@cebimdekicakmak
|
Ahmet Kaya - Söyle Halit Bilgiç - Ayazlar Düşmeden Gel Bölümün ana şarkısı; Dolu Kadehi Ters Tut - Dilerim ki 🥂🥂🥂 Elzem İzol'dan... "Ona gerçekleri ne zaman söylemeyi düşünüyorsun?" Çayımdan bir yudum daha alıp, orta da duran sehpaya çay bardağımı koydum. "Henüz kendimi gerçekleri söylemekte hazır hissetmiyorum." Azad, Evîn'in ona uzattığı telefona bakıp, "Video mü bitti? Yenisini açayım mı?" Evîn, tepki vermese de Azad, Evîn'in ne istediğini anlayıp ona en sevdiği YouTube kanalını açıp telefonu Evîn'e geri vermişti. Azad'a sinirli bir bakış atıp, "Daha yaşı küçük, ben onu her türlü ekrandan uzak tutarken senin yüzünden telefon bağımlısı oldu." Azad umursamaz bir tavırla, "Başlayacağım şimdi duyarlı zengin anne rollerine, ben bu kızı hayat okulana yazdıracağım sen hâlâ bana ona telefonumu vermemden şikayetçisin." "Hayat Okulu diye bir yer mi var?" Hergün farklı bir yer ismi duyuyordum. Azad sağolsun. "Var tabi, konağın iki arka sokak sonrasında Melih Cihangir'in futbol kursu var. Evîn yürümeyi öğrensin, ilk işim onu futbol kursuna yazdırmak olacak." İki lafından biri ya Zozan'dı ya da futbol. "Dayısı gibi Beşiktaş'lı olacak." "Hayır annesi gibi Fenerbahçe'li olacak." Fenerbahçe lafını duyar duymaz kaşlarını çattı. Bir kişinin kıyafet değiştirir gibi takım değiştirmesinden haklı olarak nefret ediyordu. "Elzem kendine gel güzelim, sen Galatasaray'lısın." Onu sinir etmek için Fenerbahçe'liyim dediğimi anlayınca sehpanın üstünde duran iki tane küp şekeri alıp bana attı. "Bu kız ya Agâh gibi Fenerbahçe'li olursa? Düşüncesi bile korkunç." "O kızımın kararına kalmış birşey. Bakarsın üç büyük takım dışında başka bir takımın formasını giyen bir fanatik olur." Evîn'in elinden telefonu aldığında Evîn mızmızlanmaya başlamıştı. "Dur kız, hemen ağlama. Dayın sana hayatının iyiliğini yapacak." Telefonundan birkaç tuşa bastıktan sonra telefonu Evîn'e geri verdi. "Ne açtın?" Gururla, "Beşiktaş'ın maç tekrarlarından birini açtım. Şimdiden alıştırma olsun." "Allah akıl fikir versin. Ama unuttuğun birşey var, benim kızım astım hastası. Diğer çocuklar gibi koşup oynayamaz." Belki büyüdüğü zaman diğer çocuklar gibi koşup oynayamadığı için çok üzülecekti ama yaşayacaktı. Annesi gibi olmayacaktı. Olmasın da... "Olsun yine yazdırırım, futbol kursuna. Konuşurum hocalarıyla onu fazla yormazlar. Hem koşamıyorsa, yaşı kaç olursa olsun onu kucağında taşıyabilip, koşabilen dayısı hep yanında olacak." Defalarca söylesem de yine aynı gelecek hayallerine kapılıp gidiyordu. "Azad, ben bu evliliği niye kabul ettim biliyorsun değil mi?" Anlamsız gözlerle bana baktı. "Evîn'e daha iyi bir gelecek sunmak için. Agâh'ı hâlâ ölesiye sevdiğin için. Değil mi?" Başımı olumsuz bir şekilde salladım. "Azad ben Evîn'e, Agâh'la evlenerek iyi bir gelecek sunamam. İyi bir gelecek sunabilsem zaten Agâh'la evlenmeme gerek kalmazdı. İnsanlar hep konuşuyor, Evîn on yaşına da gelse, kırk yaşına da gelse hep konuşacaklar." Ne demek istediğimi anlamıştı ama sözümü kesmeyip, beni dinlemeye devam ediyordu. "Belki şimdi konuşsunlar, sen takma kafan diyeceksin ama bu öyle kolay birşey değil ki. Ben susarım, ben kendi hakkımı gerektiğinde savunabilirim de. Ama Evîn, o yaşı kaç olursa olsun hor görülerek büyüyen bir çocuk olacak." Gözleri bir anlığına hiçbir şeyin farkında olmayıp, maç tekrarı izleyen Evîn'e kayınca, yüzünde ister istemez acı bir tebessüm oluştu. "İnsanlar annesini yaptığı bir hata yüzünden onu aşağılasın, onu hor görsün istemiyorum. Onu böyle bir toplumda büyütürsem bu onun için acı derecede psikolojik sorunlara yer açar." Boğazım kuruduğu için sehpada duran sudan iki yudum aldım. "Azad, sence de çok fazla değil mi? Benim kızım daha yürüyemeyecek kadar küçük. K daha bir bebek ama yeterince sorunları var. Ve bu doğuştan gelen sorunlar değil. Annesi yüzünden, babasının ona bıraktığı travmalar var." "Bir kız çocuğu babası onu kucağına aldığında sevinmeli. Benim kızım babası onu her kucağına aldığında neden ağlıyordu? Sana yemin ederim ki Semih Evîn'e iyi bir baba olsaydı onu enazından iyi bir baba olduğu için kabullenirdim. Ama ben onu