Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Lavanta Çiçeği

@cemreistee

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

8. Bölüm

 

 

 

 

 

 

LAVANTA ÇİÇEĞİ

 

 

 

 

 

 

 

"Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır?

Mutluluk çalmak, hırsızlık olmaz mı?"

Victor Hugo

 

 

Bu bölümü okurken dinleyebileceğiniz şarkılar;

Yarım kalan sigara

Affet- Müslüm Gürses

Porselen kalbim

 

 

 

 

Neşeli bir şekilde ve ilerliyordu Gazel. Neşeli olmasının sebebi, bugün Jaser'in doğum günü olmasıydı. Aileler ve evler yakın olunca, bu akşam onlara gitmeye karar kılmışlardı aileleri. Elinde, orta büyüklükte bir kutu vardı. İçinde, okulun bahçesinden topladığı çiçekler ve 'doğum günün kutlu olsun' yazılı bolca kağıt vardı. Hepsi onun için oldukça değerliydi. Çünkü bir tane kağıdın içinde, çok önemli bir not yazıyordu. Eve doğru ilerlerken, bir tane bakkalın önünden geçiyordu Gazel ama fark ettiği şeyle adımları duraksamıştı. Bakkalın girişindeki çikolata rafında bir tane çikolata kalmıştı. Durduğu şey, bu yüzden değildi. Jaser'in en sevdiği çikolata olmasıydı. Elindeki kutuya dikkat ederek cebindeki parayı kontrol etti Elvan. Çıkarıp baktığında sadece on lirası kaldığını gördü. Oradaki çikolatalar genellikle pahalı oluyorlardı. Dudak bükmüştü bu duruma. Ama yinede bir şansını denemek istiyordu.

Dükkana girdiğinde, kasada her zamanki Umay teyzeyi gördü Gazel. Umay teyzede Gazel'i gördüğünde yüzünde tatlı bir gülümseme oluştu. "Merhaba Umay teyze!" dedi şen şakrak. Daha sonra kasaya ilerledi. Kasa onun boyunu geçiyordu. Az önceki on lirayı boyunun yettiği yere kadar koyduktan sonra, parmak ucuna çıkarak hafifçe önüne iteledi. "Bu parayla Jaser'e hangi çikolatadan alabilirim?" diye sordu. Umay teyze, gözlüğünü taktı ve paraya baktı. Yalnızca küçük bir çikolata alabilirdi. Eğer küçük bir çikolata alırsa, paylaşamazlardı ve aralarında anlaşmazlık olabilirdi. "Sadece bir tane çikolata alabilirsin." dedi ve arkadaki, rafta tek çikolata kalan yeri gösterdi. Elvan arkasına baktığında az önce almak istediği çikolatayı gördü. Hemen oraya ilerledi ve çikolatayı alıp tekrar kasaya ilerledi. "Saol Umay teyze!" dedi ve tekrar evin yolunu tuttu. Yol üstündeyken de çikolatayı kutuya koymayı ihmal etmedi.

Kapının önüne geldiğinde zile bastı ama önce hiç kimse açmadı. Biraz bekledi Elvan. Sonra tekrar bastı. Yine açılmadı kapı. Küçük elini yumruk yapıp kapıya vurduğunda, kapı hafifçe hareket etmişti. Şaşırmıştı Elvan. Kapıyı biraz daha ittirdiğinde kapı açıldı. Evde derin bir sessizlik vardı. "Anne?" diye seslendi annesine. Ses yoktu. "Baba!" dedi bu sefer. Yine ses yoktu.'Jaserlere gittiler.' diye düşündü ilk önce. Evin anahtarlarını alıp kapıyı kapattı ve karşı eve gitti. Kapıyı çaldıktan birkaç saniye sonra kapıyı Jaser açtı. "Doğum günün kutlu olsun!" diye neşeli bir şekilde bağırdı ve kutuyu yüzüne uzattı. Bocalamıştı Jaser ama yüzündeki derin bir tebessümü kontrol edememişti. "Saol Kızıl." dedi ve kutuyu aldı. "Hey!" demişti Elvan. Ellerini beline koydu. "Benim adım Kızıl değil!" Jaser, kutuyu açmadan geri döndü ve yürümeye başladı. "Anlamıyorsun Kızıl. Senin ismin Kızıl'dı. Sonradan kimlik yaptırmaya gittiklerinde kabul etmediler." Elvan kapıyı kapattı ve Jaser'in arkasından yürümeye başladı. Salona doğru ilerlerken "Annenler nerde?" diye sormayı ihmal etmedi. "Onların bir işi çıkmış. Ondan gelmediler." diye cevapladı.

