@cceccilia
|
İhtilal günü hafızama öyle net kazınmış ki istesem de unutamıyorum. Tarihi değiştirdiğimizi en net hissettiğim zamandı. Bundan bin küsur yıl sonra gerçekleşecek Fransız İhtilali'nden önce davranmış ve ismimizi tarihe yazmıştık. Kitaplarda iki cümleye sığdırılmış çok can verdik. Sıkıntıyla dinlenen derslerde öğrencilerin verdiği 'zil çalsa' nefesleri hakkını arayan çok insanın son nefesiyle biyolojik olarak aynıydı. Sayfaları hızlı hızlı çevirirken arada çok insan unutuldu, satırların arasına sıkışmış çok insan öldü. Şimdi geri dönebilsem "Yaşadık!" derim. Biz de yaşadık. Biz de güldük. Biz de ağladık. Biz de korktuk. Biz de sonsuz gökyüzüne heyecan duyduk. Ve öldük işte. Tarihin tozlu sayfalarında yalnızca x topraklarında yaşamış x kişiler olduk. Adlarımızı kaybettik, şanımızı kaybettik. Şanslı olanlarımız kalplerde yaşadı, sonra o kalpler de atmayı bıraktı. Hiç doğmamış gibi olduk. Hiç bu topraklara basmamış, hiç aynı yıldızlara bakmamış gibi olduk. Hiç sevmemiş, hiç nefret etmemiş gibi olduk. Bazıları hatırlanmak için ağaçlara kazıdı ismini, ağacı kestiler; kayalara çizdi, su kayaları aşındırdı; suya söyleyenler oldu, su durup dinlemedi; dağlara bağıranlar oldu, yankıları yalnızca kendileri dinledi.
Bir önemi var mıydı? Ölümsüzlük bulunur muydu? Nefes tükense de yaşamak mümkün müydü? Bilmiyorum, hiçbir zaman bilemeyeceğim.
Halkın dilinde "İmparator Sarmad öldü." fısıltıları dolaşıyordu. Köylerde ayaklanmalar başlamıştı. Sarayın her köyün girişine diktiği muhafızlar olanları bastırmaya yetmiyor, saraydan ek koruma gelmesi de çok uzun ve her köy için çok masraflı olacağından bu işe hiç girişilmiyordu. Sonunda her evden en az bir kişi zorunlu olmak üzere yüzlerce insan yola dökülmüştü. Biz geri dönüş yolunda olduğumuzdan bunu gözlemlemek kolaydı. Halk göçebe yaşayanlara alışıktı ve çoğu zaman yolda karşılaştığımız topluluklar onlarla yememizi, uyumamızı istiyordu. Bu yolculuğun sonuna kadar insanların tüm dertlerini dinlemiştim ve birçoğu öyle haksızlığa uğramış, zulüm gören insanlardı ki bir kez daha monarşiye nefret duydum.
Ancak onlar böyle düşürmüyordu. Onların sistemle, imparatorlukla bir sıkıntısı yoktu. Böyle yönetilmeye alışmışlardı ve demokrasi kavramından o kadar uzaklardı ki kendi kendilerini yönetebilecekleri bir sistem akıllarının ucundan geçmiyordu. Sorunları şimdi yönetilememenin getirdiği fakirlikti. Onlara bu devirde tek kişiyle yönetilen her sistemin buna mahkum olacağını anlatamadım, anlamazlardı. İnsanlık tarihinin -daha sonra bozulacak olsa da- eşitliği keşfedene kadar geçirdiği bir süreç vardı ve şimdi fazla müdahale edemezdim. İmparatorlarına saygı duyuyorlardı ancak söylediklerine göre bundan aylar önce hükümdar öldüyse ve bu halktan saklanıyorsa saraya yeni bir imparator şarttı. Üstelik Sarmad'ın bir çocuğunu olduğunu bilmedikleri için, tahta çıkınca da tüm erkek kardeşleri öldürülmüş olduğundan, hanedanın bir varisi olmadığını düşünüyorlardı ki bu onlar için büyük bir sorundu. Varis yoksa soy değişmeliydi. Değişecekti.
