@cennomi
|
Medya: Alin'in pandalı takımı. Bu günün son bölümü, sonraki on bölüm 500 okunma ve 50 yorum olunca gelecek. Bu toplam, tek tek her bölüm değil. Yani neredeyse bir iki günde aşılır. Ben de o sırada düzenlerim. Sonraki bölümler uzun çünkü. Keyifli okumalar ♡ Gözlerim tavanda, odağım lambadaydı. Okul benim ömrüm bitince mi bitecekti? Çektiğim neydi a şeftaliler? Bu lamba ne kadar güzeldi lan? Daha fazla yatakta yatamayacağıma karar vererek doğruldum. Üzerimdeki pandalı takıma bakarak dudaklarımı büzdüm. Eskiden kahvaltı yaparken pijamalarımla yapardım. Neden burada değiştiriyordum ki alışkanlıklarımı? Ayağa kalkarak telefonumu elime aldım. Bildirimleri es geçerek saate baktım. 06. 28 Ne kadar geç yatarsam yatayım bu saatlerde hortlayarak uyanıyordum. Elimde değildi, tekrar uyuyamıyordum da. Pencerenin önündeki tüllerden havanın hala aydınlanmadığı belli oluyordu. Alacakaranlık odanın içini esir almıştı. Ayağa kalkarak pencerenin önüne geldim. Tülleri çektiğimde öylece kalakaldım. Ben salak mıydım da bunca zamandır burada balkon olduğunu fark etmemiştim? Kendi kendime gülerek pencere zannettiğim cam kapının kulpuna asılıp kapıyı açtım. Kapı sağa kaydığında soğuk hava tenime işledi. Sabahın bu saatinde kalkmak, çoğu insan için çok zordur. Benim içinse vücudumun manyak alışkanlığı. Günün en sevdiğim vakitleri yanlışlıkla beni uyandıran vücudumun sabah alarmıydı. Çünkü, nefes almana izin vardı. Her şey, yeni uyanıyor sana yaz kış serin bir günaydın yeli estiriyordu. Kimseye gülümsemek zorunda değildin, yaptıkların için seni sorgulayan insanlar uyuyor olurdu. Evde olmadığını kimse fark etmezdi. Tıpkı o günkü gibi. Bir şafak vakti, bir ocak ayında, o sokağın izbe duvar sonunda.Ölme! Başımı iki yana sallayarak güldüm. Balkon genişti ve ovaldi. Daha çok terasa benziyordu. Alacakaranlıkta mobilyaların rengini tam seçemiyordum ama hoşuma gitmişlerdi. Sol tarafta bir asma koltuk, beş armut koltuk ve ortalarında bir sehpa vardı. Sağ tarafta ise L koltuk takımı ve orta sehpanın üzerinde yığılmış kitaplar vardı. Dikkatli baktığımda terasa açılan bir kapı daha olduğunu fark ettim. Camdan terasa ışık geliyordu, belli ki birileri uyumuyordu. Yan odamda kimin kaldığını bilmediğim için ışığın tam olarak geçmesini engelleyen tül perdeleri izledim. Ama huzur saatimi kimse için bozacak değildim. Etrafta göz gözdirerek kendi odamın tarafında olan asma koltuğa ilerledim. Kenarlarından tutarak oturdum ve soğuk havayı içime çektim. Aslında camlar vardı ama belli ki birisi açık kalmıştı ve soğuk kış havası içeriye dolmuştu. Yumuşak minderlere gömülüp bir ayağımı kalçamın altında kıvırdım. Diğeriyle hafifçe iterek asma koltuğun sallanmasını sağladım. Gözlerimi camdan gökyüzüne diktim. Teras, evin arkasındaki ormanı yandan görüyordu ve gökyüzünün lacivert tonuna bir yağlı boya tablosu gibi uyum sağlıyordu. Yıldızlar kaybolmuştu. Gözlerimi huzurla kapattığımda kulağıma bir melodi ulaştı. Tanıdık, hüzünlü ama sevdiğim bir melodi. Bir beyaz orkide'nin gitar notaları. Dudaklarım kıvrıldığında gözlerimi araladım. Anlaşılan bu sabah, birileri huzurlu anıma bu şarkıyla eşlik ediyordu. Ayağa kalkarak pıtı pıtı adımlarla yan odaya doğru ilerledim. Çünkü pandalı takımım... biraz... garipti. Aslında bu anı bozmayı istemiyordum ama bir melodinin bu anı bozacağını da düşünmüyordum. Bu notaların kimin gitarından çıktığı umrumda değildi, canım eşlik etmek istiyordu. Cam kapıya geldiğimde gülümseyerek kapıyı tıklattım. Her iki taraftan da açılan kapının kulpunu tutarak içeriye girdim. Barlas, bana arkası dönük bir şekilde yüksek bir sandalyede oturuyordu. Kulaklarındaki kulaklığı fark edince güldüm. Bir de kapıyı tıklatmıştım. Kendimi