@cceccilia
|
"Yüzbaşı Pirmin," Taş duvarlar bu sesle yankılanırken gün doğuyor. Bu, belki de doğan son güneş. Elbette benden sonra da doğmaya devam edecek ama gören gözler benimkiler olmayınca bunun bir önemi yok. Gökyüzünün aldığı hafif kızıllığın, ılık esen rüzgarın tadını çıkarmalıyım ama etrafta benim yargılanmamı bekleyen bu kadar nefes varken bu mümkün değil. O yüzden yalnızca tanık kürsüsüne bakmakla yetiniyorum. Yüzbaşı, kendisi için ayrılmış demir parmaklıklı kürsüye geldiğinde kalabalıktan ıslıkla karışık bir alkış kopuyor. İlk tanık için heyecanlılar. İşte mahkeme başlıyor. Başımı çevirip sağımda, benden yaklaşık yirmi adım ilerideki taşta oturan 9'a bakıyorum. Esmer teni gökyüzünün kızıllığıyla aydınlanıyor. Üstünde, tıpkı bendeki gibi, mahkum giysisi var. Omuz başları sert derili, toprak rengi bir kumaşı olan dikişsiz bir gömlek. Yere kadar uzanıyor, tıpkı cesede giydirdikleri gibi. Ayaklarımız çıplak. Zemin soğuk. Üşüyor olmalı. İzlediğimi fark eden gözleri hemen benimkilerle buluşuyor. Göz kırpıp gülümsüyor. Telaşlı durmuyor. Yüzünde şimdiye kadar görmediğim bir ifade var, huzurlu doğru tanım mı bilmiyorum ama bugünün anlamını bilmesem onu öyle tanımlarım. Ölüme bile alayla giden bu adam karşısında kimsenin duramayacağını biliyorum. Sesin rahat iletilmesi için yukarıya doğru uzayan taş oturaklar tıklım tıklım dolu. Doğduğum zamanda bir okul gezisinde buna benzer bir yere antik tiyatro olarak gittiğimi hatırlıyorum. O zamanki çocuk aklım asla sahnenin ortasında, ellerim önümde bağlı olarak kısa bir zaman önceye kadar öldü bildiğim adam tarafından kendi halkımın gözleri önünde ipin ucunda beklediğimi düşünmezdi. Sarmad, O ve benim oturduğumuz taşları ortalayacak şekilde yuvarlak sahnenin ortasında, sırtını insanların bir kısmına dönmüş olarak bizimkinden daha yüksekçe bir yerde oturuyor. Gözlerim gözlerini buluyor. Bana çok büyük bir hırsla bakıyor. Ondan korkmuyorum. İki yanında ordunun kıdemli iki komutanı oturuyor. Sol tarafındaki tanık kürsüsünde Yüzbaşı Pirmin sabırsız bir tavırla konuşmak için mahkeme reisi olan İmparator Sarmad'dan emir bekliyor. Mahkemeyi ordunun askerleri yönetiyor, ne adalet ama(!) Sarmad, az önce yaptığı dava açılış konuşmasından sonra biraz sakinleşmiş görünüyor. 'Bugün, güneşten önce bu iki esirin benim topraklarıma yalanlarıyla kurdukları gücü yıkmak için toplandık.' diye başlayan konuşmanın devamını duymadım, çünkü kulaklarım hâlâ hafiften çınlıyor. "Yüzbaşı Pirmin." Bu kez konuşan Sarmad değil, sağında oturan Komutan Sverus. "Sanık Valor'u, esir Feryal'le gören ilk kişisiniz. Olayı en başından, kendi açınızdan anlatmadan önce yemin edin." Esir Feryal, çok değil bundan on gün önce İmparatoriçe Feryal'di. Sanık Valor, 9 numara. Hâlâ gözlerini üzerimde hissediyorum. Benim güneşi izlediğim gibi, onun da son gününde beni izlemek istediğini hissediyorum. Yüzbaşı, mahkeme