Yeni Üyelik
12.
Bölüm

9. Bölüm

@cceccilia

Önümdeki et suyu dolu kaseyi kaşık kullanmadan kafama dikerken Myra karşımda beni izliyordu. Bir yaprağın içine gömülmüş bulamaç halindeki balık dışında tepsideki tüm yiyecekleri yemiştim. Dün akşam da aç kaldığım için görgü kurallarına dikkat etme isteğim pek yoktu. Hala yatağın içindeydim. Dönüp durmaktan dakika bile uyuyamamıştım. Babil'in nasıl bir düşünceyle bu kadar erken davrandığını bir türlü anlayamamıştım. Evet, Eyfel'i seviyordu ama bu kadar acele etmesi iki gün önce gördüğü birine göre fazlaydı. Yerimden kalkıp tepsiyi aynanın önüne bıraktım. Bugün ne olursa olsun Rodos'la konuşmam gerekiyordu.


Myra sabahtan beri hiç konuşmadan beni izliyordu ki bu onun için tuhaf bir durumdu.


"İyi misin?" dedim ona dönüp. Yüzü de oldukça solmuştu.


"Evet." dedi ve gülümseyerek. Dolabın kapılarını açıp bana eliyle elbiseleri işaret etti.


"Hangisini giyeceksiniz?"


Rastgele koyu yeşil bir taneyi aldım. Giydikten sonra ayna karşısındaki sandalyeye oturup masadan aldığım rastgele bir toka ile at kuyruğu yaptım.


Aynadan Myra'nın tuhaf bakışlarını görünce şaşırdım. "Bir şey mi oldu?"


"Atlı askerler gibi oldunuz efendim, yani biz öyle saç toplamayız."


Sinirlerim o kadar bozuktu ki kahkahama engel olamadım.


Tüm hazırlığın bitince Myra'dan bugün hakkında bir şey söylemesini bekledim. Babil'in çağırması ya da saray dedikodusu. Herhangi bir şey işte. Ama kız o kadar solgun duruyordu ki ağzını bile açmadı. En son yatağın üzerine oturtup ona tekrar sordum.


"İyi misin sen bugün?"


Kafasını onaylarcasına salladı. Konuşup konuşmamakta tereddüt ettiğini görebiliyordum.


"Kral arpa şurubu içecekmiş sizden." dedi. Biraz daha konuşmasını sağlamak için sabırla onayladım.


"Bugünle birlikte üç gün sonra." dedi, onayladım.


"Prens Babil'le evleneceğinizi gösterir bu." dedi.


"Evet." dedim. ''Öyleymiş.''


"Kral olmadan evlenmesi yasak." dedi mavi gözleri dolmuştu. "Demek oluyor ki taç giyme töreni de yakın zamanda yapılacak."


Bu bilgiyi yeni öğreniyordum işte. O halde diğer prenslerin ya ölmesi ya gitmesi gerekiyordu. İşler ucunu kaybettiğim bir ip yumağına dönmüştü iyice. Gözlerini kırpıştırınca yaşlar yanaklarına süzüldü. Elimle sildim onları.


"Neden ağlıyorsun peki?"


Küçük bir çocuğa sorar gibi sormuştum, zaten çok da büyük sayılmazdı. Tuttuğu hıçkırıkları bıraktı.


"Diğer prenslerin uzağa yollanacağını gösterir bu."


"Peki sen neden ağlıyorsun?"


"Prens Halikarnas..." dedi. Anlatmaya çalıştı ama hıçkırıkları buna izin vermedi. Daha fazlasını söylemesine gerek de yoktu zaten. Sarılıp yeterince ağlamasına izin verdim. Benim kitabımda tek bir yeri bile olmayan bu kızın nasıl böylesine yoğun duygular beslediğine bir kez daha şaşırmıştım, bir kez daha hiçbir şeyin elimde olmadığını fark ettim. Buz dağının görünmeyen kısmı buydu işte, suyun üstündekinden çok daha büyüktü kütlesi. Halikarnas'a fazlasıyla yoğun duygular beslediği zaten belliydi ama bu kadar sorun edeceğini düşünmemiştim.


Bir süre sadece ağladı. O ağlarken aklıma gelen şeyler belki bencilceydi ama bunu kullanmam gerektiğini biliyordum. Kendi kendine sakinleşip gözlerini sildi.


Sadece yere bakıyordu.


"O şurup törenini ben de istemiyorum." dediğimde şaşkınlıkla bana baktı.


"Bana yardım edersen bugün konuşmam gereken biri var." diye devam ettim.


Burnunu çekti. "Kim?" Söyleme konusunda kararsız kalsam da başından beri benimle olan bu kıza güvenmeyi seçtim.