ve düşüncelerimi bir anda on yıl yaşlanmış gibi hissediyordum. Umarım gün içinde eski halime dönerdim. Bu ruh hali berbattı. Arkasından uzanarak kulaklıklarını çıkardığımda irkilerek çalmayı bıraktı. Ritmi, notaları geceye hüzün katsa bile olağanüstüydü. Sonsuza kadar bir şeyler çalmasını istedim. "Benim, Alin." Dedim fısıltıyla ve arkasından çıkarak önüne geldim. "Çalmaya devam eder misin?" Usulca, onun haberi olmadan ona bir ışık yaktım. Ya o küçük kızın duvarında bir resim olacaktı, ya da duvarın ardındaki resim hırsızı. Bir şey diyeceğim, benim zekanın yarısını bu mu aldı acaba? Şaşkın gözlerle beni izledi. O beni izlerken ardımdaki duvara yaslandım. Onun karşısındaki duvara yaslanmış bir şekilde notaların konuşmasını bekledim. Sessiz bir kaç dakikanın ardından yutkunarak elini tellere değdirdi. İlk notayı duyduğum an duvarda kayarak yere oturdum. Bacaklarımı kendime çekerek kollarımı bileklerimden dizlerime yasladım. O şarkının sözlü kısmına geldiğinde başımı duvara yaslayarak şarkıya girdim. "Güldürmeyen, ağlatmayan Sinsi bir ok Öldürmeyen Çaresi yok Bu yaranın Kimde kalır Kabukları
Yersiz mülksüz sahip gibi Aslı sende Süreti yok Yamacına indir beni
Şimdi gövdemde büyüyen Bu arsız, kimsesiz, topraksız çicek Yüreğimde kor sürgün göğsüne Bunu bana yapmazdın
Şimdi gövdemde büyüyen Bu arsız, kimsesiz, topraksız çicek Yüreğimde kor sürgün göğsüne Bunu bana yapmazdın çiçek"
Barlas son notayı çalarak telleri serbest bıraktığında gözlerim kapalı bir şekilde beklemeye devam ettim. "Sen terastan mı geldin? Duymadım geldiğini." Barlas'ın sesini duyunca gözlerimi aralayarak ona baktım. Kafamla onayladım ve onu izlemeye başladım. Uykusuz gibi değildi ama yüzünden bir şeylerin ters gittiği belliydi. Ayağa kalkarak gitarı yatağına yasladı. Çekingen adımlarla yanıma geldi ve benim olduğum duvara sırtını dayayarak oturdu. Bir dizini kendine çekerek kolunu dizine yasladı ve diğerini uzattı. Şimdi birisi bizi çizse ve ben bunu görsem, kesinlikle kahkaha atardım. Boş yere dertleniyormuşum gibi bir his vardı içimde. Bu sessizliğimiz garip bir uyum yakalamıştı birbiriyle. İkiz. Her şeyin ikiye bölünmesi. Bir elmanın iki yarısı. Hislerin paylaşılması. Bir omuzda ağlayabilmek. Gülmesine bile gülmek. Saç başa kavgaya girmek. Uyuyamadığında sana yatakta yer açabilecek birisinin varlığı. Kalbinin yarısında sana yer verebilecek birisi. Hepsi, benden alınmıştı. Bir hemşire yüzünden, hayatım şeftali olmuştu. Kötü anlamda. En çok canımı yakan şey, beni kabullenmemeleriydi. Onca yıl ağladığımda başımı dizlerime yaslamışken, şimdi bir omza yaslayabilme hayali kurmama rağmen beni kabul etmemiş olmalarıydı. Karanlıkta ışığımı yakacak birisinin varlığını hissetmişken elimi bırakıp beni karanlığa itmiş gibiydiler. Mirza ve Barlas. Affedemiyordum. Ama affedememem iyiydi çünkü bu onların bir şansı olduğu anlamına gelirdi. Ben affedersem, ruhumdaki yüklerinden kurtulurdum. Hayatımdan silerdim. Var olmamış gibi. Kin tutuyordum, doğru. Belki korkmanız gerekebilirdi. Ama affettiğimde, varlığınızın bir önemi kalmazdı. Şey gibiydi biraz. Affedemediğinde hâlâ seviyor olurdun ama affettiğinde artık umrunda olmazdı. Bu kalp kırıklığıyla ilgiliydi aslında, kin pek işlemiyordu. Bazen affetmek, en büyük cezaydı. İkimizde aynı anda konuştuk. Gözlerimiz karşımızdaki terastan yansıyan gün doğumunda, başlarımız duvarda. Aynı odada birer ruh gibi. "Sesin çok güzel." Biliyorum. "Güzel çalıyorsun." Biliyorsun. Boşluğuma geldiğinde kısık bir kahkaha attım. Ben gülünce o da gülmeye başladı. "Galiba delirdik." "Kendi adına konuş," dedim tebessümle kafamı duvara tekrar yaslayıp. "Ben zaten deliydim." "Seni gecenin bu saatinde uyanık