görevlisi asker tarafından ona uzatılan bıçağı alıyor ve sol avcuna derin bir kesik açarak üç damla kanı kürsüye açılmış anayasaya damlatıyor. "Şerefim üzerine yemin ederim ki İmparator'un mahkemesinde, millet önünde doğrudan başka söz çıkmayacak ağzımdan." Sanki sende şeref var... Komutan Sverus başıyla onaylayarak, eliyle kürsüye vurup insanlardan yükselen sesleri bastırarak devam ediyor. "Söz sizde Yüzbaşı." Pirmin boğazını temizliyor ve tam olarak şova başlayan bir adam gibi halka dönüyor. İşaret parmağı beni gösteriyor. "İmparator Sarmad'ın ölüm haberini aldığımızda bu kadını öldürmemiz gerekiyordu ama yapmadık. Çünkü karnında bir varis taşıyordu." Pavle. Oğlumun bu korkunç kalabalık içinde bir yerlerde annesini bu vaziyette izlediğini bilmek canımı çok yakıyor. İrkilip gözlerimle onu arıyorum ama diğer hanedan üyeleriyle birlikte yargıç kürsüsünün arkasında kalmış olacak ki onu bulamıyorum. Ölmeden önce alnına düşen kumral buklelere parmağımı sarmak, onu doya daya koklamak isterdim. Annesini son görüşünün böyle olması ne büyük travma... Minicik olmasına rağmen ondaki etkisinin çok yıkıcı olacağını biliyorum. Gözümden akan bir damla yaş, belki bugün tek ve son yaş, yalnızca onun için. "Katili aradığımız günlerin başında bir tepede gördüm bu adamı." diye devam ediyor Yüzbaşı, bu kez parmağı 9'u gösteriyor. "Bu köle kadın, onu-" Konuşması komutanın kürsüye inen sağlam el darbesiyle kesiliyor. "Kendi yorumunuzu katmadan konuşun Yüzbaşı!" Pirmin'in kaşları çatılıyor, hemen sonra kendini düzeltiyor. "Bu kadın onun boğazını tutup kuşağına sıkıştırdığı bıçağı dayadı ve onun bir hırsız olduğunu söyledi. Cezasını kesmek istedim ama panikle bana cezasını kendisinin vereceğini söyledi." O günü dün gibi hatırlıyorum. Nasıl unutabilirim ki... "Uzun zaman oldu." Karşımdaki bir çift parlak göze bakarken fısıldadım. "Sen..." Aramızda yalnızca birkaç santim vardı ve ona değen bedenim katılaşmış gibi kıpırdayamıyordum. Ne kadar sonra bilmiyorum, bir adım geri çekildim ve sağ elimi kaldırıp yüzüne dokundum. Günlerdir yolculuk yapmaktan hayal görüyor olmalıydım. Evet, şimdi kaybolacaktı. Parmak uçlarım yanağından gezerken bu hayal gözlerini bana dikmiş acıklı bir ifade ile bakıyordu. "Gerçeksin." diye fısıldadım zar zor. "Gerçek misin?" Aynı tarafta kalan eliyle bileğimi tutup yüzüme biraz daha yaklaştı. "Gerçeğim 27." Elimi ondan kurtarıp dudaklarıma bastırdım. Bunu yapmasam ağlayacaktım. "Nasıl olur?" dedim ondan bir adım daha uzaklaşıp yüzünü incelerken. Ne kadar zaman olmuştu? Kaç ay? Yıl olmuş muydu? Olmuştu. Siyah saçları, güneşin yaktığı esmer tenine düşmüş, tel tel terden ıslanan yüzüne yapışmıştı. Gecenin bile örtemediği parlak gözleri özlemiştim. Bana ilk bakışını, trende karşımda o alaycı oturuşunu hatırlayınca içimde uzun zamandır tanıdık birini görmenin bilinmeyen sevinci oluştu. Oda, tıpkı benim yaptığım