Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16_~Kermes

@cennomi

Medya: Ece Aksu

Keyifli okumalar♡

Gözlerimi açtığım andan beri karanlık odayı izliyor, neden uykumun bu kadar ağır olduğunu düşünüyordum.

Birisi beni uyurken kesse, haberim olmayacaktı resmen. Mirza o haliyle bir de beni buraya getirip yatırmış olmalıydı. Ve benim bundan uyanınca haberim oluyordu.

Sırtımı yasladığım yatak başlığından ayrılarak ayağa kalktım. Yatağımı toplayıp yanan gözlerimi ovdum. Uyuduğumda saat kim bilir kaçtı.

Ve yine kaç saat uyursam uyuyayım umrunda olmadan sabah altı'da kaldıran biyolojik alarmım beni kaldırmıştı.

Aslında düşündüğüm tek şey uyku problemlerim değildi. Yine kâbus görmüştüm ve yorgundum. Uyurken dinlenmek yerine kendimi daha da yormuş gibiydim.

Bazen yorgun olduğum için bile ağlayasım geliyordu. Psikolojik sorunlarım var diyorum, yaklaşmayın bana.

Gözlerim komidinin üzerindeki siyah kutuya kaydı. Yerimden zorlukla hareket ederek kutuyu aldım ve terasa çıktım. Üzerimde dünden kalma eşofman takımım vardı, duş alıp değiştirmeliydim çünkü bu soğukta bile koştuğum için terlemiştim.

Gözüme yine sallanan koltuğu kestirerek oturdum. Bir bacağımı kalçamın altına kıvırarak diğeriyle kendimi ittim.

Teras bugün sıcaktı.

Gözlerimi kapatarak kutuyu sıktım. Daha fazla ertelemenin bir manası yoktu. O adam, geçmişimden gelen yankılardan birisiydi. Ve benim yankılarım geçmezdi.

O an, yüzünü değilse bile adını neden merak etmediğimi düşündüm. Meraksız bir çocuk değildim, çoğu şey aklımda kalır çözmem gereken bir problemmiş gibi beklerdi orada. Ama onu hiç merak etmemiştim.

Ona güvenmiştim ama beni terk etmişti. Sorun, hâlâ güvenmemdi. Aptal gibi güveniyordum hala. Beni bırakıp gitmeyeceğine değildi ama beni koruyacağına güveniyordum.

Biliyordum ki, gitmeyeceğine güvendiğim herkes gidecekti. Ve geride bıraktıkları enkazı düşünmeyeceklerdi bile. Ne kadar canımın yandığını umursamayacaklardı.

Buğulanan gözlerimi açarak yukarıya baktım ve birkaç kez kırptım. Ağlamak, şuan ihtiyacım olan bir şey olsa bile istemiyordum.

Kızarıyordum sonra.

Derin bir nefesle kendimi hazırlayarak kutuyu açtım. Kare kutunun içinde en yukarıda bıçağım vardı. Onun verdiği işlemeli bıçak. Elime alarak kabzasında kazılı harflere baktım.

S.S.

Ne anlama geldiğini bilmiyordum ama tahminim, onun isminin baş harfleri olduğuydu.

Bıçağı kenara koyarak kutunun içindeki beyaz zarfı aldım. Üzerinde eğik, okunaklı bir yazıyla acılarının merkezini arayan küçük kıza yazıyordu. Okumak için kutunun içindeki her şeye bakmaya karar verdim.

Zarfı da bir kenara koyarken aklıma Koralp'in verdiği zarf geldi. Bir ara ona da bakmalıydım.

Sonraki şey ise küçük, avuç büyüklüğünde bir fotoğraf albümüydü. Üzerindeki siyah deride parmaklarımı gezdirerek yutkundum.

Kapağını açtım.