tutan ne?" Diye sorduğunda kafamı soluma çevirerek muzip bir bakış attım. "Seninki neyse belki de o'dur, ha? Neden sabahın bu saatinde, bir beyaz orkide dinleme ihtiyacı duydun? Ve neden bu sese kimse uyanmadı?" Güldü, gülüşü güzeldi. Belli ki doğarken benden bir şeyler kapmıştı. Yoksa nerde bunda o karizma? "Evdeki her odada ses yalıtımı var. Sadece ders çalışıyordum, Alin. Bir sebebi yok." "Yani bu saate kadar ders çalıştın?" Yani tamam, benim de ders çalışırken sabahlamak gibi deliliklerim vardı ama Barlas hiç ders çalışacak bir tipe benzemiyordu. Bunu diyen de şey, okulun ders çalışan belalısı. "Evet." Durdu. O kafasını çevirerek beni izledi, ben terası. Bir şeyler söyleyeceği belliydi, hazır hissetmesini bekledim. "Alin, ben özür dilerim." "Nefret ediyorum." Diyerek ona döndüm. "Ne?" "Bu kelime bende tek bir duygu uyandırıyor, o da nefret, Barlas. Özür dilemek, birisini yolda giderken çarptığında falan olur. Bir kalbe bodoslama daldığında değil. Özür dilenmesinden nefret ediyorum." Çünkü özür dilediğimde varlığımın yarattığı kargaşa hiç son bulmamıştı. "Biliyorum," duraksadı. Doğru kelimeyi seçmeye çalışırken kirpikleri titredi. Bunu yaparken gözlerini nasıl bir telaş içinde titrediğini görünce güldüm. "Tamam, Barlas. Zorlama daha fazla, anladım ben seni." Ayağa kalkarak kıçımı temizledim. Yaptıklarından pişman olduğunu görebiliyordum ama dediğim gibi, hemen affedecek değildim. Biraz kin tutacaktım. Telaşla arkamdan ayağa kalktı. "Nereye?" Şimdi de çıtkırıldım rolü mü yapıyorsun? Yeni bir ikiz vakasına hazır değilim. Güldüm. "Şimdi de merak ediyor gibi rol mü yapıyorsun? Yeni bir ikize hazır değilim, annem yemeği hazırlamıştır kahvaltıya iniyorum." Karma nedir? Alin'den nasıl gelir? Nasıl ayakta kalınır? Onu odada bırakarak terasa çıktım. Küçük Alin, duvarın ardında oturarak boya kalemlerini topluyordu. Eğer resim çizecekse, kağıt arayacaktı. Eğer resim hırsızı duvarın dışındaysa, lastik arayarak minik bir mancılık yapacaktı. Kalemleri gözüne atmak için ayrı bir çaba harcayacaktı. Bir motor sesi gelince duraksadım. Ses yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı ve buraya yakın bir yerde son buldu. Belki yine Mirza evden kaçmıştır diyerek terasın camına koştum. Bir motor evin önünde durmuştu ve siyah kasklı birisi üzerinden iniyordu. Adam motordan indi. Kaskı çıkardı. Yok, Mirza değildi. Mirza sarıya benzer bir şeydi, bu esmere benzer bir şeydi. Kaskı motora yerleştirdi. Elim camlara yapıştı, bir baktım bizim eve geliyor. Burnum soğuk cama değdi. Bir daha baktım, gelen Asil. Dedim senin gibisinin vay şeftalisini. Ben geriye çekilemeden bir de kafayı kaldırmasın mı? Beni görmesin mi? Lütfen kör olsun! Görmemiş olsun! İçimden rezil! diye haykırarak kendimi kıç üstü yere attım. "Görmedi," dedim az bir dokunsalar feryad edecek bir sesle. "Görmedi kızım, sakin ol. Görmedi, burnunu pencereye yapıştırıp onu izlediğini falan görmedi." Ay, beni gömün. Koltuklara umutsuz bakışlar atarak kapşonumu kafama çektim. Tam ipini sıkacakken durdum. Jeton dank dedi vurdu kafama. Mirza ve Asil'in grubu okulda birbirine terslerdi. Yani en net tabirle düşman gibi bir şeylerdi. Ve Asil, Mirza'nın evindeydi. Sabahın neredeyse yedi buçuğunda. Burada bir şeftaliler var, diyerek aldığım kaos kokusuyla utancını yerim, o da kimmiş modunda ayağa kalktım. Koştura koştura odama girdim. Kapıyı son hız açarak merdivenlere koştum. Tam o anda, Alinliğimi konuşturarak pandalı takımımın paçasına bastım. Sonra ne mi oldu? Merdivenlerden hint dizi sahnesi misali yavaş çekimde uçarak yere kondum. Yok bu konmak değildi, çakılmaktı. Ölmekti, yamulmaktı, şekilden şekle girmekti, zombi olmaktı. Sen yuvarlan, yine