Yeni Üyelik
9.
Bölüm

6. Bölüm

@cceccilia

Rodos şaşkınlığıma aldırmadan araladığım kapıyı itip odaya girdi. Sağ eliyle sol omzumun sıkıyordu. Kandan rengi değişmiş gömleğinin tuttuğu omzu kesilmişti. Ağır aksak yürüyerek yanımdan geçip yatağın üzerine attı kendini hiçbir şey söylemeden. Aklıma gelen ilk şeyi yapıp dolaptan seçtiğim pamuklu bir elbiseyi alıp önüne oturdum. Feneri yere ayaklarımın dibine indirdim böylece yüzünü görmeden yarası için yardım edebilirdim. Yüzündeki ifade beni ürkütüyordu.


Ne olduğunu sorsam belli ki kötü şeyler duyacaktım.


"Bu ne sakinlik?" 


Dediğini aldırmadan elini yaradan çektim. Yırtılan gömlekten açıkta kalan omzunda derin bir yara açılmıştı ama koluna inmiyordu. Elbisenin ucunu dişlerimin arasına koyup elimle boydan iki parçaya böldüm. Kumaşlardan birini kolunun altından geçirip üstte sıkıca bağladım. Böyle yapılması gerektiğinden emin değildim ama kanı durdururdu.


"Neden buraya geldin? Baksana şu haline."


Yüzünün yarısı gölgede kalmıştı.


"Aynı anda gidemezdik."


Soran gözlerle baktığımda nefes verip gözlerini kumaşa indirdi. "Babil sarayın şifacısında."


Gözlerim kocaman açıldı. Gece boyunca neden ortada olmadıkları şimdi anlaşılmıştı.


"Babil'e ne yaptın?"


Samimi olmayan bir sırıtışla karşılık verdi sadece. Koluna sardığım kumaş kanı ile ıslanmıştı. Yeni bağlamama rağmen hızlıca düğümü çözüp diğer parçayı bastırdım koluna. Ne zamandır böyle kanadığını merak ediyordum. Kanın pas kokusu, kolunun dibindeki burnuma doluyordu. Cevap vermeyince başımı kaldırıp yüzüne baktım. Ufak morluklar vardı alnında. Biraz geri çekilip kambur oturuşumu düzelttim.


"Söyle ne oldu?" Sesim beklediğim kadar asabi çıkmıyordu. Sebebi hem yorgunluğum hem korkumdu. Elim istemsizce omzundaki yarayı sıkınca kaşları çatıldı.


"Sen oyunu bozmuyorken şansımı denemek istedim."


"Nesi var, iyi mi?" Kumaşı çekip kesiğe baktım. Kan sızıntı şeklinde akmaya başlamıştı.


"Geberdi, hayata dönmesi için ayin yapıyor şifacı bunak." Omzuna baktı. "Bu böyle mi yapılır?" Oflayıp ellerimi itti. Hafifçe doğrulup kemerinden bir bıçak çıkardı. Gözleriyle yerdeki fenerin içinde duran mumu işaret etti. Kaldırıp ona doğrulttum.


"Yok bir şeyi, korkma." Bıçağın ucunu mumla ısıttı. Demirin mavi alevin içinde sakince dönüşünü izledim. Ne yapacağını anlamıştım. Bıçağı çekip soğutmak istemiyor gibi vakit kaybetmeden yaraya bastırdı. Derin bir nefes alınca kafasını kaldırmadan bana baktı. Filmlerde de bunu yaparlarken benim canımmış gibi acısını duyardım. O kadar savaş, yara sahnesi yazmama rağmen bu yöntemle tedaviyi hiç yazmamıştım. Rodos benim öğretmediğim şeylerden de haberdardı, elbette.


Aklıma Babil'le konuşurken yanına gelip kulağına bir şeyler söyleyen adam geldi. Babil'in hızlı adımlarla saraydan çıkışını hatırladım.


"Sen başlattın." dedim onay bekleyerek. "Neden yaptın?" Siyah gözlerinin içinde mumun alevi titriyordu.


Sinirli görünmüyordu, belki kaybettiği o kadar kandan çok bitkindi.


"Şansımı denemek istedim, sen yazarken bunu yapamıyorum."


Bıçağı tekrar mumda ısıttı. Aynı yere yapıştırırken sıktığı dişlerinin arasından homurdandı. "Sen yazarken bana fırsat vermiyorsun."


''Ne?''


