Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12_□ Yağmurda ısınan kalpler

@cennomi

 

Medya: Sumru Kayalar

Keyifli okumalar♡

 

Onu, kapıda gördüğüm ilk an anlamıştım her şeyi.

Ben, onun yüzünün her hattını hafızama kazımıştım ama onun benim yüzümden haberi yoktu. Ben, onun sesinin her bir tınısını duvarın ardındaki kıza müzik kutusu yapmıştım ama onun benim değişen sesimden haberi yoktu.

Bir gündüz vakti, yaralı bir haldeyken masal anlattığı o küçük kızın yeğeni çıkabileceği aklının ucundan geçmezdi kimsenin.

Ben büyümüştüm, sesim değişmişti, yüzüm değişmişti. Ama o biraz bile değişmemiş gibiydi. Aradan geçen on yıl, onda hiç bir şeyi değiştirmemiş miydi?

Ne yapacaktım? Bir şey yapabilir miydim? Kendim için değil de onlar için korktuğum o anları unutup o eve dönebilecek miydim?

Saçlarım peki? Lanetliler mi, değiller mi?

O beni tanımazdı ama ben onu unutmazdım. Yedi yaşındaki Alin'i hapsettiğim duvarların ilk taşları ondan gelmişti. Ben unutmazdım.

Çığlıklarımı.

Sessiz haykırışlarımı.

O günden sonra hayatımin tepetaklak oluşunu unutamazdım.

Donarak ölmek üzereyken gelen ve beni ısıtan Kar'ın kafası parçalandığında yüzüme sıçrayan kanları.

Ben unutmazdım. O bilmezdi, kirlendiğimi. Kimse bilmezdi.

Öğrenmek istemezlerdi. Sus Alin, derlerdi. Sus.

"Ne yapacaksın?" Ne yapacağım, ne yapmalıyım? Bir şeyler yapabilecek miyim? Gerçekten amcam, Yavuz'muydu yani? Ya hayal görüyorsam? Ya gerçek değilse?

Saçlarımı ören, Marsu ile ölen adam. Öldün mü gerçekten?

"Konuşmamı mı istiyorsun?" Dedim duygusal anıma geldiğinde. Böyle bir anı, nasıl oluyordu da hiç tanımadığım bu adamla geçirebiliyordum. "Emin misin?"

Yarıda kesip susmamı söyleyecek misin?

Güçsüz mü olmuştum yani şimdi? Acımı görmüştü, Asil. Başımı dizlerime yaslayarak ağladığımı görmüştü. Güçsüz müydüm artık?

"Eminim... sen konuştuğunda dinlemek bir lütuftur bana."

"Ya sen de affedersin ama bir sektir git şuradan!" Dedim bir hışım kafamı dizlerimden kaldırıp. Söylediğim son sözlerden sonra hiçbir şey demeden gelip benim gibi oturmuştu duvar dibine. Sessizce, ıslanmıştı kalbimle.

"Herkese yavşıyor musun nesin sen? Daha üç gün oldu beni göreli, diyor lütuftur!" Yok bir de neymiş pandalar günde yüzden fazla kez dışkılarmış!

Derdim, çektiğim çilem bitmiyordu! Bitmiyordu! Bir panda olup sıçmadığımız kalmıştı.

Şans yağmuruna şemsiyeli çıkmıştım resmen!

"Saçmalama lüften." Dedi teessüf eder gibi. Lütfen mi dedi o? Okulda bad boy, sokakta istanbul beyefendisiydi resmen. Bar önlerinde de acayip bir şeydi. "Ne yavşaklığımı gördün?"

"Lan görsem diyeceğim zaten, bu böyle bir halt. O da yok, her halt olabilirsin valla!" Kafasını çevirip bana hayret dolu bir bakış attı.

Böyle bir olaydan sonra girdiğim diyaloglar, psikolog paramı öde diye haykırıyordu resmen. Diyaloglar, kelimeler bile isyandaydı.

Güneş çıkmış, yağmur durmuş okul saati çoktan geçmişti. Telefon çantamda zırıl zırıldı. Ne oluyorsa bunlara da beni arayacakları tutmuştu.

