Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm~Farklı Bir Hayat

@cemre___

İyi okumalar.

...

"Bacım hazır mısınızz?"

Azra oflayarak duvara asılı küçük aynadan üzerindeki kıyafetlerine baktı. Mavi kısa kollu tşörtünün altına siyah pantolonunu giymişti. Üstüne de soğuk olursa diye siyah bir ceket giymişti. Gayet sportifti. Sanki nereye gidiyorlardı ki? Onları kaçıran adamlarla piknik yapıp eğlenmeye? Hayatının bu kadar saçma bir hale geldiğine inanamıyordu. Saçlarını yine tepeden sıkıca bağlamıştı.

"Of nerede benim göz kalemim ya? Abla sen kullanmıyorsan seninkini alayım mı ben bulamıyorum benimkini."

Kendisi böyle düşünürken Asyaya anlamsızca baktı. Üzerine çiçekli mavi bir elbise giymişti sportif ama aynı zamanda da şık. Saçlarını kendi çabalarıyla kıvırcıklaştırmıştı. Gayet güzel olmuştu. Peki neden bu kadar özeniyordu?

"Asya napıyosun sen?"

"Hazırlanıyorum abla."

"Asya. Genel olarak diyorum. Lütfen korktuğum şey olmasın."

Asya imasını anlamıştı. "Abla senin korktuğun şey belki benim heyecanlandığım şeydir."

Azra kaşlarını çattı. "Olamaz. Heyecanlandığın şey olamaz. Git kendine heyecanlanacak başka bir şey bul. Ne bu bu kadar süslenmişsin falan? Bunlar önem verilecek insanlar değiller. Bunlara hiç bir şey verilmez."

Asya gözlerini devirdi. "Sadece bi göz kalemi istedim abla yine nereden nereye geldin."

Azra konuşmaya devam edecekti ki kapıları çaldı.

"Bacım hazır mısınız?"

Asya heyecanla kapıyı açtı.

Karıncanın nutku tutulmuştu Asyanın güzelliğini görünce. Uzun bir süre gülerek ona baktı.

"Çok güzel olmuşsun."

"Teşekkür ederim."

Arkalarından Pars göründü, iki elinde de bir sürü kova tutuyordu.

Azrayı görünce gülümsedi.

Parsın ona gülümseyerek baktığını görünce kalbi hızlandı ve gözlerini çevirdi.

Karıncanın da ellerinde sepetler vardı. Bir de bir poşetin içinde top görünüyordu.

"O top mu?" Dedi Azra.

"Aa evet. Birlikte oynarız dedim yakantop falan. Piknikte oynanır ya."

Azra gözlerini nefes alarak kapattı. Gerçekten tatile gelmişler gibi davranmalarına sinir oluyordu.

Birlikte arabaya yürüdüler. Pars, kızların binmesi için kapıyı açtı.

Azra kinayeli bir şekilde konuştu. "Çok kibarsın gerçekten. Ama insan kaçıran kibar."

Pars gözlerini devirdi. Azra arabaya binecekken kolunu tuttu.

"Doktor, bir şey diyeceğim." Azranın kalbi...

"Bugün seninle farklı davranalım."

"Nasıl farklı?"

"Sanki farklı bir hayattaymışız gibi. Burayı, buraya getirilişini, tanışmamızı, yaşadıklarını yok say. Olmamış gibi. Bunları yaşamamışız gibi. Farklı bir hayattaymışız gibi."

"Neden yapacakmışız bunu?"

"Sen laf sokmaktan yorulmuyor musun, ben senin laf sokmalarından yoruluyorum açıkçası. Biraz dinlenmiş oluruz."

...

"Asya, görünce aşık olacaksınız oraya. Cennet gibi bir yer. Ah işte geldik."

Pars arabayı park etti ağaçların arasına. Azra arabanın içinden etrafa baktı. Asya arabadan inerken bağırdı. "Vay be... çok güzel."

Azra da kapıyı açtı. Kapıyı açmasıyla ciğerlerine temiz hava doldu. Yavaşça arabadan indi. Etrafına baktı.