"Rodos." Gözleri kocaman açılınca açıklama yapma gereği duydum. "Düşündüğün gibi bir şey değil, sadece bu durumu engelleyebilecek tek kişi o."


''Prens Babil'i sevdiğinizi sanıyordum.''


''Seviyorum.'' dedim ama evlenmek için değil. Babil yalnızca benim karakterimdi. Üstelik burada kalıp evlenmek beni korkutuyordu, hem de bir prensle.


''Peki neden evlenmekten kaçıyorsunuz?''


''Myra.'' dedim ellerini tutarak. ''Biliyorum aklın karıştı ama bana yardım etmelisin. Ben bu saraya göre değilim ve durumu düzeltebilecek tek kişi Rodos. Onunla konuşmama yardım etmelisin, kimse görmeden."


Düşündü, yüzünü sildi ellerinin tersiyle.


"Ben onun yanına yaklaşamam." dedi sonra. "Korkunç biri." Haksız sayılmazdı.


"Dışarı çıkarabilir misin beni?"


Gözleri odanın içinde döndü. "Sanırım evet."


"Güzel." dedim. "Tek yapman gereken Rodos'la aynı yere gitmemizi sağlamak." Çok kolay bir şeymiş gibi çıkmıştı ağzımdan.


Derin bir nefes aldı. "Onu nerede bulabileceğimizi bilmiyorum."


"Şu an sarayda mı?" dedim hızlıca.


"Bilmiyorum, kontrol edebilirim."


"Tamam." dedim "Hemen etmelisin."


"Peki sonra?" Kızın mutsuzluğu biraz da olsa gitmiş gibiydi.


"Sonra," dedim. "Odasına girdiği anda bir not bırakmalısın. Ben yazacağım."


Heyecanla cevap verdi.


"Yapamam, ona hizmet eden kadınlar başka." dedi.


"Prens Halikarnas?" dedim bu durumu kullanmamın çok zalimce olduğunun farkındaydım ama başka çarem yoktu.


Gözleri yüzümde gezindi. Derin bir nefes aldı. ''Prens Rodos'a güvenebilir miyiz?''


''Hayır.'' dedim net bir sesle. İstediği cevap bu değildi. ''Ama denemeye değer.''


Güldü. Ağzının içini çiğneyip bir süre düşündü. ''Denemeye değer.'' diye onayladı beni. ''Notu götüreceğim.''


Bana getirdiği mürekkepli bir kalem ve kalın bir kağıda isim yazmadan konuşmamız gerektiğini belirttim. Rodos, dün olaylara en az benim kadar şaşırmıştı. Arpa şurubu planı onun değildi, zaten Babil istemese Keops bunu yapmayacağını net bir şekilde belli etmişti. Kral çocukları arasında ayrımcılık yapıyor, üstelik bunu belli etmekten çekinmiyordu. Kağıdı Myra ile yolladım.


Beklerken zaman geçmiyordu. Odayı belki elli kez turlamıştım. Myra tekrar geldiğinde. "Yaptım." dedi heyecanla ve gülerek. Ellerimi ona doğrultup "Çak!" dediğimde bana anlamsız bir bakış attı. İndirip "Boş ver." dedim ve kıza sarıldım.


Eteğinin beline sardığı kalın kumaştan bir kağıt çıkarıp bana uzattı.


"Bunu gönderdi."


Kağıdı hızlıca açtım.


'Saraydan çık, feneri uçurduğun yerde bekle.'


"Feneri uçurduğumuz yere beni götürebilir misin?" dedim Myra'ya bakıp. Kız nefes nefeseydi.


Myra kafasını salladı. "Böyle çıkman garip olur." Üzerimi inceledi. "Bekle burada, halledeceğim." deyip benden yanıt beklemeden odadan çıktı. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki yerimde duramıyordum.


Elinde sarımsı bir pelerine geri geldi. Aynısından bir tane de üzerine giymişti. Hiçbir şey söylemeden sırtımdan geçirip önümden pelerini bağladı. Şapkasını kafama geçirdi. Kaşlarıma kadar kapatıyordu.


"Zaten dışarısı yağmurlu." dedi. "Benimle bir süre saray kadını gibi davranmalısın."


"İşe yarar mı?"


"Yüzünü açmazsan," dedi. "Belki."


Odadan çıkarken elimi tutup dikkatle etrafı izledi. Aşağı inene kadar tek karşılaştığımız koridor sonlarındaki nöbetçilerdi, onlara da kafamızı eğip selam verdik. Benim tek gördüğüm kendi ayaklarımda, kendimi Myra'ya bırakmış gidiyordum. Kafamı bir kez bile kaldırsam yakalanacakmış gibi hissediyordum. Pelerin kafamı ve yüzümün yarısını kapatsa da güvende hissetmiyordum.


