Yeni Üyelik
9.
Bölüm

7. BÖLÜM

@cebimdekicakmak

Mem Ararat - Were Delal

Seksendört - Kendime Yalan Söyledim

Bölümün ana şarkısı; Sezen Aksu - Kaybolan Yıllar

🥂🥂🥂

Bizi kötü sonla biten bir kitabın sayfaları birleştiremezdi ki...

Bizim sonumuz çoktan yazılmıştı. Biz insanlar kötülerin kazandığı masallara aşina değildik. Sonumuzu ne olursa olsun kabullenemiyorduk. Bu pes etmek veya vazgeçmek değildi. Bu bir çift koyu hakverengi göze yenik düşmekti.

Okuduğum bir kitapta başrol kız, başrol erkek karaktere, "Bir kaçış yolu ararken tutsağın oldum." Demişti. Sahi her kaçış bir tutsağın hikayesini yazmaz mıydı? Ben geçmişimden kaçarken Agâh'a tutsak kalıyordum.

Babamın yüzünde, Agâh'ın teklifinden dolayı, memnun bir ifade oluşmuştu. Fatih Doğan'la evlensem de bazı insanların hâlâ konuşmaya devam edeceğini biliyordu. Çünkü Fatih Doğan bu topraklara sahip olmak isteyen bir adamdan başkası değildi ve Mardin halkı ondan hiç haz etmezdi.

Demirkan aşiretinin sevenleri olduğu kadar düşmanları da vardı. Ama herkes onlara saygı duymak zorundaydı. Agâh'ın bir zamanlar bu durumdan şikayetçi olduğunu biliyordum ama şuan üstünlüğünü kullanıyordu.

Sigara içme derdim, daha fazla içmeye başlamış. İnsanların benden korkmasından nefret ediyorum diyordu, şimdi üstünlüğünü kullanarak çevresindekilere korku salıyordu. Bize yaşattıklarım mı bizi değiştirmişti yoksa zaman mıydı bizi değiştiren?

"O vakit bu akşam gel iste Elzem'i. Herşey usulünce olmalı." Babamın kararlı çıkan sesi benim için bir uğultudan farklı değildir. Beni bir malmışım gibi kullanıyordu. "Herşey usulünce gerçekleşecek lakin İzol'lar ve Demirkan'lar arasında değil, Elzem'i Milan'lardan isteyeceğiz."

"Elzem'e sormadan onun hakkında kararlar veremezsiniz!" Azad'ın konuşmasıyla bakışlarım ona döndü. "Hayır deme gibi bir lüksü yok." Agâh'ın sesi oldukça sert ve kararlı çıkmıştı. "Elzem sizin kuklanız değil. Demirkan aşiretinin başına geçtiğinden beri kadın haklarını Mardin'e geri getiren sen değil misin Agâh Ağa? Bir kadın ne olursa olsun, hayır diyebilmeli. Kendi hayatını ilgilendiren kararlara hayır veya evet diyebilmeli."

Hayır demiştim. Kimse sesimi duymamıştı...

"Oğlum haklıdır Agâh Ağa, Elzem'e fikrini sormadan sana kız vermem. Bu Milan'lara aykırıdır." Ortalığın sakinleştiğini duyan Dilan, kucağında ki Evîn'le yanıma gelmişti. "Hanımım, zar zor susturdum. Tam sustu diyorum beş dakika sonra yine ağlıyor." Evîn'i Dilan'ın kucağından alıp Dilan'a döndüm. "Tamam Dilan ben Evîn'le ilgilenirim sen işine dönebilirsin." Dilan, başıyla beni onaylayıp konağa gitmişti.

Murat amca bu konaktaki çalışanlara kendi evladıymış gibi şefkatle yaklaşıyordu. Bu konak bizim konak gibi değildi, her acıya rağmen bu konakta sevgi vardı. Bir yuva sıcaklığı vardı. "Konağın önünde duran arabaya binip beni bekle!" Ne yapmaya çalıştığına anlam veremediğim için bulunduğum yerden kıpırdamadım bile. "Ne yapacaksın?"

Sabahtan beri bağırmaktan sonunda ses telleri kopacaktı. O bağırdıkça korku bütün vücudumu kaplıyordu. Agâh konuşacağı sırada konuşmasına izin vermeden, "bağırmadan konuş Evîn yüksek sesten korkuyor." Ne söylecekti bilmiyorum ama söyleyeceği şeyden vazgeçip sustu.

