Yeni Üyelik
52.
Bölüm
@cceccilia

Yeniden o soğuk, taş oturaktayım. İnsanların azalacağını düşünmüştüm ama tıpkı dünkü gibi yerini almışlar. Bu sefer tuhaf bir şekilde suskunlar. Bu yargılayıcı sessizlik kırbaçtan korktukları için mi bilmiyorum.


Karşımda Sarmad, komutanlarıyla birlikte yargıç kürsüsünde yerini almış gözlerini üzerine dikmiş. Şimdi ne düşünüyor diye merak ediyorum. Tam bana bakarken, oğlumuzu öldürüp bunun suçunu bana atarken ve bugünün sonunda benim de katilim olacakken ne düşünüyor? Pavle'yi onun öldürdüğüne eminim çünkü tahtın bir varisi olduğu sürece, hanedan kanını taşıyan bir çocuk sarayda durduğu sürece onun geri dönmesi mümkün değildi. O da gözünü bürüyen hırsa yenik düşmüştü. Her zaman böyle bir adam mıydı? Benimle uyurken, yüzerken, dil öğretirken, hayatı öğretirken böyle miydi? Ben mi göremedim? Bir imparator olmak, ona sığınan bir kadını yenmek, onu yok etmek için yok olmuş gibi görünerek yıllarca vicdan azabı çektirmek...


Başımı çevirip 9'a baktığımda kırık bakışları beni buluyor. İkisini kıyaslamadı daha önce kalbim. Kimi daha çok sevdim yarışına hiç girmedi. Şimdi 9'a bakarken ona onu sevdiğimi hiç söyleyememenin acısını yaşıyorum.


Siyah gecelerden birindeydik. Kar yağmakta geciktiğinden dışarıda birer uyku tulumunda uyuyabiliyorduk. Bunları yapma fikri 9'dan çıkmıştı ve kabul etmek gerek hem hafif hem masrafsız olduğundan akıllıcaydı.


"9?" dedim dönüp durmaktan sıkılıp. Yola çıkalı bir aya yakın zaman olmuştu ancak Renas Baba bize nereye gittiğimizi söylememekte kararlıydı. Saray yolunda değildik. Aksine geldiğimiz yönden dönüyorduk ve durduğumuz her köyde Sarmad'ın öldüğü haberinin dolaşmasını sağlıyorduk. Ben bu sürede yüzümde peçe ile başımı tülle örterek geziyordum çünkü bu insanlar beni daha önce Sarmad'ın karısı olarak görmüş olabilirdi. Şimdi köylü ile çok muhatap olmadığımızdan kim olduğumuzu açıklama gereği duymuyor, her sorana da farklı bir yalan söylüyorduk. 9, söylediği gibi konakladığımız köylerden birinden iki at çalmıştı. Bu işte bu kadar yetenekli olması beni dehşete düşürüyordu. Neyse ki atların asıl sahibi zorba ve yeterince zengin bir adamdı. 9'un deyimiyle 'iki atın ortadan kaybolması ona koymazdı.


Kamp, başkente çoktan ulaşmış olmalıydı. Saray ne durumdaydı bilmiyorduk ancak imparatorun ölümüyle ilgili beklediğimizden çok daha uzun süre sessiz kalmışlardı. Oğluma nasıl baktıklarını düşünüp durmaktan uyuyamıyordum.


"Hım?"


"Uyudun mu?" Karanlıktan yalnızca silüetini görebiliyordum. Yanımda, tulumunun içinde uzanıyordu, onun yan tarafında da Renas vardı. Köye yakındık ama dışında durmayı tercih etmiştik.


"Evet..."


"Neden uyuyamadın?" İkimiz de fısıldıyorduk çünkü Renas yanımızda horlayarak uyuyordu.


"Düşünüyorum."


"Neyi?"


"Gökyüzü böyle üzerimize kapanırken ne kadar küçük olduğumuzu."


"Kötü hissettiriyor değil mi?"


"Hayır. Aksine çok iyi hissettiriyor."


"Nasıl?" Bunu garipsemiştim çünkü aynı şey beni korkutuyordu.


"Tüm dertler gözümde küçülüyor." Büyük bir nefes aldı, tuttu. "İşte hayat bu kadar." Aldığı nefesi verdi.


"Bu seni korkutmuyor mu?"


Omuz silkti. "Bazen." dedi. "Ama genelde güçlü hissettiriyor."


