@cceccilia
|
Kalabalığın arasına karışmış, geri dönmeye çalışıyordum ancak hem birbirlerini hem beni ittirip durdukları için bu mümkün değildi. İri yarı adamlar personel girişinin olduğu kapıyı yumrukluyorlardı. Birkaçının yanından geçebilmiştim ama yine de önümde etten duvarlar vardı. ‘’İstediğimiz yere gideceğiz!’’ ‘’Burada çoğunluk biziz!’’ ‘’Açın kapıyı, tren bizim!’’ ‘’Artık bizi yönetemezsiniz!’’ Yirmi sekiz numaranın yaptığı işaret, uzattığı yumruk, ardından barış işreti, ona seçim hakkı tanınmaması, ölüme terk edilmesi, on beş numarayı rahatça birleşip öldürebilmeleri... Güç bulmuş olmalıydılar. Bu kadar suçluyu bir araya toplayıp sessiz sakin durmalarını beklemek akıl işi değildi. Gözüm dokuz numarayı arıyordu ama görünürde yoktu, zaten çok şey görebildiğim de yoktu. ‘’Geçebilir miyim, hey! Müsaade eder misiniz?’’ Sadece siyahlar değil, trene giren yüz yolcunun yarısından fazlası koridoru doldurmuştu. İstediklerini almadan dönmeyeceklerdi. Bir anons duyuldu. HERKES YERİNE. TEKRAR EDİYORUM. TÜM YOLCULARIMIZ, YERİNE. TEKRAR EDİLMEYECEKTİR. SORUN İSTEMİYORUZ. Tabii ya! Bahsettiği terslik buydu işte... Zaman Treni’nin ilk seferinin başarısız olmasının sebebi buydu! Birkaç kişiyi ittirip kendime yol açmaya çalıştım ama buna izin vermiyorlardı, doğrusu gözleri o kadar dönmüştü ki beni görmüyorlardı bile. ‘’Yirmi yedi!’’ O tanıdık sesi duyduğumda ayaklarımı kaldırıp onu görmeye çalıştım ama önümde duranların boylarından bir şey göremiyordum. ‘’Buradayım!’’ Elimi kaldırıp havada salladım beni görmesi için. ‘’Buradayım, dokuz, buradayım!’’ Kalabalığın arasında gürültüye rağmen onun sesini ayırt edebiliyordum. “Bekle, kal orada geleceğim!” Olduğum yerde beklemek, beni ittirip ilerlemeye çalışanların varlığı yüzünden zordu ama bana yakın olmalıydı. “Açın kapıyı, tren bizim, istediğimiz yöne gitmenin vakti geldi!” En önde kalabalığın başını çeken iri yarı adamın sözleriydi bunlar. Az önceki anonsa rağmen devam etmeleri hiç iyi değildi. Tren, siyah tünelin içinde ilerlemeye devam ediyordu. Bu yüzden dışarıdan içeri giren azıcık ışık bile yoktu. Koridor tabanındaki aydınlatmalar da pek yeterli sayılmazdı. “Çekil lan!” O, nihayet görüş alanıma girdiğinde birkaç adım attım. Önündekileri ittirip bana yaklaşmaya çalışıyordu ama beni henüz görmemiş olmalıydı. “Buradayım, dokuz!” Başını kaldırdı ama daha gözlerimiz buluşmadan koridor karanlığa gömüldü. Işıklar sönmüştü, bu sözlerini dinlemediğimiz için kasten yapılmıştı. Tek bir ışık bile yoktu. Çığlıklar artmış, sloganlara ağlayan kadın sesleri karışmıştı. Başıma bir şey çarptı, biri. Yanımdan hızla geçti. Omuzlarıma, dizlerime çarpıyorlardı ve ayaklarımın ucunda hareketlilik hissediyordum. Birileri yere düşmüş olmalıydı. Bir el kolumu kavradığında onu tuttum. “Dokuz, sen misin?” İnce derili, soğuk bir eldi. O değildi. Bana iyice yaklaştığında onu itmeye çalıştım ama çok sıkı tutuyordu. “Karımı öldürdüm.” Dedi tıslar gibi bir sesle. “Karımı öldürdüm. Karımı öldürdüm.” Aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordu. Bu, trene binme sebebi olmalıydı. “Yirmi yedi!” Ses önümden geliyordu. Kolumu tutan yaşlı adamla birlikte sese doğru bir adım attım ve başımı çarptım. Oydu bu, kokusundan anlamıştım. Boşta olan kolumu tuttu. “Sen misin?” “Evet, benim benim.” “Sakın ayrılma yanımdan.” Yan dönüp birkaç adım attığında onu çekiştirerek durdurdum. “Ne var?” diye sordu bu kez. Hiçbir şey göremiyordum ve en ufak ışık olmadığından gözlerim karanlığa