Yeni Üyelik
10.
Bölüm

7. Bölüm

@cceccilia

Myra odama girdiğinde yatağın üzerinde sırt üstü uzanıyordum. Dün olanlar aklımda dönüp duruyordu. Babil, Assos denen çocuğun cevabından sonra şüpheye düşmüş gibiydi. Onlara mektupları verenin ben, yani Eyfel olmadığını söylemiştim. Bir arkadaşım aracılığıyla gönderdiğimi, aksi halde babama hesap vermem gerekeceğini söyledim. Başta uzun süre düşünse de sonrasında inanmış gibiydi, en azından öyle davrandı. Ama aklında şüpheler kaldığına emindim.


Myra'yı görmek beni sevindirmişti. Yazmadığım halde en iyi tanıdığım kişinin bu kız olduğunu hissediyordum. Enerjimi yükselttiği de kesindi. Elindeki tepsiyi masaya bırakıp içime giydiğim dar, beyaz bir elbisenin üzerine getirdiği mor elbiseyi giyinmeme yardım etti. Kolları ve geniş, düz bir elbiseydi. Myra saçlarımı toplarken önüme de yiyecek dolu tepsiyi aldım. Her gün ettiğim kahvaltılardan değildi elbette. Gümüş bir kasenin içinde otlardan yapılmış bir çorba vardı. Kokusundan dolayı içmedim. Minik bir fincanda getirilmiş güzel kokan çayın adını Myra'ya sorunca şaşkınlıkla bana baktı "Bilmiyor musunuz? Çan çiçeği kaynatılıp yapılır."


"Ah biliyorum tabii." dedim toparlamaya çalışarak. "Sarayda yapıldığı için sanırım, tadı farklı geldi." Geçiştirmek için gülümsedim. Sanki çok önemliymiş gibi çay adı sorduğuma pişman olup kendime kızdım.


Saçlarımla işi bitince minik bir ayna tuttu. Yorgun görünüyordum.


"Teşekkür ederim." Çaydan bir yudum daha alırken dikkatlice bana baktı.


"Hakkınızda çok fazla konuşuluyor. Yani..."


Sustu. Hiçbir şey söylemeden ona baktığımı görünce gözlerini kırpıştırıp devam etti.


"Biliyorsunuzdur. Prens Babil tahta çıkacak olan isim, kesin değil ama öyle olacak. Hem en büyük Prens hem Kral ona çok güveniyor."


"Evet." dedim kızın biraz daha konuşmasına yardımcı olmak için kafamı sallayıp dik bakışlarımı yumuşattım.


"Siz geldiğinizden beri saray kadınlarına sizin için emirler veriyor, Prens'in ilk defa bu gibi huyları olduğu için şaşırdık biz." Her kelimesini düşüne düşüne, duraksayarak seçiyordu. Yanlış bir şey söylemekten fazlasıyla korktuğu her halinden belliydi. "Bilmiyorum." dedim kız sanki soru sormuş gibi. "Neler olduğunu gerçekten bilmiyorum."


Öğleden sonra bir süre Myra ile odada saray hakkında konuştum. Zaten her soruyu uzun uzun cevaplıyordu. Keops'un Babil'i çok sevmesinin sebebinin ölen kraliçe, Babil'in annesi olduğuna dair saray dedikodularını anlattı. Hatta diğer kraliçeler de bunun için kendi çocuklarından çok Babil'e bakarlarmış. Elbette iyilik için değil, sadece Keops'un gözüne girmek için. Çünkü Babil'in kardeşi olan Artemis de annesiz olmasına rağmen o kimsenin umurunda olmazmış.


Üç prens ve iki prenses vardı. En azından sarayda yaşayan kraliçelerin çocukları bu kadardı. Prenseslerin biri Babil'in diğeri Halikarnas'ın kardeşiydi. Rodos tek çocuktu. Bunlar hakkında soracak pek bir şey yoktu çünkü hepsini ben yazmıştım.