"Bu kadar küçük olmak mı?"


"Bu kadar küçük olmak." diye tekrarladı. "Benimle birlikte hayat da küçülüyor."


"Dünyanın hem bu kadar büyük hem bu kadar küçük olması büyüleyici." dedim.


"Nasıl bakarsan öyle görürsün. Bazen sen de unutuyorsun kafanı kaldırıp büyük bir nefes almayı."


"Unutmuyorum da," güldüm, acıklı bir gülüştü bu. "Fırsat olmuyor diyelim."


"Şartlar ne olursa olsun gökyüzüne bakmayı unutma. Onun arkasındaki sonsuz boşluğu ve sonsuz varlığı hisset. Ben her zaman bunu hatırlatacak kadar yakınında olmayabilirim."


"Neden şimdi böyle konuşuyorsun?"


"Öyle." dedi. "Bu işi bitirdiğimizde böcek büyüyene kadar taht senin olacak. Bir imparatoriçenin yanında olmak zor."


Bu iş bittiğinde neler olduğunu düşünmekten çoğu zaman kaçıyordum ama haklıydı. Yine de bir imparatoriçe olursam 9'u istediğim zaman görebileceğimi düşünüyordum. Kimseye hesap verme zorunluluğum olmayacaktı. Olsa bile gizli gizli görebilirdim. Ya da onu baş danışmanlarımdan biri yapardım. Bunu o zamanki Feryal'in düşünmesi için bırakıyordum.


"Ya nerede olacaksın?"


"Yollarda. Eskisi gibi."


"Ne kadar eskisi gibi?"


"Eski hayatım gibi işte, buraya gelmeden önceki hayatım gibi. Ne çok soruyorsun bu gece."


"Uyumak istemiyorum."


"Beni de uyutmak istemiyorsun belli ki."


"Eskisi gibi bir hırsız mı olacaksın?"


Güldü. "Kalbimi kırıyorsun. Ben hırsızlık yerine rastladığım insanlardan anı topluyorum demeyi tercih ederdim." Olduğu yerde kıpırdandığını hissettim. "Hem belki senden çaldığım şey için devletin güvenliğini sağlamak için beni zindanlarından birinde tutarsın."


"Benden ne çaldın ki?"


"Kalbini."


Bunu trenden beri ısrarla söylemesi beni her seferinde güldürüyordu. İnkar etmek yerine sırıttım. "Ne güzel olur. Hep yanımda olursun."


"Hep yanında tutmak için beni hapsetmen gerekmediğini biliyorsun."


Sessiz kaldım.


"Kanatlarım bile olsa seninle kalırdım."


"Sahi mi?" Yüz üstü dönüp ellerimi çeneme yerleştirdim. "Benimle de uçar mıydın?"


Ses yapmamak için dudaklarını birbirine bastırdığını hissettiğim içten bir kahkaha attı.


"Ne?" dedim tekrar sırt üstü uzanırken. Bu sefer ellerim saçlarımda geziyordu. Gerçekten bu gece üstümde uyumamı engelleyen bir enerji vardı. Yüzümdeki sırıtışı sildim. "Sence bizim gibi yaşayan var mıdır?"


"Nasıl bizim gibi?" dedi.


"Böyle işte." Ellerimi başımın arkasında yastık yaparak birleştirdim. "Zamansızlar."


"Zamansız." İç çekti. "Bu tanımı seviyorum." Devam etti. "Trende tek yolculuk eden biz değildik, elbette vardır."


"Doğru." Kim bilir onlar nasıl zorluklarla karşı karşıya kalmışlardı. Hatta belki çoğu artık ölüydü.


"Çeşit çeşit insan var. Yolda karşıya geçen biri sana 'Merhaba, ben yüzlerce yıl gelecekten geldim biliyor musun? Anlatsam roman olur.' demez sonuçta."


Verdiği örneğe kıkırdadım. "Ama bahsettiğim sadece zamanla ilgili olan kısım değil. Bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum." Durup beynimin kelimeleri toplamasına ve dilimin ucuna dizmesine fırsat verdim. "Bizim gibi. Sen ve ben. Sana da çok tuhaf gelmiyor mu?" Bu cevaplasın diye sorduğum bir soru olmadığından devam ettim. "Yani gelecekten beni buldun, sonra sırf yazdıklarıma aşık olup trenle benim zamanıma düştün. O da yetmedi benim zamanımda benimle olduğunu bilmezken aynı trene binip okuduklarının sahibini tam karşında buldun. Sonra benimle geçmişe geldin ve işte buradayız." Bu konuyu açmak istemiyordum ama kendimi tutamadım. "Günlükte okuduğun son şey Sarmad'ın katilini aradığımdı ve sen yaptın bunu. O halde sen gelmesen onu öldüren kim olacaktı? Ya da..."