"Ne söyleyeceksen burada söyle Agâh Ağa, Elzem seninle hiçbir yere gelmiyor. Nikah işini de unut." Olayları izleyip susmayı tercih eden Sezgin abi dayanamayıp konuşmaya başlamıştı. İkisinin arasında ki düşmanlık uzun zamandır hüküm sürüyordu ve bu düşmanlığın sonunun asla gelmeyeceğini düşünüyordum. "Bu topraklara ayak basarken bile yanında yüzden fazla korumayla gelen birine göre fazla iddialı konuşmuyor musun?"

Sezgin abi altı yıl önce Mardin'den, İzmir'e taşınmıştı. Orada eşi ve dört yaşında ki oğluyla mutlu bir hayat sürüyordu. Agâh'la aralarında ki husumetten dolayı Midyat'a pek fazla uğradığı söylenemezdi. "Biz arabada bekliyoruz." Ortam daha fazla gerilmesin diye Agâh'la gitmeyi kabul etmiştim. Kimse itiraz etmeden konağın çıkışına doğru ilerledim. Babamın bir köşeye çekilip sırıtarak olanları izlemesi midemi bulandırıyordu.

Konağın kapısı açıldığında bir el kolumu kavradı. "Evîn'i bana ver. Rahat rahat konuşursunuz." Başımı iki yana doğru salladım. "Hayır, kızım benimle gelecek. Ondan daha fazla uzak kalamam." Azad, kolumu bırakıp Evîn'in yanağına bir buse kondurduktan sonra geri çekilmişti. "Dayıcım çabuk gel olur mu? Daha seninle alışverişe çıkacağız." Kulağıma yaklaşıp "Zozan bugün sabah son kontrollerinden sonra taburcu olmuş. Siz gittikten sonra bende onu görmeye gideceğim. Döndüğünüz zaman habar ver konaktan fark ettirmeden çıkayım."

"Elini kolunu sallaya sallaya Demirkan konağına giremezsin." Yanağımdan makas alıp, "Azad abin bunu da düşündü. Kapıdan değil balkondan konağa gireceğim." Birgün yakalanıp ölüm fermanını kendi elleriyle imzalayacaktı ama umrunda değildi. "Sakın öyle birşey yapayım deme. Konağın balkonundan girmek te nedir? Hırsız mısın sen?" Sırıttı."Hırsız değilim. Juliet'ini görmeye giden Romeo'yum."

"Sen akıllanmazsın. Resmen Agâh'a gel beni öldür diyorsun." Hangi durumda olursak olalım bu çocuk Zozan'la ilgili her konuşulduğunda keyfi yerine gelecekti. "Ölüm dediğin nedir ki gülüm, eğer bahsettiğin ölüm bir çift kahve göze vurulmaksa ben ölmeye razıyım." Gözlerimi devirdim. "Sohbetiniz bittiyse arabaya geçebilirsin." Agâh'ın sesiyle irkilmiştim. Ne ara yanımıza geldiğinin farkında bile değildim.

Azad, "Allah sabır versin bacım." Deyip bana göz kırptıktan sonra yanımızdan ayrılmıştı. Agâh'ı daha fazla bekletmeden arabanın arka koltuğuna doğru yürüdüğümde Agâh, "Arkaya değil öne bin" demişti. "Ön taraf bebekler için tehlikeli."

"Arkada çocuklar için koltuk var. Bebeği oraya oturttuktan sonra öne otur." Arabasında neden bebekler için koltuk vardı ki? Belkide yeğeni için almıştı. Evîn'i arka koltuğa yerleştirdikten sonra ön koltuğa bindiğimde Agâh'ta sürücü koltuğunda yerini almıştım. "Ne konuşacağız?" Cevap vermeden arabayı çalıştırmıştı.

İkimiz de konuşmuyorduk. Arkaya dönüp Evîni kontrol ettiğim zaman arabanın içini incelediğini fark ettiğimde gülümsedim. "Neye gülüyorsun?" Agâh'ın konuşmasıyla yüzümde ki gülümseme solmuştu. Ona cevap vermeden önümü dönüp yol boyunca susmuştum. Tanıdık gelen yollardan geçerken midem katılmıştı. "Kulübeye mi gidiyoruz? Gitmeyelim ne söyleyeceksen başka yerde söyle."