değil, dayaklarını kabullendim." Zihnimde bir film şeridi gibi geçen kötü anıların birgün akli dengemi kaybetmeme neden olmasından korkuyordum. "Kızım babası yüzünden astım hastası, babası yüzünden iki kelime bile söyleyemiyor. Benim kızım en ufak sese bile tepki gösterip ağlama krizine giriyor." Her çocuk karanlıktan korkar. Her çocuk korktuğu karanlığa mahkum edilir. "Evîn biraz daha büyüsün. O zamana kadar çalışacağım. Belki bu vesileyle ölen hayallerimden birini yaşatırım. Çalışıp kendi paramı kazanırım tıpkı hayal ettiğim gibi. Hem artık ağa kızı da değilim ki. Daha iyi değil mi? Aslında babamın beni yok sayması benim için bir avantaj değil mi?" Dudaklarımdan sahte bir gülüş firar etti. "Eğer babamın kızı olmaya devam etseydim çalışmama izin vermezdi. 'Ne gerek var çalışmana sen koskoca Ali İzol'un kızısın.' Derdi. Azad biliyor musun? Ben dün abime çok büyük haksızlık ettim. Ona babamın kuklasısın dedim ama asıl kukla hep bendim." Azad, iki elini de yumruk yapmış dikkatle beni dinliyordu. Sanki konuşursa benim bir daha konuşmayıp bütün acılarımı içimde yaşamaya devam edeceğimden korkuyor gibiydi. "Abim beni okutmuştu. Başımda bir annem yoktu ama derdimi anlatabileceğim bir abim vardı. Babama hiçbir zaman karşı gelmeyen adam, ilk defa sırf okuyabileyim diye babama sesini yükseltti. Babam bana sevgisini göstermeyi bilmiyordu. Beni seviyordu ama sevgisini gösteremiyordu." Gözyaşlarımı artık tutamayacağımı anladığımda gözyaşlarımı serbest bırakıp, yanaklarımdan aşağıya doğru süzülmelerine izin verdim. "Abim babamdan sevgi beklediğimi fark edince, babamın bana göstermediği sevgiyi gösterebilmek için hep çabaladı. Sevgisi baba sevgisinin yerini doldurmuyordu ama kolları bir baba edasıyla beni hep sarıp, sarmalıyordu." İki yıl içimde tuttuğum bütün duyguları ilk defa birinin yüzüne doğru haykırıyordum. "Ben kırgınım diye, başkalarını da kırıp, dökmeye hakkım yok. Herşeyin sorumlusu benim. Bütün kırgınlıkların, yarım kalmışlıkların sorumlusu benim." "Bu yüzden bu topraklarda kalıcı değilim. Evîn beş yaşlarına geldikten sonra buralardan çekip gideceğim. Başlarda Türkiye'nin başka bir şehrine taşınmayı planlasam da Türkiye'de durmak bile artık akli dengemi kaybetmemi sağlıyor." Yalan söylüyordum. Agâh'ın olduğu her yer bana acı veriyordu. Agâh'tan kaçıyordum. "Agâh'tan boşanıp Türkiye'yi terk mi edeceksin?" Azad uzunca bir süre sessiz kaldıktan sonra ilk defa konuşmuştu. "Evet. İkimiz için de en iyisi bu olacak." "Elzem, ne bir daha olanlardan kendini suçlamana izin vereceğim, ne de o adamı bir daha terk etmene izin vereceğim. Agâh elbet birgün herşeyi öğrenecek. Ve o gün geldiğinde seni bir nefes uzağından bile daha yakınında görmek isteyecek. Ben izin versem de o izin vermeyecek. O adam senin onu kurşun yağmuruna tutacağını bilse diye darbe senden geliyor diye susacak bir adam." Yıllar önce Agâh'a olan nefretini kusuyordu. Şimdi onu bana öyle güzel anlatıyordu ki sanki pek mümkünmüş gibi Agâh'ım güzel kalbinden öpesim geliyordu. Azad, telefonla ilgilenen Evîn'i yan tarafında duran çocuk arabasına yatırıp, sonrasında yanıma gelip oturdu. Gözyaşlarımı eliyle sildikten sonra, "kendini daha fazla heba etmene izin vermeyeceğim. Agâh'a gidip bütün herşeyi söyleyeceğim. Böyle büyük bir olayı ömür boyu içinde tutamazsın." İki elimle kollarını kavrayıp tuttum. "Sakın. Bu senin söyleyebileceğin basit bir şey değil. Zamanı gelince ben söyleyeceğim." "Elzem, zaman senden iki yılını aldı. Biraz daha zamanı beklersen Agâh'ı bir daha kaybedeceksin." Bir daha kaybetmek. Kazandığınız oyunların ebedi şampiyonluğu olurdu. Tarihin bir köşesine yazılırdı o galibiyetleriniz. Her o anı düşündügünüzde kendi kazandıklarınızla gurur duyardınız. Ben Agâh'ı her düşündüğümde, kazandığım galibiyeti ikinci şahıslar yüzünden kaybeden biri gibi hissediyordum. "Bir daha asla kazanamayacağım bir yarışa girmek istemiyorum. Günün sonunda ben onu yine kaybedeceğim. O da bir ihanet daha kazanmış olacak." Başını olumsuz bir anlamada salladı. "Hiçbir şey senin düşündüğün gibi olmayacak. Agâh'ı birazcık bile tanıdığını düşünüyorsan onun son nefesine