Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm: Geçmişte Kalan Dostluk-2

@cennetbahcesi_

Hans her zaman ki ağırbaşlı hâlinin aksine rahatsız bir ifadeyle kütüphaneye girdiğinde Melina hoşlanmayacağı bir haberin geldiğini anladı. Nitekim öyle olmuştu. Bay Albert, Kraliyetten birini karşılamak gerektiğinde uygulanan prosedürü uygulayabilmek için Melina'ya ihtiyaç duymuştu ve Hans da bunu iletmek için gelmişti.

"Eğer yapamayacağını düşünüyorsan reddedebilirsin, Bay Albert anlayışla karşılayacaktır."

Melina kendisini düşünen insanları yüzüstü bırakamayacağını biliyordu. Hiç tedirgin hissetmiyormuş gibi tebessüm ederek,

"Geleceğin Kralını en önden görecek olmak heyecan verici." dedi.

Hans bu sözlere şüpheyle baksa da Melina'nın üzerine gitmedi. Şeffaf bir karakteri olan Hans, düşüncelerini saklamazdı. Elindeki elbise torbasını uzatırken sadece bir anlığına Melina'ya dikkatle baktı,

"Umarım kararından pişman olmazsın." dediğinde Melina asıl duygularını açığa vurmaktan kaçınarak,

"Umarım kararlarımı sorgulamayı bırakırsınız Bay Hans." dedi soğuk bir sesle.

 

"Pekâlâ Melina, o halde size iyi şanslar diliyorum."

 

Melina nihayet Hans gittiğinde üzerinde Williams Lordluğu'nun amblemi olan demir kale işlemeli torbayı açtı. İçinden siyah, vücudu tamamıyla örten resmî bir elbise ve üzerinde Regnum'un simgesi olan dağ aslanı motifli bir pelerin çıkmıştı. Melina doğru görüp görmediğini anlamak için pelerindeki işlemeye daha yakından baktı. Dağ aslanı motifi pek çok şekilde kullanılırdı, Regnum'un resmi ordusunun simgesi bir aslan pençesiyken, kraliyet ailesinin direkt soyundan gelenlerin giysilerinde altınla işlenmiş aslan başı olurdu. Pelerinin üzerindeki motif ise Regnum'un A'sırları isimli tarih kitabında çizimi bulunan ve yalnızca kraliyet tebaasının kullanabildiği gümüş işlemeli aslanla oldukça benzer bir görünüme sahipti.

 

Heyette bulunacak on kişiden üçü kadın, yedisi ise başta Bay Albert olmak üzere askeri rütbe sahibi baylardı. Disiplini sağlamak adına heyetteki bay ve bayanlara siyah üzerine gümüş ipliklerle işlenmiş Erns Kasabası'nın resmî sembolu ve bağlı olduğu Lordluğun (Williams) arması işlenmişti.

 

Melina, Prens Hazretlerini karşılayacak heyette bulunmanın ne kadar onurlu bir olay olduğunu bilse de kendisini hazır hissetmiyordu. Resmî prosedürleri ve adab-ı muaşereti uygulamak sorun değildi. Küçüklüğünden beri annesi tarafından sıkı bir ilim talimi yaptığından aristokratların içine karışması gerekse bile bunu başarırdı. Sorun bir yıldır içine kapanık bir hayat yaşamasıydı.

 

Melina parmaklarının arasındaki yumuşak dokulu kumaşı sıktı. Sadece bir süreliğine buna katlanmam gerekecek, diye düşündü. İç çekti ve günlük işlerine döndü.

 

                   ***

Nihayet Prens Hazretlerinin kasabaya teşrif edeceği gün geldiğinde Erns sokaklarında coşkulu bir hava esiyordu.

 

Melina, resmi karşılama heyeti üniforması olan ipek elbiseyi son kez düzeltip aynadaki yansımasına baktı. Yüzü ve teni siyah giysi yüzünden solgun görünüyordu. Elini solgun yanağına koyduğunda olması gerekenden soğuk olduğunu fark etti. İçten içe hissettiği yoğun gerginlikten teni dahi etkilenmişti. Titrek bir nefes aldı. Bay Albert ve heyetin geri kalanı birazdan kasaba meydanına toplanmış olurdu. Düzenli görünmek için Rubi'nin yardımıyla enseden toplayarak topuz yaptığı saçını kontrol ettikten sonra odasından çıktı.

