Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Geçmişin Sararmış İzleri

@cemreistee

 

 

 

 

 

 

 

 

 

7. Bölüm

 

 

 

 

 

 

 

 

GEÇMİŞİN SARARMIŞ İZLERİ

 

 

 

 

 

 

 

 

"Affetmek ve unutmak,

 

iyi insanların intikamıdır."

 

Schiller

 

 

 

Bu bölümü okurken dinlenebilecek şarkılar;

 

Shameless

 

 

 

"Hadi Elvan, yaparsın!" Elvan, sokaktaki arkadaşlarıyla beraber yakan top oynuyordu. Takımlı oynuyorlardı. Ortadaki takımdan geriye sadece Elvan kaldığından, sayaç bitene kadar topa değmemesi gerekiyordu. Diğer yandan takım arkadaşları Elvan'a tezahürah yapıyorlardı.

Dört kere daha vurulmadan kaçarsa, bu maçı kendi takımı kazanacaktı. Bir tarafta bu mahallede en sevmediği kişi, yani Eylül, diğer tarafta da Daris atıyordu topu. Eylül tarafından vurulmka istemezdi ama Daris yerine Eylül'e vurulmak tercihiydi. Çünkü Daris, Elvanın canını acıtmak için sırf sert atıyordu topu.

"Üüüçç!" diye bağırdılar kendi takımındakiler. Top Daris'teydi. Topu sert bir şekilde Elvan'a fırlattığında sağa doğru kaçmış, toptan kurtulmuştu. Hemen toparlandı Elvan çünkü Eylül'ün ona hiç de acıyacakmış gibi baktığı söylenemiyordu.

"İkiiii!" diye tekrar bağırdılar takım arkadaşları. Tam Eylül topu attığında Elvan'a değiyordu ki sıyrılarak kurtulmuştu. Burada bu hareket havalı sanıldığından "Oooo!" diyerek ve ardından " Biiirr" tezahürat yapmaya devam etti takım arkadaşları. Elvan'ın son atış için kendini hazırlaması gerekiyordu. Çünkü sanki bu atış, onun kaderini belirleyecekti.

Öyle de oldu.

Daris, sanki tüm gücünü topu fırlatmak için kullanmış gibi top hızlı ve sert bir şekilde Elvan'a doğru gitti. Fakat bir sorun vardı. Elvan daha toparlanamamış, sırtı Daris'e dönük bir şekilde duruyordu.

Ama bu, onu durdurmadı.

Sanki topun nereye doğru gideceğini biliyordu. İçinden bir ses, eğil ve kazan, demişti.

Eğil ve kazan.

Top hızlı bir şekilde Elvan'a doğru giderken Elvan son anda eğildi ve top beklenmedik bir şekilde Eylül'ün suratına çarpmıştı. Lakin Elvan, dengesini kaybedip yere düşmüştü. Mahalledeki çocuklar, bu hareketi görünce Elvan'a doğru koşup üzerine dostça atladılar. Elvan, üçüncğ defa birileri tarafından sevilmenin tadını çıkarıyordu.

Birincisi babası tarafındandı,

İkincisi ise Jaser tarafındandı.

Arkadaşları üzerinden çekilince bacağındaki acıyla yüzünü buruşturdu. Bacağına doğru baktığında diz kapanının taşlar yüzünden kanadığını fark etti. İçine aniden bir korku sarıp sarmaladı Elvan'ın. Annesi bu yarayı görürse, onun canını acıtabilirdi. Neden bilmiyordu ama annesi, babası yokken hep Elvan'ın canını acıtıyordu. Başını yukarı kaldırdığında havanın neredeyse kararacağını gördü. Geç olmadan eve gitmeliydi. Çünkü babası bugün görevden geliyordu. Annesi biriyle konuşurken duymuştu. Babası düzensiz olarak bazı görevlere gidiyor, kötü adamları azarlayıp tekrar buraya geliyordu. Yani babası öyle anlatmıştı.

Sarsak adımlarla eve doğru giderken ağacın tepesinden önüne düşen, sararmış bir yaprak gördü. Yerden yaprağı alıp incelemeye başladı. Çok güzel bir yaprağa benziyordu. Kitap okurken ayraç olarak kullanabilirdi. O yüzden yanına aldı sararmış yaprağı.