kadar seni koruyacağını bilmen gerekir. Sen ona gerçekleri anlatırsan sana bir çöpmüşsün gibi bakmasından mı korkuyorsun?" Ağırdı, ağır bir kelimeydi. Ama insanlar bana bir çöpmüşüm gibi bakmıyorlardı. Bana baktıklarında nefretlerini, küçümseyici bakışlarını iliklerime kadar hissediyordum. Ama Agâh bana nasıl bakardı hiçbir fikrim yoktu. Korkuyordum çünkü o Agâh'tı. Benim sevdiğim adamdı. Onu diğer insanlarla bir tutamazdım o yüzden korkuyordum. Agâh gerçekleri öğrendiğinde belki de beni bir nefes uzağında bile görmek istemeyecekti. Ya da beni bir hiç gibi görmezden gelecekti. Koyu kahverengi gözlerini her benden esirgediğinde ayakta duracak gücüm kalmıyordu. O harelerini benden gizledikçe ben yıkılmaya devam ediyordum. Buna dayanamazdım. Artık gülüşünü sadece benden değil, herkesten esirgiyordu ama hasret kaldığım gülüşünü benden esirgemesine bile alışmıştım. Çünkü bende onun bana gülümseyen bir fotoğrafı yoktu. Gözleri ise bedenimde kazılıydı. ☀️☀️☀️ Yazardan... "Bu evlilik olmayacak. Mümkünatı yok. O kızı ne istemeye gelirim ne de bu konağa sokarım." Agâh ne zaman Demirkan konağına giriş yapsa, nefes almakta bile zorluk çeker hale geliyordu. Sürekli bir problem, bir kavga. Dışarısı yetmiyormuş gibi bir de sorunları konakta da bitmiyordu. "Daye, herşey usulünce olsun diye benimle gelmeni istiyordum. Madem ki senin rızan yok, ben amcamı alıp giderim." Melek Hanım öfkeyle ayağa kalktı. "O kız bu konağa adım attığı an, Demirkan soyadı lekelenir." Elini oğlunun yanağının üzerine koydu. "Oğlum bak, o kansızın acınacak bir durumu yok. Giderken hiç düşünmedi mi? O kız kendi soyadını bırak, Ali İzol'u bile hiçe saydı. Şimdi sen o kanı bozuğu bu konağa sokarsan itibarımız lekelenir. Baban son nefesinde bile soyadına sahip çıkılmasını istiyordu." Agâh konu ne zaman babasına gelse kendini istemsiz duyguların içinde buluyordu. Öfkesi bütün duygularına ağır basıyordu. "Babam bana sevdiğim kadına sahip çıkmam gerektiğini de söyledi. Bende onu dinliyorum. Babam bana her zaman sevdiğim kadına karşı sadık biri olmamı söyledi. Bende ömür boyu sadık kalmayı göze aldım. Babam bana hangi nasihatı verdiyse gidip tam tersini yaptı." Öfkeliydi, her ne kadar kendini kandırmaya çalışsa da babasına öfkeden çok kırgınlık besliyordu. "Yine eski konuları açıp beni ikna etmeye çalışacaksın ama bil ki bu durum diğer durumlardan farklı. O kız bu konağa ayak basarsa sana hakkımı helal etmem." "Daye, Aram abim o bataklığa battığında ona bir kere bile sana hakkımı helal etmem dedin mi? Peki ya abim o kadını bu konağa soktuğunda göz yummak yerine abime sana hakkımı helal etmem dedin mi?" Yıllarca içinde tuttuklarını dışa vurmak rahatlamasına sebep oluyordu. "Oğlum ikisi aynı şey mi? Abin çocuktu daha. Aklı başında değildi." O da çocuktu. Eline silah tutuşturdukları zaman o da çocuktu. Abisi gece hayatının sefasını sürerken, bedeninde ki kızgın demir izlerini saklamak için çabaladığı zamanlar o da çocuktu. Melek Hanım'ın gözleri doldu. "Bak oğlum seni bir kere bile olsun öz oğullarımdan ayırt etmedim. Senden hiçbir zaman beni öz annenin yerine koymasını da istemedim. Ama şimdi üzerinde birazcık bile hakkım varsa yarın gidip o kızı bu konağa getirmezsin" Agâh sakinliğini korumaya çalışarak, cebinden çıkardığı telefonuyla birkaç tuşa bastıktan sonra telefonu kulağına doğru götürdü. Melek Hanım oğlunun ne yapmaya çalıştığını anlamadığı için anlamsız gözlerle oğlunu izliyordu. "Yavuz, çiftlik evini bir hafta içinde hazır et." Yavuz Demirkan konağının kahyasıydı. "Aslanım tatil için değil. Baştan sona temizletin evi. Yatak odasına da beşik koyun." Agâh, karşı tarafı da dinledikten sonra telefonunun kapatıp tekrardan cebine koydu. "Ne beşiği oğlum? Çiftlik evinde ne yapacaksın?" Agâh soğuk sesinden ödün vermezken, "daye, madem sen Elzem'i bu konağa getirmemi istemiyorsun, bende karım ve kızımla çiftlik evinde yaşarım." Dile kolay, kalbe zarar bazı kelimeler vardı. Bu da o kalbe zarar iki kelimeydi. Karım ve kızım... Bu iki kelimeyi bir anda kullanmak ister istemez canını yakmıştı. Sıradan, basit kelimeler değillerdi. Agâh kendine kızıyordu. Nasıl