 

Kütüphanenin şahsi çıkışından dışarıya ayak bastığında tüm kasaba halkının el ele verip tek bir pislik parçası ve düzensiz toprak zemin bırakmadığı sokakla karşılaştı. Erns halkının inceliği ve çalışkanlığını takdir ediyordu. Kasaba halkı, ilk kez Lord Williams'dan daha önemli bir insanın kasabaya geleceği haberiyle mutluluk ve heyecanla hazırlığa koyulmuştu. Bölge lordu için bile günler öncesinden hazırlık yapan bu nahif halk, Prens Hazretlerinin gelişine duydukları coşkuyu canla başla hazırlanarak gösteriyordu. Normal vakitlerde etrafı kuşatan çocuk sesleri ve kadınların ev işleri arasında birbirleriyle yaptığı sohbetlerin eksikliği sokakların ruhunu yok etmişti. Sokaklarda karşılaştığı insanlar ise tek bir hedefleri varmışcasına heyecanla yürüyorlardı. Melina, sokakların boşalmasının ne anlama geldiğini biliyordu. Muhtemelen yaş ayırt etmeksizin genç-yaşlı meydanda toplanmıştı.

 

Nihayet meydana vardığında haklı olduğunu gördü. Şimdiden büyük bir kalabalık at arabalarını geçişini kolaylaştıran taş zemin yoldan uzakta toplanmışlardı. Karşılama heyeti ise siyah-gümüş üniformalarının içinde ağırbaşlılıkla Prens'in teşrif edeceği anı bekliyorlardı. Heyetin yanında nöbet tutar gibi ciddiyetle duran ve biri hariç ellerinde törenlerde kullanılan altın dağ aslanı sembolü, küt ağızlı mızraklar bulunan askerlerin varlığı Williams Lordluğu'nun resmî bir tören hazırladığı anlamına geliyordu. Askerlerin başındaki şövalyeyle istemsizce göz göze geldi. Tanıdık bir simâydı. Aynı zamanda yabancı biriydi. Lord William'ın iki yılda bir rutin bölge ziyaretleri sırasında birkaç defa karşılaştığı şövalyeydi. William hanesine ait olan çam yeşili üniformasının omuzlarına gümüş tokatla iliştirilmiş kırmızı pelerin ılık esen meltemle hafifçe savruluyordu. Pelerinin kırmızı rengi savaşa katılmış deneyimli bir şövalye olduğunu vurguluyordu. Melina kaşlarını çattı. Muhtemelen Lord kendisi yerine bu rütbeli şövalyeyi göndermişti. Melina askerlere bakmaktan kaçınarak Erns'in heyetine dönüp gözleriyle Bay Albert'i aradı.

 

Dokuz kişinin arasında güneş ışığında parlayan beyaz saçları sayesinde Bay Albert'i kolayca buldu. Yanına vardığında;

"Bay Albert, merhaba." Resmi bir dil kullanarak Bay Albert'i selamlarken hafifçe eğildi.

"Merhaba sevgili Leydi Melina." diyen Bay Albert gülümsedi. Bay Albert'in selamını almasıyla birlikte başını kaldıran Melina, şövalyenin kendisini gözlemlediği hissine kapılarak gözlerini askerlerin olduğu tarafta gezdirdi. O sırada şövalyenin bir askerin omzunu tutup konuşmaya başladığını görünce dikkatini heyete vermeye karar verdi.

 

"Soylu leydimizi burada görmek büyük bir onur, değil mi Bay Rubel?"

 

Melina ve Bay Albert'in soylulara özgü selamlaşmasını onaylamadığını belli edercesine somurtkanlaşan kırklı yaşlarındaki Bay Rubel iç çekti. Şüphesiz Bay Albert'in sözlerinin manasını kavramıştı. Aristokratlar etkinlik düzenlediklerinde en son katılan kişi ya etkinlik sahibi ya da en üst makamda olurdu, hatta katılım saatleri mevkilere göre düzenlenir ve en aşağı tabaka olanlar erken gelmek mecburiyetindedir. Bay Albert, orduda olduğu yıllarda her kesimden asker ve soylu şövalyeyle tanışmış, onlardan birkaç şey kapmıştı. Bay Rubel de, okuma yazma bilen ve temel bilgileri talim edip hayatına katmış kibar bir adamdı.

 

"Merhaba, küçük hanım." derken sesinde Melina'ya şefkat duyduğu ayan beyan ortada olsa da söylerken somurtkandı.

Soylular gibi konuşacak ve hareket edecek kadar bilgili olsa da onları taklit etmekten haz etmiyordu. Her ne kadar genç Melina soylu bir adamın kızı da olsa ona farklı davranma niyetinde değildi.

 

Melina, Bay Rubel'in her zamanki huysuz lakin içten olan selamına tebessüm ederek karşılık verdi. Heyetteki herkesle selamlaştıktan sonra kendini en arkada duran diğer iki hanımın yanında buldu. Bay Albert ve Bayan Rashida heyetin konuşmacıları olduklarından dolayı önde duruyorlardı.

 

Sabahın ilk saatlerinden itibaren Majesteleri Prens'in gelişi için hazırlanan heyet üyeleri, güneşin sıcak ışığı siyah giysileri yüzünden artık iyice bunalmıştı. Hiçbir hazırlığın organizasyonunu hazırlama sorumluluğu bulunmayan Melina'ya bile yorucu gelen bekleme süreci, insanların huysuzlaşmasına sebep olmuştu. Melina artık ağrımaya başlamış ayak bilekleri yüzünden Majestelerinin gelişinin sebep olduğu rahatsız edici duyguları dahi unutmuş, bir an önce törenin gerçekleşmesini istiyordu.

