Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14_^ Hastane nöbeti

@cennomi

Ben geldimmmm.

Keyifli okumalar♡

​​​​

"Barlas!" Diye kızdı babam. "Düzgün sar şu sarmaları!"

"Ama baba güzeller bak, parmağım kadarlar." Diye itiraz etti Barlas. Sardığı dolma gibi sarmayı elinin yanına koyarak babama uzattı. "Bak."

"Oğlum," elinin tersini alnına dayayarak dertli bir nefes aldı. "Bak bakayım tarife, serçe parmak mı diyor yoksa dört parmak mı?"

"Ya baba!" Dudaklarını büzerek elindeki sarmayı tepsiye itti. "Yapmıyorum işte."

"Küsme lan." Dedim uzanarak etli harca bulanan elimle yanağından bir makas aldım. "Bak göstereyim, yaparsın."

"İstemiyorum, Alin." Çocuk gibi dudaklarını büzerek eliyle yanağını sildi. Kollarını göğsünde bağladı. "Babam yapamıyorsun dedi bana."

Döveyim mi Barlas? Bir daha demesin. Hı?

"Ne trip atıyorsun lan?" Tepsideki sarmalara dertli bir bakış attı. "Karya bizi topa tutacak."

"İlla anneme götürmek zorunda mısınız yani?" Diyerek elinde bir iskeletle mutfağa girdi Akan. "Sarma olmadıysa kabak çiçeği dolmasından götürün."

"Olmaz!" Diye itiraz ettim. "Sarma da götüreceğim. Hem senin elindeki iskelet ne öyle?"

"Çocuklarla rektörün odasından kaçırdık, pazartesi elbise giydirip geri koyacağız. Mikrofon da yerleştirince Gaye konuşacak. Yüz ifadesini görmek için sabırsızlanıyorum."

"Biz de oğlumuz akıllı uslu tıp okuyor zannediyoruz." Diye homurdandı babam. "Meğer beyefendi goygoy peşindeymiş."

"Baba bu goygoylar olmasa ben oradan sağ çıkamam." Diyerek iskeleti buzdolabının kapağına astı. Gelip yanıma oturarak sardığım mükemmel ötesi sarmalardan bir tanesini ağzına attı. "Her yerim insanlar ve onların hormonlarıyla dolu. Kaldıramıyorum, tıp da bir yere kadar heyecan da öğrenme şevki de uçuyor sonra."

"Banane be senin öğrencilik hayatından!" Diyerek sarmalara uzanan eline vurdum. "Yeme sarmalarımı!"

"Baba!" Diye sızlandı. "Ders çalışacağım ama kızın bana sarma vermiyor. Ben açken ben değilim."

"Onu biliyoruz abi." Barlas kinayeli bir sesle güldü. "Sınavı beş dakikada çözüp yemek yemeye çıkınca hocan bir sorun mu var diye annemi aramış."

"Annem başıma sardı zaten o keli." Diye homurdandı Akan. Huysuzca kıpraştı yerinde. "Sabah geliyor, dersler nasıl Akan? Derse giriyor, tekrar yaptın mı Akan, annen çok tekrar yapardı. Dersten çıkıyor, Tekrar yap annen yapardı Akan. Valla bir gün o keli yiyeceğim, annem kontrol et arada demiş her dakika başımda."

"Annen sadece otoriteyi seviyor." Dedi babam. "Ama haklısın o keli ben de sevmiyorum. Eskiden saçlarını savururdu, hareketlerini bırak gözleri bile ben salağım diye bağırıyordu. Bir ara Karya'yı eve çağırdı, niyeti belli tabi şerefsizin fare zehri kattım yemeğine, Karım diye demiyorum Karya da zeki kadın. Fark etmiş hemen. Demediği kalmadı var ya. Şimdi de oğluma dadanıyor."

"Keşke onu masaya yatırıp dalaklarıyla böbreklerinin yerini değiştirebilsem." Derken Akan'ın gözleri masaya kilitlenmişti. "Ben giriyorum ya, daha da zor yapıyor sınavları!"

"Az önce birisini diri diri gömdünüz, farkında mısınız?" Dedim sırıtarak sohpetin garipliğini izlerken. "Avukat olursam sizi kurtarırım merak etmeyin."

"İşte iş birliği, işte delalet, işte mantık, işte adam gibi adamlık!" Akan kolunu omzuma attı. "Avukat cübbesi de yakışır arızaya."

"Sensin be arıza." Dedim kolunu iterek. "Hem ben avukat olacağım demedim, olursam dedim. Olamazsam da İldem'i yollarım o sistemden size bir avukat bulur."

"İldem kim?" Barlas kirpiklerinin arasından meraklı ama çekingen bir bakış attı. "Yani senin için sorun olmazsa."

"He, İstanbul'daki kankim. Kız ama var ya her şeyde marifetli. Hackerlik desen var, güzellik desen var, çalışkan, zeki, dürüst." Kızını öven annelere mi dönmüştüm ne? "Bir yemek yapar var ya parmaklarınızı değil ellerinizi bile yersiniz."

Ben kafaya koydum aga. İldem'i kendime yenge alacaktım. Akan, Mirza ve Barlas öncelikli tercihlerim arasındaydı yaş olarak. Ama İldem beğenirse Koralp'e de alabilirdim.

Sarmalar biter bitmez İldem'e yazmalıydım. Grupta hallederdim. Hatta yarıyıl tatilinde ikna edip bize çağırmalıydım.

"Özlüyor musun?" Diye sordu babam. "Yani, eski hayatını. İstanbul'u?"