olurdu da iki yıl içinde sanki hiçbir kötülük yaşanmamış gibi öylece Elzem'i kabul ederdi aklı almıyordu. Agâh, Elzem'le evlenme kararı almadan önce, Mahir ona "belki de gitmek için nedenleri vardı. İnsanlar bazen gitmek zorunda kalabilir." Demişti. Agâh, "hangi insan gitmek için nedenleri olduğunda kucağında bir kız çocuğuyla döndü? Söylesene Mahir, o kucağında bir kız çocuğuyla geri dönse onu siler misin? Yoksa kızıyla birlikte bağrına mı basarsın?" Dediğinde, Mahir'in nutku tutulmuştu. Böyle birşeyin olma ihtimali bile onun tekrar tekrar yanmasına sebep oluyordu. Kendi yaşadıklarını hep arka plana atıyordu. Acılarını gülerek saklıyordu. Çünkü biliyordu birgün gülmekten vazgeçerse akli dengesini de kaybederdi. Bazen oturup düşünüyordu, yaşadıklarının bir hayal olabileceğine inandığı da olmuştu. İnsanın sevdiğinin bir mezarının bile olmaması çok acı vericiydi. Agâh ve Mahir'in ortak yönlerinden biri de benzer acılara sahip olmalarıydı. Acılarıydı, onları dost yapan. Mahir sevdiği kadını bütün dünyada aramıştı. Aramıştı lakin bulamamıştı. Belki başına birşey gelmiştir diye korkmuştu başında ama sonrasında bir gün telefonuna gelen ayrılık mesajıyla tüm güzel anılarının gerçekten son bulduğunu kabullenmişti. Bazen keşke bir mezarı olsaydı en azından nerede olduğunu bilirdim diyiyordu. Kendi ayakta durmaya çalışırkan bile Agâh'ın, Elzem'in aşkına daha fazla yenik düşmesin diye hep Agâh'ın yanımda olmaya devam etmişti. Agâh uğradığı ihanetin enkazdan kalmıştı. Enkazın altında çok şeyini kaybetmişti. Duygularını, gençliğini, herşeyi olan kadını, sevdasını kaybetmişti. Toparlanmaya çalıştıkça tekrar kendini o enkazın altında buluyordu. Tarih Mem û Zîn'i, Leyla ile Mecnun'u, Ferhat ile Şirini tüm imkansızlıklara rağmen yazdıysa Agâh ve Elzem'i de yazabilirdi. İhanetin söz konusu olmadığını bilseydi Agâh, yine devam eder miydi Elzem'e aşkla bakmaya? Devam ederdi. Bu aşk belki de sonunu getirecekti ama Agâh hiçbir zaman Elzem'e olan sevdasından vazgeçmeyecekti. Onları ölüm değil ihanet ayırmıştı. En acısı da buydu. "Yani bir kediye bile sahip çıkamıyorsun. Allah'tan evli değilsin, yoksa çocuğuna da sahip çıkamazdın." Asel'in sesiyle Agâh bakışlarını mutfak kapısına doğru yönlendirdi. Söylene söylene içeriye giren Asel'in ardından abisi Baran da mutfağa gelmişti. "Evli olmadığım için şükür namazı kılsan şaşırmam. Bence sen bana göz koydun da itiraf etmiyorsun." "Yok artık daha neler senin gibi birinden hoşlanacağıma gidip kendimi bu konağın terasından atarım." Melek Hanım öksürdüğünde Aram ve Asel de aralarında atışmayı bırakıp bakışlarını Melek Hanım ve Agâh'a çevirmişlerdi. "Best ağa bozuntusu sonunda konağa teşrif etmiş." Baran'ın dedikleriyle Agâh'ın kaşları çatılmıştı. "Best ağa bozuntusu?" Aram Asel'e bakıp sırıttığında, Asel Aram'a göz devirmişti. "Asel Hanım senden bahsederken best ağa bozuntusu dediği için benim de dilime takılı kalmış. Sen onu boşver de Agâh Demirkan'ın evi yanıyormuş." Abisinin patavatsızca konuşması sinirini bozsa da bütün sakinliğini korumayı başararak, "Aram ağanın evi yıllar önce yandı dediler vicdanım el vermedi kendi evimi de yaktım." "Aga yazıklar olsun yirmibeş yıldır abinim evleneceğini bile dünki kızdan duyuyorum." Melek Hanım derin bir iç çekip, "Allah'ım sen bana sabır ver. Yoksa bu akılla iki oğlumdan biri beni tımarhaneye kapattıracak." Aram kolunu Asel'in omzuna atıp keyifli bir sesle, "daye sen ilk önce Diyar'a dikkat et seni tımarhanelik edecek biri varsa o da küçük oğlundur." "Neden öyle dedin ki?" Asel Demirkan konağına ayak basmadan önce ne kadar önyargılı olsa da hiçbir şeyin düşündüğü gibi olmadığını konağa ayak basar basmaz anlamıştı. Bu konakta ki aile ilişkilerini hâlâ çözmüş değildi ama geldiği ilk günden beri kendini konak halkına sevdirmeyi başarabilmişti. "Annem Diyar'ın ateist bir kızı bu eve gelin getireceğini duysa akli dengesini kaybeder de ondan." Melek Hanım kendini koltuğa bıraktığında Agâh ve Aram annelerinin her zaman ki gibi drama queenlik yapacağını anlamıştı. "Bu gözler satanist gelin de mi görecekti? Kurban olduğum Allah'ım sen bana akıl ver." Agâh