Kimse kusura bakmasında, eşref saatindeyim yol uzak demez gelir çakardım bir tane.

"Yani sen nasıl istersen diyeceğim ama olmuyor. Her halt olabilirim ama yavşak değilim."

"Al," dedim birden avucumu yumruk haline getirip ona uzatarak. "Külahıma anlat dinliyor o seni."

"Sen düşman mısın ya bana?"

Kusura bakma da, insan her haltı erkeklerden çektikten sonra pek bir güvenemiyor sözlerine.

Aldatıldım ama bir de en yakın arkadaşımla. Trajikomik olan şey arkadaşımın erkek olmasıydı, sevgilim ve arkadaşım eşcinselmiş meğer.

Gülmeyin. Şaşıracağım diye bayıldım ben oralarda. İyi değilim.

Öz babam zannettiğim adam var sonra, kazada ben doğarken beni terk eden. Yüzümü bile göremeyen. Sonra annemin evlendiği adam vardı. Benden kurtulursa eğer annemin benim yerimi dolduracak bir bebek isteyeceğini düşünen.

Güldüm. Kaç kez ölümden döndüğümü bile hatırlamıyordum.

Yavuz vardı, yedi yaşımın duvar ardındaki korkularıydı.

Lan beni doğarken karıştıran hemşire bile erkekti! Ben hangi cesaretle oturup da bir erkeğe daha güvenecektim? Mal mıydım ben?

Ama inanmaya çalışıyordum. Babama, Koralp'e, Akan'a, hatta Mirza ve Barlas'a bile. Aile olabileceğimize.

Belki de biz aile olamadan, ben çoktan gitmiş olacağım buralardan. Kendi hayatıma, yalnızlığıma.

Burası merkez değil.

Merkezi bulacağım. Bana merkez olacak şeyi.

"Neden? Olamaz mıyım? Ne yapacaksın ki?" Dedim kaşlarımı kaldırarak. Duvara yaslanan bedenimin bir kısmı ona doğru dönmüştü. Biraz yakındık galiba ama neyseydi.

"Sen ne istersen onu yapacağım." Dedi gülümseyip başını omzuna doğru eğerek. Gözlerim gözlerinde kaldı. Ne istersem. Saçlarıma dokunduğunda ölmeyecek birisini. "Ben adam olacağım, sen de bu adamın kalbi."

"Sen de üç günde aşık mı oldun gerizekalı!?" Dedim elimin tersini ikimizin arasında havaya kaldırarak. "Yemin ederim, metrobüste gördüğümün ayakkabısına donuna vurulmamdan bile hızlısın."

"Sen elalemin donuna mı vuruluyorsun?" Dedi birden kahkaha atarak. Ne vardı yani, bir teyze yazın kalpli donla binmişti çok güzeldi don.

"Lütfen kapı ardında pandalar bir günde yüzden fazla kez dışkılıyor diyenler don sevdama laf etmesin!"

"Bir konuda anlaşalım." Dedi bedenini bana çevirerek. "Bu söylediklerimi duymamış gibi yapıyoruz."

"Yo," dedim gıcık gıcık gülerek. "Duydum ben, okulda her yere pankart asacağım pandalar böyleymiş Asil dedi, diye."

Bir kaç dakika beni izledikten sonra başını eğerek güldü. "Yaparsın sen, beklerim."

"Yapacağım zaten." Dedikten sonra oflayarak çalan telefonumu çantadan çıkardım. O kadar yağmur yağdı, nasıl hâlâ hayatta şaşkınlıkla izliyorum.

 

 

Madam terliği konuşur arıyor...

"Alo?" Dedim ayağa kalkarak. Yeterdi oturup dertlendiğim. Burası merkez değildi, acımı veremezdim. Bu halde ne okula gidebilirdim ne de başka bir yere. Ben de eve gitme kararı aldım.

"Neredesin sen!?" Bir bağırış geldiğinde irkilerek telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. Ne oluyordu? Savaş mı çıkmıştı?

Hürrem sarayda bu kadar bağırmamıştı.

