Yeni Üyelik
46.
Bölüm
@cceccilia

Sağımdaki 9'a bakınca onunla şimdiye kadar yaşadığımız her şey gözlerimin önünden geçiyor. Trenden bu soğuk taş oturaklara kadar geçen tüm o süreçte benimle olması, benim bir parçam olması - belki de dediği gibi onun cezası olmam- her zaman çok garip hissettirdi. Roma'yı mağlup ederek döndükleri savaştan sonraki gece onunla yaptığımız, kelimesi kelimesine hatırladığım bir konuşma var.


"Ne düşünüyorum biliyor musun?"


"Ay ışığında, yıldızlar gözlerimde parlarken ne kadar yakışıklı olduğumu mu?"


Gerçekten iyi görünüyordu ama düşündüğüm bu değildi. Askerler kutlama sonrası çadırlarında uyukluyordu ve kimsenin bizi görecek hali yoktu. Biz de kaçıp gölün kenarındaki bir ağacın dibine uzanmış gökyüzünü izliyorduk.


"Sence hem gelecekte hem geçmişte var olmuş olmamız, daha doğrusu geçmişi tanıyarak tekrar yaşamamız geleceği değiştiriyor mudur?"


"Çok uzun bir cümleydi, dinlemedim."


Kendi dilimizi konuşuyorduk ve bu bana evimde hissettiriyordu.


Bir elimi başımın altına yasıtık yapıp ana döndüm. "Sen ne düşünüyorsun ki?"


"Ay ışığında, yıldızlar gözlerinde parlarken ne kadar güzel olduğunu."


Güldüm. Onu ilk gördüğümde takındığı alaycı tavrı vardı üstünde bu gece. Kadınlar genelde camdan kendi yansımalarını izler. Doğayı değil.


"Değiştiriyordur." dedi sonra. "Baksana askerlerini yönlendirdiğin savaş planı geleceğe ait."


"Sahi, orada seni çok hırpaladılar mı?"


Dudaklarını öne uzatıp gözlerini kapadı. "Uf oldu."


Omzundan ittirdiğimde gülüp açtı gözlerini.


"Pislik."


"Bana bir şey yapamaz onlar."


"Tabii..." dedim diğer elimi de başımın altına alıp gözlerimi gökyüzüne çevirirken. "Sana kimse bir şey yapamaz."


"İyi bir taktik kullandılar, akıllıca kazanılmış bir zaferdi."


"Umarım devamı gelir."


"Roma sakin durmayacak gibi hissediyorum. İmparator'un ölüm haberi kulaktan kulağa dolaşacaktır. Herkes duyunca ortalık karışacak."


Sarmad'ı onun öldüğünü unutmaya çalışıyordum.


"Sence tahtın bir varisi olduğunu öğrendiklerinde rahatlarlar mı?"


"Belki." dedi. "Bir varis olup olmadığını bilmiyoruz. Belki de bir kızdır. Bunun anlamının bu cahil zamanda ne olduğunu biliyorsun."


"Biliyorum," dedim. "Ama şifacı hamile olup olmadığımı kontrol etmek için bana ilk defa baktığında yanında bir falcı getirdiler. Erkek olacağını söyledi."


"Buradaki aptal falcılara inandığını söyleme sakın."


Omuz silktim. "İnanmıyorum ama," aklıma Sarmad'la konakladığımız köyde karşılaştığımız kadın geldi. Acaba 9, günlükte okuduklarını hatırlıyor muydu? Konuyu açmak istemiyordum. Benim sıkıştığım anlarda kendime verdiğim en büyük zarar işte buydu: Kaçmak.


"Hiçbir zaman çocuğumun cinsiyeti için dua edeceğimi düşünmemiştim biliyor musun?"


Güldü. "Ha bir çocuğun olacağını düşündün yani."


"Doğru," sırıttım. "Onu da düşünmemiştim."


Gökyüzü açıktı. Ortalık sessizdi. Kış yaklaşmasına rağmen hava ılıktı.


"Dokuz," dedim aramızda geçen birkaç dakikalık sessizliği bozarak.


"Hım?"