İnsanlar gözlerini askerlerin yerden kaldırmakta olduğu Tonya'nın cesedine dikiyor. Tanık kürsüsünün arkasındaki zeminde biraz kan var. Herkes dehşete düşmüş gibi bakıyor, bir imparatorun kendi halkından birini böyle kolay öldürmesine alışık değiller.
Dün tanıklık edenler arkada, onlar için ayrılan taş oturaklarda oturuyorlar. Teğmen Fido ile göz göze geldiğimde bana umutsuz bir ifadeyle bakıp başını iki yana sallıyor. Her şeyin sonuna geldiğimizin o da farkında. İhtilalde bana ettiği yardımı unutmuyorum. İyi bir adam.
Arkasında Marja var. Gözlerini benim olduğun tarafa çevirmiyor bile. Tepedeki güneş kızıl saçlarına vuruyor. Neden böyle yaptı bilmiyorum.
Ve yüzbaşı... O Sarmad'ı izliyor. Sarmad konuşmaya başlayacak. İşte şimdi, ağzından dökülecek kelimelerle hüküm verecek. Ne söyleyeceğini biliyorum. Yeni bir devir başlıyor. Benim onun bugün. Zaten artık nasıl yaşarım ki? Oğlumu kaybettim.
Kulaklarım uğuldarken başkentteki büyük meydanda birbirine karışan çığlıklardan başka duyulacak bir şey yoktu. Taşlar, sopalar, avuç avuç kumlar havada uçuşuyordu. Askerler acımadan insanları doğruyor, yine de binlerce insana karşı koyamıyordu. Anlaşmak zorundalardı. Anlaşmaya varmak istemiyorlardı ama kaybedeceklerdi. Çok asker ölmüştü. Orduyu bitirecek kadar çok. Bu gidişe dur denmesi gerekiyordu.
Kalabalıkta bana çarpan bedenleri umursamadan ilerliyordum. "9!" tekrar bağırdım. "9! Valor!" Az önce yanımdaydı. Onu bulamıyordum ve zarar görmüş olma ihtimali beni deliliğin ucuna getirmeye yetiyordu. Gözlerimin önüne trendeki görüntüler geliyordu. Aynı kalabalık, aynı isyan ve yüzlerce yıl geride aynı şeyi yaşayan binlerce insan. "9!"
Bir kol belimi sardı ve beni olduğum yerden havalandırıp kalabalığın hafiflediği bir yere tekrar bıraktı.
"Renas'ı bulamıyorum." dedi. İki eliyle yüzümü tutup beni gözleriyle kontrol ediyordu. "Sen iyi misin?"
Başımı salladım. "Renas az önce heykelin orada bir askeri boğazlıyordu."
9 ilerideki devasa taş adama baktı. Eski imparatorlardan biri olmalıydı. Ama bir şey görünmüyordu. "Saraya gitmeliyiz." dedim nefes nefese. "9, saraya gitmeliyiz. Pavle'ye zarar verecekler. Onu oradan almalıyız."
9 bir süre gözlerini kırpıştırıp düşündü. Omzuna çarpan taşla dudaklarından sessiz bir küfür döküldü. Sonra elimi tuttu ve kalabalığın arasında insanları yararak koşmaya başlamadan önce bana "Kafanı koru ve sakın elimi bırakma." dedi.
Komutan Sverus yerden cesedin kaldırılmasını bekliyor ve bu sürenin hemen sonunda devam ediyor. Bizi çabucak öldürmek istiyorlar.
"Tüm tanıklar dinlendi, hüküm verildi. Kararı açıklamak üzere sözü imparator Sarmad'a bırakıyorum."