"Beni dinlemeyip kulübenin olduğu yoldan ilerlemeye devam ediyordu. "Durdur arabayı nefes alamıyorum." Nefes alamıyordum. Gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı. Agâh sıkıntılı bir nefes verip yolun ortasında arabayı durdurmuştu. "Kızına babasıyla vakit geçirdiğin yerleri göstermek istemiyor musun?" Sesi soğuk ve iğneleyiciyi çıkıyordu. "Beni konağa geri götür."

"Cık, kulübeye gidip konuşacağız."İstemiyorum dememe rağmen beni dinlemiyordu. Arabayı tekrardan çalıştırıp aynı yoldan ilerlemeye devam etti.

"Niye kulübenin olduğu yola saptın?"

"Eğlenmeye gideceğiz."

"Ne eğlenmesinden bahsediyorsun sen? Agâh beni konağa bırakmanı söyledi."

"Sevgilinin verdiği emirler beni ilgilendirmez. Bu gece bedeninde benim hükmüm sürecek."

"Hastalıklısın sen! Ne dediğinin farkında değilsin. Agâh bu dediklerini duysa seni yaşatmaz."

"Agâh bu gece ne beni duyacak ne de senin sesini. Bu gecenin ipleri benim elimde."

"Şimdi Agâh'ı arayıp beni kulübeye götürdüğünü söyleyeceğim. Seni öldürürken büyük bir zevk alacağına eminim."

"Bu kendinden emin tavıralrını bana yatakta da sergilemeni bekliyorum."

Geçmişin kirli sayfaları gözümün önünde hızla geçiyorken gözlerim kararmak üzereydi. Midem bulanıyordu, kusmak üzereydim. Durduğunu hissettiğim arabanın kapısının açılmasıyla kendimi dışarıya atıp yolun yanında ki ağaçlara doğru koştum. Kendimi daha fazla tutamayıp kusmaya başladığımda midemde ki bütün sıvıları boşaltmak beni bir nebze de olsa rahatlatmıştı. Olduğum yere oturup durmak bilmeyen gözyaşlarımı akıtmaya devam ediyordum.

Etrafta ki hiçbir sesi duyamıyordum. Kulağıma gelen sesler bir uğultudan ibaretti. Kafamın içinde yankılanan iğrenç ses çevremde ki sesleri duymama izin vermiyordu.

Ellerimle kulaklarımı kapatıp sesin gitmesini bekliyordum. Dilimi yutmuş gibiydim konuşmak, bağırmak kafamın içinde ki sesi kovmak istiyordum ama konuşamıyordum.

Yanağımda hissettiğim sıcaklık, yanağımda yuva edinmişti. "Elzem, bana bak. Derin nefes al, bana bak." Zihnimin içindeki iğrenç kaybolurken Agâh'ın sesi kulaklarımda uğuldadı. Bakışlarım onun siyah hareleriyle buluştuğunda gözlerinde yer edinen endişeyle karşılaşmıştım. "Azad'ın bahsettiği kriz anlarından birimiydi?" Yanağımın üstüne koyduğu sağ eli hâlâ bulunduğu yere ev sahipliği yapıyordu. Başımla onu onayladığımda yanağımı istemsizce eline sürtmüştüm.

Yanağımın üstüne koyduğu elini yeni fark etmiş olacak ki, elini hızla yanağımdan çekmişti. "Ne oldu Elzem? İki yıl içinde ne değişti? Eskiden bu tür krizler geçirmezdin, şimdi neden kriz geçiriyorsun?" Eskiden beni bütün kötülüklerden koruyabilecek bir adam vardı. Sonra bir adam girdi hayatıma, saf kötülük bütün bedenimi kendine esir aldı. Demek istedim ama o an yine kendimden utandım. "İnsan sevdiği birini kaybettiği vakit değişir. Agâh, nefessiz kalan her insan bir gün değişir." Agâh, o an Semih'ten bahsettiğimi düşündü ama ben yaşamanın en çok ona yakıştığını düşündüğüm adamı bir gecede öldürmek zorunda kaldığım zaman nefessiz kalmıştım. Uğruna gözlerimden bir okyanusun aktığı adamı kaybettiğim zaman nefesim kesilmişti.

