@cceccilia
|
Az önceki panik haline rağmen tekrar eski rahatlığına kavuşmuş yüzünü izlerken bir yandan dizimle kaldırıp masaya koyduğu ayaklarını ittim. ‘’Ne söyleyeceksen söyle işte, bir süre çıkıp nefes almam lazım.’’ Ayaklarını tekrar kaldırıp masaya koydu, hiç acelesi yokmuş gibi başını iki yana oynatarak boynundan garip sesler çıkardı ve yüzüme bakmaya devam etti. ‘’Uzun bir mesele, zaten açık pencere mi var? Neyin havasını alacaksın?’’ Yanaklarımı şişirip ofladım, ayağımdaki ayakkabıları çıkararak dizlerimi kendime çekerek oturup ona döndüm. ‘’Anlat o zaman lanet kolyelerimiz neden birbiriyle aynı, hem de arkasındaki harfe kadar?’’ Duyacağım cevaptan korktuğum için kaçıp duruyordum ama bunun bir anlamı yoktu. Aynı kolyeydi. Ben onun nesiydim? Bu adamla ortak olan neyimiz vardı ki ikimiz de bu trene kardeşimin kolyesiyle gelmiştik? ‘’Az önce, çocuk dışarı fırlatıldığında panik atak gibi bir şey geçirdin. Ne bu krizin sebebi?’’ Ona koz vermemeliydim. ‘’Anlatacak mısın, anlatmayacak mısın? Az sonra bu lanet tren duracak ve çıkan numaralar ikimizin olabilir. Kafan basmıyor ama olabilir.’’ Bana çok sakin bakıyordu. ‘’O-la-bi-lir.’’ Dedim heceleyerek. Başını iki yana salladı. ‘’Korkma.’’ Dedi sonra. ‘’Kendimden emin değilim ama... Sıra sana gelmeden önce muhtemelen duracak çok yerimiz var.’’ ‘’Ne demek bu?’’ İneceğim yer hakkında nasıl böyle kesin konuşabilirdi? ‘’Duydun işte.’’ ‘’Ne biliyorsun?’’ Ufak bir kahkaha atarak başını iki yana salladı ve iki eliyle yüzünü kapadı. ‘’Affedersin.’’ Dedi şaşkın bakışlarımın altında. Elleri hâlâ yüzünde olduğundan sesi boğuk çıkıyordu. ‘’Sinirlerim bozuldu.’’ Bileklerini tutup sabırsızca ellerini indirdim ve çenesinden tutup başını kendime çevirdim. ‘’Bana bak. Bu gözleri görüyor musun?’’ Yüzünde aptal bir sırıtış vardı. ‘’Evet.’’ Dedi. ‘’O gözleri nihayet görüyorum.’’ ‘’Güzel. Bak iyi bak. Seni trenin ilk durduğu yerde numaran çıksın ya da çıkmasın, fırlatıp atarım tamam mı? Hemen ne biliyorsan anlat.’’ Çenesini iki parmağımın arasında iterek bıraktığımda kaşları çatıldı, sonra tekrar gülümsedi ve ufak bir ıslık çaldı. ‘’Tabii ya...’’ diye mırıldandı. ‘’Senin gibi biri.’’ Başını aydınlanmış gibi sallayarak dudaklarını ısırdı. ‘’Ne saçmalıyorsun sen be!’’ beni böyle rahat izlemesinden, benimle böyle rahat konuşmasından nefret ediyordum. ‘’Kardeşin, az önceki çocuğa bakınca aklına gelen oydu. O krizin sebebi de oydu.’’ ‘’Evet ya da hayır. Seninle daha önemli bir konumuz var. Kolye. Neden hem sende, hem bende?’’ Gözleri yavaşça gözlerimden boynuma kaydığında hâlâ açık olan yakamdaki düğmeyi ilikledim. ‘’Ben onu çaldım.’’ ‘’Bende işte, nasıl çaldın? Kimindi o kolye?’’ Oflayarak başımı aşağı eğdiğimde az önce benim ona yaptığım gibi çenemi iki parmağıyla tutup yüzüne çevirdi. ‘’Bana bak.’’ Dedi aynı benim tonlamamla. ‘’Bana iyi bak. Kimim ben?’’ Bilmiyorum, kimsin sen? ‘’Sence bu trene ilk binişim mi benim?’’ Elini tutup sertçe ittim ve çenemi bırakmasını sağladım. ‘’Zaman Treni’nin ilk seferi bu. Ne demek ilk binişim mi?’’ Hayır, hayır, hayır. Aklıma gelen o ihtimal olmasın. ‘’Sen akıllı bir kızsın.’’ Dedi ve başını karşıya çevirdi. ‘’Ha- hangi yıl? Hangi yıldan geldin sen?’’ ‘’2145.’’ Derin bir nefes verdim. 2145. İki bin yüz kırk beş. Çokmuş. ‘’Bu tren, o zamanda da mı kullanılıyor?’’ Cılız çıkıyordu sesim. Daha büyük şeyler duyacağım kesindi. Başını sallamakla yetindi. ‘’Senin ilk cezan değil bu.’’ ‘’Değil.’’ Ayaklarımı indirip dirseklerimi dizlerimde birleştirerek eğildim ve önüne eğdiğim yüzüne baktım. ‘’Ben, ben...’’ Durdum. ‘’Yani demek istediğim... Ben senin büyük büyük büyük annen falan mıyım? Torunum bir hırsız mı oldu? Soyum böyle mi devam ediyor?..’’ ‘’Ne?’’ Yüksek sesle gülmeye başladı. Başını geriye yaslayıp bir yandan gülmekten yaşaran gözlerini siliyordu. ‘’Ne, neden gülüyorsun?’’ ‘’Büyük büyük annem mi?’’ Başını sallayıp gülmeye devam etti. ‘’Sen mi?’’ ‘’Ne var be?’’ Derin bir nefes alıp dudaklarını birbirine bastırarak yüzüme baktı. ‘’Korktuğun şey bu mu, torununun bir hırsız olması mı?’’ ‘’Çok iyi sayılmaz tabii, doktor mühendis olsun isterdim.’’ Bir elini alnına bastırıp saçlarının içinden geçirdi. Başını yana yatırıp omzuna dayadı ve bir elini saçlarıma götürdü. ‘’Büyükanne, baksana hiç sana benzemiş miyim?’’ Alnımı kırıştırıp anlamayan gözlerle ona baktım. Yüzündeki aptal sırıtışın tekrar belirmesi çok sürmedi. Elini ittirip ‘’Aptal.’’ Diye mırıldandım. ‘’Aptalsın.’’ ‘’Değilsin. Benim hiçbir şeyim değilsin.’’ Durgunlaşmıştı. ‘’Olmanı istemiştim sadece.’’ ‘’Ne demek o?’’ DÖRDÜNCÜ DURAK, 12 OCAK 2041. Başımızı aynı anda hoparlöre çevirip gelecek olan sayıları dinlemeye koyulduk. Tuhaf bir şekilde, o söylediğinden beri kendi adımın çıkmayacağını hissediyordum. Bu beni güvende hissettiriyordu. YOLCULARIMIZ 1 VE 2. YARIM SAAT İÇİNDE BİRİNİZ BU TRENDEN ÇIKACAK. İYİ ŞANSLAR. Art arda numaralar aynı vagonda mıydı? Birbirini tanıyan iki kişi miydi bunlar. Tren koca bir sessizliğe gömüldü. On beş numaranın ölmesi, baştakilerin isteği dışında olmuştu ama hiçbir uyarı vermemişlerdi. Oysa istekleri dışında olan her şey, otoriteye her itiraz, her başkaldırı onları deli ederdi. Acaba durum ileride de böyle miydi? Dokuz numaraya o kadar çok şey sormak istiyordum ki... O dalgacı tavrı, bendeki inat buna büyük bir engeldi. Hem az önce ne demişti o? Ne saçmalıyordu? Kafamı oynatmadan gözlerimi ona çevirdiğimde göz göze geldik. Az önceki konuya devam etmek için ağzımı açtım ama ‘’Şşşşşt...’’ sesiyle beni durdurdu. ‘’Sadece izle.’’ Fısıldıyordu. Kaşlarıyla camı işaret ettiğinde başımı yana çevirerek dışarı baktım. 2041 bizi selamlıyordu. Kış, örtüsünü doğanın üzerine usulca sermişti. Buradan bakınca her şey huzurlu görünüyordu ama hayır. Büyük kıtlık, salgın hastalıkların getirdiği hastalıklar ve zenginlerin lüks hayatına rağmen midelerine tek lokma ekmek girmeyen yoksulların baş kaldırıları, iç savaşlar, sınır ihlalleri, büyük ülkelerin sidik yarışı... Her yıl milyonlarca insan açlığa bırakılıyor, nüfus eksiltmesine gidilip tüm insan hakları yok sayılarak her ülkeden kurayla seçilen bir milyon insan yakılarak yok ediliyordu. 2041, en az diğerleri kadar korkunç bir yıldı ve büyük devrime daha iki yıl vardı. Büyük bir gürültü koptu, metalin metale çarpma sesi. İrkilip sıçradığımda dokuz numaranın elini elimde hissettim. ‘’Kalkma.’’ Diye fısıldadı. ‘’Bir şeyler oluyor yine.’’ Haklıydı. İki bedenin trenden el ele fırladığını gördük. Karlı arazinin ortasında hızlıca koşarken ellerini bırakmayan bir kadın ve adam. Birbirlerinden vazgeçmemişlerdi. Hiç kimseyi feda etmemişlerdi. Trenden sakince çıkan, tamamen beyaz giyimli bir muhafız. Elindeki şeyi, bir kez babama kullanmışlardı. İki el yetti. Kadına bir tane, adama bir tane. Artık ikisi yerde yatan cansız birer bedenden ibaretti. Gözlerimi sıkıca kapadım. İstekleri dışında hiçbir şey olamazdı. Tek kişi inecek dedilerse tek kişi inmeliydi, öl derlerse ölmek, yaşa derlerse yaşamak zorundaydınız. Tren tekrar hareket etti ve beklediğimiz anons duyuldu. HÜKÜMET ÇOK ADİL VE MERHAMETLİDİR, YALNIZCA İTAAT EDENLERE. Sonra sessizlik. |
0% |