"Bilmem," omuz silktim. Harbi, özlerim sanıyordum da buralar biraz afilli olunca özlemeye zaman kalmamıştı resmen. "Ama tatilde arkadaşlarımı eve çağırsam yokluklarını hiç hissetmem. Benim odamda kalırlar hem, gelebilirler mi? Lütfen?"

Yengeyi eve atma planları.

"Benim için bir sorun olmaz," dedi babam kocaman gülümseyerek. Sanki orayı özlememem onu rahatlatmış gibiydi. Burada mutlu olmam. "Ama birazdan annene de sor, sonuçta patron o."

Hevesle kafamı salladım. Yaşasın küçük kaçamak planları. Yaşasın kankayla Adana kaçamakları.

Yandan bir dirsek yiyince gözlerimi sinirle kırptım. Sakindim.

"Ne var lan? Ne dürtüyorsun?"

"Kız mı bu arkadaşlar?" Sanane Akan. Seni sadece İldem ilgilendirir. Seni enişte alacağım ben, akıllı ol. Adam olursan tabii.

"İldem kız işte. Afet gibi kız maşAllah."

"Onu demiyorum. Anladım onu, arkadaşlarım dediğine göre İldem'den başka birileri daha gelecek. O ne?" İnsan değil de nesne gibi, o ne demeni duymamış gibi yapıyorum Akan.

"Berkay. Ama siz ona Berkayiye diyebilirsiniz. Benden daha çok kız o. Valla, pazartesi cinsiyet partisi yaptık, doldurmuş şeftalileri göğsüne. Bir an ben bile dedim, kız yakıyor. Ama bir baktım bizim Berkaymış. Zararsız çocuktur o."

Ailen zenginse iç güveysi geleceğim, diyen Berkay'ın hayaleti kaybol gözümün önünden. Bir gülme geliyor.

Baba bey, niye beni kaçırıyorlarmış gibi bakıyorsun?

"Biz arkadaşlarına misafir odasını ayarlarız kızım." Berkay'ın erkek olduğunu duyunca 360 derece dönen babam bey, top futbolcuların ayağında döndü mü acaba bu kadar? "Sıkışmayın ufacık odada."

Kocaman oda ne ara ufacık olmuştu ya?

Akan ayağa kalkarak buzdolabına ilerledi. Biz de sarmalara odaklandık. Sarma yaprağını düzelt, harcı kat, kalem gibi sar Alin.

YORULDUM!

Bir anda gelen gürültüyle irkilerek kafamı kaldırdım. Görebildiğim son şey, yere yapışan birisinin koluydu. İnsan kolu. İnsan kolunun elinde dolap kolu.

Bana bir şeyler oluyor!

"Kalçam!" Akan'ın sızlanışıyla ayağa kalktım. "Kalçam kırıldı!"

"Baba dolabın kulpu kırıldı!" Tedirginlikle sandalyeden doğruldu Barlas. Yerdeki Akan'a ya da kulpa, emin olamadım, acıklı bir bakış yolladı. "Annem bizi çiğ çiğ yiyecek!"

"Barlas seni düz yatırır yatay neşterle delerim!" Diye bağırdı Akan. "Kalçam kırıldı lan ne dolabı!"

"Kızım," yerdeki Akan'a ve elindeki kulpa acıklı bir bakış attı babam. Dertli dertli nefesini verdi. Adam çok karizmatikti de bunlar yaşlandırırdı adamı. "Sen çık hazırlan. Biz bu gece sağ çıkarsak sabah ararım seni."

"Olur," dedim ve elimi yıkadıktan sonra yerde yatan Akan'a yardım edip sandalyeye oturttum.

"Dikkat et, dikkat et!"

"Lan ölmedin ya geçer şimdi, bir şey olmaz sana." Diye homurdandım. Ölsem şimdi geçer kanka diyecek olan bir arkadaşa sahip olduğum için bana da bulaşmıştı.

"Alin seni boğarım!"

"Kimi boğuyorsun oğlum sen?" Dedi sinirle babam. "Kardeşin o senin."

"Ben hazırlanmaya gidiyorum."

Merdivenleri koşarak çıkıp mutfağı ve sarmaları aşağıdakilere bıraktım. Büyük ihtimal Akan'ı orada bırakmak iyi bir fikir değildi ama yapacak bir şey yoktu, canımı seviyordum.

Odama girdiğimde önlüğü çıkarmadığımı fark ederek bezgin bir nefes aldım. Harbi manyaktım.

Yatağımı gördüğümde bıkkın bir nefes aldım. Sabah uyandığımda yaşadığım şoku kelimelerle anlatamazdım herhalde.

Düşünsenize, akşam odayı bastınız. Dediniz ki, beni boks maçına götüreceksin. Ama böyle baya kararlısınız, kesin gidip birkaç yumruk atacaksınız. Sonra enseye bir darbe, gözünüzü bir açıyorsunuz sabahın altısı. Hava aydınlanmamış, afyonunuz patlamamış, aklınız bulanık, boş boş tavanı izliyorsunuz.

Sonra tabi dank ediyor. Anlıyorsunuz olanları. Başlıyorsunuz, şeftalisinin kabuğundan çekirdeğine kadar sövmeye. Tabii, bu yeterli gelmiyor. İnstagram'dan ne kadar fotoğrafı varsa bulup yorumlarına sahte hesaptan küçükken salatalığı çikolataya bandırıp yediğine, ne kadar zevksiz olduğuna dair uzun bir paragraf yazıp kopyalıyorsunuz.

Tabii, bu da yeterli gelmiyor. İldem'e ve Berkay'a bir posta dertlenen 728927 tane mesaj atıyorsunuz.

Ve sonunda duş alıp rahatlıyorsunuz.