Yemyeşil her taraf Ağaçlarla, çiçeklerle yeşillikle doluydu. Her yer kuş sesiydi. Uzaktan su sesi geliyordu. O kadar sakinleştirici bir ortamdı ki...

Azra gülümseyerek etrafına baktı. Sonra temiz havayı içine çekti.

Karınca bagajdaki çantaları Parsa vermişti. Pars çantaları eline alıp temiz havayı içine çeken Azranın üstüne yürüdü ve bilerek ona çarptı. Azra sendelemişti.

"Oha! Yavaş ayı! Görmüyor musun beni?"

Pars elindeki çantayı da çarptığında bilerek yere düşürmüştü.

"Özür dilerim hanfendi de siz de yolun ortasında öylece duruyorsunuz yani kenara çekilsenize."

Azra kaşlarını çattı. "Ne diyorsun sen Pars? Tümörün iyice büyüdü beynini ele mi geçirdi?"

Pars gözlerini devirdi. Fısıldayarak "dedim ya farklı hayat diye. Dizilerdeki gibi tanışma ortamı oluşturmaya çalışıyorum."

"Aman be. Senin saçma oyunlarınla uğraşamam."

Azra yere düşen çantaları alıp hızla yürüdü. Karınca ile Asya masayı kuruyorlardı. Azra çantaları bırakıp bir sandalyeyi aldı ve nehrin kenarına koydu. Sonra da oturdu.

Pars gülerek onu izledi.

2 tabak hazırladı ve 2 bardak çay koydu. Sandalyeyi de alıp Azranın yanına gitti.

"Oturabilir miyim?"

Azra ona cevap vermeden Pars oturmuştu bile.

Çayı ve tabağı ona uzattı.

"Özür dilerim, az önce size çarptığım için. Siz haklıydınız."

Azra sinirle ona baktı. Çocuk gibiydi. Gerçekten oyun oynamak istiyordu.

Çayı ve tabağı sinirle elinden aldı.

"Of doktor hiç eğlenceli değilsin. Az bi ayak uydur ya."

Azra rüzgarda uçuşan saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı.

"Bir kadına nasıl davranmalı üzerine bir eğitim aldınız mı hiç?"

Pars gülmeye başladı. "Sen farklı hayatımızda da mı bana laf sokacaksın?"

"Ne var ayak uydur dedin işte yapıyorum."

Pars yalandan öksürerek moda girdi.

"Almadım. Ama en kısa zamanda alacağım."

"Alın bence de."

Azra tabaktaki domatesi sinirle ağzına attı. Çocuk gibi oyun oynuyordu ve bundan zevk alıyordu.

Pars elini uzattı ve "Ben Pars." Dedi.

Azra, ya sabır çekti.

"Senin gerçek adın Pars mı?"

Pars gözlerini devirdi. "Hadi doktor." diye fısıldadı.

"Azra ben de." Dedi ve elini tuttu. Elini tutunca bir anda vücudunu alev almıştı. Hızla çekti elini.

"Burası piknik için güzel bir yer. Biz hep arkadaşımızla buraya geliriz. Siz ne zamandır buraya gelirsiniz?"

"Ben zorla getirildim maalesef." Pars gözlerini gözlerine dikti.

"Of iyi. " dedi sinirle. Sonra ayak uydurdu.

"Arada geliyoruz işte biz de."

"Kiminle?"

"Kuzenimle."

"Ne güzel. Ben de en yakın arkadaşımla geliyorum."

"İyiymiş."

Azra ona bakmadan konuşuyordu. Bu oyunu hiç sevmemişti ama Pars çok eğleniyordu.

"Ne iş yapıyorsun?"

"Doktorum."

"Aaa çok iyi. Doktorluk güzel meslektir."

"Öyle."

Sonra Azra şeytani gözlerle Parsa baktı. Krizi fırsata çevirecekti.

"Senin mesleğin ne?"

Pars imasını anlayınca gülmeyi bıraktı.

