Yeni Üyelik
1.
Bölüm

┆•GİRİŞ•┆

@cemrenur_klc

ᴀʟɪ̇ɴᴀ'ɴɪɴ ᴀɴʟᴀᴛɪᴍɪʏʟᴀ

Yorgunluktan ölecektim. Ben küçükken voleybolcu olmayı böyle düşünmemiştim. Ünlü olmak, kolaydı değil mi ama?

Kim bunu söylediyse benim elime geçmesin. Bulduğum yerde saçını başını yolacaktım!

Amerika'daki 1 yıllık takım deneyimimden sonra geri Türkiye'me dönüyordum.

Nereye gidersen git, memleketin gibi olmuyor arkadaş! Hele ki memleketin Türkiye'yse!

Çayına varana kadar özlemişim. Hem ülkendeyken, sana ait olmayan bir dili de konuşmak zorunda değilsin!

Eğer zamanında zorunlu olmasaydım Amerika'ya hiç gitmezdi, lakin kariyerim ve eğitimim için zorundaydım.

Amerika'da ki teknik direktörümüz sürekli, "Alina hit the ball faster. Come on girl! You can do better." -Alina topa daha hızlı vur. Hadi kızım daha iyisini yapabilirsin- , diye diye beni en skorer oyuncu yapmıştı.

Amerikan vatandaşlığım yoktu, ki zaten istememiştim. Ben sadece sıradan ligde oynamıştım. Milletler ligi henüz başlamamıştı. Ve ben Türkiye'de Türkiye için Milletler Ligi'nde oynayacaktım.

Buradaki atmosferi öylesine özlemiştim ki, sürekli; "ne kadar süremiz kaldı?" diye soruyordum.

Ben voleybol oyuncusu olsam da, aynı zamanda büyük bir futbol fanatiğiydim. Evet, şaşırtıcı ama sporun her dalını severdim.

Benim hayatım spordu. Voleybolla, sadece eğlence için gittiğim bir voleybol kursu sayesinde tanıştım.

Bu voleybol sevdam, çocukluktan geliyordu. Liseye geçtiğimde ise oradaki hocaların keşfetmesi ve yardımlarıyla, Galatasaray küçük kız voleybol takımına transfer olmuştum.

Daha 13 yaşında hayalimi dibine kadar gerçekleştirmiştim. 17 yaşımı doldurduğum da ise Galatasaray as grubuna girmemle bir A Milli voleybol takımına da transfer olmuştum.

Tüm takımların gözü üstümdeydi. Genç ama 17 yaşında bir yıldız olarak anılıyordum.

Bir çok kulüpten, ve başka ülkelerin milli takımlarından teklif geliyordu. Milli takımları kabul etmiyordum, çünkü başka bir milli takıma girmem için o ülkenin vatandaşı olmam gerekirdi, ve zaten ben Türkiye'nin karşısında oynamak istemiyordum.

Eğitimime 1 yıl Amerika'da devam edeceğim için, Amerika'nın en ünlü kulüplerinden biriyle 1 yıllık anlaşma imzaladım. Türkiye taraftarından sandığımın aksine kötü yorumlar değilde destek yorumları geldi.

Ve bende beni seven taraftarlarla yeniden buluşmak için, anlaşmamın ve 1 yıllık eğitimimin bitmesi ile geri Türkiye'ye, yurduma döndüm.

Geri kalan eğitimimi sınavlarla halledecektim. Gerekli eğitmenler tarafından özel olarak hazırlanacaktım.

Şuan 20 yaşındaydım. 20 yaşıma çok yeni girmiştim.

Türkiye'mle birlikte oynamaya geliyordum şimdi.

"Alina""

Alina"

"Alina!"

"ALİNAA!" bir anda gelen bağırış sesiyle yerimde sıçradım.

Seren'in bağırması ile kulaklarım ağrımıştı.

Ah gariban kulaklarım... Siz güzel müziklere, smaç ve taraftar seslerine layıksınız ama bu Seren'in bağırışlarına maruz kalıyorsunuz.

Sizden özür dilerim kulaklarım.

Seren'in kafama vurmasıyla, saçını çektim. Biz kedi köpek gibi kavga ederken, Lesia'nın sesini duydum.

"Işik we come." ı harfini i ile karıştırması çok tatlıydı!

Lesia hem Türkiye'de işi olduğu için gelmişti, hem de beni bırakmaya gönlü razı gelmemişti. Seren ise zaten annesinin yanında yaşıyordu. Benimle o da Amerika'ya eğitimi için gelmişti. Şimdi de geri dönüyorduk!

Lesia, Amerika'da tanıştığım, Seren ise çocukluk arkadaşımdı. Lesia'nın spora ilgisi yoktu, lakin spor maçlarını izlemeye bayılırlardı.

Bu arada Seren gerçekten bayılıyordu. Tabi bir keresinde ben maç izlerken anın heyecanı ile yanlışlıkla(!) Seren'in kafasına plastik kase fırlattığım için... Ama sorun yok zaten plastikti, o çok abartıyordu.