Ama sonra yine aklınıza geliyor, delleniyorsunuz.

En sonunda onu boğmak üzere odasına dalıyorsunuz, ama bilin bakalım kim yok? Mirza Durular!

Kaçmış! Arıyorsunuz, açmıyor. Mesaj atıyor diyor ki, sakin ol ve beni aramayı bırak. Ayrıca annemlerden izin aldım.

Birisi yine sakin olmanızı söylüyor ama siz köpürüyorsunuz. Bulsanız yapışacaksınız boğazına. Diyeceksiniz ki, sen kim şeftali beni götürmezsin boksa!? Diyeceğim seni annemlere! Ama yok, Yavuz bey amcasının evine kaçmış beyefendi.

İki deli, iki manyak, iki son hız #Alininömrütüketilir bir arada.

Bulsam var ya, hem Mirza'yı hem Asil'i boğacağım.

Sakinleşme çabalarınız kahvaltıdan sonra da devam ederken sonunda hırsınızı testlerde çıkarmaya karar veriyorsunuz. İkindiye kadar kafayı kaldırmadan, çişim geldi, su içesim var demeden çözüyorsunuz. Yarım olan ama ikindiye biten testi alıp bir güzel yakıyorsunuz terasta.

Ve sonunda, rahatlıyorsunuz.

Alıyorsunuz rahat Alin kafasını iniyorsunuz aşağıya. Babanız kabak çiçeklerine narin dokunuşlar kondurmakta. Diyorsunuz ki,anneme de götüreceğim.

Ve hal vaziyet budur dostlar. İşte sonunda tekrar iyiydim. Rahattım. En önemlisi de her haltı koymuştum göte. Kim kiminle konuşuyorduysa konuşsundu. Kim kimi aldattıysa aldatsındı.

Ama o Mirza'yı oraya giderken bulsam ajan şeftali modumu açardım.

Asil'i de engellemiştim ya, benden rahatı yoktu.

Şimdi de yemeğin pişmesini ve Koralp'in gelmesini bekliyordum. Babam, gece tek başıma dışarıya çıkmanın iyi bir fikir olmadığını, beni Koralp'in götürmesini söylemişti.

Canıma minnetti. İstanbul kadar mıydı bilemeyeceğim ama sokak da sokaktı sonuçta. İzbandutu sapığı kopuğu belli mi olurdu.

Üzerimi giyerek saçlarımı ördüm. Yavuz'dan sonra kalan biz iz daha. Kendi saçlarımı örmeyi de öğrenmiştim, başkası dokunmasın diye. Neredeyse körü körüne inanıyordum dokunanın öleceğine.

Derin bir nefes alarak üzerime üzerime gelen efkarı def ettim. Telefonu alarak gruba girdim.

 

Hayatın şeftaliyi tersten gösterdikleri

Siz: Arkadaşlar yarı yıl tatilinde kimseye söz vermeyin hiçbir testle bağ kurmayın çünkü Adana sizi çağırıyor

Siz: Annelerinizi ben hallederim

Siz: 15 gün sonra yanımdasınız bizim evde kalacaksınız izin aldım

Siz: Adana'nın altını üstüne getirelim

Berkaio: Ben gelmem lan sizin eve

(Alin: Niye öle dedin ki şimdi(kedi) çıkartması vardı)

Berkaio: O evde kaç tane erkek var Alin

Berkaio: Gözümün ucuyla baksam çiğ çiğ yerler beni

Berkaio: Ben teyzemde kalırım gelirsem

Siz: Bir de Mirza bad boy

Şehirdem: Ben gelirim

Şehirdem: Ama ben seninle kalırım odanda

Şehirdem: Ayrıca abim de peşime takılabilir uyarıyorum

Şehirdem: Pis takipçi mahluk

Siz: Ahmet abi de abartıyor ya

Siz: Neyse ben onu da hallederim

Berkaio: Ahmet abiyi? Ahmeti? Bizim İldem'in abisi Ahmeti? Hani sürekli İldem'in arkasında kuyruk gibi gezen Ahmet abi?

Şehirdem: Berkay

Berkaio: Yeterli

Siz: Ona buralardan birisini ayarladık mı salar bizi

Siz: Kankamı dışarıya çıkarmayan abisini ayarttım hesabı

Siz: Kim var burada bekar

Siz: Ay yokmuş

Siz: Kanka ben araştıracağım tamam mı

Siz: Takma kafana abini everip seni güzel günlere çıkaracağım

Şehirdem: Hayır Alin, abimden sonra beni evlendirmeyeceksin.

Şehirdem: Kesinlikle hayır.

Berkaio: NOKTALAMA KULLANMA

Berkaio: Ayrıca ne olur flört etsen

Berkaio: Dokunmadan ama bak

Berkaio: O yasak size

Siz: O sırada Adana'da barlar sokağını basıp üç adamı bayıltıp üçüncüyü neredeyse öpecekken ki görüntümün yasakları deliş anı

Berkaio: Şu beraber yola çıktığım arkadaşlarıma bak

​​Şehirdem: Bir dakika ne

Berkay: ŞAKA???????!!!!!!??!?!?!?

Şehirdem: Berkay ben yanlış mı anladım?

Berkaio: Alin saçmalama bak kalbime inecek şakanın sırası değil

Şehirdem: Kızım sen niye tanımadığın insanları öpüyorsun!? Belki hastalıklılar

Berkaio: İldem benim tansiyonum düşüyor dil altı hapımı getir bana

Berkaio: İYW DEWILEM

Şehirdem: Bir dakika tekrar

Şehirdem: Sen barlar sokağını basıp üç adam mı bayılttın?