9'a dönüyorum, beni izliyor. Umutsuz görünmüyor, o hiçbir zaman öyle görünmez. Yüzünde zafer kazanmış ama karşılığında çok şey kaybetmiş gibi bir gülümseme var. Kazandık mı bilmiyorum ama her şeyi kaybettik.
Heykelin önündeki tanıdık cesedi gördüğümüzde 9 durdu. Önümüzden insanlar geçip gidiyor, bazıları hareket etmediğimiz için öfkeyle bizi ittiriyordu. Renas, son nefesine kadar bizim için, halk için ve hakları için savaşmıştı.
9 durdu. "Baba?" dediğini duyduğumda 9'u oradan uzaklaştırmak için çekiştiriyordum. Şimdi ona bakarsa, orada durup belki de cesedine sarılırsa bir daha kendine gelemeyecekti. Önüne geçip yüzünü ellerimin arasına aldım "9? Bana bak. 9!" Bakışları omzumun arkasına, Renas'a kilitlenmişti. "Ölmüş" diye fısıldadığında ne söylediğini ancak dudak okuyarak anlayabildim.
"Valor," dedim tıpkı Renas'ın hitap ettiği gibi sakince. "Bizim için öldü." dedim. Gözlerim yaşlarla dolmuştu. "Şimdi onu buna pişman etmemek için saraya gitmeliyiz."
Kısacık bir an bana baktı. Başını salladı. "Evet" dedi. "Gidelim." Bunca sesin arasından sesimi duyurmak için ona sarılıp fısıldadım. "Söz veriyorum ona daha sonra veda edeceğiz."
Sarmad konuşmaya başlıyor. Gözlerini 9'a sabitlemiş, 9'a baktığımda onun da çatık kaşlarla karşılık verdiğini görüyorum.
"Benim yokluğumu fırsat bilip halkı kin ve düşmanlığa sürükleyerek, ordumu kışkırtıp yolundan saptırarak kendi tarafına çeken bu iki köle, bu iki mahkum için yasalarda da açıkça belirtilmiştir."
Bir nefeslik ara veriyor konuşmaya. Bu sürede kimseden ses çıkmıyor. Biraz önce bizi yuhalayanlar onlar değil miydi? Tonya mı değiştirdi onların fikirlerini?
"Karar verildi! Vatana ihanet, halkı düşmanlığa teşvik ederek hanedanı sürgüne zorlamak, soyu değiştirmeye çalışmak ve Varis Pavle'nin ölümüne sebep olmaktan..."
Oğlum... Pavle'yi çok özledim.
"Sanıkların ikisinin de idamına..."
Gerisini dinlemiyorum. Dinlemek istemediğimden değil, duyamıyorum. Başım dönüyor, midem bulanıyor. Bu adaletsizliği kaldıramıyorum.
Teğmen Fido'nun kolumu kavrayan eli, 9'un ona attığı yumrukla gevşedi. Fido kanayan burnunu tutarak bana iyice yaklaşıp fısıldadı.
"Dinleyin," Gözleriyle etrafı kontrol etti. Telaşlı görünüyordu.
"Ne istiyorsun lan!" 9 onu yakasından tutup benden uzaklaştırdığında omzunu tutup ona sakin olmasını söyledim.
"Bakalım ne söyleyecek, lütfen 9..."
Onu ittirerek bıraktığında Teğmen sesini duyurabilmek için bağırmak yerine tekrar yaklaştı. "Bebeğin güvenli bir yerde. İmparatoriçenin bir planı var." Sarmad'ın annesinden bahsediyordu.
"O nerede?"
"Söyleyeceğim." dedi Fido. Ama önce taht içinde hak iddia etmen çin söylediklerimi yapman gerek.
"Ne diyorsun?" dedi 9 daha fazla sabredemeden.
"İmparatoriçe son kez şansını denemek için saray balkonunda konuşmaya çıkacak. Tüm kalabalık sakinleştiğinde onlara oğlunu tanıtacak ve bir varis olduğunu bildirecek."