Salon ve mutfak birleşikti. Salona geldiklerinde televizyonun açık olduğunu gördü Gazel. Hatta televizyonda en sevdiği çizgi film yayınlanıyordu. "Jaserr!" diye şakadı Gazel. Jaser, Elvan'ın aniden bu şekilde bağırdığını duyunca hafiften bocaladı. "Ne oldu?" diye sordu. Arkasına baktığında, Gazel'in şimdiden koltuğa oturup televizyon seyrettiğini gördü. Daha sonra masaya oturdu ve hediye kutusunu açtı Jaser. Önce görüş alanına en sevdiği çikolata girdi. Şaşırmamıştı çünkü sürekli 'doğum gününde sana en sevdiğin şeyleri alacağım.' diyerek sürekli tepesinde bunu söylüyordu. Çikolatayı kenara koydu ve diğer şeylere baktı. Bir buket lavanta gördü. Bunu kendisi seviyordu ama olsundu. Düşünmesi yeterdi. Onuda alıp kenara koyduğunda kutuda sadece kağıtlar kalmıştı.

Tam bir tanesine uzanıyordu ki kapı aniden şiddetli bir şekilde çalmaya başladı. Elvan bile olduğu yerde dikleşmişti."Neler oluyor?" diye fısıldadı. Jaser ise bunun anlamını biliyordu. Hemen ayağa kalktı ve seri bir şekilde Gazel'in elinden tutup annelerinin odasına götürdü. Kapıyı arkasında bırakıp iki kere kilitledi. Daha sonra cama doğru yönelince Elvan, bileğinden tutunca duraksamak zorunda kaldı. "O olmaz." dedi karşısındaki kızıl saçlı kız. "İkinci kattayız. Ben korkuyorum." Jaser, küçük kızın korkusunu anlamıştı ama başka çare yoktu. Mecbur kızın elinden kendisini uzaklaştırdı. Cama seri bir şekilde ilerlerken kapının kırılma sesini duydu. Elvan, küçük bir çığlığını eksik etmemişti. Ağlamaya başlamıştı. Jaser ise camı açmış, atlamak için alan bakıyordu. Daha sonra aşağıda birkaç polis gördü. Onların atlamaları için büyük bir şey kurduğunu gördü. Yumuşak bir şeydi. Hemen arkasını döndüğünde, yüzü gözü kızarmış bir şekilde duran Gazel'i gördü. Daha sonra ise onların bulunduğu odanın kapısını kırmaya çalışan birkaç adam sesi...

"Hemen buraya gel!" dedi Jaser ama Gazel hala ağlamaya devam ediyordu. Hemen kızın yanına gitti ve kucağına alıp camın önüne geldi. Tam o sırada bulunduğu odanın kapısı kırılmıştı. Kapıyı kıran kişiye baktığında, tanımadığı bir tane adam gördü. Hızlı nefes alıp veriyordu. "Buraya gel!" diye bağırdı ve onlara doğru yürümeye başladı. Şuan tek düşündüğü kucağındaki küçük kızdı. Başka şansı yoktu.

Elvan'ı camdan aşağı attı.

Kendi güvenliğini hiçe sayarak...

Elvan, minderin tam ortasına düşmüştü. Polisler hemen Elvan'ın yanına koşmuş, bir yerlerinde birşey olup olmadığına bakıyordu. Ama Gazel'in şuanda düşündüğü tek şey, içeride kalan Jaser'di.

Daha sonra beklenmedik bir şey oldu.

Camdan büyük bir beden düştü. Polisler, hemen bedenin üzerine toplandığında, bu sefer camın önünde küçük bir beden belirdi.

Bu beden, kanlı bir Jaser'e aitti...

...

Sabah yaşanan olaylardan sonra kendi evime dönmüştüm. Tabii özür dilemeyi de ihmal etmemiştim. Evde tek başıma,okuma köşemde kitap okurken yanımdaki telefonum çalmaya başladı. Arayan kişiye baktığımda, Buse'nin aradığını gördüm. Kitabı kenara koydum ve aramayı cevapladım. "Efendim."

"Şey Elvan abla nasılsın?" dedi. Arka tarafından fısıldaşmaları duyabiliyordum. "İyiyim," dedim. "İyiyim Buse. Sen nasılsın? Bir sorun mu var?"