annesinin bu hallerine tebessüm etmişti. "Satanist değil Melek Hanım ateist." "Neyse ne söyleyin o Diyar'a o kızdan ayrılmadığı sürece bu konağa adımını atmasın. Elaleme yeterince rezil olduğum yetmiyor birde satanist gelin getirecekmiş." Agâh içtiği sigarasının izmaritlerini küllüğe bastırdıktan sonra annesine döndü. Agâh birşey söylemeden abisi Aram tekrardan konuşmaya başlamıştı bile. "Daye sende bugünler ne meraklısın gelin adaylarını eve almamaya. Sen onları istesen de zaten onlar seni istemez haberin olsun." "Terbiyesiz." Melek Hanım oğluna burun kıvırınca Asel anne ve oğul arasında ki bu diyaloğu komik bulmuş olacak ki kıkırdamıştı. "Siz hayırdır?" Agâh, Aram ve Asel'in bu denli yakın olmasının nedenini bir türlü çözemeyince çareyi nedenini onlara sormakta bulmuştu. "Valla kardeşim hiç yakıştıramadım sana. Bir süreliğine buraya gelmeyi düsünmesem lise arkadaşımın buradan olacağını hiçbir zaman öğrenemeyecektim." Lise arkadaşı. Bu bir tesadüf olamazdı. Herşey birbiriyle bağlantılı olduğu kadar, karmaşıtı da. Agâh ne olursa olsun gerçeklerin peşini bırakmamakta kararlıydı. Etraflarını saran bir tehlikenin olduğunun farkındaydı ve bir kişiye daha zarar gelmeden düşmanının kim olduğunu bilmeliydi. "Asel Yılmaz. Etrafımdakilere bir zarar gelirse hesabını sana soracağımın bilincinde olarak adımlarını at. Bu konakta kim varsa mesafeni onlara karşı koruyacaksın. Bu kişi lise arkadaşın bile olsa." Asel Agâh'ın sert ve soğuk sesinin verdiği korkuyla Aram'dan uzaklaşmıştı. "Kardeşim yanlış yapıyorsun herşey bir kazaydı. Asel düşündüğün gibi biri değil o karıncadan bile korkuyor nasıl gidip bilerek Zozan'a çarpabilir ki?" Yalan söylemez dersiniz, yalanın kitabını yazarlardı. Gitmez derdiniz, en olmadık zamanda çekip giden birileri olurdu. Bu hayatta yapmayız, yapmaz dediğimiz ne varsa mutlaka yapardık. "Aram siktir git bana iki günlük kızı savunma." Aram, Asel'in kolundan çekip tekrar Asel'i yanına aldığında Agâh bu durumdan oldukça rahatsız olacak ki ikisine de ölümcül bakışlar atmıştı. "Kardeşim iki günlük değil. Liseden beri tanıyorum Asel'i o kimseye isteyerek zarar veremez." Melek Hanım ayağa kalkıp mutfaktan birşey söylemeden çıkınca Agâh belinden çıkardığı silahı önünde ki masaya bırakmıştı. Annesi silahlardan hoşlanmadığı için onun yanında silahının gözükmemesine özen gösteriyordu. "Yattınız mı?" Asel ve Aram beklemedikleri soru karşılığında şaşkınlıkla Agâh'a baktılar. "Ne diyorsun sen kardeşim kafayı mı yedin?" Aram, Agâh'ın sorusuna olumsuz bir cevap vermişti ama Agâh abisinden herşeyi beklediği için abisine pek inanmamıştı. "Lise arkadaşı olmadığınızı biliyorum. İki gün içinde yakın olmanızın sebebi yatmanız mı yoksa bu işin altında başka birşey mi var?" Ne kadar sakin kalmaya çalışsa da sesi istemzizce yüksek çıkıyordu. "Si vous ne voulez pas qu'il sache la vérité, dites-lui un mensonge auquel il peut croire." (Gerçeği öğrenmesini istemiyorsan ona inanabileceği bir yalan söyle) Asel Agâh'ın Fransızca bilmediğini düşünerek Aram'la Fransızca konuşarak büyük bir pot kırdığından habersizdi. "Asel, ben senin oyunlarına dahil olabilecek biri değilim. Ya aracınızın ne olduğunu söylersiniz ya da ikinizin sonu da cezaevi olur." "Kendi öz abini cezaevine göndermekle tehdit edecek kadar kafayı yemiş olamazsın." Asel Agâh'ın böyle birşeyi yapacağına inanmasa da Aram kardeşinin ciddi olduğunun farkındaydı. "Ortak düşmanlarımız bu kadar yakın olmamıza vesile oldu." Abisinin ortak düşman dediği kişi düşündüğü kişiyle aynı olamazdı. Yoksa bu büyük bir savaşın başlangıcı olurdu. "Ortak düşmanınız kim?" Asel Agâh'ın sorusuyla, bir adım öne atıldı. "Sadece bizim değil senin de ezeli düşmanın." Kuruyan dudaklarını ıslattıktan sonra dudaklarından nefret aktı. "Fatih Doğan." "Gizem intihar etmedi." Agâh abisinin sözleriyle sigarasını yakmadan çakmağını önünde ki masanın üstüne bıraktı. Gizem... Aram'ın zaafı, uğruna ailesini bile karşısına aldığı kızdı. Bir yıl önce bileklerini keserek hayatına son vermişti. "Fatih itinin Gizem'in ölümüyle ne gibi bir bağlantısı var?" Aram zoraki bir şekilde yutkundu. Asel, Aram'ın