"Tamirciyim ben."

"Ne tamircisi?"

"Araba, ne tamircisi olacak."

"Ne bileyim ben."

Pars gerçekten de asker olmadan önce babasının yanında tamirci olarak çalışıyordu.

"Yani. Sen insanları tamir ediyorsun ben de arabaları. Meslektaş sayılırız." Dedi gülerek.

Azra da güldü. "Yaa ne demezsin."

Azra, duraksayıp ona baktı. Bu oyun ile belki... onun hakkında bazı şeyler öğrenebilirdi.

"Neler yapmaktan hoşlanırsın?" diyiverdi. Sonra yine laf soktu. "Ben tahmin edeyim bir dakika. Adam öldürmeli bilgisayar oyunlarına bayılıyorsundur."

"Yok aksine bilgisayar oyunu oynamayı hiç sevmem. Niye böyle bir şey tahmin ettin hiç de anlayamadım." Dedi önce lafına cevap vererek. "Ben mesleğimi yani araba tamir etmeye bayılırım. Mesleğim benim için meslek gibi değil onu yapınca ruh halimi düzelten enerjimi yükselten bir şey. Sonra tamir ettiğim arabaları denemeyi çok severim. Bizim köyde... bir arazi vardı boş. Tamir ettiğim arabaları babamdan gizli kaçırır orada denerdim. Hatta bi keresinde babam yakalamıştı çok fena fırça yemiştim." Dedi Pars gülerek.

Azra da kıkırdadı.

"Hak etmişsin ama."

"Yani ikinci olarak araba kullanmak diyebiliriz. Üçüncüsü de resim çizmek. Lisedeyken resim çizme yarışması yapmışlardı. Birinci olmuştum. Hocam benim güzel sanatlar fakültesine gitmezsem harcanacağımı söylemişti. Aslında seviyordum gerçekten resim çizmeyi. Beni mutlu ediyordu. Çizdiğim resmin gerçek olduğunu hayal edip kendimi orada düşününce mutlu oluyordum. Ama benim hayalim farklı şeydi."

Azra şaşkınlıkla onu dinliyordu.

"Hayalin... bu hayat mıydı?"

Pars gözlerini Azraya dikti. Hayali tabi ki bu hayat değildi. Hayali vatanını milletini kötü emelli insanlardan korumaktı. Bu hayalle bu hayatı yaşamayı seçmişti.

"Senin anne baba mesleği neydi üzerinde etkisi var sanki?"

Azra gözlerini devirdi.

"Anlat bakalım senin hobilerin neler?"

"Benim... bisiklet sürmek. Küçükken babam bi bisiklet almıştı. Öğrenmek çok istiyordum sürmeyi ama çok da korkuyordum. Babam... Her anımda yanımda durarak destek olarak korkumu yenmemi sağladı. Bisiklet diyip geçmemek lazım. Bana hayatımın dersini verdi bisiklet sürmeyi öğrenmek. Düşe kalka öğrendim kullanmayı. Hayatta böyle değil mi? Düşe kalka yaşıyoruz. Bisiklete bindiğim zaman kendimi havada süzülüyormuş gibi hissediyorum biliyor musun? Gökyüzüne çıkarıyor sanki beni. Tüm yüklerimden kurtuluyormuşum gibi geliyor. Diğeri de aslında tam hobi sayılır mı bilmiyorum da... küçükken böyle bir yere gelirdik piknik yapmaya. Küçük bir göl vardı orada. Taşların üstüne resimler çizerdim deniz kızı gibi sonra onun kalesi falan. Sanki o taşlara çizdiğim resimler gerçek olacak da bir deniz kızı krallığı kurulacakmış gibi. O deniz kızına prens yaptığımı hatırlıyorum çocuklarını çizmiştim yine taşlara atmıştım göle." Güldü. "Çocukluk işte."

"Sakin bir çocukluk geçirmişsin heralde. Benim çocukluğum çok fenaydı. Arkadaşlarımla futbol oynardık sokakta ama bizim kalemiz komşuların camları olurdu. Camı kim kırarsa o golü kapmış oluyordu." O da güldü. "Dediğin gibi çocukluk."

