Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@cceccilia

Savaş istiyorlardı. Biz onların umurlarında değildik. Hükümet yalnızca eğlence istiyordu çünkü zaten suçlu, işe yaramayan, üretim fazlası elemanlardık biz. Bir değerimiz yoktu. Onlara çalışan adamlar değildik. Ne askerdik, ne doktorduk, ne de onların koyduğu kurallara göre oynayan avukatlardık... Yalnızca kendimizdik. Asilerdik. Bozuk olanlar bizlerdik. Onlar daha iyi yaşasın, daha ileri gitsin diye toplumdan uzaklaştırılması gereken bizdik.


Hızlıca çevremi tararken gözlerim masada konyak şişesiyle birlikte gelen kullanılmamış bardağa kaydı. Ona doğru hamle yapıp bardağı aldım ve trenin güçlü camına vurup iki parçaya ayırdım. Bir parçayı temkinle elime alırken diğerini ona uzatıp ayağa kalktım.


"Kımıldama sakın."


Dokuz numara bana gülen gözlerle baktı. "Aptal." dedi hiç hareket etmeden. "Aptal çocuk. Onlara istediklerini veriyorsun." Gözleriyle tavandaki kamerayı işaret etti.


"Kes!" Masanın üstüne çıkıp kırık cam parçasını boğazına dayadım. "Az sonra şu hoparlörden bizim numaralarımız çıkarsa, benim istediğim olacak."


"Peki." dedi yalnızca, yaptığım şey onu korkutmamıştı. Hiç çekinmeden ona yakın olan bileğimi tutup büktü ve beni önce geri itip sonra kendine çekerek elimdeki cam parçasının yere düşmesine sebep oldu. Diğer bileğimi de tutup tek elle iki elimi birbirine sabitlediğinde tek yapabildiğim onu tekmelemeye çalışmak oldu, sonuç başarısızdı. Oturduğu yerden kalkmadan beni olduğum yere sabitlemişti bile.


"Bırak!" diye bağırdığımda daha yüksek sesle güldü.


"Sus ve sesleri dinle."


Dediğini yapıp çevreye kulak verdim. Trenin içi az önceki sessizliğin aksine büyük bir gürültüyle dolmuştu. İnsanlar, daha biz zaman tünelinden çıkmadan birbirini yemeye başlamışlardı bile.


"İstedikleri işte bu." dedi bileklerimdeki elini gevşetip ayırmadan. "Senin akıllı bir kız olduğunu düşünmüştüm."


"Ne yapalım yani? İstedikleri bu diyerek kardeş kardeş oturalım mı burada?"


"Beni mi indireceksin ilk durakta? Peki," omuz silkti. "Peki indir. Sonra ne olacak? Devamını söylediler mi sana? Hayır. Sonrası için onların da bir planı yok. Vagonlarda tek kalanların sesini bir süre kesecekler ama eninde sonunda onları da bir cehenneme atacaklar."


Haklıydı, hem de çok.


"Ne yapacağız o zaman?"


Avuç içimi çevirdi ve az önceki bardağın yaptığı kesikte gezdirdi.


"Ah!"


"İçinde cam mı kalmış?"


Elimi kendine yaklaştırıp elini hafifçe bastırdı.


"Acıyor be!"


"Salaklık etmeseydin acımazdı. Üstüme fırladın bir de." Homurdanıyordu. "Şaka gibisin. Beni trenden atacaktın demek."


"Hâlâ atmayı düşünüyorum aslında."


Yaranın içine bakıyordu. "Yok bir şey, saralım şunu."


"Ben hallederim."


"Sen mi? Hiç sanmıyorum. Şu hırkanı ver, dua et de gideceğin yer çok soğuk olmasın."


"Hırkam olmaz, yok mu başka bir şey?" gözlerim ceketindeydi.


"Hiç bakma öyle." Önümden uzanıp hırkayı aldı. "Onun fiyatını biliyor musun sen?" hırkanın bir ucunu dişlerinin arasına sıkıştırıp diğer ucunu eliyle çekti ve kolunu yırttı. "Senin gibi aptal kızlara harcanmayacak kadar pahalı." Yarayı sardı ve elimin üstünde bağladı kumaşı. "Oldu işte."


Geriye doğru masanın öbür ucuna kaydım ve koltuğuma oturdum tekrar.


"Rica ederim. Hem az önce iyiydik. Neden kaçtın?"


"Sesini kes."


Gözlerimin içine bakarak öne doğru eğildi. "Bir daha sakın bana öyle hareketler yapma. Uyarıyorum seni."


"Çok korktum."


"Korktuğun için böyle davranıyorsun zaten. Numaram anons edildiği anda çıkacağım zaten bu trenden. Bu kadar korkak olma."


Başımı cama çevirdim. Onu bu seferlik duymazdan gelecektim.


Birkaç dakika sessizce oturduk. Sessiz kelimesi aramızdaki şeyi açıklamaya yetmezdi. Arada derin soluklarımız, vagon dışından gelen çığlıklar, trenin gürültüsü... konuşmuyorduk yalnızca, buna sessizlik denirse evet sessizdik.