Eve sessizce girmişti Elvan. Annesine görünmeden odasına girmeli, yarayı temizlemeliydi. Mutfağın önünden geçerken göz ucuyla annesine bakındı. Fakat annesinin yanında başka bir adam duruyordu. Bu, onu biraz şüphelendirdi ama takmadı kafaya Elvan. Artık çok fazla garipsemiyordu. Her gün buraya başka bir adam geliyordu ve bu durum, artık Elvan'da şüphe uyandırmıştı.

Ama hiç de umduğu gibi olmadı.

Annesi aniden önünde belirdi ve neredeyse tüm dizini kaplayan kanı gördüğünde sert bir şekilde Elvan'a tokat attı. Tokatın şiddetiyle yere savrulan Elvan, annesini durdurmadı ve yerdeyken saçını sert bir şekilde kökünden çekmesiyle Elvan tiz bir şekilde bağırdı ve gözlerini kapattı. Daha sonra beklemediği bir şey oldu.

Saçında duran el aniden çekildi ve bu sefer annesinden tiz bir ses duyuldu. Neler olduğuna bakmak için gözlerini açtığında, annesinin karşısında abisi Serkan'ı ve Jaser'i gördü. Annesi, elini saçına atmış, ağlıyordu. Daha sonra birşey fark etti Elvan.

Yerdeki sarı ve kızıl saç parçacıkları...

"Neler olyor, Aslı!" diye bir ses duyuldu mutfaktan. Daha sonra az önce Elvan'ın gördüğü adam geldi ve Aslı'yı görünce hemen onun yanına çöküp göğüsüne çekti. "Dayanamıyorum artık..." diyen Aslıın mırıltısı zar zor duyulsa da, adam bize dönüp "Siktirin gidin odalarınıza!" diye bağırdı. Serkan, kardeşi Elvan'ı kucağına alıp odasına götürdü. Arkalarından da Jaser geliyordu.

Serkan, kardeşini yatağına oturtturdu ve yarasına göz attı. Daha sonra dolaptan ilk yardım setini açıp Elvan'ın hiç görmediği şeyleri çıkarttı. Aralarından sadece pamuğu ayırt edebilmişti. Pamuğun ucuna bir şey döküp dizine dokundurmuştu ama Elvan'ın canı çok yandığından, hafifçe inledi. İnlemeyi duyan Javer "Krdeşim yavaş olsana, canını acıtıyorsun kızın." diyerek uyardı. Nolmalde Elvan, Jaser'in kendisini düşündüğünden havalara uçar, bülbül gibi öterdi ama şuan tek yaptığı boş gözlerle halıyı izliyor ve arada hafifçe inliyordu. Bilmiyordu Elvan ama o böyle yaptıkça, ondan daha fazla canı acıyordu Jaser'in.

Abisi Serkan, odadan çıkınca Jaser ve Elvan odada yalnız kalmışlardı. Elvan, hala boş bir şekilde yere bakarken aniden dizlerinin hemen önünde bir beden fark etti. O bedene gözlerini çevirdiğinde Jaser'i gördü. O ise uzun uzun Elvan'ın gözlerine bakıyordu. Kahverengi bir göz, nasıl bir insana bu kadar yakışabiliyordu, anlamış değildi Jaser. Daha sonra gözlerini Elvan'ın gözlerinden çekmiş, yarasına bakmıştı. Elvan, dizinde küçük bir buse hissetti.

Jaser, Elvan'ın yarasına küçük bir buse kondurmuştu.

Jaser'in ailesi, daha önceden ona her yaranın küçük bir buseyle son bulacağına inandırmıştı. Kanıtlamışlardı da. Babasının geçen gün hasta olduğunu, sebebinin ise kafasının ağrıdığını öğenmişti. O akşam annesi, babasının alnına küçük bir buse kondurmuştu. Ertesi gün, babası iyileşmişti. O gün Jaser, annesinin yanına gidip 'bunu nasıl yaptın?' diye sormuştu. 'İnsanın yarasından öpersen, o yara iyileşir' demişti annesi.

Şuan da Gazel'e de aynısını yapıyordu Jaser. Yarasından öpüyordu. Başını çektiğinde yanına oturmuştu. Uzun bir süre sessizce durdular. Sanki konuşma şekilleri buymuş gibi uzun uzun dinlediler birbirlerini. Daha sonra Elvan, ona dönmüştü.

"Beni unutma," demişti onun duyacağı bir fısıltıyla. "Olur mu?"

Duraksamıştı Jaser, bunu beklemiyordu. Ona döndü. Ne sorduğu hakkında bir fikri olmasa bile "Tamam," demişti. "Ama sende beni unutma, olur mu?"