"Sen gerçekten şeytanmışsın. İnsanların arabalarını denemek, camları kale gibi kullanmak. Geleceğin Parsı belliymiş o zamandan."

"Aman be doktor. İllaki laf sokacaksın ya. Bi dur bi az sabret."

Azra gülerek başını çevirdi. "Tamam bi şey demedim. Her çocuk küçükken biraz manyaktır. Ben de o kadar masum değildim. Anneme yalvarıyordum bana da silah kullanmayı öğretin diye ama daha 9 yaşındayım. Eğer bi gün bir şey olursa onları ben koruyacakmışım. Düşünceye bak. Annem beni bi türlü ikna edemeyince bana kartondan bi silah yaptı dışını boyadı siyaha. Görsen gerçek silah sanarsın. Dedi ki şimdilik bunu kullan ilerde sana öğreteceğim. Sonra ben 20 yaşındayken öğretti. Bi de polis de olmak isterdim küçükken. Ama annem hep derdi ki 'kim olursa olsun sen can alma kızım, sen insanlara iyilik yap onları iyileştir, onların hayatlarını kurtar.' Annem... Beni doktor yaptı. Mesleğime beni aşık etti. İnsanları kurtarayım diye beni doktor yaptı." gözleri dolmuştu ve yanaklarından süzüldü göz yaşı. "Ama ben onu kurtaramadım."

Pars onun akan yaşını görünce içi sızladı. Sanki kalbine saplanmıştı bir ok gibi o yaş. Ayağa kalkıp dibine çömeldi. Elleriyle gözyaşlarını sildi. Sonra ellerini tuttu. Azra yine heyecanlanmıştı.

"Annen şehit oldu Azra. Siz demez misiniz şehitler ölmez diye. O hâlâ seninle beraber. Seni görüyor ve seninle gurur duyuyordur. Senin gibi bir evlat herkese kısmet olmaz."

Azra kendisine teselli vermeye çalışan adama yaşlı gözlerle baktı. O kadar çok soru vardı ki aklında onunla ilgili.

Karınca ile Asya uzaktan onları gülümseyerek izliyorlardı.

"Çok tatlılar ya." Dedi Karınca. Asya güldü.

"Abim yanık bacıma biliyor musun?"

Asya heyecanla Karıncaya baktı. "Gerçekten mi? Nereden biliyorsun? Söyledi mi?"

"Hayır söylemedi ama ben abimi tanırım. Bakışları değişiyor bacımı görünce. Bi anda gülümsemeye başlıyor. Adam kayboluyor resmen onda. Söylemesine gerek yok ki. İnsan eğer birini seviyorsa bakışlarından anlaşılır." Karınca da Asyaya baktı. Asya heyecanlanmıştı.

"Bakışlar diyorsun... her şeyi anlatır mı?"

Karınca başını salladı olumlu anlamda. "Anlatır. Bizim kabul ettiğimiz etmediğimiz her şeyi."

Karınca Asyaya iyice yaklaşarak konuştu.

"Sabah bacıma dedin ya ben ona güveniyorum diye benim için. Gerçekten... bana güveniyor musun?"

Asya başını salladı emin bir şekilde. "Güveniyorum. Sen şu güne kadar bize hiç zarar vermedin. Tam tersine geldiğimizden beri bizimle ilgileniyorsun. Bize iyi davranıyorsun. Hatta ben eğleniyorum... seninleyken."

"Gerçekten mi?"

"Hıhı." Asya merakla ona baktı. "Bir şey sorabilir miyim sana?"

"Tabi ki."

"Siz neden buradasınız? Biliyorum eminim sen de Pars gibi burada isteyerek durmuyorsun. Ne tutuyor burada sizi?"

Karınca zorla yutkundu.

Sevdiği aşık olduğu kadın bile olsa operasyonu kimseye söylemezdi.

"Asya, özür dilerim ama bu soruya cevap veremem."