Kafasına 5 dikiş atıldı...

İç ses sen benim düşmanım mısın? 5 dikişten n'olacak sanki?

Kızın kafası yarıldı!

Sus sen!

"Alina, geldik. Hem senin kaşların neden çatık? Neye sinirlendin yine?" Seren'in sorusu ile kendimi tutamayıp kıkırdadım.

"Yok bir şey güzelim hadi gidelim."

Başını olumlu anlamda salladı. Uçaktaki merdivenlerden inerken İstanbul'un kokusunu, içime çektim. Uçaktan indiğimizde de, siyah üst model bir araba karşıladı bizi.

Biz arabaya binerken, uçağın kapısı ardımızdan kapandı. Ben uçakta çektiğim fotoğrafları 'Instagram' hesabımdaki hikayeye eklerken, arabayı süren Seren durdu. Sürücü koltuğunun yanına 3 kişi rahat sığardı. Bizde Lesia ile birlikte yanda oturuyorduk.

"Aman Allah'ım!" Seren'in dediği şey ile ona döndüm. "N'oldu balım, niye durdun?"

Seren bana dönüp yan kısmımızda ki arabayı gösterdi. Bizimkinden bile yüksek model olan arabanın içinde kim olduğu görünmüyordu.

Lesia, "I can't believe" -inanamıyorum-

Seren, başını sallayıp, ona katıldığını belli etti.

Benim ise merak ettiğim, içindekiydi. Kim böyle bir arabaya sahip olabilecek kadar zengin olabilirdi ki? Sporcu muydu yoksa cumhurbaşkanı falan mıydı?

Tamam Cumhurbaşkanı demek belki biraz(!) abartılı oldu, lakin gerçekten de zengindi.

Lesia bizimle kala kala, artık Türkçe konuştuğumuzda bizi anlıyordu. Lakin Türkçe pek konuşamıyordu.

Lesia aslında hem mimarlık okuyordu, hem de sosyal mecralarda tanınan bir 'influencer' dı. 22 yaşında olsada bir çok başarıya imza atmıştı.

Seren ise, konservatuar okuyordu. Henüz çok yüksek bir kitlesi olmasa da yüksek sayılabilecek bir kitlesi vardı.

Her ne kadar voleybolcu olsamda, Lesia'dan daha fazla takipçim vardı. Ama hiçbirimiz takipçi vesaire gibi sorunları dert etmiyorduk.

İyi ki böyle arkadaşlara sahibim...

Seren ilk, Lesia'yı gelmeden önce, kendisine kalması için hazırlattığı eve bıraktı. Ardından beni siteme bıraktı.

Ben güvenlik konusunda endişeli olduğum için sitede yaşıyordum. Bu sitenin bir çok güvenliği vardı. Tam tamına 59. katlıydı ve benim evim 59. Kattaydı. Her katta 3'er ev olsada son kat olduğu için benim katımda 2 ev vardı.

Bu sitede herkesin kalması mümkün değildi.

Orta gelirli ve hatta yüksek gelirli insanlar bile kalamıyordu. Yalnızca tanınan insanlar alınıyordu. Karşımdaki ev Amerika'ya giderken boştu, fakat sanırım artık doluydu çünkü kapısında bir kart vardı. Her dolu evin kapısında bir kart olurdu bu sitede.

Bu arada gelirken başka bir ev istememiştim. Çünkü buradaki güvene alışmıştım.

Kartımı evin yanındaki kartlığa astığım gibi şifreliğe şifremi girdim;

2020/01/14

15 yaşında voleybol hayatım başlamıştı. Benim için en önemli tarihlerden biriydi. Bu tarih benim için bir başlangıçtı.

Valizlerimi, giyinme odamdaki dolaplara yerleştirdim. Çok eşyamı getirmemiştim ama 4 büyük boy valiz vardı! Allah'tan ben taşımamıştım. Yoksa sakatlık garantiydi...

Duşumu aldım, ve yorgunlukla kendimi yatağa attım. 3 hafta içinde milletler ligi başlayacaktı. 1 hafta sonra antrenmanlara katılmam lazımdı. O yüzden uyku düzenimi düzenlenmeliydim.

...

Sabah odamdan içeri süzen ışık hüzmesi ile uyandım. Bugün küçüklükten beri hayalini kurduğum bir şeyi gerçekleştirilecektim.

Kedi sahiplencektim!

Bir eve bir kedi yeterdi ama bu güzeller güzeli kedinin de bir arkadaşa ihtiyacı vardı artık..

Düşünceler eşliğinde kalkıp, komidinin üstünde duran dijital saate baktım. Saat daha 10.50'ydi.

İlk banyoda elimi yüzümü yıkadım ardından ise kestane kahverengisine boyanan giyinme odama geldim.

