23. Bölüm

Yıkık kalpler

Elif cemre
cemrequeen

 

 

Yıkık Kalpler

 

Doğa’dan yürüyordum… Bir hiçliğe doğru.

Ne olacağını bilmiyordum, daha ne kadar acı çekeceğimi de.

Ama tek bir şeyden emindim:

O “Sır” denen pisliğin sırrını çözecektim.

Günlerdir içimi kemiren o soruya bir son verecektim.

 

“Annen yaşıyor, Doğa.”

 

Bu cümle yankılandı zihnimde.

Belki artık bu yolda yalnızdım ama yine de yürüyordum.

Belki sırlara doğru, belki de ecelime…

 

Ablamlarla kavga etmiştik.

Hiçbir şey almadan çıkıp gitmiştim.

Ne sonumu, ne de geride bıraktıklarımı düşünmeden.

Hastane kapısından çıkmıştım bile.

Sadece yürüyordum.

Sessizce, içimde bin fırtına koparken.

 

Öğlen olmuştu.

Güneş tam tepedeydi ama içim buz gibiydi.

Sokaklar kalabalıktı, herkes bir yere yetişmeye çalışıyordu.

Ben ise hiçbir yere ait değildim.

Bir köşede, kalabalığın ortasında yapayalnızdım.

 

Yüzümde rüzgârın değil, geçmişin izleri vardı.

Ne bir yönüm vardı, ne bir hedefim.

Tek istediğim, o “Sır”ın perde arkasını görmekti.

Her şeyin bedeli olsa bile.

 

Bir bankta dalgın dalgın otururken,

telefonuma gelen bildirimle irkildim.

Usulca elimi cebime attım, ekranı açtım.

Gelen bildirimde sadece tek bir harf yazıyordu:

“S.”

 

Evet… oydu. Sır.

 

Parmaklarım titreyerek mesaj kutusuna girdim.

Gelen mesajı okur okumaz kanım dondu.

Bir konum paylaşılmıştı — ve o konum…

Annemgillerin mezarlığıydı.

 

Tam o anda bir mesaj daha geldi:

 

> “Çok yaklaştın, Sıra.

Ama unutma…

İki kişinin bildiği sır, sır değildir, küçüğüm.

Gel buraya ve gör her şeyi.”

 

 

 

Ekrana uzun süre baktım.

Kalbim hızla çarparken boğazımdan tek bir kelime dökülemedi.

Bir yanım gitmek istiyordu, bir yanım kaçmak.

Ama biliyordum…

Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

 

Ama aklıma bir soru takıldı:

“İki kişinin bildiği sır sır olmaz” ne demekti?

Bu sırrı sadece Sır bilmiyor muydu?

“Yok ya,” dedim kendi kendime.

“Saçmalama Doğa, bizden kimse casusluk etmez…”

Ama ya ikinci kişi kimdi?

 

Kendimi toparlayıp yoldan bir taksi çevirdim.

Sır’ın attığı konumu gösterdim.

Taksi yola koyulduğunda, dikiz aynasından fark ettim:

Simsiyah bir araç bizi takip ediyordu.

 

“Doğa kızım, iyice saçmaladın ha,” dedim içimden.

“Niye takip etsinler ki?”

 

Bir süre sonra taksicinin sesiyle irkildim.

— Geldik abla.

— Ne kadar tuttu?

— 235 lira, abla.

 

Parayı ödeyip taksiden indim.

Ve annemle babamın isimlerinin yazılı olduğu mezarın yanında durdum.

Yasin Yaşar ve Serpil Yaşar…

 

Gözümden bir damla yaş süzüldü.

Belki annem için değil ama babam içindi bu gözyaşı.

Belki de annem için ağlamıyordum, çünkü…

Belki hâlâ yaşıyordu.

 

Ama şimdi annemin isminin yazılı olduğu taşın önündeydim.

“Serpil Yaşar — Ruhuna El-Fatiha.”

Doğum yılı, ölüm yılı… her şey gerçekti.

 

Birden toprağa uzandım.

Avuçlarım toprağa saplandı.

“Hani ölmemiştin?” diye haykırdım.

“Hani yaşıyordun anne!”

Sesim kısılana kadar bağırdım.

 

Ben senin fotoğrafını gördüm…

Yaşıyorsun sen…

Ama şimdi… şimdi sadece taş var karşımda.

 

Sözlerim boğazımda düğümlendi.

Annemi temsil eden mermerin önüne çömeldim.

Başımı toprağın üstüne koydum,

kollarımı birbirine doladım ve gözlerimi kapattım.

 

O anda bir el omzuma dokundu.

Tanıdık bir el değildi.

Başımı kaldırdım — karşımda kahverengi gözlü, uzun boylu,

buğday tenli, yapılı bir adam duruyordu.

 

— Hanımefendi, iyi misiniz? Çok kötü görünüyorsunuz.

 

Ayağa kalkmaya çalıştım ama başım döndü.

Tökezleyince adam belimden kavradı.

Kısa bir an bakıştık.

 

— İyiyim, teşekkür ederim, dedim.

Sonra uzaklaştım.

Saçlarımı kulağımın arkasına attım.

— Neyse, ben gideyim…

 

— Bakın, gerçekten iyi görünmüyorsunuz.

İsterseniz bir hastaneye gidelim.

 

— H-h-hastane olmaz! dedim aceleyle.

Ve oradan hızla uzaklaştım.

 

Adam tam kolumdan tutacakken,

kulağıma takılı olan çipten bir ses yankılandı:

 

> “Bırak gitsin minik kuşum…

Özgürlüğe uçsun. Şimdilik.

Sen buraya gel.”

 

 

 

Bir an durdum.

“Bu da kimdi şimdi?” dedim kendi kendime.

“Beni neden bu kadar etkiledi?

Allah’ım… ben aşık mı oluyorum?” diye mırıldandım.

 

Yürürken elim cebime gitti.

Bir kağıt parçası hissettim.

Açtım ve okudum:

 

> “S… Sen çok yaklaştın sırra.

Ama zaman daralıyor.

Ve ben… sana en yakın olanım.

Bunu bile bilmiyorsun, zavallı.

Hâlâ sırra yaklaştığını sanıyorsun.

Dediğim gibi; iki kişinin bildiği sır, sır değildir.

Zaman daralıyor. Tik tak… tik tak…

Saat işliyor.

Ama bilmiyorsun ki o da benim elimde.

Durursa… her şey biter.”

 

“Bu da neydi şimdi?” dedim.

Yolun ortasında dizlerimin üstüne çöktüm,

ve ağlamaya başladım.

 

Başka bir yerde…

 

— Aferin oğlum, Arda.

— Sağ ol baba.

— Senin görevin o kızı kendine aşık edip…

onu yok etmek.

Bölüm : 01.11.2025 14:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...