@cceccilia
|
İnsanlar ne zaman birbirlerini renklerine, ırklarına, inandıkları şeye göre, milletlere, mitlere ve sayamayacağım sayısız şeye göre ayırmaya başladı hiçbir fikrim yok. Böyle mi doğduk? Bu bir koruma alanı oluşturma çabası mı? Başkalarına basarken nasıl yükselebiliriz? Hadi diyelim yükseldik, ayaklarımız onun sırtındayken o yere yığıldığında biz de onunla aynı yerde olmaz mıyız? "Aziza neden böyle bir çocuk baba?" Babam, çiğnediği lokmayı bir süre ağzında tuttu, sonra beni duymazdan gelerek yemeğine devam etti. Çocuk kalbimin kırıldığını hatırlıyorum. "Baba?" Cevap yok. Babama o gün çok kızmıştım. Bir açıklama istiyordum ama cevap vermiyordu işte. Artık bu konuları konuşmaktan kaçmak istemiyordum. "Diğerlerinin kardeşleri onlarla oynarken, bir şeyler paylaşırken benimki bana cevap bile vermiyor." Yaşlı gözlerle kaşığı ağzıma sokarken ağlamamaya çalıştığım yüzüm geliyor gözümün önüne. Bazı anlarda kendimizi karşıdan görmememize rağmen nasıl göründüğümüzü biliriz ya, öyle işte. Babam o gün hiçbir şey demedi, beni teselli de etmedi, sonraki gün ve ondan sonraki gün de öyle. Ama bir gün, ne kadar sonra olduğunu hatırlamadığım bir gün elinde Aziza'nın çizdiği bir resimle yanıma geldi. Kalabalık bir grubun çok uzağına küçük, siyah bir karaltı çizmişti. Babam işaret parmağını o karaltının üstüne bastırdı ve "Kendisini çizmiş." dedikten sonra hıçkırıklara boğuldu. Farklı olanı kabullenmeyi kardeşimle öğrendim ben. Dokuz numara bana bakıyordu. Yirmi sekiz numaranın yanından onu alıp götürüşüm geldi gözümün önüne. Siyahlara iyi şans yok. Tren, zaman tüneline tekrar girdiğinde büyük bir sessizliğe gömülmüştü, yine. Kız, biz yanından ayrılana kadar yerde öylece beklemişti. Belki hâlâ bekliyordu. Hiç şansı yoktu. Hükümetin de istediği gibi. İnince öleceğini bilsen ne yapardın? Hissetmiş olmalıydı. İnsanlar ölümü hisseder miydi bilmiyorum. Annem hissetmiş miydi mesela? Ne yapacağını öğrenememiştim bile. Gözlerimi kapatıp tuttuğumu fark ettiğim büyük nefesi verdim. "Kapatma." dediğinde gözlerimi açıp ona baktım. "Ne?" "Gözlerini kapatma. Zaten göreceğim sınırlı zaman var." Yerimde rahatsızca kıpırdandım. "Yine saçmalıyorsu-" "Hayır. Ciddiyim. Görmedin mi, kime ne olacağı belli bile değil." Cevap vermedim. Zaten vermeme fırsat kalmadan hoparlördeki iğrenç ses kulaklarımıza doldu. KEYİFLİ BİR YOLCULUK OLSUN İSTİYORUZ. BİRAZ MÜZİK DİNLETİSİ! NEŞELENİN BAYANLAR BAYLAR. Hemen ardından hepimizin bildiği, milyon yıl geçse de bizden geçmeyecek o şarkı yükseldi. Dance Me To The End Of Love. Trenin içinde Leonard Cohen'in o müthiş sesi yankılanırken yaşadığımız şeyin dramatikliğine tam puan verebilirdim. Neşelenin bayanlar baylar, az önce arkamızda bir suçluyu bıraktık. Üstelik siyahi! Dance me to your beauty with a burning violinDance me to the through the panic till I'm gathered safely inLift me like an olive branch and be my homeward dove Kafamdaki düşünceleri susturamadan dokuz numara önümde diz çökmüş, bir elini bana açmıştı bile. "Ne yapıyorsun?" Yüzünde bir sırıtış vardı. Hayır hayır. Kabul etmem gerek. Güzel