Yeni Üyelik
43.
Bölüm
@cceccilia

Askerler, köle kadınlar Pirmin'in yanında duran 9'a meraklı gözlerle bakıyorlardı. Açıklamadan tatmin olmuş gibi değillerdi. Öne çıkıp tekrar bağırdım.


"Duydunuz, artık bizimle kalacak ve kellesini işimiz bittiğinde bizzat ben alacağım. Aksini yapanın içinden kılıcım geçer."


Beni sevmiyorlardı. Sarmad gittiğinden beri, üç aydan fazla zaman olmuştu, onların gözünde bir düşmandım ama bu umurumda değildi. Ben de onlara bayılmıyordum.


"Bize rehberlik edecek." diye devam ettim. "Asker askeri, hırsız hırsızı tanır. İmparator Sarmad ve askerlerinin kül olan bedenleri için..." Boğazım düğümlendi. Gözümdeki yaşlardan şimdi bana bakan insan yüzleri bulanıklaşmıştı. Kahretsin. Bu bebek beni duygusal biri yapıyordu.


Pirmin devam etti. "Gece bitti, yarın erkenden yola çıkacağız. Çadırlarınıza dönün ve dinlenin." Yüzbaşı sevdiğim bir adam değildi ama durumu iyi topluyordu.


Herkes teker teker dediğini yapmaya koyulduğunda 9'un bedeni bana döndü. Gözlerimi silip ters bakışlarımı ona çevirdim.


Pirmin bana fırsat kalmadan ona yaklaştı. "Sana çadır yok. Dışarıda yatacaksın."


9, yüzündeki donuk ifadeyi silip sırıttı. "Ya gece sizin çadırınıza girip bıçağı boynunuza geçirirsem?" Sonlara doğru sesini kasten kısmıştı. Yüzbaşının çatılan kaşları onu daha çok güldürdü.


"Senin dilini koparır kurtlara yediririm." Bu adam çok hızlı sinirleniyordu. Üstelik onun üst rütbeleri bizden önde gidip güvenliği sağlıyor, yolu temizliyorlardı. O da kendisini İmparator Sarmad'ın tek varisini korumaya adamıştı ve bana büyüklük taslayıp duruyordu. Elinde olsa 'siz taşımayın, imparatorun bebeğini en iyi ben taşırım' diyecekti.


9, kafasını öbür yana çevirip dilini çıkardı ve tekrar içeri aldı.


"Dışarıda nöbetçi askerler var, tek bir yanlış hareketini gördüklerinde o güzel kafanı kılıcın ucuna takmaya hazırlar."


"Yüzbaşı," dedim uyarırcasına. "Gidip uyuyun."


Adamın kızgın bakışları bana çevrildi. Sarmad öldüğünde bana attığın tokadı unutmadım. Piç.


"Benim kölem, benim emrimde. Üstüme söz söylemek size düşmez." diye devam ettim.


Adam sinirden kızardı, ağzını açtı, konuşacak gibiydi, yapmadı. Arkasını döndü ve gitti. 9 onun gidişini fırsat bilip bana yaklaştığında uzaklaştım. "Nöbetçiler bizi izliyor." dedim yarım ağızla. "Haline tavrına dikkat et."


"Biliyorum ve umurumda değil." Tekrar yaklaştı, tekrar uzaklaştım.


"Kafanı koparacağım, rahat dur."


Güldü. "Söylesene, insan her hayatında hırsız olmayı nasıl başarır? Yeni bir sayfa açmıştım, içine ettin."


Kendimi tutamadım, ben de güldüm. Sarmad öldüğünden beri ilk gülüşüm olabilirdi bu. Sırtımı bizi izleyen askerlere döndüm ve yüzümü sakladım.


"Seni özledim." dedi. İleride yanan ateşin aydınlatamadığı karanlığa rağmen yüzümün kızardığını görmüş olmalıydı.


Hızlıca çadırıma yönelip fısıldadım. "Sabaha kadar ölmemeye çalış, konuşacağız."