"Trende yanımızda bir çocuk vardı ya," Onu indiğimden beri pek hatırladığım söylenemezdi. Yalnızca anne olmanın bir getirisi olarak mı bilmiyorum, hamile olduğumu anladığımda ilk aklıma gelenlerden biriydi.


"Civciv mi?" dedi tok bir sesle.


"Evet."


"Bilmiyorum" dedi sormamı beklemeden. "Trenden dışarı adımımı attığımda onun da elini tutmuştum."


"Ve?"


Başını bana çevirdi. Elleri ensesinde birleşmişti. "Bilmiyorum, uyandığımda o yoktu."


Büyük bir nefes aldım. "Üzüldüm."


Dudakları yukarı kırıldı ama yüzü hüzünlüydü. "Üzülecek çok şey var, değil mi?"


Başımı salladım. "Her şey o kadar hızlı değişiyor ki yetişemiyorum. Bazen kendi kuyruğumu kovalıyor gibi hissediyorum biliyor musun? Hep birileri için yaşıyorum, sonra onlar gidiyor, ya da belki ben gidiyorum. Hep yalnız kalıyorum."


"Şimdi yalnız mısın?"


Göz ucuyla ona baktım. "İçimde bir bebek varken bu pek mümkün değil."


Güldü. "Kendimi kastetmiştim. Böceği değil."


Karnım artık aşağı doğru baktığımda belirgin bir çıkıntı şeklinde görünüyordu. "Ona dokunmak ister misin?" dedim. Bir anlık tuhaf bir istekti bu.


"Hayır." dedi çok net bir tonlamayla.


Sol kolunu tuttum ve elini başının altından çıkarıp onun iznini umursamadan karnıma koydum.


"N'apıyors-"


"Şşşş.." diyerek onu susturdum. "Duyabilmek için sessiz olmalısın."


Oflayıp gözlerini tekrar tepeye dikti. "Bir de konuşabiliyor mu bu?"


"Duyuyor musun?"


"Cırcır böceklerini mi? Evet."


"Hayır ya," biraz doğrulup çenesini tutarak yüzünü kendime çevirdim. "Kalp atışlarını."


Diğer elini göğüs kafesime yerleştirip yattığı yerden kalktı. "Senin kalp atışlarını tercih ederim." Oturduğu yere iyice yerleşip kıpırdandı. "Dur dur." İki elini de karnıma yerleştirip başını hafifçe çevirerek karnımı dinledi. "Kıpırdıyor!" dedi büyük gözlerle bana dönerken. Yüzündeki ifade beni gülümsetmişti. Başımı sallamakla yetindim. "Çok yaramaz bir şey bu..." dedi gülerken. "Hep böyle kıpırdıyor mu?"


"Bazen, bugün çok hareketli."


Kısacık bir an gözlerinden adını koyamadığım bir ifade geçti. "Bence beni sevdi." dedi ellerini çekip yüzüme bakarken.


"Bence de." diye karşılık verdim. Babasının katilini seveceğini düşünmüyordum aslında.


"Annesi gibi." diye eklediğinde sessiz kalmakla yetindim. "Aç değil misin?" dedi sonra hemen, belli ki o da üzerinde çok durmak istemiyordu.


Midem çok dolu sayılmazdı aslında, akşam yemeğinde yalnızca et suyu çorbası içmeme rağmen aç hissetmiyorum. "Pek sayılmaz."


Yakasından minik metal bir kutu çıkardı, kutuyu açtı. İki bölmesinden birinde tütün, diğerinde bir tür kağıt vardı. O otları kağıda sararken ufak bir kahkaha attım.


"İşte şimdi tam oldun."


Sardığı minik kağıt silindiri dudaklarına götürürken benden biraz uzaklaştı, sonra sırtını döndü. "Soluma sen, böcek içmesin." dedi ama üflediği duman bana geliyordu.


"Bunları nereden buldun?" dedim tütünü kastederek. "Burada hiç içen görmemiştim."


Başını salladı, sırtı bana dönük olmasına rağmen yüz ifadesini anlayabiliyordum. "O da bana kalsın."


"Kalsın bakalım."