bir gülümsemeydi bu. "Dans et benimle," dedi yüzüme bakarken ve ekledi. "Aşkın sonuna dek." Kollarımı bağlayıp çatık kaşlarla başımı iki yana salladım. "Onlara istediğini vermeyeceğim, az önceki sahneden sonra asla." "Onlara değil," dedi ve ayağa kalkıp önce kolumu tutup hafifçe aşağı kaydırarak elimi avcunun içine aldı ve biraz da güç kullanarak beni kaldırdı. Boştaki elini belime koyup beni iyice kendine çekerken göz kırptı. "Yalnızca bana." Oh, let me see your beauty when the witnesses are gone Omzuna koyduğum elimle onu itmeye çalışsam da başarısız olunca teslim oldum. Kabul etmem gerek, iyi hissettiriyordu. Biraz eğilerek yüzünü bana yaklaştırıp alnını alnıma dayadı, kısık sesle şarkıya eşlik ediyordu. Dance me to the wedding now, dance me on and on Bir ileri bir geri gidip gelirken dizlerimiz koltuklara ve masaya değiyordu. "Şimdi beni öpmenin tam zamanı, bir daha bu şansı sana vermeyeceğim." dediğinde güldüm. "Çok yazık." diyerek başını iki yana salladığında gülüşüm büyük bir kahkahaya dönüştü. "Çirkin güldüğün için sabahtan beri somurtuyormuşsun ben de beni sevmedin sanmıştım." Ayağımı ayağının üstüne koyup sertçe bastırdım. "Seni çok sevdim." Yüzünü ekşitti ama yine de gülüyordu. "Beni herkes sever." Dance me to the children who are asking to be born "Buz gibiymiş ellerin." dedi kısa da olsa bir an ciddileşip. Omuz silktim. "Hep öyle." Kısa bir duraksamadan sonra devam etti. "O kadın için üzgünüm." Yirmi sekizi kastediyordu. "Ben de öyle." Elini bırakıp biraz ondan uzaklaştım. Kafamı kaldırıp tavandaki kameraya baktım. Ne düşündüğümü anlamış olacak ki boğazını temizleyip ısrar etmeden yerine oturdu. "Lavaboya gitmem gerek." dedim açıklama yapma gereği duyarak. Dance me to your beauty with a burning violin Başını sallayıp cama döndü. Sürgülü kapıyı açıp koridora çıktım. Şarkı, koridorda aralıklarla tava yerleştirilmiş hoparlörlerden tüm sesi bastırıyordu. En sondaki kapılara ulaştım. İçeride kimse yoktu. Ellerimi yıkadıktan sonra suyu iyice ısınmış olan enseme ve yüzüme çarptım. Saç diplerimi ıslatıp başımı iki yana salladım. Bu tren iyice sıcak olmuştu. Aynadaki yansımam, yukarıdan vuran sarı ışığın da etkisiyle solgun görünüyordu. Omuzlarımda biten saçlarım kabarmış, üstümdeki elbisenin beli kaymıştı. Sırtımı dikleştirip önce elbiseyi, sonra saçlarımı düzelttim. Onun yüzü gözlerimin önüne geldiğinde tuhaf bir şekilde daha güzel olma isteği baş gösterdi içimde. Neyse ki bu aptal düşünceyi çabucak susturup kapıyı açtım. Dışarı çıktığımda şarkının son nakaratı söyleniyordu ama bir terslik vardı. Bana doğru gelen bir terslik. Başını siyahilerin aldığı kocaman bir kalabalık hızlı adımlarla yürüyüp yumruklarını havada sallıyorlardı, sesleri şarkının bitmesiyle daha da netleşmişti. Onlar yürürken kompartımandan çıkıp onlara katılan kişilerle sayıları daha da artıyordu. Bana doğru geliyorlardı, hayır hayır, başımı arkaya çevirip baktığımda kocaman bir 'GİRİLMEZ' yazısı gördüm. Oraya yaklaşıyorlardı. Bana iyice yaklaştıklarında attıkları slogan nihayet netleşmişti. İYİ ŞANS YOKSA BİZ YARATIRIZ. |
0% |