yuvarlan, kemiklerini ez, yine yuvarlan sonra da gel Asil'in önüne düş. Ben senin gibi pandanın da takımında hay şeftalinin de. Kafamı kaldırarak kıç üstü çakıldığım yerden Asil'e baktım. Gülmekle gülmemek arasında kalan ifadesini görünce ağrıyan kalçama ve belime rağmen romatizmalı nineler gibi doğruldum. Acı yok falan değil tamam mı!? Acı var! "Ne bahıyon la?" Dedim kendimi tutamayarak Adanalı damarından girerek. "Panda mı oynuyor?" Kendini tutamayarak güldü ama arkasını dönerek benden saklayabileceğini düşünüyorsa, yanılıyordu. Gördüm ula seni. "Yok," dedi bana ciddi kalmaya çalışarak döndüğünde. "Panda oynamıyor ama uçuyor be şeftali." Deme, şeftali deme it. Bayılacağım. Ağrıyor her yerim zaten, dur. "O ses ne!?" Diye bağırarak mutfaktan gelen annemcim, asıl olayları kaçırmış bulunmaktaydı. En zevkli yeri, uçtuğum yerdi. Benim için bile. "Aneyyyy!" Diyerek yamula yamula iki elimle de pandalı takımın paçalarını tutup ona ilerledim. "Anne uçtum, anne!" "Ne demek uçtum, Alin!?" Anne uçtum işte, sorgulama. "Nereden uçtun? Nasıl uçtun? İyi misin?" Yanıma gelip bir başıma bir götüme el atıp iyi olduğuma kanaat getirince tekrar karşıma geçti annem. "Birincisi, merdivenlerden. İkincisi, gösteremem bu sefer hastaneden toplarsın parçalarımı. Üçüncüsü, rezilim anne." "Evet, kızı- Ne!?" Diyerek fark etmediği bir şeyi fark etti. Ona anne dediğimi. "Sen... ne dedin? Bir daha de bakayim?" "Kahvaltı hazır mı? Acıktım ben." "Alin! Geliyor terlik!" "Anne dur!" "Gel kız buraya!" Diyerek üzerime gelince kendimi geriye giderken buldum. Bir şey arkamdan beni tutunca çığlık attım. Kollarımdan sıkıştırarak beni havaya kaldırınca refleksle bir tane çaktım malum yerine. "Lan!" Diyordu beni bırakıp yere eğilen Koralp. "Gitti!" "Ay," dedim suçlulukla harmanlanan bir utançla. Yanına koşarak eğildim. "Koralp, iyi misin?" "Oradan bakınca iyi gibi mi görünüyor!?" Diyerek merdivenlerden koşan Akan dahil oldu olaya. "Çocuğu olmazsa senden bileceğim!" Bir abimin kafasını yardım, diğerinin malum yerine vurdum, diğerinin de kısmetse kafasına uçak düşüreceğim. Beni gömün. Beni kıtır kıtır doğrayarak gömün. Yoksa birisine daha çakacağım utançtan! "Oğlum," diyerek benim yanıma Koralp'e doğru eğildi annem. "İyi misin?" "Anne iyi misin diye sorup durmayın!" Dedi birden yükselen Koralp. "Geçer şimdi." Ayağa kalkarak etrafa masum bakışlar atmaya başladım. Gözlerim Asil'in gözlerine değdiğinde duraksadım. Ne yaptığımı biliyor ve hiç de yememiş bir şekilde bakıyordu. Ona ne yaptığım aklıma gelince tövbe çekip kafamı çevirdim. Bu niye gelmişti bizim eve ya? Şeftali sepeti, güzel detaydı ama. "Senin ne işin var lan evimde!?" Diyerek bir hışım merdivenlerden inip Asil'in üzerine giden Mirza, kıvranan Koralp'i görünce şaşkınlıkla durdu. "Abime n'oldu lan?" "Şey," diyerek elimi havaya kaldırdım. "Ben azıcık ucundan değerlisine çakmış olabilirim." "Kızım sus." Dedi annem. "Konuştukça batıyorsun!" En sonunda Koralp ayağa kalkınca tatlı tatlı sırıttım. Yanına ilerleyerek kedi bakışlarıyla kolunu dürttüm. Şöyle bir inceledim. İyiydi ya. "Bir şeyin yok ya, iyisin." Sabır çekercesine güldü. "Buraya gel baş belası!" Beni kolumdan tutarak göğsüne çekince sorun etmedim. Sarılmadım ama sarılmasına bir şey demedim. "İyiyim." Beni ilk kabullenen o olsa bile aradaki on yedi yıllık kayıp ara elimi kolumu bağlıyordu. Belki küçükken sürekli önüme gelen saçlarımı öreceklerdi, belki kovalamaca oynarken düştüğümde dizime üfleyeceklerdi, belki birisinden ilk defa hoşlandığımda onu döveceklerdi, belki... ben belki o gece orada asla haykırmayacaktım. Belki haykırsam sesimi duyacaklardı. Ama duyamamışlardı. Bir anda etimin yanması gibi acılı, tenimde bıraktığı iz