@cceccilia
|
Karşımda elime bir fincan çay tutuşturup sakin sakin oturan yaşlı adama, sonra 9'a baktım. Çadırın önünde, bir ateşin başında oturmuştuk ve az ilerimizde az önce bizi öldürmeye çalışan iki ceset vardı. Şimdi ise sakince oturmuş kiraz sapı çayı içiyorduk. Üstelik bu tuhaf yaşlı adam az önce adamların içinden kılıç geçirmemiş gibi bize yazın bu kiraz saplarını nasıl biriktirdiğini ve durmadan neden yanında taşıdığını anlatıyordu. Parlak mavi gözleri, ensesinde minik bir topuz yaptığı, hafif dağılmış beyaz saçları vardı. Yüzü kırışıklıklarla ve bıçak izleriyle dolu olmasına rağmen garip bir şekilde sevimli görünüyordu. "Durun lütfen artık." dedim çayı övmesine daha fazla dayanamayarak bir elimi kaldırıp yapmıştım bunu. Elimdeki ahşap fincanı önüme açtığım minik çukurun ortasına yerleştirdim. "Kimsiniz siz ve neden iki adamı doğradıktan sonra bize kuzeyliler gibi çayınızı övüp duruyorsunuz? Kurtardığınız için minnettarım ancak bunları dinleyemeyecek kadar kötü giden bir hayatım var." Adam karşımda bağdaş kurmuştu. Omuzları dikti ve boyu kısa olmasına rağmen iri bir cüssesi vardı. Gülerek oluşturduğumuz üçgenin diğer köşesinde oturan, sessizliğe gömülmüş 9'a baktı. "Söylediğin kadar varmış. Çok huysuz bir kız." 9 göz ucuyla bana bakıp omuz silkti. Ondan gözlerimi ayırmadığımda devam etti. "Adım Renas kızım." Sağ elini babacan bir tavırla öne uzatınca uzanıp sıktım. "Belli ki Valor sana benden hiç bahsetmemiş." Dönüp 9'a baktı. "Bana küs herhalde." "Burada bilge bir adamın yanında kaldığını anlatmıştı." Kaşlarım çatıldı. "Siz o musunuz?" Gülümseyerek başını salladı. "Ne kadar bilgeyim bilmem ama benim yanımda kaldığı doğru." Kaşlarını çattı. "Bana siz deme," Yan gözle 9'a baktı. "Gelinim değil misin? Sen de baba de." Sonra büyük bir kahkaha patlattı. Söylediği komik olduğu için değil, içine bir düdük kaçmış gibi güldüğü için kıkırdamama engel olamadım. Tuhaf bir adamdı. 9'un ona benden nasıl bahsettiğini merak etmeden duramadım. Her şeyi biliyor muydu mesela? Treni? Nereden geldiğimizi? Sorularımı fark etmiş gibi yüzüme dikkatle ve büyük bir ciddiyetle baktı. "Sizi tanıyorum" dedi. "Olanları biliyorum." "Ama bildiği halde bana hiç yardım etmedin." 9 nihayet sitem dolu da olsa ağzını açmıştı. "Nankör çocuk." diye homurdandı Renas. "Ateş yakmayı bile bilmiyordu." diye fısıldadı bana yaklaşıp sanki 9 bizi duymuyormuş gibi. 9'un yardımdan kastının böyle bir şey olmadığına emindim. "Sizin aranızdaki sorun ne?" Bu sefer 9'a dönmüştüm çünkü sorunu olan daha çok o gibiydi. İkisi tek ağızdan "Hiç" dediğinde şüpheli bakışlarım üstlerinde daha dikkatli gezdi. "Önemsiz." dedi 9 sonra. "En azından artık." "O ne demek?" 