"Feryal?" Birkaç nefes çektikten sonra omzunun üstünden bana baktı. Ben ona Valor demiyorum ama o bana Feryal diyordu. "Sen günlüğe yazmıyor musun artık?"


"Pek değil." dedim. "Neden sordun?" Son kez onu ilk gördüğüm gün yazmıştım ve o günden beri kılıfından bile çıkarmamıştım defteri. Hâlâ yolculukta çok güvenli taşıyordum ama açıp yazmıyordum işte.


Başını tekrar önüne çevirdiğinde onu görmek için ben karşısına geçtim. "Benden bir şey mi saklıyorsun?"


"Evet." dediğinde gözlerimi kırpıştırdım.


"Neymiş o?"


"Söyleyemem." dedi. "Saklıyorum işte."


Ona ters olduğunu umduğum bir bakış atıp hâlâ parmaklarının arasında duran çakman sigarasını alıp yerde söndürdükten sonra kenara fırlattım. "Emrediyorum." dedim sonra. "Söyleyeceksin."


Beni baştan aşağı süzüp sigarasının gittiği yere baktı, sonra bana dönüp kaşlarını çattı. "Sen bu köle olayına iyi kaptırdın kendini."


Omuz silktim. "Mecbur bırakıyorsun."


Yutkundu. Belli ki söyleyecekti. Söyleyecek olmasa konuyu açmazdı bile. "Günlükte şu bebekten bahsetmiştin ya," kaşlarıyla karnımı işaret ediyordu. Başımı salladım onu onaylarcasına sabırsız bir hareketle. "Tarih öyle bir çocuğun varlığını yazmıyor."


Kaşlarım çatıldı. "Ne demek yazmıyor?" Elim yine tepki olarak karnına kaymıştı.


"Günlükte okuduktan sonra merak edip senin hakkında bir araştırma yaptım. Bu topraklara ait tüm sayfaları, bütün dijital dosyalarda senin ismini arattım. Hatta eski kitaplara bile baktım."


Kalbim, ortada bir tehlike varmış gibi kulaklarımda atıyordu.


"Bebek yok." dedi.


Ayağa kalkıp ona sırtımı dönerek birkaç adım attım.


"Yeterince bakmamışsın demek ki." Kesinlikle susmasını istiyordum.


Yerden doğruluşunu, kıpırdanışını duydum. Bana yaklaşıp karşıma geçti ve yüzünü hafifçe indirip sakince devam etti.


"Baktım Feryal. Bir bebekten bahsetmiyor tarih."


"O halde tarih yanılıyor." Karnımı işaret ettim. "Var işte, az önce sen de duydun onu. Kıpırdıyor, kalp atışlarını bile hissediyorum."


Başını iki yana salladı. "Zaten sorun da bu."


Soran gözlerle ona bakışımda devam etti. "Evet karnında bir bebek var ama tarih bu uygarlığın son hükümdarı olarak seni yazıyor. Evet, çok sağlam temeller atacaksın ama hanedan soyu değişecek. Hiçbir çocuktan, senin geleceğine ait nesilden ve onunla ilgili hiçbir şeyden bahsetmiyor."


Gözlerim yaşlarla dolmuştu. Olduğum yerde önce sağa sonra sola birkaç adam atıp durdum. "Öldürecekler." dedim en sonunda aklımdakini söyleyip. "Bebeğimi öldürecekler."


"Hayır hayır." dedi. "Öyle bir şey de yok. Kimse size zarar vermeyecek."


"Yapacaklar." dedim ısrarla. "Büyümesine izin vermeyecekler."


Beni omuzlarından tuttu ve çenemden tutup yüzümü yukarı kaldırdı. Yanaklarıma akın yaşları baş parmağıyla sildi.


"Böyle bir şey olmayacak." dedi. Bana sarılıp başımı göğsüne yasladı ve bir eli saçlarımda gezinirken mırıldandı. "Ben buna asla izin vermem."


O an tam üç kalbin farklı ritimlerde atışını duyuyordum.


"Tanık Marja!" Yine aynı gür ses beni geçmişten uyandırıyor.


Teğmen Fido'nun kürsüsünün yanındaki kürsüde Marja yeni şahit olarak yerini almış, sorular için hazırda bekliyor.