"Neredesin!? Okulda değilsin evde değilsin, kimseye haber vermemişsin, telefonları açmıyorsun! Aklım çıktı, Alin! Aklım çıktı! Anlıyor musun?"

Anlamak istemiyorum.

"Sakin ol, anne." Dedim geldiğim yoldan geriye dönerken. "Okula gitmedim, biraz midemi bozdum galiba. Yolda kustum da. Geleceğim eve, merak etme iyiyim."

Yalan. Hepsi bunların yalan. Yalaaaaaannn.

"Emin misin, gelip alalım mı seni? Başka bir şey yok değil mi?"

"Eminim, gerek yok." Arkamdan gelen adım seslerini duyduğumda dertli bir nefes aldım. Bulmuştum belayı. Yapışmıştım yakasına öpecektim neredeyse. "Geleceğim eve, merak etme."

"Demesi kolay, Alin hanım! Çabuk gel."

"Anne?" Diye fısıldadım kapatmadan önce. Annemin, arkadaşlarım dışında birisinin benim için endişelenmiş olması çok garip ama güzel hissettiren bir şeydi. Önemsenmek, özel hissettiriyordu. "Bugün eve gelen amcamın ismi ne, tanışamadık da. Gelince nasıl hitap edeyim?"

"Yavuz." Dediğinde adımlarım tekledi. O'ydu. Gerçekten o'ydu. Ölmemişti.

"Tamam, anne konuşuruz gelince."

"Dikkatli ol, bebeğim." Bebeğim...

"Hasta olacaksın, Alin." Dedi yanımda yürümeye başlayan Asil. Bana şeftali deme dedim diye, konusunu bile açmamıştı.

"Olmam." O karda yatarken hasta olmadıysam bu yağmurda hiç olmam. "Merak etme, sen de git artık."

Arkayı dolanıp Akan'dan beni tünelden geçirmesini isteyecektim. Olurda birisine orayı gösterirsem bana asla güvenmezdi.

Ağzıma şeftali dilimlerdi.

"Sana nasıl hitap etmeliyim?" Diye sorduğunda durdum. Sorgulayan bir bakışla ona döndüm. "Alin diyebilirsin mesela?"

"İstemiyorum." Diye homurdandı. Kaşları çatılı, yüzü huysuzdu. "Herkes zaten sana Alin diyor."

"Sen de herkes gibi Alin de işte, niye uzatıyorsun?"

"Herkes gibi olmak istemiyorum, her şey gibi olmak istiyorum."

"Siktir git."

 

🍑

 

"Sonunda gelebildin!" Yaslandığı ağaçtan ayrılarak sıkılmış bir nefes verdi, Akan. "Annem ve babam delirdi. Amcam arayıp bugün okula gelmediğini, seninle bir şey konuşmak istediğini eğer hasta değilsen hemen okula gelmen gerektiğini falan söylemiş. İspiyoncu n'olacak? Hiç sevmem zaten onu."

Festivali konuşmak istiyordu büyük ihtimalle. Ama bu yaptığı ispiyon olmamıştı, kara listedesiniz müdür bey amca haberiniz ola.

"Sorma," dedim üzerime yapışan eteği tekrar tenimden ayırırken. Resmen ıslak kıyafetler üzerime yapışmıştı ve vücudumla bir olmuşlardı. O kadar ıslanırken de benim bundan hiç haberim yoktu. Montum üzerimi gizliyordu ama alt taraf için pek bir şey yapamayacaktım. "Yağmurda yürürken bir kusmuşum kendime gelene kadar bin defa aramışsınız."

"Ben seninle konuşmuyorum." Tripli tripli yerdeki kapağı kaldırdı. Önce benim geçmem için bekledi. "Sabah bensiz gittin!"

"Abart!" Dedim hayretle. Resmen çocuk gibi trip atıyordu. "İyi değildim ve yürümek istiyordum!"

"Benimle de iyi olmadan yürüyebilirdin, Alin." Dedi başımı iterek beni yerdeki kare delikten sokarak. "Yanımdayken kötü olabilirsin, olabiliriz."

Sustum. Sessizlik içerisinde indim merdivenleri. Biz indiğimizde ışıklar hareketi algılayarak yandı. Koridoru geçerken aklımdaydı cümlesi.