Lafımı böldü. "Ben gelmesem diye bir şey yok."


"Nasıl?"


"Ben bilmesem bile bu böyle olacaktı. Her zaman söylediğim şey işte, sen benim cezamsın."


"Anlamıyorum." Büyük bir nefes verdim. "Olanları değiştiremez miydik? Başka bir geçmişin doğurduğu başka bir gelecek mümkün değil miydi? Sen yakalanmayıp o trene binmesen burada olmazdık işte."


"Evet." dedi. "Ve şu an gelecekte burada olmadığımız formlarımız var. Seni tanımadığım, senin o trene hiç binmediğin..."


Yattığım yerden doğrulup karanlıktan göremediğim yüzüne baktım. "Dur dur dur. Nasıl? Şimdi gelecekte birden fazla benden olduğunu ve hepsinin farklı seçenekleri yaşadığını mı söylüyorsun? Paralel evren gibi mi?"


"Gibi." dedi. "Umarım o gelecekteki senlerden biri benimle yaşıyordur."


"9 bu gerçek midir? Yani bu mümkün mü?"


"Bilmiyorum." dedi dürüstçe. "Ama öyle olduğunu düşünüyorum."


Bir süre önce ona bahsettiğim müzedeki çocukluğum belirdi gözlerimde. Yüzlerce ben... Bir ihtimal o trene hiç binmemiş olan ben, annesi olan ben, 9'u hiç tanımayan ya da çok tanıyan ben.


"Bu çok... Çok..." Doğru kelimeyi bulamıyordum. 9 bu halime güldü. Doğrulup beni kollarının arasına aldı ve daha fazla açıklama yapmak yerine beni göğsüne yatıracak şekilde tekrar uzandı.


"Uyu." dedi. "Yoksa seni öpeceğim."


"9?" dedim başımı iyice göğsüne yaslarken. Kalp atışları kısık sesimi duymamı engelleyecek kadar yüksekti.


"Öpmemi istediğini biliyorum ama uyu hadi."


"Günlüğü gömer misin benim için?"


Biraz doğrulup bana baktığında rahatımı bozduğu için göğsüne yasladığım kafamı kaldırdım.


"Neden bunu istiyorsun?"


Parmaklarım boynumdaki kolyeye gitti ve klipsini bulup boynumdan çıkardım. "Bunu da al, günlük de torbada kılıfında duruyor. Madem gelecekte bir sürü senden var, bir an önce gömüyü bulsunlar. Beni de tanısınlar."


O karanlıkta bile gözlerinin parladığını görebiliyordum. Aklından ne geçtiğini anlamadım, o da söylemedi. Sadece biraz daha yaklaşıp saçlarımı öptü ve beni tekrar yatırdı.


"Olur," dedi. "Gömerim."


Baktığım kör karanlıkta elimi yolumu bulmak için boşluğa uzatırken karşıma o çıkıyor. 9. Her kaybolduğumda benim için yol oluyor. Tüm korkularımı çekip beni göğsünde yumuşatıyor. Sırtımdaki tüm yükü alıp hiç ses çıkarmadan taşıyor. Dünyayı avucunda ufalayıp alaycı gözlerle her şeye gülüşünü hayranlıkla izliyorum. Tıpkı şu an bana baktığı kırık gözlerini saklayıp yüzüne yerleştirdiği gülümseme gibi. Gözlerim doluyor ama onun yaptığını yaprak gülümsemeye çalışıyorum. Ağlamamdan nefret ediyor, biliyorum ama kendimi tutamıyorum. Nasıl tutabilirim ki? Bu bizim son günümüz ama ona sarılamıyorum. Kaçalım buradan, diyemiyorum. Kaçamayız çünkü. Hiçbir zaman kaçamadık ya da kaçtığımız her şey bizi yakaladı. Bilmiyorum. 9'a sorsam o bilir, soramıyorum. Benim ait olduğum yer, oğlumun babası ve şimdi alabildiğim nefesin sebebi. Her şeyden çok ona inanıyorum. En çok ona değer veriyorum. Onu seviyorum. Şimdi bunu kendime itiraf etmemin hiçbir anlamı yok. Yine de hangi hayatta olursam olayım onu sevmeye söz veriyorum.