Berkaio: İldem o normal hali zaten asıl şaşırman gereken yer öpücük meselesi

Berkaio: Annem dediydi bu kızla evlenme diye... DINLEMEDIM ANNEMIW

Siz: Berkay? İyi misin ya ne evliliği

Berkaio: Sen iyisin, sen! Ne iyisi? Ne öpücüğü?

Şehirdem: Çocuk şoktan noktalama kullanmaya başladı

Şehirdem: Durum vahim

Siz: Yazmaya üşendim

Siz: Ses atıyorum

Siz: *ses kaydı.*

Şehirdem: Tüm milyonda birlik ihtimallerin seni bulması çok garip

Şehirdem: Resmen mıknatıs gibi çekiyorsun

Berkaio: O belayı bulmazsa bela onu bulur hiç problem değil

Siz: Neysseeeeeeeee

Siz: Sohpetinize doyum olmaz benim daktır hatuna yemek götürmem lazım nöbette bugün

Şehirdem: Kolay gelsin selam söyle Karya ablaya

Berkaio: İldeminkinden

Şehirdem: Ona aldırma sindirmesi gerekenler var

 

Telefonu kapatarak sırt çantamı açtım. Zaten karadelik gibi olan çantama beş jelibon paketini de sıkıştırarak tek kolunu sırtıma taktım.

Merdivenleri geçenki kuleden izinsiz uçuş sebebiyle temkinli adımlarla indim.

Mutfağa girdiğimde Koralp gelmişti ve babam da sarmaları bitirip pişirmeye başlamıştı.

"Geldin mi kızım? Bekle pişmek üzere sarma. Fazla fazla koyuyorum annenle beraber yersiniz."

"Tamam baba." Sandalyeye oturarak çantamı masaya koydum. Biraz Instagram'da reels izledikten sonra önüme koyulan bez çantayla telefonu kapattım.

"Cam kaplara koydum yemekleri, dikat et dökülmesin. Ters döner falan. Annene selam söyle yormasın kendini." Annem bu zamana kadar nasıl seni yemeden durabildi, çok şaşırıyorum baba.

"Tamam söylerim."

 

🍑

 

Çantamı omzuma takarak Koralp'e döndüm. Hastane'nin acil kapısına yakın bir yerde kimseye engel olmayacak şekilde park etmişti arabayı.

"Getirdiğin için sağol, iyi akşamlar." Kapıyı açtığım sırada sesiyle duraksadım.

"Alin?"

"Hmm?" Konuşmaya üşenince dedim mırıltıyla onaylayayım. Ona dönerek kapıyı kapattım.

"Biliyorsun, yarıyıl tatiline az kaldı." Bırak çekingenliği koçum, İldem beğenirse seni bile enişte olarak alabilirim kendime. "Yurt dışında gitmek istediğin bir yer var mı? İstersen karne hediyesi istersen kafa tatili olarak gör, seni tatile göndermek istiyorum. Ama tabii, Akan, Mirza ve Barlas ile beraber. Sonuçta ailene alışabilmek için de bir yerden başlaman gerekiyor."

"Yani ben nereye istersem oraya mı gelecekler peşimden?" Mirza, bittin koçum sen.

"Evet, teknik olarak. Kabul ediyor musun?" Ama şimdi çok masum sordun, etmezsem ayıp olur.

"Ben ederim etmesine de," ben kankileri Adana'ya çağırdım. Ellerim sıkıntıyla montumun fermuarına gitti. "Ben arkadaşlarımı bize çağırmıştım, şimdi ayıp olur onlara."

"Yo, niye ayıp olsun?" Güven veren bir gülümseme sundu. Vitesteki elini uzatarak hafifçe bana doğru eğildi. Torpidoyu açarak beyaz bir zarfı kucağıma bıraktı. "Hem zaten orada yalnız hissetme, üç tane misafir götürebil diye sana bilet ayarlayacaktım. Sen istediğin ülkeyi söyle, arkadaşlarının ismini ve ailelerinin numaralarını bana mesaj at. Gerisini kafana takma."

"Kral ya!" Sevinçle uzanıp yanağından bir makas aldım. "Sen var ya adamın dibisin dibi!"

Sen olmasaydığn ben napardığm, abiğğ?

"Bir öpücüğe ödeşiriz, Alin hanım." Diyerek muzip bir bakış attı. Ama yerdim, şeftalilerin yanına koyar su misali içerdim.

"Öpücük köpeğin olsun lan senin!" Birden arabanın içinde yükselip kafasından tuttum. Ne olduğunu anlamadan da kafasını kendime çektim ve mermi atar gibi bir öpücüğü saçlarına atıp saldım.

"Şey... görüşürüz o zaman." Tedirgin ama içten bir gülümseme atarak bana doğru uzandı. Benim gibi kafamı kendine doğru çekerek alnıma derin bir öpücük kondurdu. Yumuşak dudaklarını alnımdan çekince kocaman gülümsedi. "Dikkat et, abiciğim."

Onun gibi gülümseyerek başımı salladım. Bez çantayı dikkatle alarak arabadan çıktım.

Bunlarda da alnımdan öpmek adet haline gelmişti. Aklıma da hep helalim diyen aşiret ağaları geliyordu.

Acilin kapısına resmen koşarak gittim. Donuyordum, hayır İstanbul'da kar yağınca soğuk biraz kırılıyordu da burada o da yoktu.

Kapıdan geçince bez çantayı oturaklara koyarak elimdeki zarfı çantama attım. Kara delik seni yutacak masum zarf, ama elbet bir gün bulurum ben seni.

Bez çantayı elime alarak etrafa bakınmaya başladım. Süpriz yapmak istediğim için kimse anneme haber vermemişti. Bulmak da bana kalıyordu.

