@cceccilia
|
Genç adam nihayet bir şeyler içecek sessiz bir yer bulduğuna sevinmiş ve tabureye kurulup barmen kıza göz kırparak yeni çarptığı paketten bir sigara çıkarmıştı. Tadı leş gibiydi. Kesinlikle yıllar geçtikçe otun tadı da değişmişti. Şimdiden doğduğu zamanı özledi. Hem 2080'lere gitmeli ceza mı olurdu? Bomboş, sıkıcı geçiş yıllarıydı bunlar yalnızca. Daha dünya savaşına bile elli yıldan fazla zaman vardı. Kızın önüne uzattığı bardağa bakıp gülümserken 'param yok' diye düşündü ama kız içini okumuş gibi hemen ekledi. "Benden." İçkisinden bir yudum alıp yüzünü ekşitti, iğrenç. Tekrar sigarasını dudaklarının kenarına sıkıştırdı. Kız, tam karşısında dirseklerini bar masasına dayamış adamı izliyordu. Tabureler, dükkanın dışında açık havada kaldığından adam sırtında rüzgarı hissediyordu. "Bu zamanın kızları daha da güzelmiş, buna bayıldım." dedi dilini damağına vurup abartılı bir hareket yaparak. Kız gülümseyerek öne doğru kayarak adama yaklaştı. "Bu zamanın ne demek?" Adam çok gizli bir şey söylüyormuş gibi sesini kıstı. "Ben gelecekten geliyorum." İşaret parmağını kızın dudaklarına götürüp "Şşşşh aramızda." dedi. Söyledikleri yalan değildi. Kız büyük bir kahkaha atıp sesini yükselterek konuştu. "Hey, millet! Burada gelecekten gelen bir ucube varmış." Birkaç kişinin tuhaf bakışlarına aldırmadan adamla birlikte gülmeye devam etti. "Söylesene," dedi normal tonlamayla. "Ne kadar uzak bir gelecek bu?" Ayaklarını yerden yükseltip adamın yakasını tuttu ve küçük bir öpücük kondurdu. Adam rahatsız olmuştu, onun isteği dışında yapılan her şeyden rahatsız olurdu. Biraz geri çekilip ayağa kalktı. "Çok uzak." dedi ama kızın düşen yüzünü fark ettiğinde gülümsedi. "Yine de onca yolu kat ederken senin kadar güzelini görmedim." İşte bu bir yalandı. Hiç görmese bile en güzel olarak nitelendirdiği kadın bir başkasıydı. İki parmağını başına koyup ufak bir selam verdi ve göz kırpıp oradan uzaklaştı. Yağmur çiselemeye başlamıştı. Yürümekten yorulduğu için az kalan yeşilliklerden birinin üstüne kurulmuş banka oturdu ve ceketini çıkarıp uzanarak bir örtü gibi üzerine attı. "Beni bir yaz günü bıraksanız olmaz mıydı adi herifler." diye homurdandı. Kendi yılı gibi gökyüzünü cam tavanlar kaplamamıştı ama yıldızlar yine belirgin değildi, daha yıldızları görecek kadar geriye gitmemişti tabii. O kadının baktığı gökyüzünü merak etti. Onunla aynı göğe bakmak isterdi. Tek sefer de olsa. Ruh eşi denen zırvalara inanmazdı, yine de o kadınla aynı zamana doğması gerektiğine inanıyordu. Aşka da inanmazdı ama ona inanıyordu. Ellerini başının arkasında birleştirip artık çok uzaklarda kalan günlükten birkaç satır hatırlamaya çalıştı. Ezberinden silinmesinden çok korkuyordu. Ben zamansızım. Çok uzak ve derin bir karanlıktan düştüm buraya. Buldum sonra kendimi hükümdarın kollarında. İki güzel gözü orada bırakıp geldim. Nerede bilmem. Nereye gitti bilmem. Ona sonsuza kadar veda ettim. O bana kollarını açtı, ben onu ittim. İşte şimdi başka kollardayım. Birileri var ama yalnızım. Bana verilen cezayı çekiyorum. Her yer çok soğuk ama ben yanıyorum. Onu çözmeye çalışmak, bu satırları anlamak her zaman çok zordu. Kimi geride bıraktığını deli gibi merak ediyordu. Kim için böyle pişmanlık duyduğunu... Tarih, her zaman imparatora bağlı kaldığını yazmıştı ama günlük öyle demiyordu işte. İlerleyen sayfalarda yazmayı bırakmıştı üstelik? Ne olmuştu imparator öldükten sonra? Tekrar evlenmiş miydi? Kimseye teslim olmamış ve devletini kendi başına yönetmişti ama hiç mi açmamıştı kalbini bir başkasına? İmparatoru öldüren bir adamı yazmıştı tarih. Bir haydut olarak bahsediliyordu. Günlükte de onu bulup öldüreceğine dair yeminler ediyordu kadın. Bugün kocamı benden alan haydut için bu yolculuğum. O yalnızca bir eş almadı. Aldığı bir hükümdardı. Taht boş. Taç giyilmeyi bekliyor. Şimdi halkım rahat uyuyamazken ben nasıl yatarım? Yarın onun kafasını kılıcın ucuna takmazsam ben nasıl yaşarım? Ama sonrası yoktu işte. Ne olmuştu? Tarihin yazmadığı bir sır olarak kalacaktı sonsuza dek. |
0% |