"Ahh hayır, bir sorun yok. Ben şey için sormuştum. Şey, bugün bizim kızlarla alışverişe gideceğiz de. Yani, sende gelmek ister misin?" diye sordu çekinerek. Biraz düşündüm. Kafa dağıtmaya ihtiyacım vardı."Olur." dedim. "Nerde buluşuyoruz?" diye sormayı da ihmal etmedim. "Ben sana konum atarım. Yarım saat sonra hazır ol." dedi. Telefonu kapattıktan sonra dolabıma ilerledim. Üzerime ne giyeceğim hakkında bir fikrim yoktu. 'Rahat giymem gerekir' diye düşündüm. O yüzden elime asker yeşili paraşüt pantolon, üstüme ise beyaz, çok kısa olmayan bir beyaz üst aldım. Saçlarımı kıskaçlı tokayla topladım çünkü hava çok sıcaktı.

Yarım saat sonra attıkları konuma geldiğimde Buse, Helin ve Derya'yı gördüm. Hepsinin saçı açıktı ve terleyeceklerinden emindim. Üçü, beyaz crop ve siyah pantolon giymişlerdi. Sanırım üçlü kombin yapmışlardı. Sorun değildi. Önemsememiştim. Yanlarına ulaştığımda, ilk önce beni Helin gördü. "Elvan! Hoş geldin!" dediğinde, diğerleri de aynı şekilde beni karşıladılar. "Tamam o halde kızlar," dedi Buse dikkati üzerine çekerek. Bugün buraya laflamaya gelmedik. Hadi vakit kaybetmeden gidelim." dediğinde herkes onu takip etmeye başladı. "Nereye?" diye sormuştum yanımda yürüyen Helin'e. "Avm'ye gidiyoruz." diye cevaplamıştı. Umarım çok fazla sürmez

...

"Ya, Elvan abla şuraya-" diyecekken "Saçını başını yolarım, yürü." diyerek ittirdim Buse'yi. Saatlerdir her yere giriyorduk. Artık bende ayak falan kalmamıştı. Çok yorulmuştum. Taki yanımızda siyah bir arabada duran Yiğit'e kadar.

"Nereye kızlar? Bırakmamı ister misiniz?" dedi ve gözleri benimkileriyle buluştu. Neden bilmiyorum ama ben bakmıştım ilk önce ona. Dikkatimi bozan şey ise, Helin'in "Hırsız var!" diyerek bağırmasıydı.

İleriye baktığımda, maskeli bir adamın elinde Helin'e ait olan çantayla koşmasıydı. Tabi kaçacağını sanıyordu. Tam ben atılacaktım ki önümde bir beden belirdi. Beden, Yiğit'e itti. "Sen burda dur, dizin yaralı." dedi ve kendisi koşmaya başladı. Onu dinlemedim ve bende koşmaya başladım. Beraber koşarken birkaç kere sendelemiştim ama olsundu. Son anda soldaki bir ara sokağa girmesiyle Yiğit'i ıskalamıştı ma beni ıskalayamazdı. Bende onun arkasından gittim. Sessizce koştum. Arkasına bakmadan koşuyordu. Ses kesilince bizim gittiğimizi sanmıştı ama aslında arkasına baksaydı beni görebilecekti. Çıkmaz sokağa gelince tamamen durdu ve arkasını gördü. Ama arkasını döndüğünde beni beklemiyor olucaktı ki duraksadı. Ben ise belimden silahımı çıkardım ve "Çantayı bırak, teslim ol!" dedim. Dediğimi ilk önce yapmadı ama arkama baktığında, her ne göydüyse anında çantayı yere bıraktı ve önümde diz çöküp ellerini ensesinde bağladı. Temkinli adımlarla yanına gittim ve çantayı aldım. Arkamı döndüğümde Yiğit'i gördüm. Telefonla konuşuyordu. Sanırım polisi arıyordu.

Harika, işte bana macera Elvan!

...

"Şikayetçi misiniz Helin Hanım?" diye sordu önümüzde oturan Polis Serdar. Şuan, topluca karakoldaydık. Adamı yakalamıştık. Rüzgar Timi de gelmişti. "Evet, bu adam benim çantamı çaldı. Şahitlerim var." dedi Helin ve bizi gösterdi. Polis, bize bakınca kafamla onayladım. "Tamam," dedi. "Onunla kendim baş başa ilgileneceğimden emin olabilirsiniz. Çıkabilirsiniz." deyince sırayla odadan çıktık. Odadan çıktığımız anda "Şükürler olsun!" diyerek derin bir nefes aldı Caner. "Valla nefes alamıyorum diye geberecektim." Daha sonra araya Helin girdi;