Asya elinden şekeri alınmış bir çocuk gibi üzüldü. "Peki." diyebildi.

 

Azra ellerini Parsın ellerinin arasından çekti yavaşça.

Dedikleriyle yaptıkları uyuşmuyordu bu adamın. O ne anlardı şehitten? Askerleri, polisleri şehit eden o ve onun gibilerdi.

Bunu düşünürken birden askere yardım ettiğini hatirladı.

Ya da o... öyle değil miydi?

Azra susarak yemeğini yemeğe başladı.

Pars da yerine oturdu ve o da yemeye başladı.

Ama Pars gülümseyerek onu izliyordu bir yandan. Azra da kaçamak gözlerle ona bakıyordu.

Kafasının karıştığı çok belliydi. Çok fazla soru sormak istediğini biliyordu. Ama o soruların sonunda operasyona varacağını da biliyordu. Operasyonu tehlikeye sokamazdı.

Ama kafası karışıkken çok tatlı görünüyordu. Onu gülerek izlemeden duramıyordu.

O anda Karınca arkadan seslendi.

"Abi, bacım hadi gelin top oynayalım."

Azra kendisini gülümseyerek izleyen adamdan kaçmak için yer ararken seslenmesi iyi olmuştu. Hızla ayağa kalktı. "Top. Top oynayalım." Dedi hızla. Sonra yürümeye başladı.

"Bacım ya bu kadar heyecanlı mıydın top oynamaya?"

"Bi dakika bi dakika." Dedi Pars yaklaşarak.

"Seni arkadaşımla tanıştırayım Azra." Dedi. Azra ofladı.

"Tanıştır bakalım."

"Ne diyon abi ya?"

"Abin oyun oynamayı çok seviyor. Tanıştırsın bakalım nasıl tanıştıracak?"

"Azra, bu Karınca. En yakın arkadaşım."

"Aaa, Karınca mi? Ne alaka normal bir adı yok mu bu adamın?" Dedi Azra kinayeyle.

Asya da heyecanla Karıncaya döndü. İsmini merak etmiyor değildi.

"Ee benim adım arkadaşlar arasında böyle kaldı Karınca derler bana."

"Arkadaşlar." diye mırıldandı Azra. Terörist olan arkadaşları.

"Senin adın ne bacım, abimle nasıl tanıştınız?"

"Azra adım. Abinle az önce tanıştık. Kendini üzerime bir ayı gibi geldi." Dedi gülerek. Azra da oyuna ayak uydurmuştu en sonunda.

"Çarptı diyelim. Yanlışlıkla."

"Aaa Asya. Sen ne arıyorsun burada?" dedi Azra yalandan şaşırıyormuş gibi.

Pars gülerek onları izledi.

"Abla, asıl senin ne işin var burada?"

"Siz Karıncayla nereden tanışıyorsunuz?"

"Ee... benim üniversiteden arkadaşım o."

"Aaa. Karınca sınıf öğretmenliği mi okudun. Hayvan arkadaşlarını eğitmek için?"

Karınca güldü. "Aynen bacım aynen. Siz nereden tanışıyorsunuz?"

"Kuzeniz biz."

"Aaa ne büyük tesadüf." Dedi Pars gülerek.

"Aynen ne büyük tesadüf. Kesin tesadüftür." Dedi Azra sandalyeye otururken. Pars da yanına oturdu.

"Hadi bakalım tanışmamızın şerefine bir yakan top oynayalım." Dedi Karınca.

"Ne yakantopu ya ben oynamam." Dedi Azra yüzünü buruşturarak.

"Bacım az önce koşa koşa geliyordun top top diye ne oldu?"

"Noldu Azra korktun mu?"

"Of. Korkmuyorum ben hiç bir şeyden." Dedi hızla kalkıp. "Geç oynayalım."

"Erkekler vuran olsun kızlar da ortada olsun. "

Pars birden konuştu. "Ben vuramam seni."

Azra kahkaha attı. "Ne oldu Pars korktun mu?" Dedi onun dediği gibi.