sevdiği kadından bahsedereken zorlandığının farkına varınca Aram yerine konuşmaya karar vermişti. "Gizem'in bileklerini Fatih Doğan kendi elleriyle kesti. Çok bir süre değil. Dört yıl önce de kardeş yarın, Ferhat Dağlı da Fatih Doğan tarafından öldürülmedi mi?" Kuzeni Ferhat Fatih Doğan tarafından öldürüldüğünde henüz on sekiz yaşındaydı. "O şerefsiz kuzenini öldürdüğü için kaç yıl yattı? Altı ay mı? On sekiz yılın katiline sadece altı ayı layık mı gördüler Agâh Ağa?" "Sen kuzenin yasını tutmak yerine sevdiğin kızla hayatının tadını çıkarıyordun. Şimdi amacımızı öğrendin diye yolumuza taş mı koyacaksın?" Agâh tek bir kelime söylemeden hızla ayağa kalkıp silahını önünde ki masadan alıp tekrardan beline yerleştirdi. Konaktan çıkmadan hemen önce Aram ve Asel'e son kez bir bakış atıp, "Benden haber bekleyin. Benim haberim olmadan konağın dışına bile adım atarsanız ikinizin de nefesini keserim." Demiş ve konaktan çıkmıştı. Agâh, konağın kapısının önünde duran arabasına bindikten sonra cebinden telefonunu çıkarıp ezbere bildiği numarayı tuşlamıştı. Numara rehberinde kayıtlı değildi ama zihninin en derin köşesinde ezbere duruyordu. Numarayı hiç düşünmeden arayıpz telefonun diğer ucunda sevdiği kadının telefonunun açmasını bekledi. Arama açıldı fakat açılır açılmaz Elzem aramayı kapatmıştı. İki yıl önce de aynı kişi tarafından o telefon Agâh'ın yüzüne kapatılmıştı. Agâh sinirle telefonunu yan tarafında duran koltuğa attı. Fakat saniyeler içinde telefonunun melodisi bütün arabada yankılanmaya başlamıştı. Agâh, arabanın ekranında beliren numaraya baktığında Elzem'in onu tekrardan aradağını fark edip aramayı cevapladı. Bir süre sonra Elzem'in hızlı nefes alışverişleri arabanın içini doldurdu, sonrasında Agâh'ın beklediği ses titreyerek, "efendim" dedi. "Gül mü? Şakayık mı?" Bu soruyu Agâh'ta kendinden beklemediği için Elzem'den daha çok şaşırmıştı. "Beyaz gül olsun." Elzem'in şakayıkları sevmediğini biliyordu. Alacağı cevabı da biliyordu. Ama Elzem'i ne için aradığını unutup, saçmaladığı için böyle bir soru sormuştu. "Kırmızı olsun." Dedi. Elzem, Agâh'ın neyden bahsettiğini anlamadığı için, "Ne kırmızı olsun? Güller mi?" Diye sorduğunda, Agâh derin bir nefes alıp verdi. "Elbisen kırmızı olsun." Elzem'in annesinin ölümünden sonra hiçbir zaman kırmızı giymediğini bilmesine rağmen Elzem'den kırmızı bir elbise giymesini istemişti. "Kırmızı elbisem yok. Lütfen ne giyeceğime sen karar verme. Sadece bu gece herşey benim istediğim gibi olsun. Sonrasında ne istersen iste itiraz etmeyeceğim." Agâh cevap vermeden aramayı sonlandırıp, arabayı müsait bir yere çekmişti. Başını sürücü koltuğuna yaslayıp gözlerini kapatmıştı. "Birineke be derman." (Dermansız bir yara) dedi kendi kendine. Elzem'in açtığı her yarayı, "birineke be derman." Diye adlandırıyordu. Elzem'e olan sevdası gün geçtikçe azalmak yerine daha fazla artıyordu. Bu, yüreğinde kapanmaz bir yaraya sebep oluyordu. Yine de gönlüne söz geçiremiyordu. Hangi gönül sevme deyince, sevmeyi bırakıyordu ki Agâh Demirkan, Elzem'ini sevmeyi bıraksın? ☀️☀️☀️ "Ben gelmesem olmuyor mu?" Dedi, Zozan. "Olur mu öyle şey? Laf, söz olur." Dedi, Melek Hanım. "Daha ne kadar millettin ağzına laf, söz olacaksak artık." Melek Hanım, küçük oğlu Diyar'a anlamsız bakışlar atıp, "o ne demek öyle kim bizim hakkımızda konuşmuş?" Diyar bıkkın bakışlarla annesine bakmıştı. "Çarşıda yürümeye korkuyorum. Gelen, geçen abim ve yengem hakkında konuşuyor. Hani konuşuyorsunuz da yüzüme baka baka niye konuşuyorsunuz? Evîn'in, Agâh'ın kızı olduğunu söyleyenler bile var. Konuşan konuşana." "Oğlum geleceğin ağasıyım diye ortalıkta terör estirmeyi biliyorsun iki, üç cahil gözünün içine baka baka abin hakkında dedikodu yapıyor sende aval aval onları mı dinliyorsun?" Mahir yoğun kokular barındıran parfümünü sıktıktan sonra, parfüm şişesini sehpanın üzerine bıraktı."Naneleri abim yiyor hesabı millete ben mi sorayım? Abim naneleri yemeden önce düşünecekti." Diyar, abisinin salonda olmamasının verdiği rahatlıkla abisi hakkında konuşurken arkadan gelen sesle irkilmişti. "Söyle o konuşanlara Evîn zaten benim kızım. Ve