Kötü olabilirsin, olabiliriz.

Koridor bittiğinde tam ip merdivenlere elimi atmıştım ki, Akan kolumdan tutarak geriye çekti beni.

"Şişt," dedi çok hafif bir fısıltıyla. "Sessiz ol, birisi var odamda."

"Nasıl anladın?"

"Yıllardır buradan geçip gidiyorum, Alin. Ezberledim fısıltıları."

Avucunu yandaki duvara bastırdığında elinin sağındaki demir duvar ince bir çizgiyle kayarak arkasındaki panel ve ekranı sergiledi.

Akan, muhtemelen panele şifre girdiğinde ekranda odası belirdi. Mirza odasında telefonla konuşuyordu.

Bu çocuk salak mıydı da kendi odası yerine Akan'ın odasını kullanıyordu?

"Olmaz dedim," dedi sinirli bir fısıltıyla telefondakine. "Bu akşam olmaz, kız kardeşim kayıpken sizin saçma maçınızla ilgilenmiyorum! Gelmeyeceğim!"

"Ben demiştim birisi var diye, bu çocuk ne maçından bahsediyor?"

"Halı saha!" Diye atladım lafa. Böyle gizli bir maç ancak yer altı boks maçı olurdu. Belki de kafes maçı, kim bilir. En sevdiğimdi. "Bana da gel demişti ama istememiştim, halı saha maçı yapacaklarmış akşam arkadaşlarıyla."

O maça gidecektim. Mirza'yı takip edecektim ve o maça gidecektim.

"Bu akşam ne kadar para verecekleri umrumda değil, Kaan!" Diyen Mirza onu kurtarıp maça gitme çabalarıma balta darbesi vurdu. Salaktı resmen, kendi kendisini batırıyordu. "Para için gelmiyorum ben oraya!"

"Ne diyor bu lan!? Ne parası?"

"Yok, yok!" Diyerek atıldım. "Parasına oynuyorlarmış, gel bana da şans getir dedi."

Yalan söylerken bile kendimi övüyordum. Mükemmeldim, çok iyiydim, harikaydım.

"Mirza mı dedi?"

"Evet, diyemez mi?" Normalde demez de son iki gündür bunda da bir şeyler var.

"Ne bileyim."

"Bak gitti!" Dedikten sonra onun kolunu çekiştirerek merdivenleri çıkmaya başladım. Sonunda telefonu kapatarak kendi odasına gidebilmek aklına gelmişti beyefendinin.

Merdivenleri çıkıp yatağın altından dikkatle sürünerek çıktım. Şükür ki buradan sürünerek geçtiğimizi bilen Akan, burayı temizliyordu. Yoksa o kadar tozla baş edemezdim.

Akan da çıkınca kapının arkasına geçtim. Akan kafayı kaldırınca beni duvarın kenarında büzüşmüş görerek gözlerini devirdi. Ne vardı yani, burası sıcacıktı.

"Bekle, bakıyorum." Dedikten sonra kapıyı açarak birisinin olup olmadığına baktı. Anlaştığımız gibi kimse olmayınca dışarıya çıkarak merdivenlerin başında durdu. O gözcülük yaparken koşarak karşıdaki odama daldım.

Ohtu, sıcaktı, güzeldi. Oda gibisi yoktu.

Hemen dolaptan birkaç kıyafet alarak dışarıya çıktım. Sessizce koşmak nasıl oluyordu bilmiyordum ama şuan onu gerçekleştirmeye çalışıyordum. Merdivenlerin yanındaki koridor gibi yeri koşarak banyoya girdim.

Üzerimdeki ıslak kıyafetlerden kurtularak hızlı bir duş aldım. Yanımda getirdiğim kıyafetleri giyerek başıma havluyu sardım.

Sultan sülüman olmuştum resmen. Birisi kaftanımı getirsin, emrediyorum!

Aynada kendime şöyle bir bakayım derken hapşurdum. Alın işte, hasta oluyordum. Bir saniye geçmeden tekrar hapşurdum.

Toparlanarak banyodan çıktım. Sıcak bir şeyler içmeye ihtiyacım vardı.