Tren aydınlığa çıktı. Hava dumanlarla kapalıyken buna aydınlık denebilir miydi? Hiç sanmıyorum. Sonra o ses duyuldu.


ÜÇÜNCÜ DURAK, 13 KASIM 2049.


Dördüncü Dünya Savaşı. Söyleme. Beni söyleme. Lütfen. Lütfen. Lütfen.


YOLCULARIMIZ 15 VE 22.


Çok şükür.


BİRİNİZ BU TRENDEN ÇIKANA KADAR MOLADAYIZ. YARIM SAATİNİZ VAR. DAHA UZUN SÜRDÜĞÜ TAKTİRDE MUHAFIZLAR İKİNİZDEN BİRİNİ SEÇECEKTİR.


İkisini aynı yere bırakmazlardı tabii.


İYİ ŞANSLAR.


"Şu suratının haline bak."


Gözlerimi ona çevirdiğimde kaşlarının çatıldığını gördüm.


"Az önce şah damarını kesmedim diye benimle böyle konuşabiliyorsun."


"Kesseydin o zaman, sonuçta bir katilsin."


Beni sinirlendirmeye çalışıyordu. Tuzağına düşmeyecektim.


Bomba uçakları az ilerideki evlerin üstünde uçuyorlardı. Bu savaş tüm dünya için bir dönüm noktasıydı. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.


Tek dil, tek millet. Bu savaşın bize yaptığı buydu. Sözde ırkçılığı ortadan kaldırmak için yaptıkları bu sistem, siyahileri ve Asyalıları en alt tabakalarda çalışmaya mahkum ediyordu.


Bu savaş çok can almış, insanları çok korkutmuştu. Savaşlar sadece yoksulları vurur, dedi babam bi seferinde 2049'u anlatırken. O, çocukluğunu bu zamanda geçirmişti. Kim bilir? Belki de şimdi bana küçük bir çocuk olarak çok da uzak değildi.


Trenden dışarı bir beden fırladı. Küçük bir beden. Çok hızlı olmuştu. Yerdeki yanmış otların içinde kıvrılmıştı. Düştüğü yerden kalkmıyordu.


O iğrenç ses tiksindirici bir kahkahayla konuştu.


TEBRİKLER 15 NUMARA. YOLUNA DEVAM EDEBİLİRSİN.


Olduğum yerde donup kaldım. O daha bir çocuktu.


"Siktir." dedi dokuz numara. Ayaklanmıştı. Bir yandan cama vuruyor, diğer yandan bağırıyor, küfürler ediyordu.


Tüm tren, şimdi büyük bir gürültüyle dolmuştu. Koridorlardan sesler geliyor ve küçük çocuk için sloganlar atılıyordu.


Yalnızca onu izlemekle yetindim. Sanki her şey benden bağımsız oluyordu. Sanki bir anlığına da olsa buradan çok uzaktaydım ve dışarıdan bir göz gibi izliyordum olanları.


Tren çoktan hareketlenmişti, son bir kez cama vurup kameraya döndü ve bir el hareketi çekti. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi yerine oturdu ve yakasını düzeltti. Başım dönüyordu.


Bir ara vagonun kapısı açıldığında iri yarı bir adam ikimize de göz attı.


"Siz değilsiniz, geberteceğim on beş numarayı. Bana katılın!" Kapıyı kapatmadan çıktı ve uzaklaşırken küfürlerini bize bıraktı.


Aralık kapıdan geçen, onu takip eden insanları görebiliyordum. Görüşüm bulanıklaşıyordu.


"Öldürecekler onu." diye fısıldadım. Bunu daha çok kendime söylemiştim ama beni yeni fark etmiş gibi baktı.


"Suç onun da değil." dedi ve gözlerini kapattı. Derin bir nefes verdi. Sakinleşmeye çalışıyordu.


Gözlerim yaşarmıştı, onun görmemesini fırsat bilip hızlıca sildim. O çocuğun yerinde Aziza olabilirdi. Bu trene o binebilirdi. Suçunu üstüme almasam onu da böyle bir böcek gibi ezebilirlerdi.


"N'oluyor?" dedi gözlerini açıp bana doğru eğilirken.


Nefes alamıyordum.


Masanın üstünden hızlı bir hamleyle atlayıp yan koltuğuma oturdu. "Sakin ol, sakin ol geçti. Bir şey yok."


Nefes alamıyordum. Ölecek gibiydim. Hava yetmiyordu.


Elini karnıma koyup sırtımı dikleştirdi.


Yetmiyordu. Derin soluklar alıyordum ama yetmiyordu.


"Şunu gevşetelim." deyip hızlıca yakamdaki birkaç düğmeyi açtı.


Tren sevinç çığlıklarıyla dolmuştu, on beş numarayı öldürmüşlerdi.


"İyi misin? Bana bak, iyi misin?"


Kafa sallayıp gözlerimi kapattım. Ellerini boynumda hissedene kadar da açmadım.


İki parmağının arasında, açtığı yakamın üzerinde parlayan kolyemi tutuyordu.


Loading...
0%