kadar kalıcıydı. Gözlerimi kapatarak alnımı sert göğsüne yasladım. İhtiyacım var, vardı. Bir zamanlar başımı göğsüne yasladığımda saçlarımı okşayacak birisine ihtiyacım vardı. Artık, yoktu. Bunu sadece duvar ardında saklanan Alin isterdi. Kimi kandırıyordum? Saçlarımda parmaklarını hissettiğim an kendimi geri çektim. İzin veremezdim, saçlarıma dokunulmasına. Dokunanlar, fazla nefes alamıyordu çünkü. Lanetli gibiydiler. Ben geriye çekildiğimde herkesin bize baktığını gördüm. O kargaşa içinde Barlas ve babam da gelmişti demek ki. Mirza şaşkınlığını kafasını iki yana sallayarak atıp Asil'e döndü. Asil'e de tiyatro yapmıştık resmen, iyi mi? "Senin ne işin var benim evimde?" Dedi sorgulayan bir sesle. "Hayırdırdır sen?" "Oğlum arkadaşın okula beraber gidelim demek için gelmiş." Diyerek araya girdi annem. "Senin gibi okuldan kaçmıyor çocuk, bu saatte kalkmış gelmiş." Bir dakika ne oluyor? Bu Asil benim anam hatunun gözüne falan girmiş? Hayırdır? "Gel, canım arkadaşım!" Okul ve arkadaş kelimelerini duyan Mirza güzel bir R yaparak Asil'in kolunu tuttu. "Ben sana banyoyu göstereyim de ellerini yıka, kahvaltı yapmadan okula mı gidilir?" "Değil mi?" Dedi Asil, Mirza'nın aksine samimiyetle gülerken. Mirza'nın sırf annesine çaktırmamak için böyle davrandığının gayet de farkındaydı. "Bence de kahvaltı yapmadan gitmeyelim, dersimizi dinleyemeyiz sonra." Resmen anneme oynuyordu. Neredeydi ders, neredeydi etik ahlak, neredeydi bu çocuğun evi? Benim bildiğim lise bad boy'ları kahvaltı niyetine sigara ve kahve içiyordu ayrıca dersi dinlemeden de sınıfı geçiyordu, bana da kahvaltı yapanı mı denk gelmişti yani? Bu nasıl işti lan, hayatım abimin arkadaşı watty kitabına dönmek üzereydi. Ağağağa diyerek bayılacağım, az kaldı. Onlar resmen kol kola girmiş bir şekilde merdivenlerin arka tarafındaki koridora gittiğinde arkalarından gülmekle ağlamak arası bir ifadeyle baktım. Onlar düşmandı ama Asil, Mirza'ya arkadaşım diyerek evine geliyordu. Mirza, annemlere çaktırmamak için koluna girip banyoya götürüyordu. "Onlar," diye mırıldandı şaşkınlıkla, Barlas. "Az önce ders çalışacaklarını söylediler ve beraber banyoya mı gittiler?" "Şükür," diyerek önlüğünün cebine koydu ellerini annem. Aslında Karya hanım derken daha samimiymişim gibi geliyordu ama neyseydi. Arkasını dönerek mutfağa doğru yürümeye başladı. "Eli yüzü düzgün bir arkadaş bulmuş sonunda. Doğukan ve Bars'ı gözüm hiç tutmuyordu, zaten benim oğlumu hep onlar yoldan çıkarıyor." Eli yüzü düzgün dediği Asil de şey, babası gece kulübü sahibi, kendisi de okulun bad boy'larından. "Senin çocuğun yoldan çıkmaya müsait değildi yani?" Diyerek elleri takım elbisesinin cebinde annemin peşinden ilerledi, babam. "Güldürme beni, hanım." "Ben tek mi yaptım onu Vural? Senin çocuğun diyorsun da?" Diye terslendiğinde gelecek olan diyalogları hissederek araya girdim. "Ben üzerimi değiştirmeye gidiyorum." Daha fazla rezil olamam. Pandalı donlarla merdivenlerden uçtum, daha ne olabilir bilmiyorum ama. "Tamam, kızım. Hızlı ol." Herkes mutfağa gittiğinde merdivenlere yöneldim. Tam ilk basamağa adım atmıştım ki durdum. Dedikoducu ruhum haykırıyordu. Gidip ne konuştuklarına baksam? Ucundan azıcık dinlesem? Kafamı hafifçe çevirerek geriye baktım. Beni gören yoktu. Terliklerimi merdivenlerin kenarına dayayarak ayak uçlarımda onların gittiği koridora doğru ilerledim. Yakalanırsam, bir ters parande bir uçan tekme. Oh, kurtulurdum. Galiba. Alin, yakalanırsan yüz karamsın. Biz o kadar entrikayı boş yere yaşamadık. Koridora girdiğimde kısık gelen seslere doğru gitmeye başladım. Koridorda dört kapı karşılıklı olarak duruyordu, koridorun sonunda da bir kapı vardı. Seslerin geldiği kapıyı tespit