gibi beni süzüyordu. Gözleri biraz belirginleşen karnımda uzun süre oyalandı, sonra tekrar yürüme bakı. "Büyümüşsün." dedi yalnızca. "Nasıl olur da aynı yere düşeriz?" dedim üzerimdeki heyecanı atmaya çalışarak. "Son gördüğüm trende beni izleyen gözlerindi." Üzerinde siyah, deri bir takım vardı. Geniş kemerinin içine iki bıçak sıkıştırmıştı. Pantolonunu, deri kısa botlara sıkıştırmıştı. Yalın ayaklarım görüş alanıma girdiğinde hızlıca eğilip az önce çıkardığım çizmeleri giydim ve yere bıraktığım tül örtüyü başıma attım. "Acelen var sanırım." dedi olduğu yerde beni izlerken. iki elimle onu omzundan ittirdim. "Burada yalnız değilim, gitmen gerek." Güldü. "Tabii ya" önümde eğilip ayaklarımın tabindeki toprağa koydu alnını. "İmparatoriçe Feryal. Ordunuz çok uzakta değildir." Yerden doğrulurken onu kolundan yakaladım. "Alay etmenin sırası değil. Gitmen gerek diyorum. Seni görürlerse..." "Kocanın katilini mi arıyorsun?" Sözleri ağzıma tıktığında yutkunmakla yetindim. "Biliyorsun, hep de biliyordun." Başını olumlu anlamda salladı. Kaşlarıyla karnımı işaret ederek "O iyi mi?" dediğinde tuhaf bir his kapladı içimi. Kırık bir his. O, bebeğim iyiydi. En azından öyle umuyordum. Ama bu soruya cevap vermeme fırsat olmadı. Tepenin yukarısına doğru yükselen ayak sesleri bu mükemmel sohbetimizi bölmüştü. İçgüdülerim beni, belki onu ve bebeğimi de o gün orada kurtardı. Bacaklarının arasına geçirdiğim bir tekmeyle onun iki büklüm yere eğilmesini sağladım ve arkasına geçip onu ensesinden yakaladım. Kuşağımdan çıkardığım bıçağı boynuna bastırmadan önce kulağına eğilip "Affedersin." demek için kısacık bir zaman bulmuştum. Yüzbaşının kastettiği tam olarak bu an işte. Komutan, kısa süren sessizliği bozuyor. "Ne cezası vereceğini söyledi?" "O bir hırsız." dedim bıçağımı 9'un boğazına bastırırken. Hafif çizilmiş olacak, kan sızıyordu. "Kesemi çalmaya çalıştı ama tuttum işte." Elbisemin göğüs dikişine yerleştirdiğim minik keseyi çıkardım. "Buradaki haydutları temizlemiştik ama kaçmış olmalı. İzin verin ben..." "Hayır!" diyerek şiddetle böldüm lafını." Yani," Gömleğinin yakasından tutarak onu yerden kaldırdım ama boyu benden çok daha uzun olduğu için bıçakla temasını kesmeden iki büklüm duruyordu. "Cezasını ben vereceğim." "Siz mi? Nasıl?" dedi Pirmin küçümseyici bir tavırla. "Kampta ayak işlerini yapacak, güçlü bir esir gerekiyor bana." 9'un omzuna iki tane sağlam geçirdim. "Cezasını bize hizmet ederek çekecek." Pirmin bana şüpheli gözlerle baktı. "Bir haydutu öylece kampa sokamayız." dedi sonunda. "Önümüze çıkan herkesi öldürmeyeceğiz. Hem onun çevresinin geniş olduğuna eminim." Göz ucuyla, beni izleyen 9'a baktım. "Bize haydut kamplarının yerini söyleyeceğinden eminim. Şuraya gelene kadar bile kaçının tuzağını bulduk." Pirmin'in aklı karışmış gibiydi, buna rağmen uydurduğum fikir ona makul gelmiş olmalıydı ki başını salladı. Sonra