Merdivenleri inerken annemin sesi kulaklarıma geldi. Akan çoktan aşağıya inmiş olmalıydı.

"Hani nerede? Geleceğim dedi gelmedi daha!"

"Anne geldi, banyoda." Akan'ın sesini duyduğumda merdivenleri bitirmiştim.

Beni gören annem koşarak yanıma geldi. Beni kollarına alarak sıkıca sarıldı. Gülerek ellerimi beline koydum.

"Bakıyorum da beni çok özlemiş gibisiniz validem." Kıçıma gelen bir darbeyle kendimi geriye çektim. Şaşkın gözlerimi annemin elindeki terliğe baktım. Onu ne ara çıkarmıştı bu kadın?

"Ben sana göstereceğim şimdi valideyi!" Dedikten sonra terliği fırlatınca kendimi bayılmış gibi yere attım. Hürrem görse alkışlardı bu yetenek için beni.

"Alin!" Terlik nereye gitti bilmiyorum ama annem bana doğru geliyor. "İyi misin?"

"Alin, öldü!" Diye bağırdım ağlamaklı ağlamaklı. Gözümün birini açarak terliğinin elinde olup olmadığına baktım. "Az önce terlikle öldürdün ya! Niye terlik atıyorsun hasta oldum ben, ayıp ya!"

"Nereye ayıp, kime ayıp!?" Diyerek elimi tutup yukarıya çekti birden beni. Ohaydı, bu kadın her gün ne yiyor ne içiyordu. Tek eliyle tuttu kaldırdı beni be. "Sen neredesin tüm gün?"

"Ben hastayım!"

"Bırak kızımı hanım," diyerek beni annemin elinden kurtardı babam. "Hasta oldu benim kızım."

"Akşam koltukta yatacaksın, Vural!" Celallenerek terliğini kapıp bir kapıdan girdi. Olan babama olmuştu, iyi mi?

"Kızım," kafasını yüzüme doğru eğerek acıklı bir gülümseme sundu babam. "Akşam yatakta sağa kay, geliyorum."

Kahkaha atarak kafamı salladım. Yatacak yeri olduğunu kesinleştirince beni bırakarak annemin peşinden gitti. İkna edemezse benim yanımda kalacaktı gece demek ki.

"İsmin ne kadar güzel," diyen Yavuz'un sesini duyunca gülümsememi bozmadan o tarafa döndüm. "Anlamı ne?"

"Bilmem," hayatımın oturup da bir dakikasını ismimin anlamı için harcamadığımı fark ettim. "Eski ailemdeki babamın adı, Ali'ydi. Annem o ölünce benzer bir isim koymak istediğini söylemişti."

Sana babamın öldüğünü söylediğimi hatırlıyor musun? Ben tek bir kelimeyi bile unutmuyorum.

Yutkunduğunu görünce gülümsemem yüzümü terk etti. Kendisine iyi baktığı belliydi, hala oldukça genç görünüyordu. Belki de ben, onun o gündeki gibi kalmasını istiyordum.

Hapşurarak mutfağa yöneldim. Hasta olduğumda annem bakardı ama zorundaymış gibi bakardı. Keşke, derdim içimden. Sevgiyle bakmayacaksa hiç bakmasa.

"Akan?" Diye seslendim. Aradığım şeyleri bulayım derken, mutfağı dökmek istemedim. "Sıcak bir şeyler var mı evde?"

"Ne gibi?" Dedi basamakları yavaşça çıkarak. Yanıma gelerek çekmecelerden iki tane önlük çıkardı. Sade renklerdi. Turuncu olanı başımdan geçirerek kollarını belime sardı. Arkasındaki ipleri bağlarken gülümseyerek alnıma bir öpücük kondurdu.

Saçlarımı öpmediği için o kadar minnettardım ki.

"İçecek," diyip elinden siyah önlüğü aldım. Kollarımı kaldırdığımda başını eğerek önlüğü geçirmeme yardım etti. Aynı onun gibi kollarımı beline sararak ipleri arkada bağladım.

"Oh," dedim, kafasını ellerim arasına alarak alnına abartılı bir öpücük kondurdum. "Helalim ya!"