Bakışlarım, Agâh'ın kucağında ki her şeyden habersiz etrafı inceleyen Evîn'e kaydığında ellerimle yüzümü kapatıp hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Son zamanlarda yaşadığım duygu değişimleri duygularımı alt üst etmişti. İki yıl içinde yaşadığım hapis hayatından sonra, ruhum son üç gündür ilk defa özgürdü. "Neden ağlıyorsun? Sesimi bile çıkarmadım." Sonlara doğru kelimeler dudaklarının arasından bir fısıltı gibi süzülmüştü. Agâh ilk defa kızımı kucağına almıştı ve bu görüntü benim canımı yakmıştı. Yaşanması gereken hayallerimiz vardı. Ama hiçbir hayalimiz gerçekleşmemişti.

Hayalimizdeki gibi bir kızım vardı ama ne Evîn onun kızıydı, ne de ben artık onundum. Azad, Agâh'ın beni hâlâ sevdiğini söyleyip duruyordu. Bu neyi değiştirirdi ki? Kadar bize çirkin bir oyun oynamıştı ve bu oyun bizi tamamen imkansız kılmıştı. "Bu evliliği kabul edip senin hayatını mahvetmeye hakkım yok." Hıçkırıklarımın arasından zar zor dudaklarımdan dökülen sözler kendi canımı bile bu denli yakmışken onun canını da yakmış mıydı?

"Benim, mahvedilebilecek bir hayatım yok. Biz bu olanlardan sonra beraberken Anka Kuşları gibi küllerimizden doğmayız. Biz ancak birbirimizi yok ederiz. Ve ben bu yolda sizinle yok olmaya razıyım." Dudaklarından dökülen kelimeler bir ok gibi kalbime saplanırken ellerimi yüzümden çektim. "Babasızlık ne demek iyi biliyorum."

Belki Agâh şuan yirmi beş yaşında bir çınar ağacıydı ama onun içinde hâlâ baba özlemi çeken bir çocuk vardı. "Ben çok yarım kaldım. Gidişinde bile başımı yaslayıp sabaha kader dertleşeceğim bir babam yoktu." Çoğu insan yarım büyürdü. Bazıları acıya gülecek kadar iyi rol yapıyordu. Biz iki yarım büyüyen çocuk, iki yarım kalan sevdalı, biz acının ta kendisiydik.

"Elzem, ben Evîn'e bir derdi olduğu zaman sığınabileceği bir liman olmak istiyorum. Biz yarım kaldık, o yarım kalmasın." Daha yarım saat önce beni bir cehennemin girişine kadar getiren adam şimdi nasıl olur da bu denli güzel ve sakin konuşabilirdi?Sustum,yine herzaman ki gibi sezsiz kaldım. Gözlerimi Agâh'ın arkasında duran kulübeye çevirdim.

Bu kulübe iki yıl önceye kadar iki gencin hayallerini süsleyen bir kulübeydi. Sonrasında bir gece ansızın bir cehenneme dönüştü. Şimdi ise iki yaralı insanın konuşmalarına uzaktan da olsa şahit oluyordu. "Biz yandık, o yanmasın." Dediğimde kucağında ki Evîn'e dikkat ederek yavaşça ayağa kalktı.

Sağ eliyle Evîn'i tutup sol elini tutmam için bana uzattı. Uzattığı eline bir süre baktıktan sonra elini tutup bende ayağa kalktım. Kulağıma yaklaşıp "Seni bu yolda yakıp kül edeceğim. Ve bu sefer yanında yanan ben olmayacağım. Bu romanın başrolü benim, sen yaptıklarının bedelini kitap boyunca ödeyen bir yan karakterden fazlası olamazsın. "Sözler zehir gibi dudaklarından dökülürken neye uğradığımı şaşırmıştım. "İstemiyorum!" Diye bağırdığımda kaşlarını çattı. "Seninle evlenmek istemiyorum. Kızımın daha çok zarar görmesine izin veremem."

Dudaklarını Evîn'in yanağına götürüp Evîn'i öpünce Evîn de, Agâh'ın onu tutan eline dudaklarını değdirerek Agâh'ı taklit ettiğinde içimde hiç hissetmediğim bir his oluşmuştu.

"Bir çocuğa, bir bebeğe hiç bir zaman zarar vermeyeceğimi sende biliyorsun. Ben onun eksik büyümesini istemiyorum. Seni bu yolda yakıp küp edeceğim ama onu dünyada ki tek kız çocuğu gibi büyüteceğim." Kızımı bana karşı bir silah olarak kullanmayı mı düşünüyordu?

