Yeni Üyelik
22.
Bölüm

17. Bölüm

@cceccilia

Muhafızların ayak sesleri birer birer koridorda yankılanırken bana aşina olduğum bir sesi hatırlattı. Kaldığım hücrede tavandan damlayan suyu. Zamanı ona göre tahmin ediyordum o zamanlar. Bundan tam iki yıl önce yani.


"Bir adamı öldürmüşsün, kafasını taşla ezerek hem de!"


Ben yapmadım.


"Konuş!"


Konuşamadım. Ben konuşamadıkça daracık dört duvar arasında dinlediğim su damlalarının sayısı artıyordu.


Tik tak. Tik tak.


Babamla Aziza'yı düşünmeden edemiyordum. Aziza... o küçücük bedenine rağmen bunları yapabilecek o sınırsız ve kontrolsüz gücü...


'İçine şeytan kaçmış bunun.' Laflarına kulak asmamaya çalışsam da belki de insanlar haklıydı. Yoksa hangi çocuk elinde kanlı bir taşı ablasına uzatıp gülümseyebilirdi ki?


Yine de o burada olmamalıydı. Olamazdı. Hükümet, çocuk bile olsa suçlulara acımazdı.


Yanımda, köşeye sinmiş beni izleyen civcive acımadıkları gibi.


"Şşşşt... Kaldırın kafanızı." Dokuz numara pencereden çekilmiş ve tek eliyle bileğimden tutarak beni ayağa kaldırmıştı. Sonra tekrar eğildi ve köşedeki çocuğu yakasından tutup kolunun altına aldı. Çocuk çok korkuyor olmalıydı ki biraz rahatsızca kıvranmaktan başka hiçbir şey yapmadı.


"Şimdi çıkacağız, sen benim hemen arkamda kal."


Boştaki elini bana uzatınca tereddüt etmeden tuttum.


"Bir planın var mı?"


Başını iki yana salladı. "Yok."


"Çok güven vericisin."


Sürgülü kapıyı açtı ve dışarı adım atmadan eğilip yanağımı öptü. "Sen de bu kadar korkmayınca daha güzelsin."


Budala.


Vakit kaybetmeden dışarı çıktı, elimi bırakmıyordu. Koridor boşalmıştı.


Duvarın dibinden ayrılmadan sola döndü. Sürekli arkamı kontrol ederek ona eşlik ediyordum.


"Eninde sonunda çıkaracaklar bu trenden. Her yer kamera dolu." Diye fısıldadım aceleyle.


"Evet." Dedi. Çocuğu da taşıdığından nefes nefeseydi. "Amma ağırmışsın velet. Civciv değil horoz olmuşsun sen. Biraz daha yersen ben seni kesip yiyeceğim."


O sesini kısma gereği bile duymuyordu.


"Evet, bulacaklar. Ama onlar bulmadan biz atlarsak ve o lanet tünelin içinde ellerimizi bırakmazsak, istersen sarılabilirsin de tabii," Çocuğu yere bırakıp dizlerinin hemen dibinde önüne aldı. Sonra beni kendi önüne geçirdi ve ilerlememem için sırtımdan hafifçe ittirdi. "Aynı zamanda inebiliriz ve ben senin imparatorun olabilirim." Alayla güldüğünü duydum.


Dirseğimi, şu an bize lazım olduğu için çok acıtmamaya çalışarak karnına geçirdim.


"Sustum." Diye fısıldadı.


Tren durmadı ama aniden yavaşladı. Geriye doğru savrulurken duvara tutunmaya çalıştım ama başarısızdı. Yere devrilirken hızlıca doğrulup dizlerimin dibine düşen çocuğu kaldırdım.


"İyi misin?"


Gözleri yaşla dolmuştu ama kafasını salladı.


"N'oldu? Bir yerin mi acıyor?"


"Abla..." dedi ama devamını getiremeden boynuma sarıldı.


"Korkma demedim mi sana?" onu nasıl teselli edeceğimi bilmiyordum. Aziza gibi değildi, normal bir çocuktu işte. Normal çocuklar ağlar ve teselli isterlerdi.


Biraz gerimizde duran dokuz, bu yükü üstümden alarak ikimize birden sarıldı ve çocuğu saçlarından öptü.


"Bir daha ağlarsan kafanı koparırım, tamam mı çocuk?"


Hayır, hayır. O da bu işten anlamıyordu.


"Şimdi kalk da şu piç herifler gelmeden kapıya ulaşalım."


Çocuk gerçekten de ağlamayı kesip bizimle birlikte ayağa kalktı.


"Siz! Orada kalın..."


Başımı çevirdiğimde koridorun ucunda elindeki uzun, şekilsiz silahı bize doğrultan bembeyaz giyinmiş muhafızı gördüm.


"Tamam dostum, buradayız işte." dedi dokuz önümüze geçip ellerini iki yana kaldırarak. "Senin gelip bizi atmanı bekliyorduk.


Muhafız kendinden emin adımlarla bize yaklaşırken dokuzun bir planı olduğunu biliyordum. Çocuk dizlerime yaslanmış, elbisemi sıkıca tutuyordu.


Muhafız yanımıza tam olarak yaklaşmadan iki adım uzakta durdu ve emretti. "Sırtınızı dönün ve ilerleyin."


İki kapı ileride başka bir muhafız önüne yaşlı bir adamı almış gülümseyerek bizimkine baktı.


"Sen daha kârlıymışsın. Üç kişi ha?"