İkimiz de kahkaha atarak tezgaha yaslandık. Akan kaşlarını kaldırarak bana döndü. "Sıcak çikolata?"

"Ooo," dedim abartılı bir nida çıkararak. "Yaparsan içeriz tabii."

"Seni kıracağıma kafanı kırayım, Alin. Ayıpsın yaparız tabii." Gülerek buzdolabına yönelince boş gözlerle sırtını izledim.

"Kendi kafanı kırman gerekiyordu," dedim tepki verebildiğimde. "Neden benim kafamı kırıyorsun sen!?"

"Çünkü ben tıp okuyorum," dedi kafasını çevirip muzipçe gülümserken. "Bana lazım bu kafa ama sana seninki hiç lazım gibi değil."

"Kazandığı tek şey tıp, onunla da her an övünüyor."

"Tıp bu kızım, boru mu. Övüneceğim tabii. Ayrıca yakışıklıyım, zenginim, arabam var, motorum var, mükemmelim, tam aşık olunacak adamım."

"Aile kaderdir," dedikten sonra abartılı hareketlerle elimi kalbime bastırdım. "Ah, ölüyorum galiba yakışıklılığından. Yardım et, aşık oldum!"

"Yapabilecek hiçbir şeyim yok hanımefendi," dedi dudak büzüp yan gözle beni süzerek. "Çekeceksiniz, aşk acınızı. Ben tıp okuyorum, zamanım yok benim aşka meşke."

"Ben gidiyorum!" Dedim ayaklarımı yere vura vura. Merdivenleri çıkarken bağırdım. "Odama getir, sıcak çikolatamı! Tek içersen bir daha yardım etmem görürsün!"

"Terlik geliyor!" Dedi kahkaha atarak.

🍑

 

Sıcak çikolatamdan bir yudum alarak peçeteyle burnumu sildim. Sırtımdaki yorganı düzelterek önümdeki paragraf sorusuna odaklanamaya çalıştım. Peçete alışkanlık olarak kalmıştı bende.

Akan, ders çalıştığımı gördüğünden beri her saatte bir bardağımı yeniliyordu. Ders çalıştığımı gördüğünde gözlerinde bir gurur belirmişti ki, sormayın. Az kaldı ağlayacaktı.

Testin yarısına geldiğimi fark ettiğimde yorgunlukla kapattım kitabı. Sandalyeye yaslanarak başımı geriye attım. Saat kaçtı acaba?

Kendime bir kaç dakika dinlenme payı tanıyarak öylece bekledim. Sonra gerilerek ağrıyan belimi ve omzumu geriye attım. Kütür kütür sesler gelince kıkırdadım.

Ben bitmiştim de mezarıma gülüyordum resmen.

Akşam yemeğine kadar ders çalışmış yemekten sonra da yine çalışmıştım. Bu, yarın veya yakın zamanda olacak maç için evden kaçtığımda ekeceğim sorular için ufak çaplı bir telafiydi.

Zar zor uyuşan bedenimi sandalyeden kaldırarak yorgun adımlarla yatağa ilerledim. Kendimi çift kişilik yatağa yüz üstü atarak elimi komidine attım. Üstünkörü bir şekilde elimle telefonumu aradım.

Kafamı sola çevirerek telefonun güç tuşuna bastım. Saat, 23. 21'di.

Babam ya annemi ikna etmişti ya da Akan, babama ders çalıştığımı ve rahatsız etmemesi gerektiğini söylemişti. Işıkları kapattığımda gelirdi bence.

Zar zor ayağa kalkarak omzumdaki yorganı yatakta bıraktım. Burnumu peçeteye silerek ışığı kapatacakken kapı tıklatıldı.

"Alin?" Diyordu Yavuz'un zihnimde ezberi dolaşan sesi. "Müsait misin?"

"Evet, gel." Diyerek ışığı kapatmaktan vazgeçerek tekrar kader ortağım olan çalışma masasının sandalyesine oturdum. Rahat olması kıçımın uyuşmasına engel falan değildi.