Sanki iç sesimi duymuş gibi, "Onu sana karşı dolduracağımı düşünüyorsan yanılıyorsun. Annesinin nasıl biri olduğunu duyduğunda kendisi senden uzaklaşacak." Benim, kızım doğduğundan beri düşünmeye bile korktuğum bu durumu, sevdiğim adam yüzüme karşı söylüyordu. "Biz ne olursa olsun acı kaderin iki yıl sonra birbirine bağladığı iki insanız.

Beni yakmak istiyorsan tekrardan benimle yanmayı göze alacaksın, Agâh Ağa!" Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye devam ederken, elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. "Bu evliliğin gerçekleşmesi ikimizin de kıyameti olacak. Lakin günü geldiğinde sana bu sözlerini teker teker yutturacağım. Ve o gün kızımı da alıp gittiğim gün olacak."

Ona gerçekleri anlatmak, içimde ki öfkeyi kusmak istedim. İnsanların bana kirli demesinden, insanların bana acıyarak küçümseyici bakışlarından korktum. Gerçeklerin daha fazla ölüme sebep olmasından korktum. Hep ona korkak derdim ama korkak olan hep bendim. Aşkıma sahip çıkamayacak kadar korkaktım.

"O gün hiçbir zaman gelmeyecek. Ve sen geçmişin bedelini geleceğinle ödeyeceksin." Agâh konuştukça, karnıma sancılar giriyordu. "Benden geçmişin intikamını mı alacaksın?" Başını olumsuzca salladı. "Senden geçmişin intikamını değil, uğruna heba ettiğim geçmişimi alacağım."

"Sana geçmişini geri vereceğim." Sesim oldukça kendimden kararlı ve soğuk çıkmıştı. Gözlerimin içine bakıp, "o halde bu evlilik bir hafta içinde yapılacak." Ne olursa olsun yaşayacaklarım, geçmişte yaşadıklarımdan daha kötü olamazdı.

☀️☀️☀️

Agâh Demirkan'dan...

Emeklerken vazgeçtim büyümekten, ayağa kalkmaktan.

Ne de olsa düşecektim, ne de olsa kanayan dizlerimi annemden başkası öpmeyecekti.

Büyürsem düşecektim.

"Düşe kalka öğreneceksin." diyecekti babam.

Hem büyürsem sana aşık olacaktım.

Sen beni tanıyana kadar sevecektin,

Tanıyınca vazgeçecektin.

Bir de gözden düşecektim.

Nasılsa düşe kalka...

Belki de beni unutana kadar sevecektin.

Ya da unutacak kadar sevecektin.

Meyhaneci Necmettin Abi rakıyı tazlerken,

"Bu son, kapatıyoruz." diyecekti.

Düştüğüm yolda tökezlerken düşecektim, düşe kalka...

Tenimden ellerini, ellerimden tenini kurtarmaya çalışacaktın.

Kendimi sevmek sana, seni sevmek çocuklara haksızlık olacaktı.

Büyük adam olmayacaktım.

Ben olsa olsa büyük bir çocuk olacaktım.

Diyordu, şarkıda. Şarkıyı ilk dinlediğim zamanlar benim için sadece güzel bir şarkıydı. Elzem'in gidişinden iki hafta sonra arabada rastgele çalan bu şarkıya birden çok anlamlar yüklemiştim. Düştüğümde kanayan dizlerimden öpecek bir annem yoktu. Bana nasihatler verebilecek bir babam da yoktu. Bi aşık olduğum kadın vardı. O da artık benim değildi. Kucağımda sevdiğim kadının kızı vardı. Ama babası ben değildim.

İçimde Elzem'e karşı bir nefret, intikam duygusu yoktu. Ona olan duygularım, Milan Konağı'na giriş yaptığım an yanıp kül olmuştu. İçimde ki bu kırgınlık beni boğuyordu. Yaralı bir kuşun kanadına merhem olmak istiyordum. Yaralı bir kuşu iyleştirirseniz, ellerinizin arasından uçup gidermiş. Evîn uçup gitmeyecekti.