Saraydaki kurallardan bahsetti, ki bunlardan haberim yoktu. Kitabımda yazmasam da burada kurulan dünyanın net sınırları olduğunu fark ettim. Benim dünyamdaki ile benzer şekilde sınırları ben çekmemiştim. Kralın, ailesi dışında misafirler de dahil kimseyle yemek yemediğinden bahsetti. Panayırlar haricinde bu kuralın asla değişmediğini söyledi.


"Neden böyle bir kural var?" dediğimde sebebinin yemekler içine konulan çeşitli zehirlerin komşu krallıklarda birçok kralı tahtından ettiğini belirtti "Saray mutfağı bu yüzden çok değerli ve uzun eğitimler sonucu seçilen kadınlar alınır." dedi. ''Ayrıca sarayda çalışanların kimsesiz olmasına özen gösterilir. Ya ailen ölmüş olacak ya da fethedilen yerlerden alınan bir yetim olacaksın.''


Bunu biliyordum. ''Sen hangisisin?'' dedim bencil bir merakla.


''Keops ben daha bebekken almış benim ülkemi.'' dedi buruk bir sesle. ''İkincisiyim.'' Sonra hemen konuyu değiştirdi. "Tahta yeni geçen Kral Eğer diğer prensleri öldürmediyse diğerleri saraydan çok uzak yerlere yollanır." dedi. Bana yaklaşıp sanki bize duyacak biri varmış gibi fısıldadı.


"Hatta eskiden büyücüler yardımıyla farklı evrenlere gönderilenler bile varmış." deyip tekrar sesini yükseltti "Ama ben böyle şeylere inanmıyorum." Kıkırdadı. "Sizce mantıklı mı bu? Bu krallık zaten çok büyük. En ucuna gönderse bile kimse bir daha gidenden haber alamaz. Farklı evren diye bir şey olması komik olur."


Güldüm "Kesinlikle çok komik olur."


Kız çıktıktan sonra ne yapacağımı bilemeyerek uzun bir süre yatağın üzerinde oturdum. Odanın içine dolanıp durdum. Pencereden baktığında hava kapalı, kasvetliydi. Akşam olmasa da kara bulutlardan dolayı karanlıktı. Kapı çaldığı halde kimse içeri girmeyince kapıyı açıp dışarı çıktım. Kimse yoktu. Zile basıp kaçma geleneğinin temelleri mi atılıyordu?


İçeri girecekken yerde sarımsı bir kağıt gördüm. Alıp kapıyı kapattım. Katlanmış kısmından açınca siyah mürekkeple yazılmış bir cümle beni bekliyordu.


AKŞAM YEMEĞİNİ BİZİMLE YERSEN ÇOK MEMNUN OLACAĞIZ.


Derin bir of çekip yatağın üzerine bıraktım kendimi. Buraya getiren Rodos'tu. Hep bir şeyler yapan Babil'di. 'Bizimle' yazıyordu. Kral'la mı yani? Hani Kral ailesi dışında kimseyle yemezdi, bu kurallar hani esnek değildi? Her şey çok çelişiyordu burada. Ne yapmaya çalıştığını bilmesem de Rodos'un bir an önce işini bitirmesini diledim.


Tekrar kapı çaldığında müsaademe gerek duymadan üç tane saray kadını girdi içeriye. İçlerinde Myra da vardı. Biri getirdiği safir mavisi elbiseyi yatağın üzerine bıraktı, diğeri takı ve çeşitli sıvılar olan tepsiyi masanın üzerine bıraktı. Defalarca kez duyduğum Babil'in emri ile burada olduklarını, beni hazırlamaları gerektiğini belirten konuşmalarını sadece başımla onayladım.


Myra ''Kraliçeler sizi bekliyor, taş banyoda olacaklar.'' dedi.


''Taş banyo?'' dedim yanına sokularak.


''Yıkanma bahanesiyle vücudunuza ve boyalar olmadan suratınıza bakmak için. Merak etmeyin ben sizinle olacağım.''