Kapıyı açarak içeriye girdi ve hafif bir tebessümle kapattı. İçeriye girererek yatağımın ucuna oturdu. Ben de sandalyemi ona doğru dönderdim.

"Sana bir şeyler sormak istiyorum." Diyerek ellerini dizlerine yaslayıp öne doğru eğildi. "Daha önce hiç normalden farklı başlayan bir masal dinledin mi?"

Hatırlıyor! Kahkahalarla hatırlıyor diye haykırıyordu. Etrafında dönerek eteklerini uçuşturuyor, ayaklarıyla ritimler tutuyordu. Küçük Alin, kahkahalarını tutamıyordu.

Durdu. Kahkahaları kesildi, dudakları büzüldü. Hatırlıyorsa beni neden bulmadı? Neden gelip iyi olduğunu söylemedi? Neden hapsetmeme izin verdi kendimi?

Gülümsedim belli belirsiz, başımı omzuma doğru eğdim. "Belki, bir şey mi var?"

Bana o masalı tekrar anlat.

"Bak, Alin." Yatakta kayarak ciddi bir ifadeyle gözlerime kilitlendi. "Bu, benim için gerçekten çok önemli. Hiç dinledin mi?"

Gülümsemem kalp kırıklığım ortaya çıkınca silindi. Kulaklarım uğulduyordu.

"Neden bana ölmediğini söylemedin?" Dudaklarım büzüldüğünde kendimi yedi yaşımdaki o savunmasız çocuk gibi hissettim. Ayağa kalktım, güçlü olmanın ayakta durabilmek ve yürüyebilmek olduğunu zannettiğim o yaşa döndüm.

Kalbim kırıklarla dolu, dilim söylenmeyi bekleyen sitemlerle. Gözlerim acıyla dolu, tenim kanlarla.

Ruhum, söyle bana yürüyor musun hâlâ?

Sözlerim dudaklarımdan dilimi keserek çıktı sanki. O kadar yaktı benliğimi. Bir karadelik misali yuttu on yedi yaşındaki Alin'in her şeyini.

Yedi yaşımdaydım sanki. Hesap soruyordu her bir zerrem. Ben senin yüzünden karda bir damla kana sarılmışken, neredeydin sen?

Adımlarım terasa çıkan cama yöneldi. Hışımla açarak terasın camlarına yöneldim. Kenarlardan tutarak sola doğru ittim camı. Ciğerlerime buz gibi soğuğu çektim.

O gecenin soğuna döndü bedenim. Kirpiklerim acıyla kasıldı kaldı. Kırpamadım bile.

Sağ gözümden bir damla kaydığında pervazı sıkan elimi çözerek onu sildim. Güçlü ol, Alin. Ayaktasın.

Ardımdaki adım seslerini işittiğimde yavaşça ona döndüm. Acıyı harelerine hapseden gözlerim, onun gözlerine kilitlendi. Kırmak istiyordum. Bir şey olmalıydı vurabileceğim.

Dudaklarım alaycı bir gülümsemeyle gerildi. "Başına bela açan minik kızın yeğenin olduğunu öğrenince çok üzüldün mü, Yavuz?"

Beni hiç mi düşünmedin? Ölmemen için yalavaran küçük bir kız kalbine dokunmadı mı hiç?

Kalbimi parçalara ayırsam bu kadar acıyabilir miydi?

"Alin..." diye fısıldadığında dudaklarımdan bir kahkaha döküldü. Gerçekten mi? Sadece ismim mi?

"Evet, Alin. Ölmemen için yalvaran ama kalbinin durduğunu duyduğunda senin kanına sarılarak uyuyan Alin. Hani, bir kez gelip de iyiyim demediğin Alin."

Bana doğru adım attığı an pervaza oturdum. İki elimle sıkıca yapıştım camlara. "Hiç mi demedin bu kız yaşıyor mu diye? Ben öldüm belki o gece! Hiç mi demedin ya, hiç mi!?"

"Alin, düşeceksin!"

"Ben düştüm zaten!" Dedim sessizce ağlayarak. Bağırmaya mecalim yok, haykırmaya gücüm yok. Başkası duyarsa anlatacak halim yok. "Dizlerim kanıyor benim. Yara bantları kapatmıyor onları, Marsu da yok!"