"Karya hanım!" Diyen bir ses duyunca benim bulmama gerek kalmadı. Ey beni uğraştırmayan mübarek kul, sağol. Şeftalin bol olsun. "Bir bakabilir misiniz?"

Ama annem de annem hani. Topuklularla hiç aksamadan hızlı ve ritmik adımlarla yürüyor, saçları her adımında arkasına doğru hareketleniyordu. Her adımı, ben varken burada endişeye gerek yok der gibiydi.

Asalet ve güç akıyordu.

Hızlıca sedyeyle getirilen ve bariz bir şekilde kafasından kanlar akan küçük çocuğa foğru ilerledi. Anlayamadığım bir kaç müdahale yaparken, onu bölmek istemedim. İşini yapıyordu. Doktor Karya, oldukça otoriter ama sevecen görünüyordu.

"Bir dikiş atın, sonra da MR ve tomografisini çekin. Sonuçları odama bekliyorum, bu iş sende Zeynep." Tebessüm ederek direktif verdikten sonra Zeynep dediği kadının kolunu hafifçe sıkarak arkasını döndü.

Zeynep, kahve saçlı yumuşak yüz hatlarına sahip güzel bir kadındı. Annemi onaylayarak çocuğu sedyeyle bir perdenin arkasına çekti.

Bilin bakalım ben neredeydim? Arkasında.

"Alin?" Dedi şaşkınlıkla. Heyecanlı ama şaşkın adımlarla yanıma geldi. Kolları arasına alarak sıkıca sarıldı. "Ne işin var burada? Niye haber vermedin geleceğini? Evde bir sorun mu var yoksa?"

"Sarma ve kabak çiçeği dolması yaptık evde. Sana da getirdim, beraber yiyeceğiz." Elimdeki çantayı kaldırarak ona gösterdim. Güldüm. "Süpriz yapayım dedim, sevinmedin mi?"

"Yoo," diyerek sevecenlikle parlayan gözlerini üzerimden çekti. Elimden poşeti alarak koluma girdi. Kadın topuklu giyince bir arşa mı çıkmıştı ne? Beyaz önlük de pek bir yakışmıştı. "Çok sevindim. Gel odama geçelim, orada yeriz. Bak şurası, sen gir içeriye ben iki çay kapıp geliyorum."

Hazır annem gitmişken kendime genç bir daktır mı ayarlasam?

Ama karnım aç. Sonra keserim beyaz önlükleri.

Gösterdiği yere geldiğimde cam duvarın üzerinde yazan isme baktım. Baş hekim Karya Durular.

Ovvv, bu hatun çok iyi. Gururlanıyor muydum neydim?

Kapıyı açarak içeriye girdim. Masasının önündeki krem rengi koltuğa oturarak önümdeki sehpaya koydum yemekleri. Kapları çıkarıp masaya dizdim.

İşim bitince etrafa baktım. Kapının karşısındaki duvarda yine krem rengi üçlü bir koltuk vardı. Ki benim de adım Alin ise, bu koltuğu buraya Babam zorla koydurmuştu.

Nöbet günlerinde azıcık kestirsin diye. Şu kadar sevilsek yeterdi be.

Cam duvardan silüetini seçtiğimde ayağa kalkarak kapıyı açtım.

Yanlış alarm arkadaşlar. Silüet anam hatun değil, afet'ül-devran kaslı bir beyaz önlük. Senin steteskopuna kurban yakışıklı, kimlerdensin sen? Adam gibi adam mısın?

"Pardon," hafifçe gülümseyerek gamzeleri ortaya saldı. Sahada top patladı imam bey, verin selayı. Mavi gözler de parlıyor elmas gibi. "Ben Karya ablaya bakmıştım. Siz?"

"Kızıyım ben." Gülümseyerek geriye çekildim. "Yemek getirmiştim, çay almaya gitti o. Acil değilse geçin bekleyin içeride gelir şimdi."

"Yok, ben rahatsız-"

"Selim?" Iyk, ıyk, ıyk. Kusura bakma yakışıklı ama ismin eski sevgilimin ismiyle aynı, kaybettin beni. Annemin elinden çayları alarak ilgisizce yerime oturdum. "Gelsene içeriye, yemek yiyelim."

"Yok Karya abla, oturmayayım ben. Arkadaşlarla söyledik bir şeyler, birlikte yiyeceğiz. Bunları verip gideceğim ben, öğlen gelen hastanın kan ve MR testleri."

"Tamam Selim, afiyet olsun. Teşekkür ederim." Kapıyı kapatarak karşımdaki koltuğa oturdu. Elindeki şeffaf dosyayı masaya bırakıp saklama kaplarının kapaklarını açtı. "Ee, hiç konuşma fırsatımız olmadı seninle Alin."

Kafamı sallayarak çaya iki küp şeker attım. Birisini de ağzıma atarak kıtlattım. Kaşığı alarak geniş kaptaki dolmayı ortadan böldüm.

"Eskiden neler yapardın? Neleri seversin?" Öyle sorunca ben bir unuttum ama.

"Resim yapmayı ve şarkı söylemeyi severim. Ama en çok şeftaliyi severim. Ben eskiden okulun arıza tiplerindendim. Okulda bir olay olduysa ben kesin içindeyimdir, mesela siz ilk geldiğinizde ben erkek kılığındaydım ya hani?"

Başıyla onaylayınca ağzıma bir sarma attım. Bir yandan konuşuyor diğer yandan yemek yiyorduk.