ettiğimde sırıttım. Ben Alin, geliyorum. Savulun kahpeler. Kapının önünde durmak yerine yanındaki duvara sırtımı dayadım. Böylelikle, kapı açıldığında yakalanma şansım çok az da olsa azalacaktı. Gözlerimle etrafta devirebilme ihtimalim olan bir şeyin olup olmadığını kontrol ettim. Yoktu, rahatça deli hareketler sergileyebilirdim. "Saçmala Asil," diyordu Mirza fısıltıya karışan bir hararetle. Kendimi amerikan aksiyon filmlerinde hissediyordum. Dostum, bu çok heyecanlı! "Ne arkadaşı? Gerçekten ne yapmaya çalışıyorsun? Evime gelmende nasıl bir amacın olabilir ki?" "Dediğim gibi, Mirza." Diyen Asil gayet de durgun ve sakin bir sesle konuşuyordu. "Sadece arkadaş olmak istiyorum." Amacı sahiden de arkadaş olmak mıydı? Çevresinde onlarca arkadaşı vardı zaten. Geriye sadece Mirza mı kalmıştı? Son seneye kadar düşman olduğu Mirza? Bu işte bir şeftali vardı. "Arkadaş ha?" Gülüşünü duyduğumda alay ettiğini anladım. "Ne arkadaşı lan, ne arkadaşı? Delirtme beni! Biz daha düne kadar birbirimizi boğazlıyorduk!" "Dünü güzel bir iğneyle sildim, artık arkadaşız Mirza." İğne? Güzel bir iğne? Yok ben yanlış düşünüyor olmalıydım. Konunun benim ona iğne vurmamla ne alakası olacaktı? "Sakinim," bence hiç de değilsin Mirza. "Bak güzel kardeşim. Biz düşmanız." "Yo, değiliz. Ortak arkadaşlarımız var ve artık arkadaşız." Sesi çok ikna ediciydi bu arada. Ben bile onun aklını kaybettiğine inanmıştım. Yo, değiliz. Ortak arkadaşlarımız var ve artık arkadaşız." Sesi çok ikna ediciydi bu arada. Ben bile onun aklını kaybettiğine inanmıştım. "Asil," diyerek kısık sesle bağırdı. Hadi ben üzerimi değiştiriyordum, bunlar banyoda bu kadar uzun ne yapıyor diye kimse bakmaya gelmeyecek miydi? "Bana Doğukan'la Batı'yı öldürttürme. Ortaksa, olabilir. Ama bizden olmaz, saçmalama. Sabah sabah kafana taş mı düştü?" Mirza... az önce arkadaşlarını öldürmekten mi bahsetmişti? Bana mı öyle geliyordu? Banyoya dalıp kendine gel tokadı atma fikri, çıkma aklımdan. Belki gerek olabilirsin. "Saçmalamıyorum," adım sesleri duyduğum an yan taraftaki kapıyı açarak kendimi içeriye attım ve kapıyı aralık bıraktım. "Karya abla kahvaltıya bekliyor. Daha fazla bekletmemek lazım." "Ulan annemin de gözüne girmişsin it! Şimdilik çaktırmıyorum ama bir daha evime gelme!" "Hm hm. Sen git ben bir lavaboyu kullanacağım." "Çabuk ol." Dedikten sonra adım sesleri uzaklaştı. Bir sorun vardı. Sadece bir adım sesi vardı ve o da koridordan uzaklaşıyordu. Asil... "Çıkabilirsin, şeftali." Bana mezar kazın, geliyorum. Gözlerimi kapatarak sinirlerim bozulmuş bir şekilde güldüm. Tekrar sesini duyunca gözlerimi açtım. "Gülüşünü mü saklıyorsun? Bakayım." Kapı kulpu aşağıya indiğinde aralık olan kapıyı iterek kapattım. Telaştan ne yapacağımı şaşırmıştım. Gülme sesi kulaklarıma geldi. Ne hoş bir tınısı vardı öyle? "Bu bakma demek miydi?" Alt dudağıma dişimi geçirerek bir de cilveli bir hareketle kapıyı kilitledim. Ne oluyordu, cilveyi kapıya mı yapıyordum? Delilikteki son noktaya ulaşmak üzereydim. "Çok tatlı bir panda olmuşsun." Dediğinde ayağımla kapıya vurdum. Güldü, kapıya yaslandığını hissettim. Cidden bana ne oluyordu? "Pandaların bir günde yüzden fazla kez dışkıladığını biliyor musun?" Ne? Ne alakaydı? Dondum kaldım. Dudaklarımdaki cilveye benzer gülümseme bile şaşkınlıkla bozuldu. Ne dışkısıydı ya? "Tamam, az önce söylediğim şeyi unut." Sesinin hafif telaşlı çıktığını duyduğumda bu sefer ben güldüm. Hem de kahkaha atarak. "Ben içeriye gidiyorum." "Şeftaliler için teşekkür ederim, Asil." Diye seslendim. Elim kilide gitti ama o gitmeden açmayacaktım. "Kışın şeftali bulmak zordur." "Önemli değil." Adım seslerini duydum. Önemli değil miydi? Benim için kalem toplama sebebiydi.