"Suikastın ardından bebeğe ve sanık Feryal'e yardımcı olmak için gönüllü oluyorsunuz. Onaylıyor musunuz?" diyor Sverus. Marja artık bir köle olmadığı için -kısa bir süre önce kölesi olduğu okçuların lideri ile evlendi- tanık olarak kürsüde bulunabiliyor.


Marja başını sallıyor. "Evet efendim."


"Burada bildirilene göre bu süreçte şahit olduğun pek çok olay var." diyor Sverus.


Evet bu doğru, Marja benimle birlikte doğuma kadar birçok olay yaşadı. Hatta Pavle doğarken bile elimi tutan el onunkiydi. Hakkı üstünde ödeyemeyeceğim kadar fazla.


Sverus önündeki kağıtlara bakıp devam ediyor. "Bildirinizi tüm mahkeme huzurunda okuyorum; Sanık Feryal, Varis Pavle doğana dek bedenen sağlıklıydı. Yalnız bir gün onu kendini öldürmek isterken yakaladım. Altı aylık gebeydi ancak bebeği istemediğini söyleyip kendini odasında hazırladığım küvette boğmak istedi."


Yalan. Bu okudukları tamamen yalandı! Böyle bir şey hiç olmadı.


"Bunları onaylıyor musunuz?"


Marja bana hiç bakmıyor. Neden yalan ifade verdi, neden bana karışı duruyor? Geçirdiğimiz onca zamana rağmen neden beni kötülüyor? Hayır hayır, şimdi bunların yalan olduğunu, bu ifadenin kendisine ait olmadığını söyleyecek.


"Onaylıyorum efendim."


Gözlerim 9'u bulduğunda onun şaşkın bakışlarıyla karşılaşıyorum. Beni sorguluyor.


Başımı iki yana sallayıp kaşlarımı yukarı kaldırıyorum. Ben bunu yapmadım, bebeğime asla zarar vermem.


9, benden uzak olsa bile ne söyleyeceğini biliyorum. Tabii ki yapmadın, büyük oyun oynanıyor.


Marja sözlerine devam ederken tekrar ona dönüyorum. "O günden sonra akıl sağlığının normal olmadığını düşünmeye başladım. Başta hamile olduğu için duygu değişimlerinin normal olduğunu düşündüm ancak..." Durup bana bakıyor. "Görüyorsunuz ya,"


Ayağa kalkıp var gücümle bağırıyorum. "Yalan! Yalan söylüyor!" İşaret parmağım Marja'yı gösteriyor. Halk, açılan kırbaç cezalarına rağmen sesini yükseltiyor. "Doğru değil. Pavle'ye hiçbir zaman zarar vermedim."


Sverus tokmağını kürsüye vuruyor. "Sessizlik!" Kimsenin onu umursadığı yok. "Sanık Feryal, ben size söz hakkı vermeden konuşmayın!"


"Pavle!" diye bağırıyorum bu kez halka doğru. "Yapmadım oğlum!" Üç yaşında bir çocuğun olanları anlayıp anlamadığından emin değilim ama bir gün olur da bu sahneyi hatırlarsa annesinin onu rahmine düştüğü ilk andan beri istediğini ve sevdiğini bilmesini istiyorum. Sırtıma inen sağlam, kalın bir deri beni kalktığım yere tekrar oturtuyor. Acıdan bağıramıyorum bile.


"Piçler!" diye bağıran 9'u duyuyorum. "Vurmayı-" Onun da sesi çabuk kesiliyor. Başımı çevirip orada ne olduğuna bakamıyorum bile.


Sverus'un sesini tekrar duyuyorum ancak sırtıma inen ikinci kırbaçtan sonra gözlerimi açacak halim yok.


"Devam edin Tanık Marja." diyor bu kez Sverus.


"Görüyorsunuz..." diye kaldığı yerden devam ediyor Marja. "Yakın zamanda oğlunu öldürdüğü halde hâlâ buradaymış gibi ona sesleniyor."


Bu sözleri anlamama fırsat kalmadan gözlerim kapanıyor, son gördüğüm bana ellerini ovuşturarak bakan bir kara sinek.


Loading...
0%