"Cinsiyet partisi yapıyorduk, fikir sahibi de benim. Yurt dışında yapıyorlarmış ya, dedim biz niye yapmayalım. Tabii, bizim sınıfa anca kabul ettirdim. Ama sonra o kılıkla erkekler tuvaletine girip müfettişi görünce yedim uzaklaştırmayı."

Annem içten bir kahkaha atınca bende istemsizce güldüm.

"Başka ne severim? Hmmm. Mesela en sevdiğim renk mavi. Yemek olarak bamya hariç hepsini yerim. Bu kadar arıza ve başıma buyruk olmama rağmen herkesi şaşırttığım bir konu var. Okul üçüncüsüydüm ben. Kitap okumayı da severim, genelde her şeyin eğlenceli tarafındayımdır. Buraya geldiğimden beri aksatıyorum ama düzenli olarak spor yapıyordum. Vücut çalışıyordum, farklı dövüş sanatlarını deniyordum."

"Bu kadar fazla şeyi yapmak seni yormuyor mu?" Beni ilgiyle dinliyordu. Gözleri her söylediğimi kafasında resmediyor gibiydi. "Fazla ağır tempo vücun için iyi olmayabilir."

"Hepsini aynı anda yapmıyorum ki." Omuz silktim. Ama beni düşünmesi içimi ısıtıyordu. "Haftanın üç günü spora çıkıyorsam, birini resim ve müziğe ayırıyorum. Kalan üç günde de ne istersem onu yapıyorum. Şeftali zaten 7/24 hayatımda."

"Eşit ağırlık seçmişsin." Annem beni başıyla onaylayarak çayından son yudumunu aldı. Biten bardağı çay tabağına koyarak arkasına yaslandı. "Hangi meslekten devam etmeyi planlıyorsun?"

"Söylemesem?"

"Niye?"

"Eğer kazanamazsam kendimi zaten onu istemiyordum diyerek kandıracağım." Kaşlarını çattığını görünce güldüm. "Şaka yapıyorum, bir hedefi ne kadar çok kişiye söylersem o kadar uzaklaştığıma inanıyorum ben. O yüzden, yoksa başka bir sebebi yok."

"Anlıyorum."

Aramıza kısa bir sessizlik girdiğinde kapları toplayarak bez çantaya koydum.

"Alin?"

"Efendim?"

"İlk kelimen neydi?" 17 yılın eksikliği bir anda omzuna binmiş gibiydi. Gözleri hırçın bir deniz gibi dalgalanıyordu. Acı, canı acıyordu.

"Ben," diyebildim sesimi bulduğumda. "Üç yaşına kadar konuşmamışım. Konuştuğumda da ilk kelimem Marsu olmuş."

Çevrenizde konuşmanızı bekleyen, anne, baba ya da dede kelimelerini söylemeniz için tekrar eden, gözlerinize ilk kelime için heyecanla bakan birileri olmadığında konuşmak pek güzel bir şeymiş gibi gelmiyordu.

O yaştayken bile anlıyordunuz; evdeki tek sesin televizyon sesi, yemek sesi, su sesi olduğunu fark ettiğinizde konuşmadan da yaşayabilecekinizi zannediyordunuz. Kelimelerin gereksiz olduğunu hissediyordunuz. Kelimelerinizin belki de.

"Bir rahatsızlığın mı vardı?" Dedi, sesine de uğrayan hüzün dalgalarıyla. Kesik bir nefes aldı. "Çok zorlandın mı?"

"Yok ya," dedim kahkaha atarak. "Benim işgüzarlığım o. Bebekken bile sorun makinesiymişim, üç yaşına kadar nazlanmışım resmen. Teyzem Marsupilami'yi veriyordu elime. Verirken de sürekli al Marsu ile oyna diyince, ilk kelimem Marsu olmuş."

Yalan.Konuşan tek kişi teyzemdi. O da sus ve Marsuyla oyna derdi.

İnsanları üzmemek için yükleri omzuma alıyordum. Fazla sorunlu, her şeyi dalgaya vuran ama yine de fazla saf kalpli birisiydim.

Belki de o günden sonra acımı anlatmaya korkar olmuştum. Gülerdim dile getirirken ama, gözlerimde çığlıklar olurdu.

Ben acıyı merkezime koyardım ama herkes onun en sevdiğim şey olduğuna inanırdı. Çünkü bazen, gerçekmiş gibi oynardım.

Dünya, hassas kalpliler için bir cehennemdi. Saf kalpliler için ölüm efendisiydi.

 

🍑

"Bak kanka, şu sarışın nasıl? Tam ev erkeği tipi var." Dedim telefonun kadrajına gözüme kestirdiğim sarışını odaklayarak.

İldem'in gözü teknolojiden başka bir şey görmeyince mecbur erkekleri Berkay ile kesiyordum.

"Yok," dedi dikkatle incelerken. "Bu aldatır, bana güvenme tipi var adamda."

"Tamam," dedim, dudaklarımı büzerek sarıyı kadrajdan çıkararak. Bu sefer esmer bir hasta yakınını kadraja aldım. "Bu?"

"Bu idare eder ama senlik değil. Sen bununla iki hafta idare edemezsin."

"Üff, amaç idare etmek değil ki. Beğenmek."

"Yemin ederim senin yaptığını ben yapsam beni meydana asarlar." Diye homurdandı Berkay. "Bana da beğen birisini ama hile karıştırma."

"Yok canım, ne alakası var?" Dedim yarım ağız sırıtarak. "Ben nasıl bir hile karıştırabilirim? Ayıp ediyorsun."

"Yediği haltları bilmesek yutturacak." Diye homurdandığında kadraja giren bir karın ile kafamı kaldırdım.

Varal Asil Kayalar. Kork benden.

"Berkay, kapatıyorum."