elimin altında olan 9'u tuttu, kemerindeki iki bıçağı da alıp kendi beline sıkıştırdı ve önüne kattı. Tepeyi inmeye koyulduğumuzda dokuzun alaycı gülüşünü yalnız ben duymuş olmalıyım. "Demek kampınıza dahil oldu, bir hırsızı nasıl olur da içinize katarsınız? Ordunun önde gelen askerlerinden biri olarak bu sizi de suçlu yapmaz mı Yüzbaşı?" Aklım geçmişle yoğrulurken Pirmin'in cevabını duymuyorum bile. Yalnızca şimdi yüzündeki tedirgin ifadeyi görüyorum. Bu pislik, ikiyüzlü adam nasıl da korkuyor ceza almaktan. "Dediğim gibi, onun fikriydi ve karnında bir varis taşırken emirlerine uymak zorundaydım." Topu bana atıyor. Komutan Sverus'un bakışları beni bulduğunda derin bir nefes alıyorum. "Sanık Feryal. Ayağa kalkın." Sırtımı olabildiğince dik tutmaya çalışarak oturduğum soğuk taştan doğruluyorum. Günlerdir yıkanmadığım için kokuyorum ve ayağa kalkınca üstümde daha net hissettiğim rüzgar tenimle birleşmiş toz, demir, kan kokusunu yüzüme vuruyor. "Bu adamı," işaret parmağı tam bir yargıç edasıyla 9'u gösteriyor. "Bir haydut olduğunu bildiğiniz halde kampa alma fikrini nasıl sunarsınız. Öncelikli göreviniz halkı ve orduyu korumak olduğu halde hem de?" Boğazımı temizliyorum. "Ordu hiçbir zaman beni korumadı." Halktan yuhalamalar yükseldiğinde Sverus onları net bir dille susturuyor "Tek bir çıtırtıda toplu kırbaç cezalarını açacağım!" Sonra bana dönüyor. "Devam edin." "Benim orduyu korumak gibi bir görevim yoktu. Hiçbir zaman da olmadı. Ben yalnızca kendimi ve bebeğimi koruyordum." "Karnınızda bir varis taşırken kimden ve neyden koruyordunuz? Size zarar verilmeyeceğini biliyor olmanız gerekirdi." "Karnımdaki hala yerindeyken İmparator Sarmad'ın ölüm haberi geldiğinde yüzüme yediğim tokat, yerlerde sürüklenişlerim, yediğim dayaklar, aşağılayıcı bakışlar..." Pavle'nin o kalabalıkta olmamasını çok isterdim ama Sarmad, bugün başkentteki tüm insanları buraya toplamış olmalıydı. Buna oğlumuz da dahil. "O doğduğunda beni öldürme planları yapan kaç kişi duydum? Nasıl koruyacaktım kendimi? Kendimi korkmadan bana zarar vermek isteyenleri nasıl koruyacaktım? Adalet mi istiyorsunuz? O halde dönün ve şu an baş yargıç konumunda oturan imparatora sorun. Karnımda bebeğini taşırken kendini ölü gösterip bizi yalnız bırakan bu adam," bakışlarım Sarmad'a kenetleniyor. "Hangi hakla beni yargılıyor?" Mahkeme sessizliğe gömülüyor. Sarmad gözlerini benden çekmiyor, seyircilerden tek çıt çıkmıyor. Sverus sanki ses varmış gibi elindeki takmağı iki kez kürsüye vuruyor ve konuşmaya devam ediyor. "Yalnızca sorduğum sorulara cevap verin. Sanık Valor'u neden bir haydut olduğunu bildiğiniz halde kampınıza dahil ettiniz?" Başımı sağa çevirdiğimde 9'un beni izleyen gururlu gözleriyle karşılaşıyorum. Kısacık bir an oradaki varlığını unutmuşum. Tüm gücümü toplayıp ona gülümsüyorum ve beni dinleyen kalabalığa fısıldıyorum. "Bu uzun bir hikaye." |
0% |