Bıçağı bırakıp yatağın üzerinde duran elimi tuttu. Diğer elimdeki feneri iyice yaklaştırdı yüzüne. Az önce karanlıkta kalan yüzü şimdi aydınlıktı. "Şunu yaptığın zamanı hatırlıyor musun?" Baş parmağımı yüzündeki yaranın üzerinde gezdirdi.


Ben yapmadım diyemezdim, kafamı salladım onaylarcasına.


"O gün yerimden bile kıpırdayamadım. Sence böyle istediğim için mi?"


"Ben öyle yazdığım için." diyebildim fısıldayarak. Bunu daha çok kendime söylemiştim.


Elimi bıraktı. Bir süre hiç konuşmadan sadece omuzuna baktı, isteyerek yapmadığımı anlatmam anlamsız olacaktı.


Sessizlikten rahatsız olunca "Bu yara öyle geçecek mi?" diyebildim omzunu göstererek.


Sadece kafasını salladı. Alnına düşen saçları, yüzü terden ıslaktı. Gömleği kesik kesikti. Babil saraydan çıktığı andan şu zamana kadar birbiriyle mi dövüşmüşlerdi?


Şimdi hiç kanamıyordu, yalnızca siyah çizgi şeklinde omzunu yaran kesiğin etrafında kan kurumuştu. Bana baktığında onu izlemeyi bırakıp fenerle omzuna baktım.


"İyi." dedim feneri tekrar yere bırakırken bir şey söylemem gerekiyormuş gibi. Hala bakmaya devam ettiğini hissedince cesaretimi toplayıp bir yerden başlamam gerektiğini düşündüm.


"Eyfel'den nasıl haberin oldu, beni neden Eyfel olarak tanıttın?"


Yine sırıtarak cevaptan kaçmasını bekledim ama yapmadı.


"Sence beni ilk gördüğün gün benim ilk gelişim miydi?"


Evet?


Hayır?


"İlk değil miydi? Nasıl?"


"Defalarca kez geldim, ya uyuyordun ya yazıyordun. Beni fark etmedin bile."


Şaşkınlığımı gizlemeye çalışarak "Yine de bu, soruma cevap değil." dedim.


"Okudum, senin yazdığını netleştirmek için uyurken yazdıklarını okudum."


Tabii Eyfel'i böyle öğrenmişti. Her şeyi böyle öğrenmişti. Benden daha çok şey biliyordu, çünkü hem okumuş hem yaşamıştı.


Aldığım cevap sadece kafamdaki soruların artmasına sebep oldu. Kolunu tutarak geriye, yatağın arkasındaki duvara yaslandı.


Ne kadar zamandır burada olduğunu bilmiyordum ama Güneş neredeyse doğacaktı.


"Neden Eyfel yaptın beni?"


Bu sefer beni şaşırtmadı ve güldü.


"Role yakışacağını düşündüm. Babil'e bu kadar hayranken sana bir şans vermem gerekirdi."


Dalga geçmesine aldırmadım. Belli ki amacı sadece zora sokmaktı.


"Ne salak kız şu Eyfel, senin gibi." dedi kafasını pencereye çevirip. "Görmediğim bir adamı kendi aklınla sevmezsin zaten, biri senin hayatına yazarak müdahale etmediği sürece. Mektupmuş, yesinler. Ne aşk ama!''


Babil, Eyfel'i gerçekten seviyordu. Beni değil. Mektupları yazan ben olsam bile, bu beni Eyfel yapmazdı. Tıpkı Rodos'u yazan ben olmama rağmen karşımda beni suçlayıp hayatına müdahil olduğum için benden nefret eden bu adam, ben olmadığım gibi.


''Anlayacak. Ben olmadığımı anlayacak ve çok kızacak.'' Başını bana çevirdi, gözleri beni bulmadan önce aydınlanmaya başlayan odanın içinde gezindi.


''Çok korktum.'' dedi sesini kısıp bilerek yaptığı abartılı yüz ifadesiyle.


''Benim yanıma çok fazla geldiysen,'' boğazımı temizledim. ''Neden son güne bıraktın? Ya finali çoktan...''


''Ya finali çoktan yazıp beni bitirmiş olsaydın?'' dedi sözümü kesip. ''Yapmazdın.''


''Nereden biliyorsun?''


''Çok düşünüyordun. Babil'in atacağı tek adımı yüz kez düşünüyordun. Tabii bu kadar düşünüp böyle berbat bir hayatı var etmek de ayrı bir saçmalık.''