İlk fotoğrafta oyuncakçının camından raftaki bir oyuncağı izleyen küçük bir kız vardı. İzlediği oyuncak, marsupilami oyuncağıydı. Aklına ne geldiğini biliyordum, kendi Marsu'sunu özlemişti.

O kız, benim dokuz yaşımdı. Bu, beni yıllardır izlediğini mi gösterirdi?

Yedi yaşımdayken, beni duvarın kenarına çeken. Susmamı söyleyen adam beni yıllarca izlemişti. Neyi neden yaptığını bilmiyordum, bildiğim tek şey o gün dikkatini neyle çektiysem yıllar sonra geri gelip beni eğitmeye başladığıydı.

Fotoğrafa yorgun bir gülümsemeyle bakarak kızın omuz hizasına bile zor gelen saçlarını okşadım. Leyla teyzesi ve köpeği de öldükten sonra saçlarının lanetli olduğuna inanarak kestiği saçlarını.

Şeffaf sayfayı çevirdiğimde fotoğrafın arkasında bir yazı olduğunu gördüm. Her sayfaya bir fotoğraf koymuştu ve arkalarında yazılar vardı.

Küçük kız, hiç oyuncaklarla oynamıyor ama sürekli vitrinlerden tek bir oyuncağı izliyor.

Yavuz'un bu kıza değer verdiğini de nereden çıkardıysam? Bir kez bile aramadı onu.

Yutkunuşum boğazımı yakarak geçti. Soluk borum tıkanmış gibi zorla nefes aldım. Dudaklarımı ısırarak gözlerimi zorladım ağlamamak adına.

Yavuz'un bahsettiği şey bu muydu? Seni öldürürler dediği şey? Beni öldürecek kişi de o muydu yani? Ama neden öldüreceği bir kızı kendini koruması için altı yıl eğitsindi ki?

Diğer fotoğrafa kaydı gözüm. Okulun bahçesinde kollarımı dizlerime sarmış, başımı duvara yaslamış bir şekilde oturuyordum.

O gün, annemle babam zannettiklerim kavga etmişlerdi. Aslında kavgayı eden tek kişi kocasıydı. Meryem hanım hiç konuşmamıştı. Gerçekten bir ölüden farkı yok gibiydi.

Bir kardeşim olacakmış. Ama Meryem hanım acımadan aldırmış onu.

Bu dünyaya, Ali'sinden başka adamdan olan bir çocuk getirmek istememiş. Hala, onda takılı kalmıştı. Bu ölmekten beter değildi de neydi?

Hayatımda gördüğüm tüm ilişkilerin bok içinde olması benim de ilişkilerin hepsinin öyle olduğunu zannetmeme neden olmuştu.

Selim, ön yargılarımı kırmak ve sevgilim olabilmek için çok uğraşmıştı. Ben de sonunda sırf meraktan bir şans vermeyi seçmiştim. Onu da anlamıyordum yani, madem ilişki tercihi kadınlardan yana değildi, neden benimle sevgili olmak için o kadar uğraşmıştı ki?

Beni bir tane akıllı insan bulursa şeftali dağıtacağım ya.

Neyse işte. O fotoğrafta, kardeşimin ölmesinin faturası bana kesilmişti. Hatırlamak istemediğim ağır sözlerin, yaralayıcı ifadelerin, kalbimi ne kadar kırdığını ve ruhumu nasıl boğduğunu umursamadan söylenmiş olması beni bu hale getirmişti.

O zamanlar insanların ne düşündüklerini umursuyordum. Bu kadar kendime odaklı değildim.

Sayfayı çevirerek yazıyı okudum.

Her zaman donuk bakışları var. Galiba o günden sonra toparlayamadı. Şimdiye kadar güçlü duruyordu. Şimdiyse dağılmış.

Bu halinden nefret ettim. Ne oldu da yıllar sonra bu kadar dağıldı?

Sadece, düşüncelerimle kendimi zehirlemeyi fazla abartmıştım. İnsanlara sadece kötülük getirdiğimi düşünüyordum. O zamanlar iyi değildim.