Pars Azraya yaklaştı yavaş yavaş. "Evet korkuyorum doktor."

Azra, bakışlarının derinleştiğini gördü. Yine kalbi hızlanıyordu.

"Sana zarar vermekten korkuyorum."

Azranın yanakları kızarmıştı.

...

"Asya aşağıdan at yukarıdan atma!"

Asyanın havadan attığı topu Pars yakalamıştı.

"Can can aldım!"

"Canını alacağım şimdi ben dur."

"Oyunda bile Azrail oluyorsun ya!"

Azra hızla topu yakaladı ve bir hamlede Parsı vurdu. Aslında Pars zaten kaçmamıştı.

"Vuruldun işte Pars efendi."

Pars gülümsedi. "Doğru vuruldum." Dedi yumuşak bir sesle. Karınca sırıttı. "Senin attığın top abime Erosun oku gibi geldi bacım."

Pars ayağının dibindeki topu alıp Karıncaya geçirdi.

"Ne diyorsun oğlum sen?"

Azra yine kızarmaya başlamıştı.

"Tamam yeter bu kadar oyun." Dedi Azra. Her dakika kızarıyordu bu adam yüzünden yakında havale geçirecekti.

"O zaman özel kurabiyemden yapmıştım onu yiyelim."

Hepsi sandalyelere oturdular.

"Ya çok güzel yapıyorsun bu yemekleri Karınca. Ellerine sağlık."

Karınca mutlulukla Asyaya baktı. "Afiyet olsun."

"Hakikaten daha önce Asyanın da dediği gibi seninle evlenen yaşadı." Dedi Pars Asyaya bakarak. Sonra da göz kırptı. Asya imasını anladığı için kızarmıştı.

"Sen beğendin mi bacım?"

"İdare eder." Dedi Azra ama beğendiği yüzünden anlaşılıyordu. Güldüler.

"Durun şimdi benim aklımda çok güzel bir oyun var kurabiyeleri yerken onu oynayalım." Dedi Karınca ve çantadan yapışkanlı kağıt ve kalem çıkardı.

"Ya bu nasıl iş? Siz hep oyun mu oynuyorsunuz böyle?" Dedi Azra.

"Napalım bu hayata bu şekilde katlanıyoruz." Dedi Pars.

Azra gözlerini dikip gözlerine baktı. Onları burada tutan şey neydi, o kadar çok merak ediyordu ki.

"Şimdi oyunumuzun adı ben kimim." Karınca yapışkanlı kağıttan 2 tanesini Azra ile Parsa verdi.

"Biliyorum ben bu oyunu." Dedi Azra.

Asya "Ben bilmiyorum ya. " Dedi üzgünce.

"Kız nasıl bilmiyorsun biz hiç oynamadık mi bu oyunu seninle?"

"Abla biz seninle hep polis hırsız ya da silahlı oyunlar oynuyorduk ya."

Azra güldü. "Doğru."

"Tamam biz Azrayla örnek oynayalım. Asya da öğrenmiş olur. " Dedi Pars.

"Yaz bakalım doktor hanım."

"Sen bakarken nasıl yazayım? Kapat gözlerini."

Pars gülerek gözlerini kapattı.

Azra kağıda 'Leonardo Dicaprio' yazıp Parsın alnına yapıştırdı.

"Hm... Kadın mıyım?"

"Hayır."

"Peki erkeğim. Yakışıklı mıyım?"

"İnsanlar yakışıklı buluyor ama bana göre değil. Genele göre cevap verirsek evet."

Pars güldü. "Şarkıcı miyim?"

"Hayır."

"Oyuncu muyum?"

"Evet."

"Yabancı mıyım?"

"Evet."

"Sarışın mavi gözlü müyüm?"

"Evet..."

"Batan gemi filminde mi oynadım?"

"Batan gemi ne ya. Titanik o."

"Leonardo."

"Bildin."

Pars alnından kağıdı çıkardı.

"Bacım sence bu adam yakışıklı değil mi?"