Üstüme bej rengi bir kargo pantolon, üstüne beyaz renkli ve kalın askılı bir crop, onun üstüne ise havalar hafif soğuduğu için önü tamamen açık olan fakat ortasında kurdele ile kapanmış, uzun kollu, pantolonumla aynı renk olan bir yelek giydim.

Altına ise beyaz converse markasından beyaz olan bir ayakkabı giydim.

Rahat ama güzel bir kombin olmuştu.

Sahipleneceğim kedi bembeyazdı. Aslında bir sahibi vardı, sahibi arkadaşımdı. Bakmadığını söylemiş olduğu için kedisini ben sahiplenecektim.

Çok heyecanlıydım. Ele avuca sığmayan ama minnacık olan bir kediydi.

Onu hele bir sahipleneyim, onu Galatasaray'lı yapacaktım. Ona makyaj bile yapardım!

Tamam belki biraz abarttım ama belli olmaz yani...

Makyaj masama oturup, nemlendirici sürdüm yüzüme.

Göz altımı kapatıcı ile kapatıp, birazcık allık sürdüm.

Biraz allığı abartmış olabilirim neyse...

Sanırım herşeyi abartıyordum şu sıralar. Neyse...

Sanırım her şeye neyse diyordum şu sıralar-

İç ses yeter artık a.. neyse

Dudaklarımı çerçeveleyip, gloss'umu sürdüm.

Aynaya baktığımda tam bir slay girl olmuştum. Bu düşünceye içten içe gülerken aklıma bir şey geldi.

‘Gloss'umuzu sürmeyi, gereksiz insanlardan nefret etmeyi ve Galatasaray'lı olmayı unutmayınız...’

Tamam belki bunu ben uydurmuş olabilirdim ama... Ne farkederdi işte!

Saatin 11.45 olduğunu görmemle, hızla dışarı çıktım. Kedimi alıp, eve geldiğimde onunla birlikte kahvaltı hazırladık. Tabii onun öncesinde ona toplu bir alışveriş yapmam gerekliydi.

Otoparka gittiğimde arabamı es geçip motoruma binmek isteği gelsede, kedimin de olacağı gerçeğiyle arabama yöneldim.

Arabayı çalıştırırken, bir yandan telefonumu arabaya bağlıyordum.

Bir an bildirim geldi. Instagram uygulamasındandı.

Alaz Alkın'ın paylaştığı yeni gönderiye bakarken bir iç çektim. Aslında ondan hiç etkilendim mi bilmiyordum ama ondan nefret ediyordum.

Çok yakışıklıydı. Çokta başarılıydı. Aslında bütün ilgi onda olduğu için onu biraz kıskanmış olabilirdim.

Benim voleybol maçımla onun futbol maçının çakıştığı gün annemle babam evde benim maçımı izlemek yerine onun maçını izlemişlerdi.

Aklıma geldikçe sinirleniyorum...

Bunları ilk başta sakinlikle karşılıyordum fakat, tüm arkadaşlarım bana ona olan hayranlıklarını anlattığında sinirlenmiştim.

Yine de sakinliğimi korusamda geçen ay babamın bana bu çocuğun numarasını bulursan evlenebilirsiniz demesiyle tüm bağlar kopmuştu.

O günden beri bu çocuğa içimde bir gıpta gibi bir şey besliyordum.

Aslında nefret etmiyordum. Fakat her fırsatta bir hatasını arıyordum.

Onun yüzünden şampiyonayı kutlayamamıştım bile. Çünkü listelerde hashtag olarak 1. Sıra bendeyken, benim 1.'liğimi alıp tüm ülkede söz konusu olmuştu.

Voleybolda önemli bir spor! Hatta çok daha önemli!

Arabayı, Buse'nin evinin önünde durduğum için, yan koltukta olan beyaz çantama uzanıp onu koluma almıştım. Arabadan indiğimde, arabayı kilitleyip, asansörün önüne gelmiştim.

Buse sürekli şehir dışına çıktığı için kediye bakamıyordu. Yeni sahiplenmişti zaten. Benimde kedi sevgimi görünce bana kediyi sahiplenmek isteyip istemediğimi sormuştu.

Hemen kabul etmiştim tabii!

Onu junior Alina yapacaktım.

Adını Memati koyarak mı başlasaydım acaba?

Bu düşüncelerimi boş verip, 15. Kata bastım.

Asansör 9. Katta dururken ben ne olduğunu anlayamadım. Kapı birden içeriye siyah maske takan, yapılı, ve uzun bir adamın gireceğini tahmin etmemiştim.

Ama bu adam fazla tanıdıktı sanki...

Çıkarıcam bir yerden ama dilimin ucunda!

Adam birden beni görünce şaşkınlığı onun da yüzüne vurmuş gibiydi.

Asansörün darlığından dolayı onun okyanus ferahlığına karışan sigaralı güzel kokusunu hissedebiliyordum.

Birden maskesini çıkarınca, şok içinde olduğum yere çivilendim...

Alaz Alkın tam karşımdaydı.

Loading...
0%