"Tamam, ara beni güzelim." Berkay, hayatın boyunca bana iltifat etmek ya da dalga geçmek amacıyla güzelim demek için tam olarak bu anı mı bekledin sen?

Tam olarak gözlerimi üzerine diktiğimde kaşlarımı kaldırdım. Yanıma gelecek yüzü var mıydı hala?

Bir dakika.

Aklıma gelen ihtimalle yutkundum. Adam belki Asil değildi, her adım Asil diyen Asil miydi?

Ama Asil gibi konuşuyordu. Hem neden birisi ismim Asil diyerek beni işletmek istesindi ki?

Gözlerim kaskatı yüzünden kaydı. Gülümsemiyordu, oysa yanımdayken gülümserdi. Ne bekliyorsun Alin? Neyi kanıtlamaya çalışıyorsun?

Bir çocuğun elini tutuyordu. Siyah saçları alnına dağılmış, parlayan gözleriyle ışık saçıyordu. Sanki, olağanüstü bir güzelliği vardı.

Gülümsemesi solmamış, gözlerindeki ışık sönmemiş. Hala mutlu. Gülümsedim. Asil'i ilk gördüğüm anda boğazlama planlarım suya düşmüştü. Gözlerime kadar ulaşan kocaman bir gülümsemeyle oturduğum sandalyede ona doğru eğildim.

En fazla sekiz yaşında falan gibiydi. Kiraz gibi dudaklarında parlayan heyecanlı bir gülümseme asılıydı.

"Merhaba, adın ne senin genç adam?" Elimi öne doğru uzatarak gözlerine odaklandım. Çocuklar, ciddiye alınmayı severlerdi.

"Alin abla!" Diyerek heyecanla Asil'in elini bıraktı. Ona uzattığım eli es geçerek minik ellerini dizlerime koydu. Yüzüme iyice yaklaşarak birden yanağıma sulu bir öpücük kondurdu. Gözlerimi kırpıştırdığımda Asil'in derin bir nefes aldığını duydum.

"İsmin Alin dimi? Adımı söylerim ama bir şartla." Zamani çocukları çok çıkarcı olmuştu.

Asil'e göz atarak onu kucağıma alsam rahatsız olup olmayacağını anlamaya çalıştım. Çocuğun boynu ağrıyacaktı. Uzanarak onu belinden tutup kaldırdım ve dizime oturttum. Yüzünü buruşturduğunda fazla sıktığımı düşünerek ellerimi hızla üzerinden çektim.

"Tamam, şartını kabul ederim ama bir şartla." Ben küçükken de az şeytan değildim bu arada. Fenaydım ben.

Gözleri kısıldı. Rahatsız olmaktan çok eğleniyordu. "Kaçak oynuyorsun, Alin abla."

"Az önce senden öğrendim."

"Ben kaçak oynamam bir kere."

"O zaman milli oyna."

"Ne?"

"Şaka yaptım." Diyerek masadaki çantamın fermuarını açtım. Aradığım şeyi bulana kadar bir sürü eşyayı masaya dağıttım. Tokalar, çikolata kabukları, şeftalili bir broş, pamuk, iğne, renkli ipler, diş fırçası, nemlendirici.

"Alin abla o ne öyle?" Dedi bacağımın üzerinde uslu uslu oturup şaşkınlıkla.

"Kara delik." Diye homurdandım. Bulamadıkça geriliyordum. En sonunda elime gelen jelibon paketlerini çektim. Alelacele diğerlerini çantaya tıkarak fermuarı kapattım.

"Eğer bu jelibonları alırsan, tüm şartlarını kabul ederim." Açık çek vermiştik ama çocuktu sonuçta. Ne isteyebilirdi ki en fazla? "Kabul mü?"

"Abi?" Dedi Asil'e çekingen bir bakış atarak. Demek abisiydi. "Jelibon veriyor. İyi mi o?"

"Hey!" Dedim alınmış gibi. "Bu da ne demek? Bu normal değil mi yani?"

"Al, abiciğim." Dedi Asil, nötr bir sesle. Bir anda robot gibi bir adam olmuştu sanki.

"Tamam." Dedi ve usulca elimdeki paketleri aldı. "İsmimle dalga geçmeyeceksin, tamam mı?"

"Aşk olsun, niye geçeyim?"

Omuz silkti. Gülümseyerek alnına düşen siyah saçlarını geriye taradım. Bir an irkilir gibi olduğunda içten içe ürküyordum.

Bazı hareketlerimden korkuyor gibiydi. Neler oluyordu?

"Geçmeyeceğim, şeftaliler üzerine söz veriyorum." Dedim sırıtarak. Samimi gülücüklerle onu rahat tutmaya çalışıyordum. Zaten rahat bir çocuk gibiydi ama gergindi. "Ve inan bana bu söz, diğer sözlerden daha değerli."

"Yani, gökyüzünden de mi?" Bir an içimde bir ağırlık oldu. Neden bilmiyorum çok hüzünlü hissettim. Kafamı salladım.

"Çünkü, küçük Alin'in gökyüzü bile turuncu." Parçalar kafamda paranoyakça birleşiyordu. Yanlış yöne mi gidiyordum?

"Adım Nota." Yüzüme beklentiyle karışık bir çekingenlikle baktı. "Nasıl?"

"Sanırım hayatımda duyduğum en güzel isimler listesinde benim adımı geçtin, Nota." Dedim gülümseyerek. "Neden isminin Nota olduğunu biliyor musun?"

"Elbette!" Dedi heyecanla. İsmi hassas noktası gibiydi, hoşuma gitmesi hoşuna gitmişti. İlgimi çekmesi sevindirmişti. "Annem hep bana şarkıya yanlış zamanda giren en güzel Nota olduğumu söyler."