"Tamam," demişti Elvan, daha fazla konuşmak istemiyordu çünkü kalbi kırıktı onun, incilmişti. Yarası vardı. Keşke kalbinden de öpseydi Jaser, belki içinde boşluk oluşmazdı. Ama yinede bir soru sordu Jaser'e;

"Ya bir gün ben seni unutursam," demişti Elvan. Ben demişti çünkü onu unutmayacağını düşünüyordu Gazel. "O zaman bana kızar mısın?"

"Kırılırım..." demekle yetindi Jaser. Tekrardan önüne döndüğünde kapının önünde kuru, sararmış bir yaprak gördü. Uzaktan incelemeye başladı.

"O zaman bir şey bulmamız lazım," dedi Elvan. "Acaba ne olsa?" diyerek kendi kendine konuşarak önüne döndü.

"Sararmış yaprak," Jaser.

"Hı?" anlamamıştı ve tekrardan Jaser'e döndü. Jaser de ona döndüğünde konuşmaya başladı;

"Eğer bir gün ayrılmak zorunda kalırsak, birbirimizi bulmak için insanlara sararmış yapraktan hoşlandığımızı, sevdiğimizi ve sembolümüzü oluşturduğunu söyleyelim. Belki bir gün karşılaşırız."

"Tamam," demişti hemen Elvan. "Olur, anlaşma işaretimiz de olsun mu?"

Jaser, Gazel'i hevesli görünce kıyamamış, kafa sallamakla yetinmişti. Elvan, hemen Jaser'in tek bir elini gördü ve baş parmaklarını birleştirdi. "Böle olsun. Oluy muu?" demişti. Elvan, büyük ablaların izlediği kore dizilerinden görmüştü bu hareketi. Jaser, bu hareketi saçma bulsa da, sevmişti. Nedensizce...

Kalbi kırık bir kızı ikna etmek kolaydır aslında. Elvan, Jaser'in sararmış yaprak teklifini düşünmeden kabul etmesi bu yüzdendi oysa. Fakat nerden bilebilirdi ki daha sonradan sararmış yaprağa dönüşeceğini?...

...

Sararmış bir yaprak...

Ben aslında sararmış bir yapraktım.

Önce hep yaşayacağım diye kendimi kandırdığım, daha sonra yavaşça bunalıp sarardığım, artık 'yaşamak istemiyorum' diyerek kuruduğum, en son ise umursamazca üzerime basılıp, parçalara ayrılan bir sararmış yapraktım ben. Hayatım boyunca kendime bunu inandırmıştım. Çünkü sonumun bu şekilde olacağına inanıyordum. Çünkü şuan daha yavaşça bunalıp sararma dönemindeydim.

Fakat, sonradan hayatıma o girdi. Onun girmesiyle döngüyü sonlandıracakken başa döndüm. Lakin, hiç ummadığım bir şekilde tekrar aynı yere geldim. Bu olduğun yerde sürekli dolanmak değil de neydi?

Bilincim yavaşça geri gelmeye başlayınca, oldukça rahat bir yerde yattığımı hissettim. Normal bir insan, burasının kendi yatağı olmadığunı anlayınca hemen uyanır ve çığlık atardı. Fakat ben sadece olduğum yerde daha rahat bir pozisyona geçtim ve uyuyor havası verirken, aslında zihnimi yokladım.

Geri zekalı adamlar,

Bana yürüyen erkek,

Onları döven Yiğit,

Bana doğru koşan Yiğit.

Büyük ihtimalle, şuan Yiğit'in evindeydim, veya beni her nereye götürdüyse oradaydım. Çünkü yarım yamalak beni koltuğa oturttuğunu, kemerimi bağlarken neredeyim diye sorduğumu hatırlıyordum. Ondan sonrası yoktu. Hafifçe gözlerimi araladığımda, sade ve çok fazla eşyası olmayan bir odadaydım. Yatak, odanın bir duvarını kaplıyordu. Hemen sağımda duran ve duvarın neredeyse yarısını kaplayan bir dolap vardı. Hemen yanında ise sanırım koridora çıkan bir kapı. Karşımda çalışma masası, onun yanında da sanırım lavabo bulunmaktaydı. Diğer sol tarafımda pencere bulunmaktaydı.