Berbat değildi. En azından herkes için berbat değildi.


''Merak ediyorum da...'' Sırtını eğip yüzünü birkaç santim yaklaştırdı. ''Kendi hayatını sadece masanın başında geçirip, dahası kendi hayatını tamamen bırakıp başkalarınınkine saldırma huyunu nasıl edindin?''


Kendime defalarca kez sorduğum soruyu bana yöneltmesi canımı sıkmıştı. Cevap vermek için ağzımı açacakken yaslandığı yerden doğrulup ayağa kalktı. Yatağın üzerine bıraktığı bıçağını alıp eski yerine sıkıştırdı. Bana bir şey söyleme gereği duymadan kapıya gitti. Çıkmadan bana dönüp yere kadar eğildi. Bir elini önünde sallayarak yüzüne belli belirsiz bir sırıtış yerleştirdi. "Yeni Kraliçe Eyfel, izninizle majesteleri."


Sırtımı geri atıp yatağa gömüldüm, bu çocukla işim vardı.


Tekrar uyumaya çalışma çabalarım hiç sonuç vermedi. Aklım çok doluydu ve oda uyuyamayacağım kadar aydınlanmıştı. Beyaz tavanı izleyerek birkaç saat geçirdikten sonra yerimden kalktım. Giyinme dolabını açınca gece Rodos'un omzu için kullandığım birkaç elbiseyi hatırladım. Yatağın kenarında, yerde öylece duruyorlardı. Üzerinde kurumuş kan lekeleri vardı. Yerden alıp küçük parçaları iyice büzerek dolabın en alt köşesinde bir yere sokuştururken keskin kokuyu duymamak için nefes almadım. Birilerinin bunları görmemesi gerekiyordu.


Açık kahverengi bir elbiseyi üzerime geçirdikten sonra dolabın alt köşesine yerleşmiş ayakkabılardan birini giyip dağınık saçlarımı tarayarak daha normal görünmeye çalıştım. Zaten soluk olan cildim daha da renk kaybetmiş gibi hissediyordum.


Odanın kapısı çaldığında aynada kendimi izliyordum.


"Girebilirsiniz."


İçeri saray kadınlarından biri girdi, Myra olmadığı için üzülmüştüm. Hiç konuşmadan elindeki minik kağıdı bana verdi ve selam verip odadan çıktı. Katlı, kalın kağıdı açtım. Büyük harflerle yazılmış kısa bir metin vardı.


HAZIRSAN BUGÜNÜ BENİMLE GEÇİRMEN İÇİN SENDEN MÜSAADE İSTİYORUM, ODANIN KAPISINA ÇIKTIĞINDA BENİ GÖRECEKSİN.


Müsaade istediğine göre Rodos değildi. Hızlıca yerimden kalkıp üstümü düzeltirken kalp atışlarımın hızlandığını hissettim. Zaten kabul etmeme gibi bir şansım yoktu, her cümlesinin sonuna 'emretti' kelimesini yerleştiren insanlarla doluydu burası.


Gece şifacıda olduğunu söylemişti Rodos. Bu kadar çabuk ayaklandığına göre ciddi bir şey olmamıştı. Babil'i çağırarak beni gece kurtarmıştı ama şimdi yapacak bir şey yoktu. Birden Rodos'un beni dün Babil'den kurtarmak için bu dövüşü yapmış olma olasılığı geldi. Olabilir miydi? Hayır hayır, sebebini belirtmişti işte. Beni kurtarmak için bunu yapmazdı hem.


Derin bir nefes alıp odadan çıktım. Başımı çevirdiğimde koridorun ilerisinde bana yaklaşan Babil'i görünce ne yapmam gerektiğinden emin olamadan öylece bekledim.


Karşımda durup hafifçe eğilerek beni selamladı, alnında bir kesik vardı. Benim onca savaşa, o kadar dövüşe rağmen tek bir yara izi koymadığım mükemmel suratına Rodos bir yara açmıştı işte. Onunki kadar büyük ve dikkat çekici olmasa da benim müdahalem olmadan istediğini yapabileceğini göstermişti.


Elini tuttum, sıcaktı. Dudaklarına götürürken bana gülümsedi.


"Günaydın." 


"Günaydın."


Kafamı eğdim. Doğrulurken yüzüme baktı.


"Çok güzelsin." dedi hiç çekinmeden. Oysa kafasındaki Eyfel'in ben olmadığımı ikimiz de biliyorduk. Yazsam da asla benimle alakası olmayan peri kızı gibi birini yazacaktım.