Hayatına yanlış zamanda giren en güzel şey.

"Bu çok güzel, Nota."

Bir dakika, ne?

Annesi hep ne söyler? Hani Mirza annelerinin öldüğünü söylemişti?

"Nota." Uyaran bir ses ikimizin bakışmasını böldü. Nota, abisinin sesini duyunca bakışlarını ellerine indirdi.

"Yani ölmeden önce hep öyle olduğumu söylerdi. En güzel notası olduğumu." Bir şeyler vardı. Yanlış giden, yapbozun yanlış yere koyulduğu bir parça vardı.

Beynim eksik ve hatalı bilgi alarmı veriyordu.

"Gidelim Nota, Alin ablanın işleri vardır. Rahatsız etmeyelim daha fazla." Asil elini uzattığında Nota oflayarak elini tuttu. "Oflama abine, hayta."

"Alin ablamın işi varsa kendisi söyleyebilir ama," dedi huysuzca bacağımdan inerken. "Hem daha eve davet edecektim onu."

"Nota!" Bu sefer sert bir sesle uyarı aldığında ayağa kalkarak Asil'in elinden aldım elini.

"Bağırmaya devam edersen uyarılarını polislere anlatırsın." Dedim keskin bir dille. Bakışlarım yakabilseydi eminim şuan onu yakmayı isterdim. "Kendine gel. Çocuğa şiddet mi uyguluyorsun sen yoksa?"

Aklım paranoyakça çalıştığında aklıma gelen ilk ihtimal buydu. Sadece kaldırırken bile belinin acıması, ürkek hareketleri ve hareketlere olan duyarlı tavırları.

Gözlerimin değdiği gözlerdeki çakmak gibi parıltıya tutundum.Yapmamış ol, bana o şeyi yaptıysan bile bunu yapmamış ol.

"Ona zarar vermem, Alin. Kimseye vermem." Dedi kırıklarla dolu bir sesle.

Avucumdaki minik elin acucumu uyarıyla sıktığını hissettim. "Sessiz ol, Alin abla." Diyordu fısıltıyla. "Abim bir koruyucu."

Gözlerimi Asil'in parlayan bakışlarından çekerek Nota'nın önünde eğildim. Aynı hizaya geldiğimizde kulağıma doğru eğildi.

"Abim bizi koruyor, o çok cesur birisi. Bana bir şey yapmaz o, büyüdüğümde onun gibi olacağım."

Yüreğime gelip yerleşen ağırlık kaybolmadı ama Nota'nın samimi sözcükleri rahatlattı. Gülümseyerek elimi yanağına götürdüm.

"Benden bir şey istiyor musun Nota?" Gülümseyerek başının üzerine huzurla karışık bir öpücük bıraktım. "Yapabileceğim herhangi bir şey?"

"Eve gelemezsin ama okuluma gelir misin?" Dedi gözleri parlayarak. Onun söylediklerini ve isteklerini yapmam hoşuna gidiyordu. Giderdi tabii, sıpanın. Ben olsam benim de giderdi. "Kermes yapacağız, ablam yiyecekleri hazırlar ama gelemez. Salı günü gelir misin?"

"Alin'in de okulu var, Nota." Dedi Asil, daha ılımlı bir sesle. Hala kızgındım ona. "Yorma."

"Ben yorulmam." Dedim birden ona dönerek. "Yorulsam da geçer, geçmemiş olmaz."

Yutkunuşunu gözlerinin gözlerimi sıyırışını izledim. Beynindeki düşüncelerin akışını hissedebiliyordum sanki.

"Yani gelecek misin?" Heyecanla ellerini çırptı. Uzanıp yanağıma sulu bir öpücük daha kondurdu. "Teşekkür ederim!"

"Söz veremem, Nota." Dedim merhametle. "Ama gelmeye çalışacağım."

Yüzü biraz düşse de hemen sonra yine kocaman gülümsedi. "Olsun, en azından çabalayacaksın. Hem gelirsen seni birisiyle tanıştıracağım."

Rüşvet verir gibi bir hali vardı. Gülerek ayağa kalktım. "O zaman daha da fazla çabalamalıyım."

"Elbette, süpriz." Dedi son kez elime dokunarak abisinin elini tuttu. "Sana güveniyorum."

Sana güveniyorum. Bu kelime, seviyorum demekten daha güçlüydü. Daha bağlayıcı, daha huzurlu ve daha güzel.

Bu çocuk beni nereden tanıyordu da birden Alin abla diye koşarak yanıma gelmişti? Ben de hiç çaktırmamışım, MaşAllah.

Onlar giderken derin gözlerle izledim. Hastanenin koridorlarında kaybolduklarında, hasta olup olmadığını sormayı unuttuğmu fark ettim.

Yanan gözlerimi ovarak cebimden telefonu çıkardım. 02.23.

Çantamı alarak annemin odasına doğru yürümeye başladım. Kapıdan girmeden önce yine isimliğe gülümsedim. Kapıdan girerek çantamı beyaz tekli koltuğa koydum. Kendimi de üçlü koltuğa atarak uzandım.

Rahattı ve uykum geliyordu. Mayışarak gözlerimi kapattım. Uyumadan önce hissettiğim son şey üzerime örtülen bir şeydi.

Şeftalili rüyalar, diye fısıldadı içimdeki ses. Ya da sadece duvar ardındaki Alin'in yankısıydı.

 


Hopp kestik! 4393 kelime. Bölümler gittikçe uzayacak bu arada.

Hmmm, Nota'mmmm! Çocuğum yerim seni.

Allah'a emanet💅

 

 

Loading...
0%