Hafifçe yataktan doğruldum. Dün akşam giydiğim kıyafetlerle duruyordum. Yatağın kenarından ayaklarımı sarkıttım ve birkaç saniye bilincimin yerine gelmesini bekledim. Dün içkiyi biraz kaçırdığımdan, başım dönüyordu. En sonunda ayağa kalktığımda adımlarım lavabo olarak düşündüğüm kapıya yöneldi. Fakat hiç beklemediğim bir şekilde kapı açıldı.

Önce gözlerimiz buluştu, daha sonra görüş alanıma tüm vücudu girdi. Duş almış olmalıydı ki altında gri eşofman vardı ve üzerinde hiçbirşey yoktu. Onun göğüsünü görünce mutlaka utançtan kızarırdım ama onla tartışma içinde olduğumdan tepki göstermemeye çalıştım. Saçları dağınık şekildeydi ve bence ona çok yakışıyordu.

"Uyanmışsın," dedi saçından havluyu çekerek. "Günaydın." Hiçbirşey olmamış gibi davranması bence çok saçmaydı. Bu düşünceme hafifçe sırıttım ama toparladım. "Neredeyim?" dedim ve o sanki bu soruyu bekliyormuş gibi safça sırıttı. Neden sırıttığına bir anlam veremiyorken "Benim evimdesin," deyince bir an yanlış duyduğumdan şüphelenmiştim ama tüm bu yeni odada uyanmam bu lafını destekliyordu. "Herneyse, beni evime götür." Sanki bu soruyu da bekliyormuş gibi arkasını döndü. Havlusunu asarken "Olmaz," diye bir cevap verdi.Onun bu rahatlığı benim sinirimi bozuyordu.

"Ne demek olmaz?" dedim bende biraz yükselerek. "Evime gitmek istiyorum, buraları bilmiyorum ve o yüzden sen götürmek zorundasın." Bana baktığında normalde bu ifadesine gülerdim, fakat dikkatim dağılmaması için, dahada yükseldim. "Ne, ne bakıyorsun? Götürsene işte beni." dedim ama nafilyedi sanırım. Çünkü bana doğru gelmesinin mantıklı bir açıklaması olamazdı. O bana bir adım geliyor, ben bir adım geri gidiyordum. Bir süre ben kapıya yaslanana kadar devam etti bu. Ben kapıya yaslandığımda, o ise daha hızlı adımlarla bana yöneldi. Tam kenardan çıkacakken elini hemen yanıma koymasıyla göz göze geldim. Neden bilmiyordum ama onun bu hareketiyle uzu n süre gözlerimize baktık. Sanki sessizliğimiz, bizim konuşma stilimizdi. En sonunda Yiğit konuşmaya başladı;

"Yaprakları severim." dedi.

"Hı?" dedim anlamadığından.

"Yaprakları severim." burukça gülümsedi. "Özellikle de sararmış yaprakları."

Bu cümle, bana geçmişten birini hatırlatıyordu. Ama hatırlamak istemediğimden konuyu geçiştirmeye çalıştım.

"Beni evime bırakacak mısın?" dedim.

"Sen sever misin?" dedi. Belli ki konuyu geçiştirmemden haberdardı.

Biraz düşündüm. Ne düşündüğümü ben dahil bilmiyordum oysa.

"Acaba şimdi nerededir?" dedi içimden biri. Uzun süredir, hatta benim buraya atandığımdan beri konuşmuyordu.

"Bilmem," dedim içimden ona cevap vererek. "Bana gideceğini, ama nereye gideceğini söylemedi." Burukça gülümsedim.

"Sevmem," dedim onun sorusuna cevap olarak. "Hatta özellikle sararmış yapraklardan nefret ederim."

Verdiğim cevabı beklemiyor oluşu, gözlerinin içinden belliydi. Belki benimde sevmemi bekliyordu. Ne kadar da masum bir istekti. Lakin ben, o gittikten sonra sevmemeye başlamıştım. Her gördüğüm yerde yaprakların üzerine basıyordum belki üzülür bana da yanıma gelir diye. Çünkü o da biliyordu benim aslında sararmış bir yaprak olduğumu. Aslında ezenin ben değil de, o olduğunu biliyordu.