Şakaklarımı ovuşturdum. ''Tamam, gidelim o halde.''


Aşağı katta koridorun sonundaki kapılardan birinde girdiğimizde minik bir bölme karşıladı bizi. Myra gömülü raflardan birinden temiz havlu uzattı. Kabin gibi bir bölmede üzerimi çıkarıp havluyu sardım vücuduma. Duvarların tamamı taştandı. 'Taş banyo' çok da yaratıcı bir isim sayılmazdı. Myra koluna bir havlu takıp önümden yürürken dar bir geçitten koca bir alana çıktık. Gözler üzerimize çevrildiğinde kaçma isteğimi bastırmam gerekiyordu.


Kraliçe olduğunu tahmin ettiğim iki kadın, tüm ihtişamlarıyla kendileri için ayrıldığı belli olan taş çıkıntıların üzerine oturmuşlardı. Onların ilerisinde Artemis olduğunu tahmin ettiğim genç bir kız vardı. Hepsinin başında beşer altışar hizmetliler duruyordu. Uzaklarında oturmuş başka kadınlar da vardı.


''Onlar kim?'' diye fısıldadım Myra'ya. Kraliçelere selam verip yanlarından geçerken o kadınlara yaklaşıyorduk. ''Diğer misafirler.'' dedi bana dönmeden kısık sesle.


Bana gösterdiği taşlardan birinin üzerine oturdum. Üşüyordum. Yere gömülü dairesel bir havuz vardı hemen dibimde, kafamı kaldırdığımda oturmak için hazırlanan bölmelerinin her birinin yanında bunlardan olduğunu gördüm. İçindeki sudan buharlar yükseliyordu.


Kimse birbiriyle konuşmuyor, herkes ya yıkanıyor ya da birbirlerini süzüyordu. Göz göze geldiğim siyah saçlı kadını tanımakta zorlanmadım. Rodos'un annesi. Kolezyum. Kadının bakışları onunkiler gibi sertti. Başımı Myra'ya çevirirken daha da gerilmiştim. Sağ tarafımda Artemis vardı. Öyle güzeldi ki, onu tanımak zor olmazdı. Kitapta arka planda kalsa bile nasıl parladığını düşündüm. Abisi gibi yeşil gözleri sadece kendindeydi. Yanındaki tabaktan ağzına birkaç meyve atıyor, omuzlarına dökülen suyun tadını çıkarıyordu. Prenses olmanın hakkını fazlasıyla veriyor gibiydi.


Myra saçlarımın ucunu ıslatarak yavaşça bir kase su döktü kafamın arkasına. Buz gibi olan omuzlarım ısınmaya başlamıştı.


''Sizi izliyorlar.'' dedi fısıldayarak. ''Merak etmeyin güzelsiniz.''


İstemsizce güldüm. Çıkan ufak ses yankılanınca hemen çenemi kapattım ama birkaç hoşnutsuz bakışla karşılaşınca terbiyesiz konumuna düştüğümü anladım.


Yanımıza yaklaşan bir kadın elindeki meyve dolu tabağı yanımıza bıraktı. ''Kraliçeden.'' dediğinde kafamı kaldırdım. Sarışın kadın beni kafasıyla onaylayıp gülümsedi. Itza, Halikarnas'ın annesi. Gülümsemeyle karşılık verdim.


''Babil için size iyi görünmek istiyorlar.'' dedi Myra. ''Hepsi yeni kralın o olacağını biliyor. Adınız çok konuşuluyor demiştim.''


Büyük bir nefes aldım. Bu olayların içinde olmak çok yorucuydu. Kimseye bakmamaya özen göstererek sıcak suyla rahatlamaya çalıştım. Kaslarımın açılmasını istiyordum, akşam yemekte buna ihtiyacım olacaktı belli ki.