de ki onlara Agâh Demirkan'ın, karısı ve kızının ismini bile ağızlarına aldıkları an sonlarının kara toprak olacağını söyle. " ☀️☀️☀️ "Amca sen niye hiç parfüm kullanmıyorsun? Arabanın içi tütün kolonyası doldu. Kendi parfüm kokumu alamıyorum." Diyar'ın sitemi ile Dursun Demirkan gülümsedi. "Tütün kolonyası sürseydin alırdın kendi kokunu. Adam dediğin tütün kolonyası sürer." Diyar bıkınlıkla oflayıp telefonuyla ilgilenmeye devam etmişti. Agâh, Diyar ve Dursun Demirkan aynı arabada, Mahir, Zozan ve Melek Hanım aynı arabada, Aram ve Asel de aynı arabada, arka arkaya gidiyorlardı. Milan konağına. İki arabanın arkasında da dört tane araba daha geliyordu. Sonuncu arabanın saatler sonra patlayacağından, Agâh ve Mahir dışında kimsenin haberi yoktu. Agâh'ın arabası Milan konağının önünde durduğunda, diğer arabalar da sırayla durmuştu. Agâh arabadan indiğinde Milan konağının kapısı sonuna kadar açılmıştı. Agâh yanına gelen korumasına kız tarafı için getirdikleri hediyeleri Milan konağına taşımasını söyledikten sonra ayriyeten, "sonuncu arabayı Milan konağının arkasında bulunan depoya götürün. Deponun etrafında insanların olup olmadığını iyice kontrol edin. Sonrasında ne yapacağınızı iyi biliyorsunuz." Birkaç saat sonra sonuncu arabanın ve içindekilerin ardından sadece küller kalacaktı. Bu yeni başlayan bir savaş değildi, başlayan bir savaşın devamıydı. Bu gece yaşanacak patlama beraberinde başta Demirkan'lar olmak üzere, Milan'lar ve İzol'ların da bu savaşa dahil olduğunun bir göstergesiydi. Bahoz İzol ve Azad Milan bu savaşa dahil olmakta kararlıydılar ama, ilk darbeyi kimin başlatacağından bihaberdiler. "Ben önden gidip kapıyı mı çalayım? Yoksa ilk büyükler mi kapıyı çalar?" Agâh, Diyar'ın saçma sorusuyla Diyar'a ters bir bakış atmakla yetinmişti. "Diyar koçum sen camdan gir hiç kapıyı çalmakla uğraşma." Diyar, Mahir'in sözleriyle Zozan'a dönüp imalı bakışlarını hiç esirgemeden, "ne yazık ki camdan girmek benim işim değil. Herkes kendi işinin ehli." Zozan şaşkınlığını gizlemek adına gözlerini yere çevirdiğinde Diyar sinsi bir şekilde sırıtmıştı. Azad'ı Zozan'ın odasına girerken görmüştü fakat bundan Zozan ve Azad'ın haberi yoktu. Mahir ve Agâh, Diyar'ın ne demek istediğini anlamasada üstelemeyi bırakmışlardı. "Biraz gülümseyin vallahi görende zorla kız istemeye gidiyoruz sanacak." Dursun Demirkan'ın konuşmasıyla Melek Hanım önden yürümeye başlamıştı bile. "Amca bizi bilmem ama annem ve Zozan'ı gören, silah zoruyla getirilmişler sanacak." Mahir Diyarın ensesine bir tane patlatınca Diyar acıyla inleyip, eliyle ensesini tutmuştu. "Sanırım beyin sarsıntısı geçiriyorum." "Gevezelik yapmayın da kapıyı çalalım. Ne kadar erken gidersek o kadar erken döneriz." Zozan'ın sözlerini Melek Hanım da onaylamış olacak ki konağın kapısını çalmıştı. Kapı saniyeler sonra açıldığında Melek Hanım ve Dursun Demirkan içeri gecmişti. Ardından Diyar, Zozan ve Mahir içeri geçtiğinde sıra Agâh'a gelmişti. Elindeki şakayıkları Elzem'e uzaktmak yerine sert bir şekilde Elzem'in kucağına bıraktığında şakayıklardan bir tanesi kopup yere düşmüştü. "Yavaş olsana birader. Şakayıklara da mı işkence etmeye başladın?" Agâh, Azad'ı duymamazlıktan gelip salona doğru yürüdüğünde bir kere bile olsun Elzem'in yüzüne bakmamıştı. ☀️☀️☀️ "Abimle niye evlenmeyi kabul ettin?" Elzem ocağın başında kahvenin kaynamasını beklerken, Zozan mutfaktaki sandalyelerin birinde oturmuş sıkıldığını belli eden bir ifadeyle Elzem'i bekliyordu. "Başka bir seçeneğim yoktu." Önüne iki tane seçenek koyulmuştu. Elzem, Agâh'ı seçmişti çünkü sevdiği adama kısa bir süreliğine de olsa, kavuşmak için bir fırsattı bu. "Fatih Doğan'la da evlenebilirdin. Her iki seçeneğinin de sonu evlilik değilmiydi? Seni isteyen bir adam yerine niye ikinci kez abimin hayatını altüst etmeyi seçtin?" Elzem derin bir nefes alıp verdiktek sonra, kahvenin taşmaması için, ocağın altını kapatıp Zozan'ın olduğu tarafa dönmüştü. "Abinin düşmanıyla evlenmemi mi istiyorsun? Peki sen bunun için sevdiğin adamı ateşe atmayı göze mi alacaksın?" Zozan kaşlarını çatmıştı. Elzem'in neyden bahsettiğine anlam verememişti. "Ne