"Ay valla ha! Hatta ben adamın suratına vurmamak için kendimi zor tutuyordum" Caner, sanki birşey hatırlamış gibi arkasını döndü ve Helin'le göz göze geldi; "Ya kardeşim, canım. Sen neden çantana sahip çıkmıyorsun ya!" diyerek tartışmaya başladılar. Artık bende daraldığımdan dışarı çıktım. Arkamdan adım sesleri geliyordu. Arkama baktığımda Yiğit'i gördüm. "Bırakayım, her nereye gideceksen." dedi. "Gerek yoktu aslında-" desem bile, "Sana sormadım. Hadi gel, şu kenara koymuştum." dedi ve yürümeye başladı. Mecbur bende onun arkasından yürümeye başladım. Arabaya ulaştığımda Yiğit, beni bekliyordu. Neden beklediğini sorucaktım ama kapımı açınca ne soracağımı da unuttum. Hala onunla konuşmuyordum. Bunun farkındaydı. Eğer farkında değilse de, koltuğa somurtarak oturduğumu görmüştü. Anlamasını istemiştim. Kapımı kapattıktan sonra arabanın etrafında dolaştı ve yanıma oturup arabayı çalıştırdı.

Sürmeye başladığında arabada bir türkü çalmaya başladı ama sesi kısık geldiğinden anlamadım. Daha sonra Yiğit, arabanın tabletinden Youtube'u açtı. "İstediğin herhangi bir şarkı varsa açabilirsin." dedi. Normalde hiç müzik dinlemezdim ama aklıma bir tane şarkı geldi. Tablete adını yazmaya başladım ve açtım. Biraz ilerlettim çünkü baştan çalsa, iletmek istediğim mesajı anlamayacaktı.

Benim porselen kalbim,

Herkese duvar örmüş.

Büyük bir kumar ortasında,

Gerçeğe göğüs gelmiş.

Buraları dinlediğinde, ilk önce ne hissettiğimi anlamadı. Lakin, şimdiki çalan parçaya kadar.

Yüz bin parça, hepsi çaresiz.

Benimle oyunlar oynadın.

Kırıldıktan sonra topladın..

Aynı olmadı,

İçinin burkulduğunu gördüm camdan. Bananeydi bundan sonra. Anlasın istedim sadece. Ne kadar kırıldığımı.

Sen hatırlamazsın, ben unutmam.

Nasıl yandım, yüreğim kandı sana.

Bir avut avunmaya...

Şarkı bittiğinde başka bir şarkıya geçmişti. Ama Yiğit, bunu istemiyordu sanırım. Aratma yerine başka bir şey yazdı ve şarkıyı açtı. Fakat o, direk baştan başlattı. Şarkıyı mırıldanarak söylüyordu. Benim gibi sadece önemli yerden değil.

Eğer seni kırdıysam, darıl bana.

Ama bir gün beni ararsan, bak ruhuma.

Birden gecem tutarsa, güneşi çevir bana.

Sevgilim bağışla, biraz zor olsa da.

Sevgilim dediği yerde ona baktığımda, o sadece yola bakıyordu. Ve yanlış duymadıysam, şarkı sevgilim derken o, kızıl saçlım demişti.

Affet beni akşamüstü, gölgem uzarken.

Öğleden sonra affet, ne zaman istersen.

Affet beni gece vakti, ay doğmuş süzülürken,

Sabaha kalmadan affet, tam ayrıldık derken.

Tam bu noktada, müziğin sesini biraz daha açmıştı.

Çünkü sen, çölüme yağmur oldun.

Sen, geceme gündüz oldun,

Sen, canıma yoldaş oldun,

Sen, kışıma yorgan oldun.

Bir dükkanın önünde durmuştuk. Gözyaşlarım yüzünden çok fazla görememiştim. Yiğit arabadan çıktığında, şarkı hala devam ediyordu.

Eğer seni kırdıysam, darıl bana.

Ama bir gün beni ararsan, bak ruhuma...

Birden gecem tutarsa, güneşi çevir bana.

Sevgilim bağışla, biraz zor olsa da.

Şarkı tam nakarat kısmına geldiğinde, kapım açıldı. Kimin açtığına baktığımda, Yiğit'i gördüm. Elinde bir buket lavanta çiçeği vardı. "Elvan," dedi ve ben bir kez daha ismimi çok sevdim. Daha sonra lavantaları bana uzattı ve şarkıya eşlik etti.

Çünkü sen, çölüme yağmur oldun.

Sen, geceme gündüz oldun.

Sen, canıma yoldaş oldun,

Sen, kışıma yorgan oldun...

Şarkı bitmişti, ama Yiğit hala cevabımı bekliyordu. Tam o sıra yağmur çisilemeye başladı. "Yiğit, yağmur yağıyor. İçeri gir." dedim ama o "Sen, çölüme yağmur oldun." dedi. "Neden ben çölüme gelen yağmurdan kaçayım ki?" Yüzüne yağmur damlaları gelirken burukça gülümsedi. "Elvan, senden çok özür dilerim. Beni affedebilir misin?"

Loading...
0%