Babam anneme karşı hiçbir zaman iyi bir koca olamamıştı. Ben hep babama benzememek için çabaladım. Annemin bir kez bile beni görüp, benimle iki dakika konuşma şansı olsa tek söyleyeceği şey, "gittikçe babana benziyorsun." Olurdu. Babam neffessiz kalan bir çocuğa babalık yapıp onun nefesi olur muydu? Sanmıyorum. O öz oğlunu bile sevgisine mahrum edecek kadar gaddar biriydi.

Babam gibi biri olmak, isteyebileceğim son şey bile olamazdı. Bu yüzden bugünden itibaren kucağımda herşeyden habersiz kız çocuğuna nefes olacaktım. Bugün bir kadını nefessiz bırakmış, bir kız çocuğunun nefesi olmuştum...

"Elzem..." Aramızda oluşan sessizliği ilk bozan kişi ben olmuştum. Yarım saat önce hiçbir şey olmamış gibi telefonuna bakıp sırıtıyor ve sürekli biriyle mesajlaşıyordu. "Ne oldu?" Diye sorduğunda, "kiminle masajlaşıyorsun?" Mesajlaştığı kişi her kimse ona yazmayı ihmal etmeden konuşmaya başladı. "Bu seni ilgilendirir mi?"

"Bir hafta içinde ne olacağını daha önce de sana söylediğimi hatırlıyorum." Telefonunu çantasına bırakıp, "ben sınırlarımı biliyorum. Sende bilmelisin. Kiminle konuşup, mesajlaştığım kişi seni ilgilendirmez. İki hafta içinde evlenicek olmamız sana bu hakkı vermez." Trafik lambasında kırmızı yandığında, bir dal sigara alıp yaktım. "İki değil, bir hafta. Ve sınırlardan bahsedip kucağında yasak aşkının meyvesiyle gelen biri değilmiş gibi davranmam hiç hoşuma gitmedi." Sustu, "eskiden beni hep susuyorum diye suçlardın. Şimdi neden hep susup kalan taraf sen oluyorsun? Amına koyayım, ihanetin bedeli olarak, yüzsüzlüğünden dolayı mı hep susuyorsun? Yoksa iki yıl içerisinde hep susmayı tercih edecek kadar çok şey mi yaşadın?"

Susmasından haz etmiyordum. Bana karşı istediğini söylesin ama susmasın. Sustuğu zaman bir ihtimal suçsuz olduğunu düşünüp kendimi kandırıyordum. Trafik lambası yeşil yandığında arabayı sürmeye. "Susmayı öğrendim." Tek söylediği şey 'susmayı öğrendim.' Olmuştu. Sonrasında başını arabanın camına yaslayıp yol boyunca tek bir kelime bile etmemişti.

Yarım saat sonra arabayı Milan Konağı'nın önünde durduğumda, Elzem konağa vardığımızı anlayıp başını yasladığı camdan çekti. "Evîn uyumuş, sen önden git. Ben onu odasına kadar taşırım." Dediğimde kemerini çıkarıp bana baktı. "Gerek yok. Sen şimdi git, ben Murat Amcamlarla bu akşam isteme işini konuşurum. Sen de o zamana kadar Milan'lardan uzak dur, daha fazla sorun çıkmasını istemiyorum." Onu dinlemeden arabadan indiğimde Elzem de arabadan inmişti.

"Bak anlamıyorsun, Sezgin abiyle aranızın iyi olmadığını herkes biliyor. İkiniz bir araya geldiğinizde her an ortalık kan göüne dönüşecek gibi hissediyorum. Bu konakta oluşacak her olay, kızımın hayatını da etkiliyor. Bu yüzden lütfen ben Murat amcamlarla konuşana kadar bu konağın etrafına bile yaklaşma." Sabır dilercesine nefes alıp verdim. "Ben Sezgin itine benzemem. Konakta küçük bir kız çocuğunun farkındayım. Evîn bu konakta olduğu sürece herkes belinde ki emanete sahip çıkacak."

Arka koltukta uyuyan Evîn'i almak için arabanın kapısını açtığımda Elzem kolumdan tuttu. "Bırak bari ben taşıyayım. Çok fazla sigara kokuyorsun." Israr etmeden geri çekildiğimde Elzem'in Evîn'i almasına izin verdim. "Astımı mi var? O yüzden mi parfüm kokmuyorsun?" Manolya kokulu bir parfümü vardı. Kendi kokusu da Manolyaydı, fakat Elzem ısrarla parfümünden vazgeçmezdi. Hastanede onu kendime çektiğim andan beri parfüm kullanmadığını anlamıştım. "Evet, astımı var ve senin sigara kokun astımını tetikliyor."