Önünde durduğumuz ev bana tanıdıktı. Dokuz aya yakın zaman önce Sarmad'la konakladığımız yerdeydik ve gözümün üst kata kaydıkça Sarmad'ı hatırladığımdan mideme kramplar giriyordu. Renas'ın bir aydır bize söylemediği, geleceğimiz yer Sarmad'a fal bakan yaşlı kadının eviydi. Onun deyimiyle 'ruh bakıyor'du ve tüm söylediklerini ben farkında olmasam da kafama kazımıştım ve bu evi gördüğümde hepsi bir bir gün yüzüne çıkmıştı.


Şimdilik atıyor. Başka bir ruh, senden çok daha güçlü bir ruh onu alana kadar da atmaya devam edecek ama önemli olan bu değil. O kız senin sonun olacak, güvenme. Geceler üstüne serilecek, devletin elinden gidecek, seni yaşatmaya çalışan bir kadının elinde ismin kaybolup gidecek. Bir kalpte yaşayacaksın ama gelecek seni unutacak. Bir aşık olmak bir imparator olmanın önüne geçecek. O kız bu zamana ait değil. Hiçbir zamana ait olmayacak. Hep vardı ve hep var olacak. insanların arasında her zaman yaşayacak, birinin bile ona gerçekten dokunmasına izin vermeden, yaşam son bulana kadar...


Sarmad'ın 'Yeter!' iye bağırışı canlanıyor gözümde.


Sen yok olup giderken o omuzlarında yükselecek.


Söylediklerinde haklı mıydı bilmiyorum. O zaman bunu hiç düşünmemiştim ama söylediği gibi Sarmad ölmüştü işte. Şimdi Renas bizi buraya neden getirmişti? Bu kadını nereden tanıyordu?


Renas evin sahibi olan adamla selamlaşıp, ki bunu yaparken adamı çok iyi tanıyor gibiydi, bize burada beklememizi söylemişti ve bir süredir de evden çıkmamıştı. 9'la birlikte evin bahçesindeki masada oturmuştuk. Kızlardan biri bize çay servisi yapıyordu ama yüzümdeki peçeyi açmamam gerektiği için içemiyordum. Servisi yapan kız, biraz ötede diğer kız kardeşlerinin yanına gitti ve yüzleri bize dönük olacak şekilde kendi aralarında fısıldamaya başladılar. Onların tarafına çok bakmamaya çalışıyordum çünkü o kadar zaman geçmesine rağmen beni gözlerimden tanıyacakları paranoyasına kapılmıştım.


"Şşş..." dedim onu omzundan dürterek kurabiyesini kemiren 9'a bakıp.


Bana döndü.


"Biliyor musun?" Sesimi kıstım "Burası bize o yaşlı kadının fal baktığı yer.


"Biliyorum." dedi gözünü eve dikerek.


"Nereden biliyorsun?"


"Ben bilirim."


Günlükten mi hatırlamıştı yoksa bizi buradayken de takip mi ediyordu bilmiyordum. Sormadım da. Az sonra kızlardan biri gelip "Sizi içeriden çağırıyorlar efendim." dediğinde kalkıp eve girdik. Hatırladığım gibiydi, pek detay tutmamıştım aklımda zaten.


"Renas neden bizi buraya getirdi?"


"Bilmiyorum."


"Hani sen bilirdin?"


Gözlerini kırpıştırdı. Dalgın gibiydi, aklı başka yerlerdeydi. "Seninle ilgili olanları bilirim." dedi sonra. Güldüm. İyi kurtarmıştı.


Kızların babası olan kişi köyün en varlıklı adamlarından biriydi ve oldukça güler yüzlüydü. Girişte bizi karısıyla karşıladı ve sol taraftaki odayı gösterdi ama kendisi içeri girmedi ve biz odaya girdiğimizde kapıyı arkamızdan kapattı.


Son gördüğümden beri biraz daha yaşlanmış olan kadın, ellerini havada sallayıp gülümsedi. Onu gülümserken görmek tuhaftı. Ak gözlerini çevreleyen kirpikleri ıslaktı. Ağlamış mıydı? Onun Renas'la nasıl bir bağı vardı. Sırtı bize dönük olan Renas başını önüne eğmişti ve dönüp bize bakmadı. Havada yoğun bir hüzün hissettim.


