Yeni Üyelik
11.
Bölüm

8. Bölüm

@cceccilia

Kapı çalınca uzun süredir aynada kendimi izlediğimi fark ettim. Bu sefer gelen belliydi. Yerimden kalkıp boğazımı temizleyerek kapıyı açtım.


Babil. Üzerinde siyah, uzun bir gömlek, belinde yine büyükçe bir deri bir kemer vardı. Bu sefer kemerinde kesici hiçbir şey yoktu. Sırtına giydiği şey dizlerine iniyordu. Yeşil gözleri yerdeki fenerle aydınlanmıştı. Saçları geriye taranmış, ensesinde bitiyordu.


Kafamda kurduğum Babil'in karşımda böyle durmasına asla alışamayacaktım.


Gözleri kısa bir süre elbisede gezindi, sonra bana dönüp gülümsedi.


''Hazırsın sanırım.''


Onaylarcasına kafamı salladım. Bana uzattığı eli tutup odadan çıkarken kapıyı kapattım. Ellerim heyecandan buz kesmişti. Burada hem çok yalnızdım hem de beni neyin beklediğini bilmiyordum. Yavaş yavaş kurtlar sofrasına çıkarken Babil üzerimdeki gerginliği fark etmiş olacak ''Sakin ol.'' diye fısıldadı. Son gördüğümde kitapçıdaki olaydan dolayı bana inanmayacağını sanmıştım ama her şey normal görünüyordu. ''Hepsi seni memnuniyetle karşılayacak, korkma.'' dediğinde korkularım daha da arttı.


Aşağı inerken hiç konuşmadık. Girişteki büyük salonun ucunda kurulan masa görüş alanıma girdiğinde sarayın mumlarla böyle iyi aydınlatılmasına şaşırmıştım. Yüzlercesi vardı yerde ve duvardaki çıkıntılarda.


Uzun dikdörtgen masanın başında tabii ki Keops vardı. Kafalar bir bir üzerimize çevrildi. Ayaklarım geri geri gidiyordu. Babil'in bir elini yavaşça belime değdirip çektiğini hissettim. Destek olmak için kibar bir hareket de olsa yeterli değildi.


Heyecandan kimsenin yüzünü bile göremiyordum. Masanın ucuna birkaç adım kala Babil bir eli karnında diğeri sırtında selam verince ne yapacağımı bilemeden durup yere kadar eğildim. Tıpkı Kral'ı ilk gördüğümde yaptığım gibi ve kafamı yerden kaldırmadan öylece bekledim. Prens bile ailesinin önünde böyle selama duruyorsa daha fazlasını yapmam gerektiğini düşünüyordum. Kulaklarımı uğulduyordu ya da etraftakiler fısıldıyordu, bilemiyorum.


"Yemekler orada değil."


Tanıdık sese göz ucuyla bakınca Rodos'u gördüm. Masanın yakın ucuna oturmuş bana bakıyordu. Söylediği şey masadan küçük bir kızın gülmesine sebep oldu.


Onu görmem tuhaf bir şekilde rahatlamamı sağladı. Söylediği beni utandırmadı bile. Babil elini uzatınca tutup kalktım. Keops homurdanarak "Oturun." deyince Babil, gösterdiği sandalyeye önce benim oturmamı bekledi. Yanımdakine de o oturdu. Karşısında Rodos vardı.


Kafamı biraz da olsa kaldırıp Kral'a baktım. İki parmağı ile ayaktaki kadınlara işaret edince boş tabaklar dolmaya başladı.


Yanımda sarı, uzun saçları beline dökülen bir kız oturuyordu. On yaşlarında olmalıydı. En küçük prenses Halikarnas'ın kardeşi olduğunu düşündüm. Kitabımda o kadar az geçiyordu ki kıza isim bile vermemiştim ama ben vermesem de ismi vardı, umarım.


Onun karşısındaki genç adama tam bakmasam da Halikarnas olduğunu biliyordum. Kız da o da tıpkı annesi gibi sarışındı. Babasından tek bir gen almamış gibiydi. Zaten Halikarnas yazdığım kadarıyla huy olarak da benzemezdi Keops'a.


Sabah bana gülümseyip tabak gönderen kadın, Kraliçe Itza kızının yanına oturmuştu. Karşısında Kolezyum vardı. Kadının siyah gözleri bana bakınca fazla incelediğini düşünerek kaçırdım gözlerimi. Rodos kadar soğuk bir havası vardı. Üstelik kötü ve çıkarcı biri olduğunu biliyordum. Çünkü ben öyle yazmıştım.


Karşımda Artemis oturuyordu. Babil'in kardeşi ve prenseslerin ilki. Kızla göz göze gelince bu sefer kaçırma zahmetine girmedim. Bakışları çok sevecen sayılmazdı, ellerini çenesinde birleştirmiş beni inceliyordu.


Hepsi kafamdakilerle benzerdi ama aynısı değildi, Babil hariç. Kafamda bile kesin olarak netleşen tipleri olmadığı için yazıya dökmemiştim onları. Bu yüzden yalnızca Babil'in tam olarak aklımdaki halini aldığını düşündüm.