Yatağımda ne kadar süre dönüp durdum bilmiyordum. Uyuyamıyordum. Uyumak benim için son zamanlarda zaten bir sorunken 9 numara kafamın içinde kendine büyük bir yer açmış ve işleri iyice zorlaştırmıştı. Şimdiye kadar ne yapmıştı, nasıl yaşamıştı, doğrudan benimle aynı zamana gelmeyi nasıl başarmıştı, trenden sonraki hayatı nasıldı? Kim bilir, belki de gerçekten bir hayduttu. Hırsızlığa alışıktı sonuçta. Yeni bir sayfa açtım, demişti ama kılığı pek öyle görünmüyordu. Bu topraklarda haydutlar ikiye ayrılıyordu: Birinci gruptakiler toplu dolaşır, gücünü yetirebildiklerinden haraç keserlerdi. Ara ara köylere iner ve insanları korkutarak hükmetmeye çalışırlardı. İkincisi ise tek başına takılanlardı. Onlar kendi halinde yaşar, güçlenir, çoğu zaman bir zararları olmasa da bir yeri yurdu olmadığı için insanlar tarafından sevilmezlerdi.


Halk henüz Sarmad'ın öldüğünü duymamıştı ama yakında öğreneceklerdi, işte o zaman yolsuzluklar artacak, çeteler güçlenecekti. İnsanlar bu devletin bir varisi olmadığını düşündüğünden suçlar artacaktı.


Geceliğimi yukarı sıyırıp düşüncelerden sıyrılmak istercesine elimi karnıma koydum.


"Orada mısın?"


Karnımdan elbette bir ses yükselmedi ama ben onu duyabiliyordum.


İyiyim anne.


Çok az da olsa belirginleşen karnımda gezindim, bu bana her zaman iyi geliyordu.


"Bugün gördüğün abi yabancı değil." diye fısıldadım. Yüzündeki aptal sırıtışı fark ettiğimde sanki beni görecek biri varmış gibi hızlıca düzelttim kendimi. Derin bir soluk verip yatakta döndüm ve sıyrılan elbisemi bacaklarıma örttüm. "Baban gibi bir oğlan mısın yoksa minik bir kız mı?" Yapabilsem karnımı öpecektim. Bir kız ise muhtemelen beni öldürecekler, oğlansa da öldürürlerdi belki, bunu tabii ki bebeğime söylemedim.


"Keşke biraz daha ileride yaşasaydık, en azından bir fotoğrafın olurdu şimdiden." Güldüm. "Biliyor musun, annem bana hamileyken bir tane çektirmiş. Sen annemi tanımayacaksın ama o seni çok severdi böcek." Dizlerimi onu korumak istercesine çok kendime bastırmamaya çalışarak karnıma çektim. "Aziza ablan da seni çok severdi." Kardeşimi düşünmek bana acı veriyordu. "Deden de..." Babam onunla çok zorlanıyor olmalıydı. "Sen benden çoook önceki bir tarihte doğacaksın". Bu tuhaf matematiğe sessizce kıkırdakdım. "Hayat garip değil mi böcek?"


"Garip anne."


"Ama güzel, bazen zor tabii. Ama korkma, zor olduğunda bile ben seni korurum."


"Ben de seni korurum."


"Sen mi?" Güldüm. "Sen çok miniksi-" Hızlıca doğrulup sesin geldiği tarafa döndüm. 9, çadırının girişindeki tahtaya yaslanmış bana sırıtıyordu. Az önce kafamın altında duran yastığı çekip ona fırlattım. "Pislik." Sonra çok bağırdığımı fark edip kıstım sesimi. "Ne işin var senin burada?"


Bağladığı kollarını çözdü, yatağıma yaklaştığında biraz geriye kaydım. Yatağın ucuna oturdu ve yüzünü bana döndü. "Bununla konuşuyor musun bir de?" Gözleriyle karnımı işaret edip tekrar yüzüme baktı. Bir elim içgüdüsel olarak karnıma kaydı. Az önceki halimi gördüğü için biraz utanmıştım. Ne zamandır buradaydı acaba?


"Bu deme ona."


Yüzünü numaradan astı. "Böcek nedir ya?" başını öteki tarafa çevirip kusuyormuş gibi bir ses çıkardı. Omzuna vurdum ama gülümsememi bastıramadım. Onun yanında şartlar ne olursa olsun çok gülüyordum.


"Sen nasıl girdin çadırıma destursuz? Nöbetçilerim seni vursunlar da gör."


Omuz silkti. O sırada gözleri çadırın içinde, yatağımda, içinden çıktığım soğumuş olan lavantalı suda geziyordu. "Bir yığın odunu önüme koydular kesmem için. Hepsini bitirince bir şekilde kaçtım işte."