9'u ilk defa böyle görüyordum. Nasıl anlatılırdı bu?.. Güvendiğin biri beklemediğin bir şey yapınca ortaya çıkan kırgınlığın yüze yansıması. Tam olarak böyleydi. Renas, baba, Renas Baba, ona ne diyeceğimi tam olarak bilemiyordum. Ayağa kalktı ve bir elini 9'a uzattı. "Madem önemsiz, gel de bana bir hoş geldin de." 9 bağladığı kollarını çözdü, elini sıkıp ayağa kalktı. İkisi gerçek bir baba oğul gibi kucaklaştığında gözlerim dolmuştu. 9'un dün babasından bahsederken 'yoktu' deyişi geldi gözlerimin önüne. Belki de yanılıyordu, öz olmasa bile bir babası vardı. "Büyümüşsün." dedi 9'u şöyle bir süzüp omzuna üç kez vurarak. "Sen de ihtiyarlamışsın." dedi 9 gülerek. "Kızın nerede?" 9'la konuştuğumuz geceden hatırladığım kadarıyla köpeği kastediyor olmalıydı. Renas'ın yüzü düştü. Sonra kalktığı yere oturdu. Ateşin önüne bıraktığı çayını alıp bir yudum aldı. 9 bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı, yalnızca yere olup onu bekledi. Ensesini ovuşturup söze başladı tekrar. "Sen gittikten sonra hastalandı. Biliyorsun yaşlı bir köpekti zaten." Daha fazlasını söylemesine gerek almamıştı. Ölüm böyle bir şeydi. Bazen az ötenizde kalbi durmuş iki adamda değil de yaşlı bir köpekte daha derinden hissedebilirdiniz. Herkes sustu ve daha önemli bir işimiz yokmuş gibi çaylarını yudumlamaya koyuldu. İşte hayat da böyle bir şeydi. Aydınlığa çıktığımız ilk an önümüzde etten koridor oluşan insanların yuhalamaları yükseliyor. 9 arkamda başka bir askerle geliyor, beni tutan ondan birkaç adım ileride. Gözlerimi kısıp fazla gelen ışığın önünü kesiyorum. Uzun insan koridoru mahkeme alanına kadar devam ediyor. Önlerinde askerler durmasa bizi taşlayacaklarına eminim. Sürü psikolojisinin en somut örnekleri bu insanlar. Oysa iki yıldan fazla zamandır onlara en parlak zamanlarını yaşatan bizdik. Yargıya bağımsızlık getiren, adaleti ve güvenliği sağlayan, eşitliği savunan bizdik. Şimdi düşmanca bakan bu kadınları her zaman koruyan, onların sadece doğum makinesi olmadığını öğreten bizdik. Ben şimdi onların gözünde bir evlat katiliyim. Bir hain ve bir köleyim. Üstelik kendimi doğru düzgün savunmama izin verilmezken. Taraflı yargının kırdığı kaleme bakıp beni suçlu yerine koyan bu insanları affediyorum. Affedemediğim o kadar çok şey var ki, daha fazlasını kaldırabileceğimi sanmıyorum. Renas planımızı sorduğunda 9 ona açık açık dün konuştuklarımızı, önümüzdeki iki kasaba boyunca ilerleyip başkentte girdikten sonra Pavle'yi alıp uzaklara kaçacağımızı ve yeni bir hayat kuracağımızı anlattı. Hâlâ dışarıda ateşin önünde oturuyorduk. Okçuların ölü bedenlerinden rahatsız olduğumu fark eden 9 onları uzağa taşıdığından daha az kan kokusu vardı. Hava soğumaya başlamıştı ve ben yola çıkmadığımız için gerilemeye başlıyordum. Renas 9'u dikkatle dinledi, yerde oturmuş elindeki iki bıçağı birbirine sürterek biliyordu. Kafasını kaldırıp karşısında yan yana oturmuş olan bize baktı. Başını iki yana salladı. "Olmaz." dedi sonra yalnızca ve tekrar gözlerini bıçaklarına çevirdi. Sinirlenmeye başlıyordum. "Ne demek olmaz?" dedim. "Neden olmasın?" dedi 9. "Evet belki bir at çalıp kısa sürede başkente ulaşırsınız. Peki ya nasıl gireceksiniz? Oranın nasıl korunduğunu biliyor musunuz?" Uyarıcı bakışlarını gözlerimizde gezdirdi. "Savaşırım." dedi 9. Renas büyük bir kahkaha attı. "Savaşırsın öyle mi?" Daha fazla güldü. 