9 da ben de kapının önünde durmuş bir adım bile ilerlemeden onları izliyorduk. 9 bana eğildi ve fısıldayarak "İşimiz bu yaşlı falcıya mı kaldı?" dedi. Söylediğini ben bile zar zor duymuştum ama kadın ona karşılık gülerek cevap verdi. "Bu kadar konuşkansın madem, önce sen gel."


Bu kadından biraz korkuyordum. Dövmelerle dolu sağ elini kaldırdı ve parmaklarını şıklatarak 9'u çağırdı. 9derin bir nefes verip yaklaştı. Renas'ın yanına, kadının önüne oturdu. Kadın elini 9'un başına koydu. Birkaç dakikalık sessizliği bölen 9 oldu. "Beni kutsuyor musun?" Kadın sessizliğini bozmadı. Ben, yerimden kıpırdamadan kapıya yaslanmış onları izliyordum. Kadın derin bir nefes verdi, sonra elini çekti.


"Kalk." dedi.


"Geleceğim hakkında bir şey duymam gerekmiyor mu?"


Kadın elini tekrar şıklattı, beni çağırıyordu. Yaklaşıp 9'un yanına oturdum.


"Yüzünü aç." dedi kadın daha bana dokunmadan. "Kim olduğunu zaten biliyorum."


Yüzümdeki tül peçeyi çıkardığımda başımdaki örtü de onunla birlikte kaydı. 9'a döndüğümde gözlerini kadından ayırmadığını gördüm. Az önceki alaycı tavrı gitmişti. Tedirgin görünüyordu. Renas'ın da sessizliği eklendiğinde içimi kaplayan korkuya engel olamadım. Kadın elini başıma koydu. "Korkma" dedi hislerimi anlamış gibi. Yanaklarında gözyaşı çizgileri oluşmuştu. Göremediği halde gözlerine bakmaktan çekiniyordum.


"Çok tuhaf." dedi elini çekmeden.


"N'oluyor?" dedi 9.


"Göremiyorum." dedi kadın. Kimseden ses çıkmadı. Elini bu kez kalbime koydu. "Bir şeyler değişmiş Fikirler, hayatlar... Eskisi gibi değil. Gizlenen şeyler

var." durdu. "Bu mümkün değil." diye tekrarladı.


"Ne demek oluyor bu?" dedi 9. Sonra Renas'a döndü. "Onca yolu bunları dinlemek için mi geldik?"


"Oğul," dedi Renas. "Bekle."


9 derin bir nefes verdi. Kadın elini üstünden çekti. "Taşlar yeniden diziliyor. Hiçbir şey göremiyorum ve çok fazla şey görüyorum. Kargaşa. Büyük bir kaos. Sizi yutuyor. Çok fazla ses duyuyorum. Eskisi gibi değil. Her şey değişmiş. Biri tarihi yanıltmaya çalışıyor."


"Kim?" diyebildim yalnızca.


"Gidin buradan." dedi kadın. "Çok yolunuz var." diye ekledi. "Ama bunun mesafeyle ilgisi yok." Tekrar etti. "Çok yolunuz var. Gidin buradan."


9 tam ağzını açacakken Renas ayağa kalktı. 9 sustu, Renas'a baktı. Adam başını onu uyarırcasına iki yana salladı.


"Sen. "dedi kadın. Yüzü tam karşıya, duvara dönüktü. "Sen çocuk. Yanlış yapıyorsun."


9'u mu kastediyordu? Ona döndüğünde çatık kaşlarla kadını izlediğini gördüm.


"N'apıyorum?" dedi, yüzündeki ifadenin aksine sesi sakindi.


"Sınırları zorluyorsun zamanları karıştırıyorsun. En çok seni yakacak bir yangını başlatıyorsun."


9 bir şey demedi. Göğsünde sakladığı ot kutusunu çıkarıp özenle bir sigara sardı ve kadının avucuna bıraktı. "Herkese vermem, şanslısın." dedi ve yeninden kalktı. Odadan çıkmadan önce son kez kadına baktı. Konuşacak gibi oldu, yapmadı.


Onunla bu odada olanlar hakkında bir daha hiç konuşmadık.


Loading...
0%