Tüm bunları düşünürken aniden havalandığımı hissettim. Gördüğüm şey ise, Yiğit'in sırtıydı. Aniden gelişen bu olaya karşılık ufak bir çığlık attım. Destek almak için bir elim boynunda, bir elim ise onun sırtındaydı. "Yiğit!" dedim odadan çıkarırken. "İndir beni!" Yiğit ise kısa ama yine de güzel bir kahkaha attı benim çırpınışlarımı engellemeye çalışırken. Ben ise doğrulmaya çalışıyordum. Ve başardım da. Fakat o zaten bunu bekliyordu sanırım ve ben onun kucağında dikleşince o da ellerini dizlerimden ve sırtımdan geçirip beni kucağına aldı. Düşmemek için ellerimi boynuna sardım. "Yiğit, ne yapıyorsun? İndir beni hemen! Bak ben kendim de gidebilirim eve, gerek yok. Cidden-" Aniden beni yere indirmesiyle sözlerim havada asılı kaldı. Etrafıma baktığımda dışarı çıkmış olduğumuzu gördüm. Yiğit'in kucağından inmeye çalışırken sanırım etrafıma bakmayı unutmuştum. Ama benim dikkatimi çeken başka bir şey vardı. İlerde bir çocuk grubu, yakan top oynuyorlardı. Onları izlerken Yiğit'in arkamdan kulağıma fısıldamasıyla kendime gelebidim;

"Oynamak ister misin?" dedi benim onları izlediğimi görümce. O bana bunu sorunca aniden ona döndüm ve onayladım. Daha sonra çocukların yanına ilerlemeye başladı. Bende arkasından onu takip ettim. Çocuklar sanırım 10 veya 11 yaşındaydılar.

"Gençler, ablanız da oynayabilir mi?" dedi Yiğit beni göstererek. Hepsi bana baktı, daha sonra ortaya geçmemi söylediler. Elbise yüzünden rahat hareket edemiyordum ama yinede fena sayılmazdım. Uzun zamandır oynamıyordum bu oyunu.

Bazı kişiler vuruldu, en sonunda geriye ben kaldım. Takımımda olan çocuklar, sayaç tutmuş ve ondan geriye sayıyorlardı. Daha sonra karşıda beni vurmaya çalışan çocuğun yerine Yiğit'in geçtiğini gördüm. Bu, beni daha fazla hırslandırdı. Dört kere daha vurulmadan toptan kaçarsam, kendi takımım kazanıyordu.

"Üüüççç" diye bağırıp aynı zamanda tezahürat yapıyorlardı kendi takımım. Top Yiğit'teydi. Hızlı bir şekilde topu bana fırlattığında toptan suyrılarak kurtuldum. "Oooo!" diye bağırıp, ardından "İkiii!" diyerek tezahürat yapmaya devam ettiler.

Top tatlı bir kızın elindeydi. Bana doğru fırlattığında sola doğru kaçarak kurtuldum. "Biiirr!" diyerek son sayacı söylediler. Top, son kez Yiğit'teydi. Lakin ben toplanamamıştım. Sırtım, Yiğit'e dönüktü. Top hızla bana doğru gelirken ben son anda eğildim lakin hızlı eğildiğimden yere düştüm.

Top bana değmemişti.

Oyunu kazanmıştık.

Tüm çocuklar bağırarak bana doğru koştular ve üzerime atladılar. Umursamadım ama diz kapağımda bir sızı hissediyordum.

Yiğit "Tamam çocuklar, ablanızın üzerinden çıkın." deyince üzerimden kalktılar. Diz kapağıma baktığımda etraftaki taşlar yüzünden kanadığını gördüm ama umursamadım. Çocuklar görmesin diye elimle kapatırken Yiğit, bileğimden tuttu ve yarama göz attı. "İyi misin?" dedi.

"Sorun yok, sadece küçük bir-" sözümü beni kucağına alması kesti. "Gerçekten gerek yok." dedim ama beni dinlemiyordu.

Eve geri geldik ve beni sabah uyandığım yatağın kenarına oturtturdu. Daha sonra lavabodan ilk yardım çantasını aldı ve yanıma gelip yarayla ilgilenmeye başladı. Bu his, bana bir yerden tanıdık geliyordu. Yaramı temizleyince gideveğini sandım lakin, o benim yaramdan öpünce ona baktım. O ise, biraz daha dudağını yaramın üzerinde tuttu.

"Biliyor musun?" dedim bana bakmasını isteyerek. Bana baktıktan sonra devam ettim;

"Ben... Severim. Sararmış yaprakları..."

 

 

 

Selamm

Bölümleri 2 haftada bir cumartesi veya pazar günleri atmayı düşünüyorum. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn. Tüm yorumlara cevap vereceğimm

Loading...
0%