Şimdiki benin iyiliği de tartışılırdı ya, neyse.

Yan sayfaya baktım. Burada gülüyordum. Üçüncü sınıfın sonlarındaydım ve o zamanlar somurtmak yerine gülerek arkadaş edinmeye karar vermiştim.

Rol yapmayı o zaman öğrenmiştim.

Arkasına çevirdim.

Gülüyor. Hep gülmeli. Her zaman bu kadar güçlü olmalı.

Yavuz ona değer veriyorsa bile onu öldürmemeye karar verdim. Onu kendime istiyorum.

Hastalıklı, korkutucu ve belki de iğrenç bir cümle olarak görebilirdi onu tanımayanlar. Ama ben biliyordum ki burada kast ettiği şey, benim onun kimsesizliğinde bir amaç olmamdı.

Onun koruması altında olmamdı.

Diğer resimde on yaşımın sonlarındaydım. Onunla tanıştıktan beş ay sonrası falandı. Resimde ormanda olmadığımız nadir anlardan birindeydik. Bir boks torbasının önündeydim ve minik ellerimle ona sarılmıştım.

Yoruldu. Bundan hoşlanmıyorum ama şuan çok tatlı görünüyor. Boks torbasına sarılmak tam ona göre.

Çok konuşuyor. Ben ise az. Yokluğumu dolduruyor sesiyle.

Ondan ayrılmak zor olacak.

Hiç de bile. Zor falan olmamıştı. Yalancı.

Diğer resme baktım. Burada ormandaydım. Gözlerimde mavi bir fular bağlıydı. Benim için ayrılık anlamına gelen renkti. Dizlerim üzerine çökmüştüm ve... on altı yaşım için ayrılık vaktiydi.

Çevirdim.

Zor olacağını tahmin ediyordum ama bu kadarı beni bile şaşırttı. Geri dönmeliyim. Onu daha fazla zorlayamam.

Hayatta kalması için gereken her şeyi yaptım. Ben dönene kadar yaşasa yeter.

Ben gidiyorum diye dizlerinin üzerine çöken güzel ve masum küçük kız, seni özleyeceğim.

Ayrı kaldığımız her an özledim.

Umarım yaşarsın.

Sanki ölmemi bekliyormuş gibiydi. Neden herkes birisinin beni öldüreceğini düşünüyordu ki? Kimdi o?

Diğer resme baktım. Burada barlar sokağındaki barın önündeydim ve neredeyse Asil'i öpüyordum. Resim yandan çekildiği için elimdeki şırınga belli oluyordu.

Yaşamasına sevindim. Kendini korumuş ve hala bir belatoner.

Ama bu çocuk mu cidden? Bu çocuğa mı aşık olacak? Başına nasıl bir bela aldığına dair hiçbir fikri yok. Ondan uzak durmalı.

Adana'da ne işi var?

Albüm burada bitiyordu. Karışan aklım, her kelimeyi yerleştirmek üzere kenara ayırdı. Kutuda başka bir şey yoktu. Zarfı elime aldım. Ellerim titreyerek açtım.

Alin (Durular?)


Gerçekten bebekken karıştırılmış olman ve Yavuz'un akrabası olmak boktan bir şey. Şaka gibi ama daha kötü.

Bunu sindirmek biraz zor oldu. Anlarsın ya, başka bir aile olsa bu kadar zor olmazdı ama Yavuz'un soyu mu? Cidden mi?

Neyse, senden bulaştı bana bu çok konuşkan haller.

Varal Asil Kayalar'dan uzak dur. Ondan değilse bile Burhan Kayalar'dan kesinlikle uzak duracaksın. O adama nasıl güvenirsin? Nasıl böyle bir suç batağına onunla birlikte gelirsin?