"Evet." Diyerek güldü bize silahını doğrultmuş olan. "Senin bunaktan çok daha iyi iş çıkarmışım."


Diğeri, sesinde hırs dolu bir ifadeyle bizi süzdü. "Skoru topluyorsun. Kafa başına kazandığın parayla bir içki ısmarlarsın ha?"


"Olur." Dedi ve ufak bir kahkaha attı.


Piçler.


Önümüzde duran, yaşlı adamın sırtına silahı bastırarak ittirdi.


Birkaç adım attıktan sonra durdu ve başını bize çevirip gözlerini gözlerime dikti.


"Baksana," dedi ama bunu bana değil, muhafız arkadaşına söylüyordu. "İçkiyi boş ver. Bana kızı ver."


Dokuz numara beni alabileceklermiş gibi hızlıca kolumu kavradı.


"Trenden atmadan önce," güldü. "İşimi görür."


"Seni piç!" diye gürleyen dokuz, tutmama fırsat kalmadan iki adımda muhafıza yaklaştı ve kafasını yüzüne geçirdi. Adam acıyla yere yığılırken silahı bir köşeye savruldu. Elindeki adam, yaşına göre hızlı adımlarla oradan uzaklaşmaya çalışsa da tam arkamdaki silahtan çıkan kurşun sırtını delip, muhtemelen kalbine yerleşti ve yere yığıldı.


Dokuz, tüm hırsını yerdeki muhafızdan çıkarıyordu. Art arda defalarca kez yumrukladı.


Ona doğru eğilip omzundan çekiştirdim ama başarısızdı. Diğer piç, çoktan silahını omzuna dayamıştı.


"Kalk!"


Yumruğu havadayken durdu ve yerdeki adamın yüzüne tükürüp ağzını elinin tersiyle silerek ayağa kalktı. Göz ucuyla bana baktığında sinirden alnındaki ve boynundaki tüm damarları görebiliyordum.


Başımı onu onaylamayarak iki yana salladım. Kaşları çatıldı. Burada, bir aptalın sözüyle bunu yapmak anlamsızdı.


Yerdeki muhafız öksürerek ayağa kalkmaya çalıştı ama başarısız olunca yere yatıp sağlam bir küfür etti.


Silahını dokuzdan ayırmayan muhafız, bir eliyle beni öne ittirdi ve yerdeki arkadaşına mırıldandı. "Kalk ve al şunu."


Dokuz, iki elini yumruk yapmış, kendisine silah doğrultan muhafıza baktı.


"Tek bir hamlende şu çocuğu gebertirim." Dedi adam boştaki eliyle tuttuğu civcivi gösterip.


Çocuk tekrar ağlamaya başlamıştı. Önce çocuğa bakıp gülümsemeye çalıştım. "Korkma." Dedim yalnızca ağzımı oynatarak. "Tamam." diye fısıldadım dokuzun yanından geçip silahını yerden almış doğrulan muhafızın önüne düşerken. "Seni bekleyeceğim ve sensiz bu trenden asla inmeyeceğim. Korkma."


Cevabını beklemeden sırtımı dönüp yürümeye başladığım anda, sırtımda silahın ucunu hissedebiliyordum.


Söylediklerimin yalan olduğunu ikimiz de biliyorduk. Gözlerim yaşarmıştı ve ona ağlayarak veda etmek istemiyordum.


"O pisliği ben olmadan atma," dedi arkamdaki şerefsiz. "İki yumruk çakmadan rahat etmeyeceğim."


Arkadaşı gülerek yanıt verdi. "Hemen arkanızda olacağız."


Sessizce önünden yürüyordum ve inatla silahı sırtıma bastırıyordu.


"Yirmi Yedi!" diye bağırdı arkamdan. Bu sesi uzun süre duyamayacak olmak acı vericiydi. Sanki yıllardır tanıyordum ve şimdi beni çok iyi bilen birine veda ediyor gibiydim.


Vedalardan nefret ederdim.


Ses çıkarmadım. Onun bağırışlarını artık duyamayacak kadar uzaklaştığımızda şükrettim.


Kapının önünde durduk. Arkamdaki muhafızın silahı sırtımdan çekip kapının yanındaki düğmeye uzanmadan önce kulağıma eğilip iğrenç sesiyle fısıldayışını dinledim.


"Senin gibi küçük sürtüklere mi kaldım? Cehenneme kadar yolunuz var."


Parmağını tuşun üstüne koydu ama basmadı. Bize doğru koşan adam dikkatini dağıtmıştı.


Dokuzdu bu.


Muhafızın sinirlenmesini bekledim ama yapmadı. Yalnızca büyük bir kahkaha attı ve silahı ona çevirip hiç düşünmeden sıktı.


"Dokuz!" diye çığlık attığımda bir eli boğazıma yapıştı.


Omzundan vurulmuştu. Anında kan içinde kalan gömleğinden yarasının derin olduğu belliydi.


Bir elini omzuna götürdü ve yere yığıldı.


Muhafız tuşa bastı ve tren, hiç durmadığı o tünelin ortasında büyük bir gürültüyle bize kapılarını açtı.


Muhafız, rüzgara direnerek boştaki eliyle kapının yanındaki kola tutundu ve beni tüm gücüyle dışarı itti.


Siyah tünelin içinde savrulmaya başlamadan ve kendi yoluma gitmeden önce son gördüğüm şey, kapanmak üzere olan bir çift siyah, güzel gözdü.



Loading...
0%