9'un moralsiz derin bir nefes verdiğini duydum. Renas durup gülmekten yaşaran gözlerini sildi. suratını ciddileştirdi ve elindeki bıçağın tekini 9'un omzuna saplamak için bir hamle yaptı. 9 hızlı bir refleksle bana doğru kaydı. "Manyak herif." dedi sonra adama. "Ne yapıyorsun?!" Bu sefer diğer omzuna hızlı birkaç hareketle aynısını yaptı ve 9 aynı hızla ondan kurtuldu. Ben ifadesiz gözlerle onları izlemekle yetindim. "Sen o askerlerle savaşabileceğini mi sanıyorsun?" Sesinde küçümseme yoktu. Daha çok uyarıyor ve öğretmeye çalışıyor gibiydi. "Beni hafife alıyorsun." dedi 9. "Hayır." dedi Renas. "Sen gerçekçi bir plan yapmıyorsun. Size en basit haliyle anlatacağım." Elindekileri bıçağın ucuyla yere büyük bir kare çizdi. "Buraya başkent diyelim." Karenin etrafına sık noktalarla bıçak batırdı çıkardı, bunu her kenara üşenmeden yaptı." Her noktasında doğduğundan beri bu iş için yetiştirilen askerler durur." Parmağıyla çizdiği hayali kenarlardan birine sızdı. "Diyelim ki girdiniz." Tam karenin ortasına bir daire çizdi. "Burada saray var. Başkente bir kaçak olduğunda şehrin dört yanına alarm verilir, sokağa çıkma yasağı uygulanır ve dışarda kalanı avlarlar." Yüzümüze baktı. "Yani şehre girseniz bile siz saraya ulaşamadan enseleyecekler ve sabahki okçuların yapamadığını yapıp sizi anında öldürecekler." Göğsünü kabarttı. "Hoş, ben yetişmesem onlar da öldürecekti." Göz ucuyla sabahki olayın yaşandığı tarafı gösterip bana baktı. "Oğluna sonsuza kadar veda edeceksin yani." Anlattıklarındaki haklılık canımı sıkmıştı. Yerden kalkıp derin bir nefes çektim ve bir ileri bir geri yürümeye başladım. "Doğru" dedim durup 9'a bakarak. "İşi tahminlere bırakamayız. Ya tutarsa diye ilerleyemeyiz." 9 elini saçlarının içinden geçirdi. Göğsünün iç kısmından kutusunu çıkardı ve ot sarmaya başladı. Bir şey söylemesini bekledim ama onun da benim gibi kafası karışmış görünüyordu. Renas'a döndüm. O da bizi izliyordu. Soran bakışlarım onunla buluşunca eliyle kalktığım yeri işaret etti. Gidip tekrar oturdum. Bu adamda çok tanıdık, güven veren bir ifade vardı. Belki 9 bu kadar güvendiği için böyle hissediyordum. "Neden oğlunu aldıktan sonra kaçmak istiyorsun?" 9 elini havada sallayıp tütünden çıkan ve önüme düşen dumanı dağıttı. "Burada daha fazla yaşayamam." "Valor bana tarihin seni fazlaca yazdığını söyledi." Omuz silktim. "Öyleymiş. Önemi yok." "Kaderden kaçamazsın." "Ama onu değiştirebilirim." "Elbette" 9'un kutusuna uzanıp bir tane sarmaya koyuldu. "Hayatının geri kalanında hep diğer ihtimali düşünerek yaşarsın." Başımı iki yana salladım. "Ben hiçbir zaman bir devlet yöneteyim