmak istiyorsan... Yaşlı bir kadın olmadan sakın gelme. Tekrar buraya döndüğünde hiçbir yıkım umurumda olmayacak. Burası, bu insanlar umurumda olmayacak. Sadece senin yaşamanı istiyorum.''


Gülümseyip onayladım. Gözlerim yanıyor, yaşlar akıyordu.


''Artık gitmem gerek.''


Rodos uzun uzun baktı. Onu bir daha göremeyecek olmak. Bunun bir tarifi var mıydı?


''Yap Rodos.''


Konuşmadı ama bana çok şey anlattı. Anlatmak her zaman kelimelerle olmuyormuş, onu da Rodos'tan öğrendim.


''Gitmem gerek.''


Gitmek istemiyordum.


Gözlerini kapattı.


Buranın havasını son kez içime çektim.


''Şimdi.'' dediğimde kapalı gözlerinin ucundan minik birer damla yanaklarına süzüldü. Sapı iki eliyle tutup havaya kaldırdı. Şu an bile 'dur' desem beni dinleyeceğini biliyordum. Dilimin ucuna geldi harfler, aldığım nefesin rüzgarı onları savurdu. Şimdi sessiz olmalıydım, şimdi sessiz ölmeliydim.


Gözlerimi kapatmadım. Rodos'u birkaç dakika daha fazla görme şansını kaybetmek istemedim. Kılıcın ucu kalbimin attığı yerde, kaburgalarımın arasında kendine yer buldu. İçeri girip beni buradan ayırmadan bir an önce başka harfler birleşti dilimin ucunda. Söylesem Rodos asla devam etmezdi.


İçimden bağırdım: Seni seviyorum.


Öyle herkes duysun diye değil, sessizce, en fazla kendime bağırarak. Seni senin için bırakacak kadar çok.


Seni seviyorum.


Gördüğün ilk kar gibi kirpiklerinde birikerek, ayaklarının altında ezilmeden, çok yağıp seni üşütmeden.


İçemediğin o acı kahve gibi seviyorum seni.


İlk görüşte değil, yavaş yavaş. Seni tanıyarak. Aklından geçenleri anlamaya çalışarak.


Kılıç derimi delip içeri girerken aldığım nefes dışarı çıkmadan ciğerlerime hapsoldu. Rodos gözlerini açtı. Bağırmasını bekledim. Bağırıp üzerindeki yükü atmasını istedim. Sadece gözlerimin içine baktı.


Kılıcın kalbime girdiğini biliyordum ama kan yoktu. Rodos yanağını yüzüme yasladı. Gözyaşların arasından gülümsemeye çalıştı.


Göğsümde müthiş bir acı vardı, yine de gözlerim kapanmıyordu. Dudakları göz kapaklarıma gitti, sırayla yavaşça öptü. Buz gibiydi, bir ölü gibi çok soğuktu.


''Rodos.'' dedim zar zor çıkan boğuk ve kısık bir sesle. Kafasını sallayıp bana gülümsedi, ağlar gibi bir gülümsemeydi bu ya da bağırır gibi.


Bir elini sırtıma koydu. Ölüyor gibi hissetmiyordum. Kan akmıyordu ama dengede değildim.


Kılıcı tuttuğu yeri bırakıp yüzüme yapışan saçları çekti. Benimle konuşmasını istedim, sadece sessizce ağlamaya devam etti. Konuşsa böyle sakin olmayacağını biliyorduk ikimiz de.


Tüm bedenim ayak uçlarından saç tellerime kadar toz oluyordu sanki. Bu dünyaya ilk adımımı attığımda da bunu hissetmiştim. Ölüyordum, gidiyordum.


Rodos'un kaşları çatıldı, olanların farkındaydı. Yine de gözlerini ayırmadı gözlerimden. Elini tuttum. Az sonra onu yitirecektim. Gözyaşları soğuk yüzünde sıcak şeritler açıyordu.


''Rodos...'' diye fısıldadım tekrar. Burada hiçbir şey bırakmadan öylece gidiyordum işte. Rodos'un kollarının arasından uçup gitmeden önce söz verdim kendime. Böyle beyaz bir gecede, akrep yelkovanın hızına yetiştiği zaman birlikte ölmek için burada olacağım. Belki tek başıma yaşayacağım ama seninle öleceğim Rodos. Yaşlı bir kadın olduğumda gözlerimin kenarındaki kırışıklıklarda biriken hayatımı sana sunacağım. O zaman hiçbir yıkım umurumda olmayacak. Ah Rodos. Böyle olması gerekiyormuş demeliyiz. Farklı evrenlerde de olsak elimi kalbimin üzerine koyduğumda seni duyabileceğimi biliyorum. Bana hissettirdiklerini unutmam için deli olmam gerek, seni unutmam için deli olmam gerek.


Yanındaki tüm benliğimi yitirmeden önce duyduğum tek şey Kral'ın feryadı oldu.


Loading...
0%