"Ve?" dedim onu hızlandırmak istercesine. Saraya çıkan sokaklardan birindeydik ve bizi saraydan biri görürse Fido'nun da başı yanardı.
"O balkonda halkın içinde onu sakince dinle. Konuşmayı bitirdiğinde bebeğin annesi olduğunu ve tahtın asıl sahibinin kendin olduğunu söyle. Halk soya her zaman saygı duyar. İmparator Sarmad yaşamadığı için eski imparatoriçenin taht üzerinde senden daha öncelikli hiçbir hakkı yok. Anladın mı beni?"
Söylediklerini tam olarak kafamda oturtmaya çalışıyordum. "İşe yarar mı?"
Teğmen "Yarayaca-" dedi ama cümlesini tamamlayamamıştı. Sokağın diğer ucunda bize yaklaşan askeri gördüğümüzde 9 teğmene kafa attı ve elimi tuttu.
"Bu bebeği kaçırdığınız için." dedi. "Sağ ol."
Sonra koşmaya başladık.
Sessizlik. Tek duyabildiğim sıralı nefes sesleri, belki kendi nefesim bu. çevremi görmeye çalışıyorum ama bunu yapacak gücüm yok. zemin dönüyor. Tüm mahkeme, tüm insanlar dönüyor. Tıpkı o karanlık tüneli ilk gördüğüm zamanki gibi bir kramp var midemde. Şimdi nasıl isterdim zamanın ileri akmasını. Anneme kadar aksın zaman. Yine onun güvenli kucağında babamın gelişini bekleyeyim. Mümkün değil. Trene bindiğimde yirmi üç yaşındaydım. Yirmi yedimi doldurmadan öleceğim. Yirmi yedi. Trendeki numaram. Ne trajedi ama! Sayıların bir önemi var mı? Bir süre önce yoktu. 9'un 9 olmasından önce yoktu mesela. Şimdi var.
Sarmad konuşmasını bitirmiş. Bana mı bakıyor? Yarım yamalak görüyorum. Biraz daha dönse başım yüzünde acıklı bir ifade olduğunu söyleyeceğim.
"Yasalara göre..." Bu Sverus'un sesi. "Suç ortaklığından yargılanan ve idam cezası alan iki mahkumdan suça teşvik eden suça ortaklık edenden bir gece önce olmak kaydıyla idam edilir. Şimdi halkın ve imparatorun huzurunda size soruyorum. Yargılanmanıza sebep olan suçlara teşvik eden hanginiz?"
9, Sverus lafını bitirir bitirmez konuşuyor. "Ben yaptım!"
"Onaylıyor musunuz Feryal?"
Onu düzeltmiyorum, ona güveniyorum ve ona sadık kalıyorum.
"Onaylıyorum."
Umut ettiğimden değil, onu sevdiğimden.
Dünkü sözleri geliyor aklıma.
"Benimle ölmene değer mi?"
Başını iki yana sallayıp güldü. "Değmez."
Yutkunup ona katıldığımı belirtmek istercesine başımı salladım.
"Değmez çünkü seninle yaşamak varken asla ölmeyeceğim."
Burnumu çekip elimin tersiyle yüzümü sildim. "Öleceksin 9, ikimiz de öleceğiz."
"Hayır." Sesini kıstı. "İşe yarayacağından emin değilim ama bir planım var."
Sesimi çıkarmadan onun söyleyeceklerini bekledim. Benden tepki bekler gibi yüzüme baktığında "Neymiş?" dedim.
Bir süre düşündü, söyleyip söylememekte karar veremiyor gibiydi.
"9?" dedim susmaya devam ettiğinde.
"Sadece yapacaklarımızı anlatacağım." dedi. "Yaptıklarımı daha sonra öğrenirsin, anlaştık mı?"