 

Nihayet kasabanın ele avuca sığmaz genci Michael, patikanın ucundan koşarak heyete, bir at arabası gördüğünü haber verdiğinde heyet üyeleri güneş altında beklerken yitirdikleri heyecanı geri kazandı.

 

Herkes üstüne çekidüzen verip yenilenmiş duygularla duruşlarını düzelttiler. Melina da onlara uydu. Sonunda at arabası yolun ucunda görünmeye başladığında Melina'nın gerginliği yeniden nüksetti. Arabanın iki yanında atlar üstündeki kimseler, at arabasını korumakla mükellef askerlerdi. Dört atın sürüldüğü araba git gide yaklaşırken Bay Albert boğazını temizleyip hazır ola geçti. Bayan Rashida'da bayımın hareketlerini kendine uygun bir zariflikle taklit etti.

 

Heyetle at arabası arasında iki arabanın sığacağı bir mesafe kaldığında at arabası durdu. Atlı askerlerden iri olanı öne çıktı. Atın heybesinden kol uzunluğunda bir parşömen çıkartıp,

"Regnum Krallığının Vârisi, Merhum Kral 1. Hector'un ikinci çocuğu, Prens 2. Richard J. Regna Hazretleri; William Lordluğuna bağlı Losan Eyaletinin Erns Kasabasına teşrif etmiş bulunmaktalar!" Asker parşömeni kıvırıp sol eline aldı. Yüzündeki sert ifadeyle meydanı gözlemledikten sonra parşömeni heybeye koyup atından indi. At arabasını kapısının önüne basamak yerleştirdikten sonra kapıyı saygılı bir tavırla açtı.

 

Melina o an herkesin nefesini tutup Prens Hazretlerinin cemalini görecek olmanın heyecanıyla yüreklerini titrediğini sandı. Zira halk tabakası için imkanı olmayan bu hadiseyi yaşamanın onuruyla onurlandırılıyorlardı. İnsanlara seçimleri ve ahlakları doğrultusunda saygı duyma eğilimi olan Melina bile kalbinin sıkıştığını hissediyordu. Koskoca meydanda bulunan yüzü aşkın insandan pek farksız olmadığını hissederek hayalkırıklığına uğradı. Kraliyet de, halk da yalnızca iki bacak, iki kola ve bir başa sahip insanlardı... Duygularının buna uygun bir sukünette olmasını dilerdi...

 

Prens arabadan dışarı adımını attığı anda Erns'in askerleri tören mızrağını yere üç kez vurdu.

 

Halk, Lordlarından aşina edildikleri şekilde diz çökerken, biraz daha üst makamda sayılan heyet üyeleri birlikte reverans yaptı.

 

Tok ayak sesleri çıt çıkmayan meydanda rahatlıkla duyuldu. Prens'in Heyetin önünde durduğunu ayak sesine göre tayin eden Melina geniş bir alanda bulunmalarına rağmen havanın boğuculaştığını hissediyordu.

 

"Sevgili halkımın güzel karşılaması için minnettarım. Doğrulabilirsiniz." Prens'in sesi tüm meydanı kuşatmış gibiydi. Genç olmasının yani sıra güven veren, güçlü bir sesi vardı...

 

Heyetle aynı anda reveransını sonlandıran Melina, Prens'in yüzüne kısa bir anlığına bakacak cesareti bulduğunda, güneş ışığının okşarcasına değdiği siyah saçların ve ciddiyet ve nezaketle şekillenmiş yüzünü gördü. Melina, onun şaşırtıcı şekilde dünyanın en ücra köşesinde bir köle olsaydı bile duruşuyla dahi hissettirdiği asaletin aynı olacağını düşündü.

 

Ancak kısacık konuşmadan çıkardığı anlamlarla farklı bir heyecan hissetmeye başlamıştı. İlk cümlesinin toplumun aşağı tabakasına minnettarlık olması, Melina'nın bildiği herşeye ters bir olguydu. Aynı zamanda Regnum halkına bambaşka bir gelecek vaat ediyor gibiydi. Melina, alt tabakayı gözden çıkarmayan bir Regnum'un yeniden mümkün olduğunu görmek istiyordu. Umarım bu umudum hayalperestlikten ibaret değildir, diye düşünerek gülümsedi. Giysilerdeki gümüş aslan, soylu halk arasındaki tebaanın simgesiydi ve soylu olup olmamasına bakılmaksızın heyete katılacak kabiliyetteki her üye gümüş aslan simgesini sırtında taşıyordu. Ancak hatırladığı bu bilgi sayesinde Melina, umudunun hayal olmaktan sıyrılıp gerçekliğe yaklaştığını hissediyordu.

Loading...
0%