Elzem, Evîn'i kucağına aldıktan konağın açılan kapısına doğru ilerleyince arabanın kapısını kapatıp bende Elzem'in ardından, ilerlemeye başladım. Konağın girişinde ki Azad, toprağı kazımakla meşguldü. "Sen burda bekle ben Evîn'i odaya götürüp, geleceğim." Olumlu bir şekilde başımı salladım. Elzem'in gidişiyle Azad, elini bahçede ki su hortumuyla yıkayıp yanıma geldi. "Elzem seviyor diye bahçeyi biraz Lalelerle renkledireyim dedim."

Hiçbir şey olmamış gibi rahat davranıyordu. Elzem'in ismini ağzına alması bile sinirlenmeme yetiyordu. "Elzem'in Laleleri değil, Manolyaları sevdiğini kimse sana söylemedi mi?" Sırıttı, "Onu kimse senin kadar iyi tanımıyor. Bilmemem normal değil mi?"

"Onu ben dışında herkes iyi tanıyor. Ben onu hiç tanımamışım." Yüzünde ki sırıtış bir anda kayboldu. "Gitmesi için ona nedenler yaratan sendin. Asıl suçlu o değil sensin." Kaşlarımı çattım. "Ben ona kalması için nedenler yarattım. O gitmek için sebepler aradı. Sevmiyorum, istemiyorum seni deseydi ben onu zorla yanımda tutmazdım."

"Bu topraklarda ihanetin bedeli, ölümdür. Ben onu içimde öldürdüm." Azad, sıkıntılı bir nefes alıp, verdi. "Sen onu içinde öldürmedin. Aksine onu kalbinin derinliklerinde yaşatmaya devam ettin. Yıllar önce Elzem'e olan sevdanı kalbine mühürledin. O mühürü istesen de kalbinden söküp atamazsın."

İki yıl boyunca inandığım yalanlarımı, gerçeklikle yüzleştiriyordu. "Heves ve sevda çok ayrı kavramalar. Bizimkisi sadece bir hevesti. Gelip geçici bir heves." Bazı kapıların ardında duyduklarınız ruhunuza işlerdi. Ben o gün, o kapının ardında ruhumu kaybetmiştim.

"Canın yanıyor değil mi? Nefes alamıyorsun. Aldığın nefeste bile boğuluyorsun." Azad Milan'la aynı ortamda dahi durmayan ben, şimdi onunla ayak üstü dertleşiyordum. İlk defa birine karşı dürüst olup, o an hissettiklerimi tüm doğruluğuyla söyledim. "Boğuluyorum, aldığım her nefeste boğuluyorum. Yaşadığımı hissetmiyorum." Yaşadığımı hissetmiyordum. Yıllarımı geri istiyordum.

"Bir masa, iki üç rakı şişesi. İki düşmanı bile bir araya getirecek tek bir ortam var, o da rakı masası. Birgün içine gömdüğün her sıkıntıyı bir meyhane köşesinde bana anlatacaksın. Belki iki dost olarak değil ama iki düşman olarak elbet birgün." Sesinde birçok ima bulunduruyordu. Söylediklerine kendisi bile inanmıyor olmalıydı. Çünkü böyle bir durum asla gerçekleşmeyecekti.

"Sen hiçbir zaman kimsenin tercihi olmadın Azad Milan! O meyhane köşesi ikimizi de buluşturmayacak. Benim her zaman içindekileri haykırabileceğim bir dostum var, bir düşmana ihtiyacım olmayacak. Sen kendine dertlerini dinleyebilecek bir dost bul." Bazen insanların canını bir temasla yakmanıza gerek kalmazdı. Kelimeler bir insanın sahip olabileceği en büyük silahıydı. Onu yalnızlığından vurdum ama o hiçbir tepki vermedi. Silahı bana doğru doğrultmayı tercih etti.

"O rakı masasında yanımda oturabilecek bir sen, bir de senin sevdiğin kadın var. Onca yaşanandan sonra Mahir'e güvenebileceğini mi sanıyorsun? Sen kendi ailene karşı bile güvenini kaybetmiş bir insansın. Başını yaslayabileceğin tek omuz bana ait. Dostuna güvenmiyorsun, düşmanına güveneceksin."