Aklından neler geçtiğini anlayamıyordum. "Neler oluyor 9?"
Başını iki yana salladı. "Şimdi değil," dedi. "Burada olmaz. Her şey bittiğinde söz veriyorum anlatacağım, tamam mı?" Israr etmedim. Bana verip tutmadığı söz yoktu.
"Ne yapacağız peki?"
"İkimiz için idam emri verilecek." Bunu sanki çok normal bir şeymiş gibi söylemişti. "Yasaya göre bir günde iki idam yapılamaz. Bize önceliği belirlemek için suça teşvik edeni soracaklar. Hatırlıyorsun değil mi bu yasayı?"
Başımla onayladım.
"Ben yaptım diyeceğim."
"9..."
"Dinle," dedi. "Ben yaptım diyeceğim ve önce beni idam edeceklerini bildirecekler. Karşı çıkmayacaksın."
"Yapamam..."
"Yapacaksın 27." Bana uzun zamandan sonra ilk defa böyle seslenmişti. "Yapacaksın çünkü ben ölmeyeceğim ve gelip seni kurtaracağım."
"Nasıl?"
"İşte orasını bana bırak."
"Ya yapamazsan?" Az önce sildiğim yüzüm yine yaşlarla ıslanmıştı.
"Şşşş..." Elini parmaklıklardan uzatıp yanağımı avucuna aldı ve baş parmağıyla yaşları sildi. "Sadece bana güven."
Gözlerimi kapatıp yalnızca yüzümü okşayan elini hissettim. Zaman şimdi durmalıydı.
Komutan Sverus'un sesiyle kendime geliyorum. "Yasalar suçlu da olsanız, mahkum da olsanız geçerlidir. Halkın önünde ölecek olan herkese son dilekleri sorulur. İlk idam edilecek olan sanık Valor olduğundan önce ona soruyorum."
Sanki bir şov programı sunuyor. Halka kelimeleri öyle süslü veriyor ki bunu dışarıdan izlesem belki daha çok etkilenirim ve çok acıklı bulurum. Ölecek olan kendiniz olunca korku geri kalan tüm duyguları bastırıyor.
"Ölmeden önce İmparator Sarmad huzurunda son dileğinizi söyleyin."
9 bana dönüyor. Gözlerini bir kez kapatıyor ve açıyor. Tekrar Sverus'a dönüyor.
"Gün doğumunu izlemek istiyorum." Bunu daha önce düşündüğüne eminim. Halktan şaşkınlıkla karışık nidalar yükseliyor. Ben de şaşırmadığımı söyleyemem. Bu, hayatını bir gece daha uzatması demek. O kadar akıllı bir adam ki bunu vakit kazanmak için yaptığını biliyorum.
Sverus önce Sarmad'a sonra yargıç kürsüsündeki diğer komutanlara dönüyor. Aralarında bunun yapılıp yapılamayacağını tartışıyorlar. Artık Sarmad'a bakmıyorum ve sayılı zamanımda onu görmek istemiyorum.
9, üç yıl baş danışmanlık yaptığından yasaları iyi biliyor. Yapmak zorundalar. Yasada, başka her şey çok doğruymuş gibi ısrarla kaldırılmayan çelişkili bir ifade var. İdam mahkumunun sonunda ölecek olması kaydıyla son dileği gerçekleştirilir.
Sverus tokmağını kürsüye vurarak fısıltıları susturuyor. "Kabul edildi." Hemen sonra bana dönüp "Sanık Feryal," diyor. "İmparator Sarmad huzurunda son dileğiniz nedir?"
9'a dönüyorum. Hafızamı çok zorlamam gerekmiyor. O küçük vagona gidiyorum. Kulaklarımda o şarkı çalıyor: Dance me to the End of Love.
"Ben..." diyorum. Sesimi duyurmak için boğazımı temizliyorum. "Ben dans etmek istiyorum."
⏳
|
0% |