Artemis'in yanında Rodos'u görünce hiç tanımadığım insanların arasında onlarca yıllık arkadaşımı görmüş gibi rahatladım. Bu his beni şaşırtıyordu çünkü belki de içlerinde benim için en tehlikelisi oydu.


Rodos bana bakıp göz kırptı. Geçen gördüğümden daha iyiydi. Babil'le kavgasından sonra o kadar kanı görünce garip hissetmiştim.


Kadınlar herkesin önüne ağzına kadar dolu birer tabak bırakıncaya kadar kimseden ses çıkmadı. Gerginlik öyle yoğundu ki havayı bıçakla kesebileceğimi düşündüm. Keops'un arkasında koro gibi bir grup vardı, ellerinde çeşitli çalgılarla kafaları önlerinde bekliyorlardı. Masanın kenarına dizilmiş on küsur saray kadını da servis yapmamalarına rağmen hazırda bekliyordu.


Masanın üzerine yerleştirilmiş üçlü şamdanlarda iki sıra mum vardı. Tarihim o kadar da kötü olmamasına rağmen, bunun hangi yıla, hangi millete ait olduğunu söyleyemezdim. Bu krallığı benim dünyamda bir yere sığdıramazdım. Giyimler sanki birçok zamanın harmanlanmasıyla oluşmuştu ama hoş bir havası vardı herkesin. Mimari çok ileri düzey görünüyordu, teknoloji gerideydi. Aynı dili konuşmamız tarih filmlerinin dublajlı çevirisi gibi hissettiriyordu. Her şey çok karışık geliyordu. Bu normaldi sanırım tamamını benim oluşturduğum bir dünyada. Tamamını? Hayır ama benim de payım vardı.


Ne yapacağımı bilemeden tabağa baktım. Keops eline büyük bir but alıp ''Afiyet olsun.'' diyerek başlayınca diğerleri de tabakların yanındaki duran üç çataldan en büyük olan iki uçlu gümüş bir tane aldılar. Onları izleyip aynısını yaptım. Bana yemek getirirken yanına bırakılan çatallardan daha ağırdı.


Önümdeki tabakta tam pişmemiş etler duruyordu. Bazı yerleri hala kanlıydı ve görüntü midemi bulandırıyordu. Belli etmeden zar zor bir parça alıp yuttum. Masanın ortasına dizilmiş olan yemeklere bakmadım bile.


Kralın homurtusu yemeğini bitirene kadar devam etti. Onun dışında tabakları çizen çatal bıçak sesinden başka gürültü yoktu. Bunlar yerine daha sıcakkanlı bir aile yazmalıymışım diye düşündüm. Buradan sağ kurtulursam ikinci kitabımın teması belliydi.


"Babil babanın tüccar olduğunu söyledi." dedi sonunda Keops yemeğini bitirmiş bana bakıyordu.


"Evet majesteleri." dedim çatalı bırakıp gözlerimi tabağa çevirerek. Gördüğüm kanlı et bana hiç yardımcı olmuyordu.


"Sen ne yapıyorsun, hala evlenmemişsin de. Bir sebebi olmalı."


Daha yirmi yaşında olduğum için olabilir mi acaba? Eyfel'in ne yaptığı hakkında bir fikrim yoktu. Bunun hakkında kitapta da bahsetmemiştim. İlk aklıma geleni söyledim.


"Yazıyorum kralım."


Rodos yüksek sesle güldü. Ağzı doluydu.


"Ne yazıyorsun?" dedi Keops ona ters bir bakış atarken. Bu çocuğun derdi her şeyi belli etmek miydi?


Kraliçeler de yemeği bırakmış beni izliyordu.


Sizin hayatınızı, diyecek halim yoktu.


"Babamın müşterileri için hesap tutuyorum."


"Güzel." deyince daha fazla sormadığı için rahatladım. ''Babil seni uzun süredir tanıdığını söyledi.''


''Evet majesteleri.''


''Bu masada oturmanın yükünün farkındasındır.''


''Evet majesteleri.''


''Sıradan insanların da buraya oturamayacağını biliyorsun herhalde.''


Yutkundum. ''Evet majesteleri.''


''Güzel.'' dedi tekrar.


''Babil'le nereden tanışıyorsunuz?'' dedi Kraliçe Kolezyum ellerini çenesinde birleştirirken. Babil'e baktığımda ona asabi bir bakış atıp benim yerime söze girdi.


''Bu yalnızca bizi ilgilendirir.''


Kadın bozulsa da gülümsemeye çalıştı. ''Evet, tabii.'' dedi. Diğer kraliçenin sırıttığını görebiliyordum, birbirlerini deli gibi kıskandıklarını da.


Masanın üzerindeki elim yanımdaki küçük kızın tabağına çarpıp yere düşmesine sebep olunca tabak büyük bir gürültüyle yere çarpıp kırıldı. İçindekilerin bir kısmı kızın üzerinde bir kısmı yerdeydi artık.