"Onur duydum," dedi ve "Bugününü bana ayıracağın için." diye ekledi.


"Onur bana ait majesteleri." Konuşmaları o kadar yadırgıyordum ki içimden gülmek geliyordu.


Giydiği beyaz gömleğin bel kısmında kalın deri bir kemer vardı. Boynunda morluklar vardı. Dün Rodos ellerini de kullanmıştı belli ki.


Güldü. Tutmam için uzattığı koluna girdim.


"Gelmene çok sevindim." dedi ileriye bakıp yürürken. Taç giyme törenine davet etmişti bir mektupla, elbette onu ben yazmıştım.


"Davetinizi geri çevirmek mümkün değildi efendim." dedim üslubuma özen göstermeye çalışarak.


"Rodos seni haydutlardan kurtarmış." Kaşları çatıldı. "Kaybolan eşyalarının tüm bedelini buradan al. Hatta aynılarını senin için temin edeceğim."


Ses çıkarmadım. Rodos iyi bir yalancıydı.


Aşağı indiğimizde bahçenin havasının güzelliği biraz olsun beni rahatlattı. Sağ tarafta, göremeyeceğim kadar uzakta oturan silüetin Keops olduğunu başında duran kalabalıktan anlamıştım. Çalışıyor olmalıydı. Halkı üzerinde, antlaşmalar üzerinde, bir Kral ne üzerine çalışırsa onun üzerine.


Babil kolumu kibarca bırakıp ilerdeki adamlardan birini çağırdı el işaretiyle. Adam bizim yanımıza ulaşmadan "Atı hazırla." dedi.


Bana döndü sonra. ''Kır yemeklerini sevdiğini yazmıştın.'' dedi gülümseyerek. Evet, Eyfel severdi.


Beyaz bir atı üzerindeki tüm koruyucularla bize getirdi az önceki adam. Babil elini bana uzatıp öne binmeme yardım etti. Arkama kendisi otururken tutmam için uzattığı ipi aldım. Kollarını yanımdan geçirip atı hareketlendirdi.


Sarayın çıkışına yaklaşırken kenarda Rodos'u gördüm kısa bir an. Babil'in atı bile ondan hoşlanmadığını belli edercesine kişnedi. Gözleri beni bulduğunda hızlıca yanından geçtik. Babil'in gerildiğini hissediyordum. Birbirlerinden böyle nefret eden iki kardeş yazan aklıma teşekkür ettim, gerçekten.


Rüzgarı yüzüme yediğim kısa yolculukta Babil hiç konuşmamıştı, zaten konuşsa da uğuldayan kulaklarım duymazdı.


Minik, yeşil bir tepenin üzerindeydik. Evler ileride kalmıştı. Attan inerken yere kurulmuş sofranın başında iki kadın gördüm. Ayakta, kafaları önlerinde bekleyen saray kadınları. Babil'in her işini onlara yaptırması biraz rahatsız ediciydi.


''Acıkmışsındır.'' dedi elimi bırakıp yeri işaret ederken. Eteğimi düzeltip bir köşeye oturdum. Karşıma oturdu.


''Bolca ye.'' dedi beni izlerken. Zaten midem kibarlık yapmamam için yalvarıyordu. Üzerine bal sürülmüş minik ekmeklerden başladım.


''Bu anı çok bekledim Eyfel.'' Lokmayı yutarken ona baktım. ''Bir yıl.'' dedi. Derin bir nefes aldı. Kafa salladım, ilk mektubu aldığından bu yana bir yıl geçmişti. Gerçek Eyfel'i görmesini öyle çok isterdim ki.


''Evet efendim.''


''Sadece yazarak beni nasıl büyüledin, bazen şaşırıyorum.'' Gülümseyerek gözlerini yerdeki yiyeceklere çevirdi. Önündeki çaydan bir yudum aldı.


Kitap işte, gerçek hayatta prensler sıradan kızları sevmez. İçimden geçenleri söylemek kafamın uçmasına sebep olur muydu?


''Cevap vermenizi beklemiyordum, ilk mektuba.''


''Ömür boyu merak ederek yaşayamazdım. Neden yazdın?'' Sorarken gözleri parlıyordu.


''Sizi seviyordum.'' dedim, yalan sayılmazdı. Babil benim en sevdiğim karakterimdi, gerçek olamayacağını düşünsem bile ona hayrandım. Güldü. Cevap onu tatmin etmiş gibiydi.