''Yemeği sizinle yemeleri çok büyük bir adım efendim.'' dedi Myra üzeri gül şeklinde işlenmiş sabunu omuzlarıma sürerken.


''Neden bunu istiyorlar sence?'' dedim ama bunu Myra'nın bileceğini de sanmıyordum.


''Prens Babil istemiştir. Kral onun isteklerini geri çevirmez.''


İyi de Babil bu kadar hızlı olmalı mıydı cidden?


Saçlarıma bir kumaş sarıp hafifçe sıkarak suyunu aldı Myra. Yeni gelen, küçük kızlarla dolu bir grup köşede yerini alıp birkaç şarkı söylediler. Kraliçeler de dahil herkes el çırparak dinledi onları.


Önce kraliçeler ve Artemis çıktı işlerini bitirip. Myra ''Şimdi çıkmak ister misiniz?'' dediğinde hızlıca onayladım. Gereksiz bir hiyerarşi vardı, en azından banyoda olmamalıydı.


Havluyu sardığım kabinde kurulanıp tekrar gelirken giydiklerimi giyip odaya çıktık.


''Ne tuhafmış.'' dedim sonunda yalnız kalmamızın verdiği rahatlıkla.


''Ben de sayenizde ilk defa gidiyorum.'' dedi Myra. ''Hep duyduklarımı uyguladım, normalde bu işleri daha sessiz kadınlara yaptırırlar.''


Anlam veremesem de sebebini sormadım. ''Kraliçeler için kraliyet gelini fazlasıyla önemli ve uzun süredir bu kadar konuşulan tek kişi sizsiniz.''


''Ama benimle hiç konuşmadılar.''


Üzerimi çıkarıp yeni bırakılan elbiseyi giyiyordum.


''Konuşmazlar.'' dedi Myra. ''Ama fazlasıyla süzdüler. Vücudunuzda yara olmaması önemli, bir kraliçe adayıysanız.''


Rodos'un neden yara için bana bu kadar kızgın olduğunu daha iyi anlayabiliyordum. Burada dış görünüş her zaman önemliydi.


''Prenses size çok fazla bakmadı ama şaşırdım doğrusu. Abisi sonuçta Prens Babil.''


''Evet.'' 


''Gerçi çok sessiz biridir o. Annesiz büyüdüğü için derler. Babil'i bile sevmediğini, kimseyi kendine yaklaştırmadığı söylenir.''


Myra'nın fazla konuşması işime geliyordu.


''Hem Prens anne yokluğu çekmemiş hiçbir zaman. Ama Kraliçe, Prenses'i doğururken öldüğü için Artemis yalnız doğmuş. Zaten hiçbir kral kız çocuklarını umursamaz.''


''Üzüldüm.'' dedim yalnızca.


Saçlarımı içlerinden minik örgüler geçen bir topuz yaptı. Bu konuda gerçekten iyiydi. Hayranlıkla yaptığı saça baktığımda ''Bunun için eğitildim.'' dedi kendiyle gurur duyan bir gülümseme takınıp.


Masada renkli sıvılar dolu şişeleri gösterdi. ''Hangisini sürersiniz?'' Beni yadırgamaması için ne olduklarını sormadan turuncu olanı gösterdim. Kapağındaki minik tüyle boynuma ve ellerimin üstüne sürdüğünde parfüm görevi gördüğünü anlamıştım. Şimdi portakal, limon karışık bir şey kokuyordum ve akşam yemeği için iyi bir seçim değildi.


Yüzümü de biraz renklendirdikten sonra gururla bana baktı. ''İşim bitti.'' dedi. Hava kararmıştı. Ayağa kalkıp ona içimden gelen en sıcak ifadeyle sarıldım.


''Teşekkür ederim Myra.''


Şaşkınlıkla karışık bir duygusallıkla güldü. ''İyi geçmesini diliyorum.'' dedi ve odada beni aynada hiçbir sorunu yokmuş gibi baştan aşağı süslenmiş kızla yalnız bıraktı.

Loading...
0%