🍑
Okul formamın eteğini düzelterek telefonumu elime aldım. Canım aşağı inmek istemiyordu. Günlük rezillik kotamı yeterince doldurmuştum. İnstagram'a girerek AralLaren hesabıma geçtim. Bir kaç bildirim vardı. Bnu_krz: Selam Bnu_krz: Tanışalım mı Aral? Bnu_krz: Ben banu ama sen banu'm diyebilirsin İki gün önce atılmıştı mesajlar. Önce bir dondum sonra bir bakmışım kahkaha atıyorum. Siz: Olur Banu Siz: Nerede oturuyorsun Eğer adresini gönderirse kesin ya gerizekalıydı ya da önüne gelenle... neyse.
Bnu_krz: *adres*
Bnu_krz adlı hesabı engellediniz.
WhatsApp'a girerek konuşmaların ekran görüntülerini attım.
Hayatın şeftaliyi tersten gösterdikleri
Siz: *ekran görüntüsü* Siz: yok arkadaş ben başıma bir bok gelmeden rahat edemiyorum Berkaio: Bu ne lan JDNQPWSK Siz: Ya ben okulda cinsiyet partisi olduğunda kendime erkek versiyonumun hesabını açmıştım Siz: Bir kaç tane de foto attım Siz: Ortaya böyle şeftaliden bir şey çıktı Şehirdem: Gerçekten bir gün başın belaya girecek benden söylemesi, Alin. Berkaio: NOKTALAMA KULLANMA Berkaio: Test çözerken yeterinde görüyorum zaten kapa şu modunu Berkaio: yeter lan çalış çalış nereye kadar Siz: Ben bir bok yedim Berkaio:Şaşıran var mı Şehirdem: Bu sefer nereyi yaktın? Siz: Merdivenlerden uçtum lan ne yakması Berkaio: Aferin iyi bok yedin Şehirdem: İyi misin Alin? Bir şey oldu mu? Doktora gittin mi? Berkaio: 😒🙃😑 Berkaio: Gitti annesi gitti Berkaio: İldem aptal mısın kız okulun 2. Kat penceresinden atladı bir şey olmadı Berkaio: En fazla ağrısı vardır o da geçer bir saate Siz: Öncelikle çok mersi ildemciğim Siz: Çok iyiyim sıfır zarar Siz: Ve Berkay Siz: Çok sağol da affedersin ölsem kanka dur şimdi geçer diyeceksin lan Siz: Gidiyorum ben kahvaltı beni bekler
🍑 Aşağıya inerken gelen seslere kısık bir kıkırtı çıkardım. "Ekmeği versene canım arkadaşım." Diyordu Mirza. Mutfağa girdim. "Karyacığım, oğluna bir şey söyle. İş buyuruyor bana. Misafir değil miyim ben?" Karyacığım mı diyordu Asil? Anneme? Masaya geçerek Akan ve Koralp'in arasındaki yerime oturdum. "Hanım," diyerek elindeki bıçağı çevirdi Babam. "Bu çocuk niye iki de bir sana Karyacığım diyor?" Oo, kıskançlık modu açılmıştı. Olay vardı, severdim. "Çünkü beni genç görüyor, Vural." Diyerek eliyle saçlarını arkaya itti. Bu cevaba daha bir tilt olan liseli şeftalinin babası bay şeftali, sinirle nefesini bırakıp Asil nektari bey'e ters bir bakış attı. Öyle ki bu bakış somut olsa keser alırdı kellesini. "Bana niye abi diyor bu, o zaman?" Yandan dürtülmemle onların konuşmasından koptum. Akan, sessizce kulağıma doğru fısıldadı. "Bu akşam, benimle kaçsana." "Olmaz, okuyacağım ben." Dedim hiddetli bir fısıltıyla. "Salak onu mu diyorum, ormana." Diye tersledi beni. "He, tamam." Bir süre kimseyi dinlemeden yemeğime odaklandım. Zil sesi geldiğinde çoktan karnımı doyurmuştum. Ayağa kalkarak çantamı omzuma astım. "Ellerine sağlık anne, herkese afiyet olsun. Ben bakarım." "Dikkatli ol!" Diye seslendi annem arkamdan. Kapının önüne geldiğimde teliklerimi çıkararak gömme dolaptan ayakkabılarımı aldım. Kapıdaki her kimse bekleyebilirdi. Ayakkabılarımı ayağıma geçirirken bir kaç kez daha zil çalınca Akan'ın arkamdan geldiğini gördüm. "Açacaksan aç şunu! Ne oyalanıyorsun?" Diyerek kapıyı açtı. "Ayakkabılarımı giyiyordum!" "Amca?" Akan