gibi bir hırsa sahip almadım. Trene bindiğimden beri üstüme yapışan bela gibi bir şey bu." "Öyledir." Elindeki minik silindiri ağzına götürecek sandım, yapmadı. kutunun içine koyup tekrar 9'un önüne bıraktı. "Ama şimdi önünde batmakta olan bir devlet var ve sen kaçmaktan bahsedip duruyorsun. Kaçtığında değişen tek şey mekan olacak. Gördüklerin peşini bırakmaz." "Batmakta olan mı?" Belki söylediklerinde takılmam gereken nokta bu değildi. Başını olumlu anlamda salladı. "Başkent insanı, saraya yakın olan bunu bilmez. Köylünün hali kötü. Doğan bebekler açlıktan ölüyor çünkü anneler iyi beslenemediğinden sütleri yok." Tüm vücudumu bir ateş gibi saran şey kesinlikle anne olduğumdan beri katlanarak artan merhametti. "Tarım durmuş durumda. Suya ulaşım çok zor. Haydutlar köy köy gezip evlerden yiyecek kaçırıyor. Veremeyecek durumda olan evlerin çocuklarını alıyorlar." "Sarmad'ın iyi bir hükümdar olduğunu sanıyordum." 9'un alaycı gülüşünü duydum. "İyiydi." dedi Renas. "Savaşmakta toprak almakta iyiydi. Babasının bıraktığından ileri gidebileceğini sanmıyordum ama iyi gidiyordu. Yine de yıllardır hanedanın bir sorunu var. Her zaman alt kesimdekilere sırt çeviriyorlar. Kendi hallerine bırakıyorlar ve onlara yapacakları yatırımı daha fazla toprak almaya, daha fazla lükse veriyorlar." Gerçekten bu topraklara öyle yabancıydım ki, duyduklarımdan sonra şimdiye kadar yediğim yiyecekler için bile utanç duymuştum. "Şimdi değiştirebileceğin her şeyi bırakıp gitmek mi istiyorsun?" Aklım karışmıştı. "Ben ne yapabilirim ki? Saraya girmeme izin bile vermezler." "Evet." dedi. "Sana izin vermezler. Peki ya daha kalabalık olursak? Güçlerinin yetemeyeceği kadar çok insan olursa?" "Baba..." dedi 9. Ona döndüğümde yüzüne büyük bir sırıtış yayılmıştı. "Ne?" dedim bir Renas'a bir 9'a bakıp. "Bir tek ben mi anlamadım?" "Halk bir imparator olduğunu bildiğinden ses çıkarmıyor. Olana razı oluyor. Baskıyı kabul ediyor ve itaat ediyor." "Ama şimdi bir imparator yok." diye mırıldandım. Taşlar yavaş yavaş yerine oturuyordu. "Bingo!" diyor 9. "Eğer biz imparatorun öldüğü haberini hanedandan önce yayarsak zaten azalmış olan güven iyice sarsılır ve başkente giden yolu yalnızca biz aşındırmayız." "Darbe..." dediğimde 9'un zaten parlak olan gözleri çakmak ateşi gibi yandı. Gülümsedi. "Eğlenceli olacak. Ben buna yakarım." Az önce Renas'ın sardığı sigarayı alıp önündeki ateşe tuttu. Renas güldü, sonra homurdandı. "Sanki yakmak için bahaneye ihtiyaç duyuyorsun." 9'u çok iyi tanıdığını ve az önce sırf bunları konuşacağımız için o sigarayı sardığını düşünmeden edemedim. "İşe yarar mı sizce?" dedim aklımdaki yüzlerce tilkinin kuyruklarını birbirine bağlayıp tüm olmazları bastırarak. 9 dudaklarının arasındaki sigarayla konuştu. "Yarayacak." Renas ellerini çırpıp ayağa kalktı. "Yolumuz uzun." dedi ve ekledi. "Ama tüm bunlardan önce uğrayacağımız bir yer var." |
0% |