Bir başkasının önünde ağlamaktan nefret ediyorum ama kendime hakim de olamıyordum.

"Alin, Marsu benimle. Buraya gel, düşeceksin. Ne olur, buraya gel!" Ellerini uzatmış yalavaran gözlerle bana bakan adama baktım. Güldüm. "Biliyorum, öldü o seninle. Sen o sokaktaki saçlarımı ören Yavuz değilsin. O öldü ama sen yaşıyorsun. Sen sadece Yavuzsun."

İndim pervazdan. Gözlerim acıyı geriye attı. Kimden hesap soruyordum ki? Benim saçlarımı ören Yavuz o sokakta ölmüştü, hatırasını da o güzel adamı da karşımdaki bu adamla kirletemezdim. O hep güzel kalmalıydı. Hep suçsuz ve çaresi olmadığı için giden bir adam olarak kalmalıydı.

Geçip gidecekken kolumdan tuttu. "Beni dinle, seni bulamazdım."

Kolumdaki eline minik bir çocuk gibi baktım. Dolu gözlerle. "Bulabilirdin, bu bir bahane değil."

"Öldürürlerdi seni, Alin. O küçük kız zaten yeteri kadar acı çekmişti, benim daha fazlasına yapmaya hakkım yoktu. Geriye dönmemeliydin."

"Döndüm ama Yavuz." Bir kelime yakar bazen insanın canını. Kavurur tenini. Kırar kalbini. "Ben sana döndüm ama sen beni bulmadın."

Her şey, yaşadıklarım bu kadar basitmiş gibi tek bir cümleyle özletledim.

Geçerken de bu konuşmanın bittiğini tek bir cümleyle açıkladım. "Ben yatıyorum, inmişken babama söyle de yanıma gelsin. Sen Barlas'ın odasından çıkarsın."

Odama girerek cam kapıyı kapattım. Ona son kez bakarak perdeyi çektim. Hapşurdum.

"Al, duygusal anın da içine et Alin." Homurdanarak masadaki peçete kutusundan bir tane daha çektim. Burnumu silerek ufak çöp kovasına attım.

Işığı kapatarak yatağa girdim. Üşüyordum. Babamın dediği gibi yatakta sağa kayarak büzüldüm.

Ölürmüşüm. Ben yaşıyor muydum ki?

Bir süre sonra kapı tıklatıldığında sesimi çıkarmadan bekledim. Kapı sessizce aralandı ve adım sesleri yatağa doğru geldi. Gözlerimi açmadım. Yatağın sol tarafı çöktüğünde ne yapacağını bekledim.

Yanıma uzandığını hissettim. Bana biraz yaklaştı ama dokunmadı.

"Benim güzel kızım." Dedi fısıltıyla. İçli nefesini hissettim. "Huzur kokulum."

O bana yaklaşmayınca uyuyormuş gibi yaparak ona doğru yaklaştım. Sanki uykumda hareket ediyormuş gibi hissedebildiğim kadarıyla ona sokuldum.

İter miydi beni?

Kollarından birisinin belime dolandığını hissettiğimde gülümsedim. Bir kolu belime dolandığında beni belimden hafifçe çekerek başımı göğsüne yasladı.

İtmedi. Çekti sinesine. Isıttı kalbimi.

Baba. Bu kelime ilk defa bu kadar kalp onarıcı. Bu kelime ilk defa kalbimde bir sızı değil de meltem.

"Umarım uykunda beni gördüğün için gülümsüyorsundur, Alin."

Kahkaha atma isteğim, defol. Uyumadığım belli olacak.

Kolumu beline sarıp nefeslenerek sayıklar gibi sessizce söyledim istediği kelimeyi.

"Baba..."

 

Yavuz, sen öldün çocum sahpet getir djjskds

Alin ve Asil hfjskxkskdnd bu ikili çok garip bir şey ya

Akan'a bayılıyorum ya dhsjjfd

Bir şey soracağım Alin'in en çok kiminle olan sahnesini seviyorsunuz???????🖐

Allah'a emanet💅

 

Loading...
0%