şaşkın bir gülüş attı. Kapıyı sonuna kadar açarak geriledi. "Ne zaman döndün İstanbul'dan sen? Niye haber vermedin, gelir alırdık." O sırada bağcıklarımı bağlayarak ayağa kalktım. Saçlarımı arkaya atarak kafamı kaldırdığımda gördüğüm yüz, beynimin ardında gömülü çığlıkları ortaya çıkardı. İsmim Alin. Ölme! Şeftalili meyve sularını sevmiyorum. Güçlü olmak ne demek ki? Leyla teyzem ördü. Çok mu güzeller? Hayır, kapatma gözlerini. "Sen şimdi bizim orjinal yeğen misin?" Diyen sesini duyduğumda onda takılı kalan gözlerimi kırptım. Ne dediğini tam algılayamayarak kafamı salladım. "O okula gidiyordu, ben onu bırakayım gelince tanışırsınız amca. Hemen gitmiyorsun değil mi?" "Hadi, dikkatli ol bakalım." Dedikten sonra eğilerek botlarını çıkarmaya başladı. Yüzü odağımdan çıktığında afallayarak gömme dolaptan montumu aldım. Kimin ne dediğini duymadan dışarıya çıktım. Kulaklarım uğulduyordu ve yarattığı baskıyla adımlarımı sersemletiyordu. "Alin! Beklesene, yağmur yağıyor nereye gidiyorsun?" Akan'ın arkamdan gelen adım sesleriyle üzerime gelen yağmur damlalarını fark ettim. "Akan, taksiyle gideceğim. Bu sefer herhangi bir zorlamayı kabul etmiyorum." Donuk gözlerle ona döndüm. Rol yapmaya mecalim yoktu. Yedi yaşımın ölmesin diye haykıran ruhu omuzlarımda ağırlık yapıyordu. "Eğer eve gitmezsen, yemin ederim bir daha yüzümü göremezsin!" İtiraz edecek gibi aralanan dudakları son sözlerimle kapandı. Ne yapacağını bilemeyen kırgın gözleri bana cam kırıklarını hatırlattı. "Seninle ilgili değil, Akan. Yemin ederim. Sadece yalnız kalmak istiyorum. Kırılma olur mu?" Duygusala mı bağladım bilmiyordum ama üzülsün istemiyordum. Yağmurun altında ıslanan saçlarım yüzüme yapışıyordu. Ruhumun sancısı kalbime vuruyor nefesimi kesiyordu. Söyleyecek kelimlerim tükenmişti. Arkamı dönerek yürümeye başladım. Ben evden uzaklaştıkça yağmur hızlandı. Yağmur hızlandıkça adımlarım ağırlaştı. Gözlerimin önündeki ölümün yalan oluşu belki, etimi kemiğimden söküyordu. İyice uzaklaştığımdan emin olduğumda kimsesiz bir duvarın dibine çöktüm. Yağmur damlaları kirpiklerime tutunuyor gözlerimi acıtıyordu. Donuk gözlerim o güne bakar gibi yerdeki taşa bakıyordu. Duvarın arkasına sakladığım, onu orada çarpık resimlere emanet ettiğim kız dudakları titreyerek tırnaklarını etine geçiriyordu. Belki de bu sabah, olacakları hissetmişim gibi moralsiz kalkmıştım. Hissettiğim yağmurun yerde bıraktığı sesler, ölü kalbimin çarpık notalarına karışıyordu. Birbirine uyum sağlamayan notalar, kulağıma bilinmeyen kötü bir müzik gibi geliyordu. Ölü kalbin çarpık notaları. Gökyüzünden kopan yaşların ölürken mezarlarında bıraktıkları ritimler. Düzensiz titrek ve şaşkın adımlar. "Şeftali..." içli içli söylediği tek bir kelime tüm savunmamı yıktı. Peşimden gelmişti. "Deme," dedim titrek sesimle. Gözlerimi taştan kaldırarak ona diktim. Tek bir kelime gözlerimi doldurdu. "Bana şeftali deme, ben şeftaliyi sevmem."
Alin... kız yiyeceğim seni. Diğer bölüm Alin'in neden şeftali sevmediği halde onu hayatının ortasına koyduğunu okuyalım mı? Amcasını gördüğünde bu hale gelmesiyle ilgili bir teorisi olan? Asil....♡ Asil'in arkadaşım diyerek Mirza'nın peşine düşmesindeki asıl sebebi anlayanlar xjsjdjkd Alin'in kapıya cilve yapmasında ben koptum JDKWLD Allah'a emanet 💅
|
0% |