Kapıdan çıkıp basamakları indik. Kara yağmur lekeleri vardı yerlerde. Ortadaki, çevresine havuz yapılmış aslan heykeli etrafından dolanıp çıkışa kadar uzun yoldan yürüdük. Taşlarla döşeli yolun etrafı çiçeklerle süslenmişti. Yer yer gördüğümüz asker nöbetçiler ve elleri dolu saray kadınları dışında kimse yoktu. Yağmur yağdığı için kimse bizi durdurmadı. Adımlarımız hızlıydı ama dikkat çekecek kadar değil.


Yolun sonundaki büyük demir kapıya geldiğimizde Myra durdu. Ben birkaç adım arkasındayım. Kafasındaki şapkayı indirdi ve nöbetçilere selam verip "Çarşı için dışarı çıkacağız." deyince adamlardan biri kapıyı açtı. Çıkarken göz ucuyla baktığımda birinin eğilmiş baktığını gördüm ama hızlıca başımı eğip yürümeye devam ettim.


Tanımamış olmasını umuyordum.


Saray gözden kaybolana kadar sakince yürüdük, beyaz evlerden birinden köşeyi dönünce elimi tutan Myra'ya ayak uydurup koştum. Bu, geçen panayırdaki gibi eğlenceli değildi. Korku ağır basıyordu.


Durunca etrafa baktım. Son geldiğimizde kalabalık olduğu için tanıdık gelmemişti. Şimdi etrafta tek tük insan vardı.


"Burası mı?"


Myra nefes nefeseydi. Onayladı.


Etrafımda yavaşça dönerek Rodos'u aradım, yoktu.


"Gel." dedi Myra kolumdan tutup çekiştirerek. Bana artık 'siz' diye hitap etmediğini fark edince kendimi iyi hissettim. Dükkanlardan birinin çatısı altında durduk. En azından buraya yağmur yağmıyordu. Dışarı kurulmuş tezgahta kumaşlar vardı. Satıcı bizi görüp yanımıza gelirken Myra göz kırpıp fısıldadı. "Prens gelene kadar."


Ellerini kumaşlarda gezdirdi. Satıcı üzerimize baktı. Kamburu çıkmış, beyaz sakallı bir adamdı.


"Saray için mi alacaksınız?" dedi üzerimizdekilere bakarken. Ellerini ovuşturdu. "İçeride daha iyileri var." Myra'ya baktım ama bir şey söylemedi. "Küçük Prenses için daha önce bir elbise dikmiştim." dedi adam. ''Çok övgü almıştı, Kral izin verirse hediye etmek isterim.''


Adamın kendine yağdırdığı övgüleri duymazdan geldik. Kafamı sağa çevirdiğimde bize doğru gelen Rodos'u görünce kalbimdeki çarpıntı arttı. Tekrar önüme döndüm. Yaşlı adam yeniden ağzını açacakken durdu, artık birkaç adım uzağımızda duran Rodos'a bakıp ıslak yerlere iki elini koydu.


Kral'ın önünde bu selamı verince ne kadar küçük göründüğünü fark ettim. Rodos'un cevap vermesini beklerken pelerinimin omzundan tutup ittirmeye başladı. Ayaklarım onun hızı ile birbirine dolanıyordu. Bıraksa kendim de yürüyebilirdim. Zaten kafamdaki yüzünden yarım görüyordum.


Myra'nın yetişip yanımdan yürüdüğünü fark ettim. Az önce açtığı kafasını tekrar kapattı. Yanından geçtiğimiz satıcılar dükkanlarının içine kaçtı. Kaçmak için zaman bulamayanlar az önceki adam gibi eğilmişti. Rodos'tan korktuklarını fark ettim, saygı ifadesi değildi bu hareketleri. Ama beni şaşırtmadı çünkü daha önce defalarca kez bu sahneyi yazmıştım.


Siyah atın önüne gelince omzumu bırakıp öne doğru itti. Yere yapışmadan durdum. Ona baktığımda Myra'ya dönmüştü.


"Saraya döneceksin."


Kız titriyordu. "Akşam olacak efendim. Yokluğunuz yemekte fark edilecektir."


"Benim mi?" Burnundan nefes verip güldü. Yağmur azalmıştı. "Senin ağzından tek bir şey çıkarsa o minik kafanı koparırım."


Myra o kadar korkmuş görünüyordu ki bir şey söylemek istesem de yapmadım. "Yürü!" diye bağırınca kız arkasına bile bakmadan geldiğimiz yoldan döndü. Myra görüş alanımızdan çıkana kadar arkasından baktı. Sonra bana dönüp büyük bir nefes verdi. Gözleriyle atı işaret etti.


"Bin."


Yağmur durmuştu ama bulutlar dağılmadı.


Loading...
0%