"Bana göre değil."

"Bacım yuh yani bunu da beğenmiyorsan..."

"Sanane ya."

Pars onlar didişirlerken kağıda çoktan yazmıştı ismi. Alnına yapıştırmak için Azraya yaklaştı. Azra onu dibinde görünce kalbini kontrol edememişti. Pars alnına yavaşça yapıştırdı ve uzaklaştı.

"Eee... erkek miyim?"

"Hayır."

"Oyuncu muyum?"

"Hayır."

"Şarkıcı mıyım?"

"Hayır."

"Ünlü müyüm?"

"Hayır."

"Ee neyim ben be uzaylı falan mı? Ne yazdın?"

"Doktor devam et sormaya."

"Güzel miyim?"

Parsın yine ela gözleri koyulaşmıştı. Gülümseyerek mırıldandı.

"Çok."

Azra kaşlarını havaya kaldırdı ve Parsın dediğini tekrarladı."Çok güzelim?"

Karınca ile Asya kıkırdıyorlardı.

"Yakın düşün biraz doktor çok uzağa gitme. "

"Of bulamadım tamam sen kazandın." başındaki kağıdı hızla çıkarıp yazıyı okudu. Yazıyı okunmasıyla az önceki konuşma kulaklarında yankılandı. "Güzel miyim?" "Çok."

Çünkü kağıtta 'Azra' yazıyordu.

...

"Abi, doldurdum son kovayı da. Eşyaları da topladım. Gidebiliriz."

Pars derin bir nefes aldı. Bugün hiç bitsin istemiyordu.

"Tamam karınca, siz geçin ben Azrayı getireyim."

Azra nehrin kenarında elini suya sokmuş nehiri izliyordu. Her ne kadar buraya gelmek istemese de temiz hava iyi gelmişti.

Hala az önceki oyundaydı aklı. Düşündükçe kızarıyordu. Bu adam bir yandan kalbinin çok hızlanmasına neden oluyordu, yanına gelince heyecanlanıyordu. Kızarıyordu. Birden sıcak basıyordu. Bir yandan da bu adam yüzünden kafası karışıyordu. Beyni allak bullak olmuştu. Ne düşüneceğini bilmiyordu onun hakkında.

"Azra?"

Düşüncelere dalmış giderken onun sesini duyunca yine kalbi hızlanmıştı. İsmini onun ağzından duymak... çok garip hissettiriyordu.

Başını ona çevirdi.

"Gitmemiz gerekiyor artık."

Başını salladı ve ayağa kalktı.

"Güzelmiş burası. Gerçekten cennet gibi."

Pars güldü."Öyle."

Azra yavaş yavaş yürürken Pars seslendi.

"Azra."

Deme adam adını deme heyecanlanıyor kadın.

Pars, tam karşısında durup gözlerine baktı. Ela ela gözler gözlerine değince yine kalbi pıtır pıtır olmuştu.

"Efendim?"

"Bir şey sorabilir miyim?"

"Sor."

"Tam başaramasak da öyle böyle farklı bir hayattaymışız gibi davrandık ya."

"Yani pek beceremedik evet."

Pars derin bir nefes aldı. Soracağı sorunun cevabını biliyordu ama yine de sormak istiyordu.

"Sence... senle ben... biz... o farklı hayatta ne olurduk? Bizden... ne olurdu?"

Azra şaşkınlık içinde gözlerini açtı.

Biz mi demişti o?

Azra, derin ela gözlere baktı. Niye böyle bir soru sormuştu ki? Neyin hayalini kuruyordu?

"Bizden... mi?"

Pars başını salladı. "Bizden. İkimizden..."

Azra gözlerini kaçırdı. "Bilmiyorum Pars. Ne olurdu bizden bilmiyorum. Ama bildiğim tek bir şey var." Diyip yüzüne baktı tekrardan.

"Bunu düşünemize gerek yok çünkü... biz o farklı hayatta değiliz."

...

Bölüm sonu. Umarım beğenmişsinizdir.

Loading...
0%