Suya uzunca bakıp bana yaklaştı ve nemli saçlarımı kokladı. Geri çekilmedim. Onu özlemiştim. "İmparatoriçe Feryal." diye fısıldadı. Gözleri parıl parıldı, oysa odada yanan yalnızca üç mum vardı. Bu onun kendi ışığıydı, kendi ateşiydi.


"Nasıl buldun beni?" Çadırdan göndermem, işine dönmesini söylemem ve bir köle olduğunu hatırlatmam gerekiyordu, yapmadım.


"Trende," yutkundu. "Arkandan atladım." İkimiz de fısıldıyorduk. Karnımın üstündeki elimin üstünde gezdirdi işaret parmağını. "Dövmen silinmiş."


Başımı salladım. "O karanlık tünelden uyandıktan damga sonra yoktu." Göz ucuyla onun eline baktım. Onda 9 yoktu elbette. Geçici olduğunu ikimiz de biliyorduk. Yalnızca vücudundaki farklılıkları kontrol ediyor gibiydi.


Boynumda duran kolyeye dokundu boştaki eliyle. "Acaba ne zaman bunu çıkaracaksın da gelecekteki beni uykusuz bırakacak."


"Sende de duruyor mu?"


Gülerek kaşlarını kaldırdı. "Çöpe attım."


"Pislik." dedim omzuna vurup gülerek. Durup yüzüne baktım. Tıraş olalı uzun zaman olmuş gibi sakalları uzamıştı. "Nasıl düştük aynı zamana?"


Yüzüne acıklı bir gülümseme yerleşti. "Söyledim ya, benim cezam sensin."


"Ben bir ceza değilim."


Bu sefer sesli güldü. "Tabii ki öylesin." Benden biraz uzaklaştı, ten temasını kesecek kadar. "Öyle olmasan burada başka bir adamın çocuğunu karnında taşırken senin yatağında senden uzak durmaya çalışıyor olmazdım."


Başımı eğim. Bu cümlenin anlamını düşünmeyecektim. Bu cümlenin anlamını düşünmeyecektim. Bu cümlenin anlamını düşünmeyecektim.


"Bilmiyorum." dedi sonra. Aslında aynı zamanda olduğumuzu bile bir süre önceye kadar bilmiyordum."


"Nasıl?" dedim tüm dikkatimi ona vererek. "Ne zaman öğrendin?"


"Tesadüf." dedi ve omuz silkti. "Seni bir gece nehirde yüzerken gördüm. Sen olduğuna inanamamıştım ama buraya kadar getirdin işte beni."


"O ne demek?" Kaşlarım çatıldı. "Beni mi takip ettin?"


"Evet." dedi çok normal bir şeymiş gibi. "Epey uzun süredir hem de."


Beni izleyen birileri olduğunu hep hissediyordum ama bunu duymak tuhaf gelmişti. "Sarmad'ı gördün mü?"


Başını salladı yalnızca, konuşacak gibi oldu, yapmadı.


"O öldü." dedim sonra.


"Biliyorum." Biliyordu tabii. Yalnızca ses olsun diye söylemiştim.


"Yanarak hem de." Başımı kaldırıp dolan gözlerimle ona baktım. Bu aralar içimde o kadar su vardı ki, hepsi gözlerimden akıyordu. Sarmad'la içinde yüzdüğümüz sulardı bunlar. Birlikte girdiğimiz sıcak sulardı. Ay ışığında girdiğimiz denizin sularıydı.


"Ordunun geri kalanıyla geleceğim dedi," Burnumu çektim. "Kurul toplandığı sırada, çadırda yedi askerini ve onu yakmışlar." Yaşlar gözümden aralıksız boşanıyordu artık. "Bir çete yapmış. Bulacağım onları, hepsini bulup diri diri yakacağım." Hıçkırıklara boğulduğumda beni kendine çekip sarıldı. Parmaklarını birbirine girmiş buklelerimde gezdirdi.


"Biliyorum."


Nefesimi düzene sokmaya, en azından daha sakin olamaya çalışıyordum.


"Bilemezsin." ondan biraz uzaklaşıp gözlerimi sildim. "Yanmış cesetlerini gördüm. Hiçbir şey kalmamıştı ondan geriye. Elleri, saçları yoktu."


"Biliyorum." dedi inatla. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Onu hiç bu kadar ciddi gördüğümü hatırlamıyordum. "Biliyorum çünkü kocanı ben öldürdüm."


Loading...
0%