saçmalıyorsun?" Elzem, Zozan'a gülümseyip, "Hiç düşünmedin mi? Fatih Doğan bir aşirete mensup olmasa da en az abin kadar güçlü bir rakip. İzol'ların, Doğan'larla yakınlığı demek işin ucunun Milan'lara dokunması gerek. Fatih Doğan sandığın kadar güçsüz biri değil. Böyle bir durumda Milan'ları da kendi tarafına çekecekti." Zozan durumun farkına vardığında gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. "Bak sen Azad'la şuan imkansız değilsin. Ama eğer ben Fatih Doğan'la evlenmeyi kabul etseydim, sadece benim ve abinin hayatı kararmayacaktı. Milan'lar ve Demirkan'lar arasındaki bu düşmanlık dönüşü olamayan bir hal alacaktı. Babamın amacı da buydu." Babasının her adımını ezbere biliyordu. Başta anlam veremese de Azad'ın biraz ayrıntıya girmesiyle herşeyi anlamıştı. Çünkü Ali İzol hafife alınacak biri değildi. Başta okları Demirkan'lara yöneltse de okun yönünü değiştirip bütün okları Fatih Doğan'a yönlendirmişti. Zozan, Elzem'in anlattıklarından rahatsız olacaktı ki öfkeyle oturduğu yerden kalkmıştı. "Abimi ve bizi şimdi düşünmek yerine iki yıl önce de düşünebilirdin. Sana yemin ederim ki iki yıl önce nasıl çekip gittiysen öyle çekip gideceksin bu topraklardan. Bulunduğun her ortamı sana zindan edeceğim." Elzem, Zozan'ın söyledikleriyle bir çivi gibi yere çakılıp kalmıştı. Bütün bedeni kaskatı kesilirken, Zozan mutfaktan çıkıp gitmişti. Zozan Demirkan abilerine düşkün bir kızdı. Ama Agâh'ı olmayan babasının yerine koyduğu barizdi. Zamanında abisini hiçbir kız ile paylaşmayan Zozan, iki yıl önce abisi ve en yakın arkadaşının en büyük destekçisi olmuştu. Ama Elzem abisini terk edince hem en yakın arkadaşını, hem de abisini emanet ettiği tek kızı kaybetmişti. Bu yüzdendi, Elzem'e karşı olan, öfkesi ve nefreti. "Bu kahve tahmini olarak ne zaman olacak? Sevgili kayınvaliden söylenip duruyor. Bu gidişle annem kayınvalideni yolacak. Demedi, deme." Elzem, Azad'ın sesiyle irkilip bakışlarını Azad'a çevirmişti. "Birşey mi söyledin?" Azad ocağın üstünde duran cezveye göz attıktan sonra, "kızım bu kahve kaynamıyor? İki saattir içeride seni bekliyoruz." "Ocağın altını aç kaynar iki dakikaya." Azad, ocağın altını açtıktan sonra Elzem'e dönmüştü. "Bir sorun mu var? Yine dalıp gitmişsin." Elzem kaynamaya başlayan kahveyi fincanlara doldururken, "önemli birşey yok. Öyle dalıp gitmişim." "Juliet'im canını mı sıktı? Sen takma onu yakında yine eskisi gibi olursunuz." Elzem cevap vermek yerine susmayı tercih etmişti. Tam kahvelerin olduğu tepsiyi alıp salona götürecekken, Azad, Elzem'i durdurmuştu. "Ağamızın kahvesine tuz koydun mu?" Elzem olumsuz bir şekilde başını salladığında, Azad üst çekmecelerin birini açıp tuzluğu aldıktan sonra, gözüne kestirdiği bir kahvenin içine tuz dökmeye başlamıştı. "Azad, yapa Allah aşkına Agâh böyle adetlerden nefret eder. Zaten yüzüne bakamıyorum şimdi de bir kahve yüzünden yüzünden rezil olacağım." Azad umursamaz bir şekilde kahveye tuzu bastırmaya devam ediyordu. "Bunun alerjisi olduğu baharat falan var mı?" Elzem saf bir şekilde, "tarçına alerjisi var." Dediğinde Azad açtığı çekmecenin içine göz attıktan sonra tarçın paketini eline alıp çay kaşığına tarçını doldurmuştu. "Ne yapıyorsun? Saçmalama Agâh tarçının kokusuna bile tahammül edemez." Azad omuz silkip, "kokusuna bile tahammülü yoksa ölmesi garanti yani? İyi sevdim bunu." Elzem'in kalbi korkuyla atarken, Azad tarçın dolu kaşığı kahveye dökmek yerine kaşığı ağzına koyup tarçını yediğinde Elzem şaşkın gözlerle Azad'a bakıyordu. "Sende ye. Tarçın belki kalp atışlarına iyi gelir." "Bir an gözünün döndüğünü sandım. Daha düzgün şakalar yapmayı dene. Hiç gülmedim, aksine kalbime iniyordu." Azad, Elzem'in yanağından makas aldıktan sonra, "ölmüş bir adamı tekrar öldürecek, biri değilim." Elzem ne diyeceğini bilemezken, Agâh'ın elini Azad'ın omzuna attığını fark ettiğinde bir adım gerilemişti. "Benim olan herhangi birşeye göz ucuyla bile bakmanı tavsiye etmem. Ve sen bunu bile bile sürekli benim olanın etrafındasın. Bu canımı sıkmaya başladı. Azad Milan." 🥂🥂🥂 Instagram; kitaplardanbeyazbirsayfa Tiktok; kitaplardanbeyazbirsayfa 🥂🥂🥂 |
0% |