Panikle yere eğilip birkaç kez özür dileyerek kırık parçalara dokununca hizmet eden kadınlardan biri gelip "Bırakın, bana bırakın lütfen." dedi. "Hayır ben..."


"Bırak!" 


Konuşan Rodos'un annesiydi, sesi yüksek çıkmıştı.


"Otur lütfen, yemekte yerlere dokunma."


Doğrulup yanımdaki kızdan tekrar özür diledim. Bana sinirlenmesini beklerken fısıldadı.


"Zaten hiç sevmiyordum, beni kurtardın." Başını eğip kıkırdayınca az önce yaptığım rezilliğin yükü az da olsa üzerimden kalktı. Ama annesi çok da iyi bakmıyordu. Masadakilerin tepkisini görmemek için kafamı kaldırmadım.


Babil masanın altından koluma dokununcaya kadar titrediğimi fark etmemiştim bile.


Kimseye bakmasam da gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyordum.


"Bazı kurallar uyulmak içindir." dedi Rodos, sesinin bu kadar uzun süre ilk defa çıkmasına şaşırmıştım. "Herkesi getirmemelisiniz bu masaya."


Babil elindeki çatalı sertçe bırakıp Rodos'a baktı.


"O herkes değil."


Rodos sırıttı. "Biraz farklı, haklısın."


''Sen de çok normal sayılmazsın.''


Bir an önce bu akşamın bitmesini istiyordum.


''Seçtiğin kadından daha normalim.'' dedi Rodos büyük alaycı bir gülümsemeyle su yudumlarken. ''Güzel de sayılmaz.'' Bana bakıp güldü. Babil sesli ve büyük bir nefes aldı. Yanımda oturan küçük prenses ''Güzel bence.'' dediğinde bu duruma gülsem mi ağlasam mı bilemiyordum.


Rodos karşısındakinin çocuk olmasına bile aldırmadan kaşlarını çattı. Kız çekinerek sustu.


''Kes artık.'' dedi Babil.


Rodos elindeki çatalı ete batırıp Babil'e uzattı. ''Çok gerginsin, ye bunu.''


Babil sakin kalmaya çalışarak çatalı itti.


"Benim kabul ettiğim kişileri sorgulama hakkını nereden buluyorsun?" Kral tehditkar gözlerle Rodos'a bakıyordu.


''Affedersiniz majesteleri, sizi sorgulamak kimsenin haddi değildir.'' dedi abartılı ve alaycı bir tonla.


Keops ''Rodos!'' diye bağırdığında Kolezyum'un Kral'ı sakinleştirmek ister gibi elini tuttuğunu gördüm. Annesi bile oğlundan yana değildi.


Rodos elindeki bardağı keyifle bırakıp büyük bir lokma aldı. Yaptığı hiçbir şeyden pişman olmuyordu.


Kolezyum soluna dönüp koroya işaret edince ufak tonda bir müzik yapmaya başladılar.


Keops alnını ovdu. Tekrar konuşmaya başlamadan önce boğazını temizledi "Üç gün sonra kendisinden arpa şurubu içeceğim."


Kendisinden? Benden mi? Neden? 


Herkes Kral'a dönmüş ve donuk bir şekilde ona bakıyorlardı. Birkaç saniye o kadar hareketsiz durdular ki zamanın durduğunu sandım.


Arpa şurubu içmesini bu kadar önemli yapan neydi?


Rodos'a baktığımda onun bile suratındaki şaşkın ifade beni tedirgin etmişti. Bana bakmasını ve belki gözleriyle de olsa açıklama yapmasını bekledim ama yapmadı. Kaşları çatılmış az önceki alaycı tavrı tamamen kaybolmuştu. Beklemediği bir hamle olduğunu anladım.


''Bu kadar erken mi?'' dedi Artemis sorgularcasına abisine bakarak. Sabahtan beri varlığıyla yokluğu belli olmayan Halikarnas ''Vay...'' dedi.


''Uzun zamandır onu tanıyorum.'' dedi Babil masanın altından elimi tutarken.


''Ve ben en gözde varisime güveniyorum.'' dedi Keops imalı bir biçimde, hala Rodos'a kızgın görünüyordu. Herkes bu cümleden sonra sessizliğe büründü.


Keops hizmetli kadınlardan birine işaret etti.


"Misafirimizi alın, iyi uyumasını sağlayın."


Kadının yanıma gelmesini beklemeden yerimden kalktım, kimseye bakmak istemiyorum çünkü başım dönmeye başlamıştı. Masadakilere selam verip iyi geceler diledim.


Birkaç adım önümde elinde mumla bana eşlik eden kadınla birlikte odaya giderken ayaklarımın altındaki yer dönüyordu. Odaya girdiğimde yatağın üzerine oturup benim için yere birkaç mum yakıp odayı aydınlatan kadını izledim.


Çıkmadan önce "Bir isteğiniz var mı efendim?" dedi.


"Hayır." dedim. "Ama... Arpa şurubu içmenin anlamı nedir?"


Bana, kaşlarını kaldırarak baktı. Bilmememe şaşırmış gibiydi. "Bu..." duraksadı "Aileye gireceğinizi gösterir."


Loading...
0%