''Yazdığın ilk günden beri hayat hakkında daha umutluyum.'' Ne demek istediğini anlamayarak ona baktım. ''Prens olmak göründüğü kadar kolay değil.'' dedi geçiştirmek ister gibi gülümseyerek. Böyle düşündüğünü bilmiyordum. Biraz daha konuşmasını istiyordum.


''Bu etkiyi yarattığımı bilmiyordum.'' dedim. Elindeki bıçağı bırakıp bana baktı, suratı ciddi ve hüzünlüydü.


''Hep bir savaşta gibiydim. Hep biri arkamdan bıçak saplayacakmış gibi yaşıyordum. Her gün kral olmak için uyanıyordum. Başka hiçbir hayatım yoktu. Hiçbir amacım yoktu. Bana saray dışında bir hayat olduğunu öğrettin, bildiklerimi yıktın geçtin Eyfel. Saray'ın duvarlarını yıktın geçtin. Bir kere bile görmediğim bu kızı böylesine tanıyor olur muydum yoksa?''


Gözlerim doldu, bunu engellemeye çalışmadım. Burada herkes için bir hayal kırıklığıydım.


Bir eli yüzüme gitti. ''Ağlaman için söylemiyorum.'' dedi yorgun yeşil gözlerini bana doğrultarak. ''Hadi, bir şeyler ye.''


Babil'i farkında olmadan çok yormuştum. Ona tüm iyi özellikleri yükleyince her şeyi halledebilir, her şeyin üstesinden gelir sandım. Şimdi karşımda her an yıkılacak gibi duran daha yirmilerinin ortasında bir adam oturuyordu. Onun için ağlasam Rodos için ne yapacaktım? Rodos için de ağlasam başka biri çıkar mıydı her detayını ince ince yazdığım bu krallıktan?


Yemeği yerken köyden, oturduğum yerden, ailemden bolca yalan söyledim. Hepsine inanmış gibiydi.


Kadınlar yediklerimizi toplarken ayağa kalkıp vücudumu gerdim, çatırdayan kemiklerimden çıkan sese güldü Babil. Onu fark edince tekrar bir hanımefendi gibi düzelttim kendimi.


''Yordum seni.'' dedi.


''Asla.'' demekle yetindim.


''Seni götüreceğim bir yer daha var.'' dedi. ''Tanıdığın biri.'' Yine büyük bir endişe dalgası vücudumu sararken derin bir nefes alıp ata bindim. Burada tanıdığım kim vardı ki? Hepsi saraydaydı işte.


At, geldiğimizden daha yavaş bir yürüyüşle köye inerken gideceğimiz yeri düşünüyordum ama hiçbir şey gelmiyordu aklıma.


''Buraya uzak bir köyde yaşıyorsan nasıl geliyordun?'' dedi omzumun üstünden.


''Babam tüccar olduğu için onunla getiriyordum mektupları.'' dedim aklıma ilk geleni söyleyip.


''Anladım.'' dedi.


Taş dükkanlardan birinin önünde durduğumuzda çevredekiler bizi izliyordu. Babil'i görünce uzaktan bile selam verenler vardı. Rodos'un aksine onu seviyorlardı. Üstelik birçok kadın hayranlıkla bakıyordu. Onlarla göz teması kurmamaya çalışarak bana uzanan eli tutup attan indim.


''Gel.'' Elimi bırakmadan tahta kapıdan içeri girdik. Bir kitapçıydı burası.


''Prens.'' dedi sandalyeden kalkan orta yaşlı adam. Selam verip beni süzdü.


''Küçük yok mu?'' dediğinde Babil'in yapmak istediğini anlamıştım. Şimdi üstümüze bir meteor düşse şanslı sayılırdım. Mektupları taşıyan çocuğu istiyordu!


''Assos!'' diye bağırdı adam arkasını dönüp. ''Assos, majesteleri seni istiyor.''


Gözlerini ovuşturarak gelen küçük çocuk Babil'e baktı, bir arkadaşıyla konuşur gibi rahattı. ''Prens Babil.'' dedi. ''Mektup yok hala.''


Babil şaşkınlıkla bana bakıp çocuğa döndü tekrar.


''Onu tanımıyor musun?'' dedi çocuğa. Çocuk beni süzüp kafasını iki yana sallayınca yutkundum. Eyfel'i tanıyordu, beni değil.


Loading...
0%