alışamıyordu. “Kolumda biri var.” Dedim yalnızca. “Benim o.” Çok akıllı bir adamdı, gerçekten. “Diğer kolumu diyorum be!” “Karımı öldürdüm. Karımı öldürdüm.” “Kim var?” Sıcaklığından bana yaklaştığını ve sıkıca diğer kolumu kavradığını hissettim. Elini başka bir el arar gibi gezdirdi üzerimde ve o yaşlı adamı bulunca sertçe kolumu bırakmasını sağladı. “Karımı öldürdüm.” Arkama geçti ve iki omzumu sıkıca tutarak kulağıma eğildi. “Yürü ve kalabalıktan çıkana kadar sakın durma. Ortalık fena karışacak.” Biliyordum. Bunu artık hepimiz biliyorduk. SON UYARIMIZ. MUHAFIZLAR DEVREYE GİRMEDEN HERKES KOMPARTIMANINA DÖNSÜN. TEKRAR EDİYORUM. SON UYARIMIZ. MUHAFIZLAR DEVREYE GİRMEDEN HERKES KOMPARTIMANINA GİRSİN. TEKRAR EDİYORUM SON... Bu ses insanların sesini bastıracak kadar yüksekti. Arkamda onu hissettiğim için artık adımlarımı daha güvenle atıyordum ama yine de çok korkuyordum. Arada elini omzumdan ayırıp üstümüze gelenleri itmek için kullanıyor, onun dışında Benden ayrılmıyordu. “Neresi bizimdi?” dedim başımı çevirip onu sanki görebilecekmişim gibi. “Bizimkini çoktan geçtik. Gir birine.” Duvar tarafına çok uzaktık. “Yana kaymamız gerek.” Elini omzumdan belime kaydırdı ve insanlar arasında açılan ufak boşluk anında faydalanıp benimle birlikte cam tarafından kapıların olduğu tarafa geçti. Elimle duvarı yoklayarak bir kapı bulur bulmaz açtım ve kendimi içeri attım. “Aferin sana.” Dediğinde kapının tekrar kapandığını duydum. Belimi bırakmıştı ama bir eli hâlâ bileğimdeydi. Oturacağım sırada beni çekip duvar dibine sürükledi ve “Burada ayrılma.” Dedi. “Ne olur ne olmaz.” “Kimse yok ki burada.” “Olsun, tedbir alma-“ Bir öksürük sesi. “Kimsin sen?!” Başını koltukların olduğu tarafa döndüğünü ve beni bırakmadan birkaç adım attığını hissettim. “Kimsin lan?! Ses ver!” Bir ağlama sesi. İncecik bir ses. Kırılgan. “Dokuz,” dedim o olduğunu düşündüğüm yere bakarak. “Bir çocuk.” “Evet.” Dedi ve büyük bir nefes verdi. “Çocuk. Çık. Sana zarar vermeyiz. Kapının yanındayız. Gel.” “Masanın altındayım.” Dedi küçük bir oğlan sesi. Kalbim sesiyle gerçek anlamda paramparça oldu. Çok korkmuş olmalıydı. “Tamam çık.” Sesi sabırsız çıkıyordu. “Bak elimi uzattım. Hadi gel.” Çocuğun doğruluğunu onaylayan bir hareketlilik oldu ve sonra bir gürültü, ağlama sesi arttı. “Lanet olsun, çocuklardan nefret ediyorum. Ne oldu!” dediğinde elini sıktım. “Bağırma.” “Kafam...” burnunu çekti. “Kafamı çarptım.” “Tamam, sakinim.” Derin bir nefes aldı. “Ağlarsan acısı daha uzun sürer.” Çocuğun ayağa kalktığını duyabiliyordum. “Gel sesimize.” Dedim yumuşak olmasına dikkat ettiğim sesimle. Birkaç ufak adım sesi. Dokuzun onu tutup çektiğini ve yanıma bıraktığını duydum. “Aferin sana.” Dedim bacaklarımın boyuna gelen kafasını okşayıp. Başımızın tam üstünden gelen sesle irkildim. MUHAFIZLAR DEVREYE GİRİYOR. BU OLAYA KARIŞAN HERKES İÇİN CEZA VAKTİ. “Durun burada. Ne olduğuna bakıp geleceğim.” Dediğinde onu tuttum. “Gitme, karışık zaten dışarısı.” Işıklar yandı, söndü. Yandı, söndü. Yandı. Sönmedi. Muhafızlar geleceği için yakmış olmalıydılar. Gözleri yüzümde gezdi. “Gidip bakmam gerek. Hem artık karanlıkta bırakmazlar.” Gözleri aşağı, yanımda duran çocuğa kaydı. “Ne çirkin bir şeymiş. Civciv gibi.” Tekrar bana baktığında elimi onay almak, güven vermek ister gibi hafifçe sıktı. “Sakın buradan çıkmayın. Anlaştık mı? Çabuk geleceğim.” Kafa sallamakla yetindim. “Tamam.” Dedi ve çıkıp arkasından kapıyı kapattı. Elimi sıkıca tutan çocukla yalnız kaldım. |
0% |