Sen kendi ailene karşı bile güvenini kaybetmiş bir insansın. Ben aileme bile güvenmiyordum. Hiçbir zaman başımı yaslayabileceğim bir omuz yoktu, bir zamanlar koynuna sokulup saatlerce ağlayabileceğim bir kadın vardı. O da benden gitmeyi tercih etmişti.

Kalana çok zormuş. Kalan bir enkazdan ibaret değilmiş. Kalan ölüyormuş...

"Bir sorun mu var?" Elzem'in sesini duyduğumda gerilmiştim. Yokluğuna hiçbir zaman alışamamıştım ama şimdi varlığı beni bir boşluğa düşürüyordu. "Bir sorun yok güzelim. Agâh'a niye burada olduğunu soruyordum." Elzem etrafına bir süre bakındıktan sonra Azad'a dönüp, "Murat Amcam konakta değil mi? Agâh Murat Amcamla birşey konuşucaktı da o yüzden buraya geldi." Azad kaşlarını çatıp, bana baktı. "Ne konuşacaksın lan babamla?"

"İsteme işini konuşacaktım. Murat Ağa burada mı?" Azad şaşkınlıkla bir bana bir Elzem'e baktı. "Kimi isteyeceksin?" Elzem'in bakışları Azad'ın üzerinde geziniyordu. Daha çok benimle göz göze gelmemek için Azad'a bakıyor gibiydi. "Seni istemeye gelicek, Murat Amcamdan da izin almaya gelmiş." Elzem'in alayla çıkan sesi yüzümde ister istemez bir gülümseme oluşmasına neden olmuştu. "Demirkanlara damat olarak gideceğimi Agâh Ağa nerden biliyor?"

Dediği şeyin farkına varmış olacak ki susmuştu. "Azad şaka yaptı. Yanlış anlamana gerek yok." Sürekli Azad'ı koruması artık beni bunaltır hale getirmişti. "Hoşgeldin Agâh Ağa." Murat Ağa'nın sesini duyduğumda Azad'ın dediğini duymazdan gelip, Murat Ağa'ya doğru yürüyüp karşısında durdum. "Hoşbuldum Murat Ağa."

"De bakayım niye Elzem kızımı bırakıp gitmek yerine, burada bekledin?" Çalan telefonumu susturup Murat Ağa'ya döndüm. "Yarın uygunsanız Elzem'i istemeye geleceğimi bildireyim dedim. Konakta sizi göremeyince bekleyeyim dedim." Bu konakta nefret ettiğim iki kişi vardı. Sezgin Milan ve Azad Milan. Murat Milan'la bir problemim olmadığı için diğerlerine nazaran Murat Milan'la daha iyi anlaşıyordum.

"Elzem kızımın rızası varmıdır?" Başımla Murat Ağayı onayladım. "Elzem de bu evliliği kabul etti." Murat Ağa Elzem'in de kabul edip etmediğine emin olmak için Elzem'e dönüp baktığında Elzem'in yüzünde ufak bir tebessüm oluştu. "Murat amca, benim de rızam vardır." Murat Milan bastonunu yere vurup, "O vakit yarın akşam büyüklerini de al gel Agâh Ağa!"

İçimde istemsiz bir heyecan vardı. Geçmişin sadece darbe aldığımız zamanlarını hatırlıyorduk. Oysa ki geçmişte biriktirdiğimiz anılar, bazen bize yaşama umudu oluyordu. Belki de tüm bu olanlar yaşanmasaydı bugün Elzem'i Murat Milan'dan istemek için izin almak yerine, Ali İzol'dan izin isteyecektim.

Belki de şuan tüm hayallerimiz gerçekleşmiş olacaktı. Konağın içinde dolaşan bir kedi ve onun peşinden koşturan bir kız çocuğu. Sürekli bunun hayalini kurardık, ta ki ben rüyadan uyanana kadar. Benim sevadam, beni kör etmişti. İstediğim bir intikam yoktu. İstediğim bir geçmişim vardı.

🥂🥂🥂

Tiktok; kitaplardanbeyazbirsayfa

Instagram; kitaplardanbeyazbirsayfa

🥂🥂🥂

Şimdiden bu bölümü okuyup, yorum atan ve oylayan herekese teşekkürler.

🥂🥂🥂

​​​​​

 

Loading...
0%