Eğer ben olmasaydım, bu gece çıktığın o ringde ölecektin. Katilin Varal olmayacaktı belki ama Burhan'ın haber verdiği adamlar seni sağ bırakmazlardı. Emin ol, ben bile bir kurşundan kaçacak kadar hızlı değilim.

O adam, tehlikenin adresi. Kendi çocuğuna, sevdiği kadına acımadan işkence eden birisine güvenemezsin, anlıyor musun?

Varal'ın annesi yaşıyor. Ama sakın bir delilik yapıp da kadını kurtarmaya gideyim deme. Alırım ayağımın altına. Sanane elalemden? Yaşamana baksana sen.

Yaşamana sevindim eskinden küçük olan, büyüyen ama hala boyu küçük kız.

Yaşamaya devam et ve mümkün olduğu kadar beladan uzak dur. Sorun çıkarmaktan vazgeç.

Zarf, titreyen ellerimden düştü. Ağzım yarı açık yeri izledim. Bu nasıl bir şeydi böyle? Asil'in annesi yaşıyorsa neden herkese öldüğünü söylemişlerdi?

Amaç neydi?

Burhan ne halt ediyordu? Ona zaten güvenmiyordum ama bir de beni öldürmek için haber göndermesi onun için hiç iyi olmamıştı.

Aklıma Nota geldi. Annesinin ona söyledikleri. Neden saklıyorlardı?

Burhan sevdiği kadına işkence ediyorsa neden polisi aramamışlardı?

Rahatsız, delici ve acıtıcı bir cümle içimden koptu geldi zihnime. Polis, hangi kadını koruyabilmişti ki? Hangi polis bir kurşundan hızlıydı?

Bir anlık cinnet geçirdim diyerek kadınları öldüren yüzlerce kişi vardı.

Tek bildiğim, Burhan'ın bir anlık cinnetle yaptığı bir şey olmadığıydı. Belli ki kadının yıllardır öldüğü sanılıyordu. Bu bir anlık cinnet falan değildi, bozuk bir psikolojiydi. Zihniyetsizlikti.

Ama... böyle şeyler yapan birisi bana neden bu kadar kibar davranmıştı ki? Yani kibar diyemezdik ama en azından normal bir insan gibiydi. Sırf beni öldürmek için böyle bir zahmete katlanmış olamazdı ya? Neden tanımadığı bir kızı öldürmek için bu kadar zahmete girsindi?

Gözlerimi kapatarak yazılanları sindirmeye çalıştım. Birkaç dakikanın ardından ayaklandım. Her şeyi kutuya geri koyarak odama geçtim.

Dolaptan kıyafet ve çamaşır alarak odadan çıktım. Bu şokun üstüne duş iyi gelirdi. Kafayı yiyecektim.

Bir de bu adamın Yavuz takıntısı vardı. Ne alakaysa?

Ben çok meraklıydım sanki Yavuz ile akraba çıkmaya.

Ilık suyun altında beş dakika bekledim sadece. Bugün Nota'nın kermesine gitmek istiyordum ve elim boş gitmek istemiyordum. Mutfağa inerek bir şeyler hazırlayacaktım.

Bu kısa zaman bana asla yetmese de on beş dakika içinde saçlarımı şampuanlayıp kremledim ve çıktım. Üzerimi hızla giyerek saçıma dolaptan bulduğum temiz bir havluyu sardım.

Sultan süleyman gibi gezme vakti gelmişti yine.

Önce odama uğrayarak telefonumu aldıktan sonra mutfağa geçtim. Enerjimi yükseltecek bir sezen aksu açarak ıslak kek için malzemelere baktım. Birkaç eksik vardı. Tekrar odama çıkarak Akan'ın verdiği kredi kartını aldım. Aşağıya inerek gömme dolaptan ayakkabılarımı alıp giydim.

Kapıyı açtığımda takım elbiseli bir adamın göğsüyle bakıştım. Boyumun yetmedigi dank edince kafamı kaldırdım. Siyah saçları hacimli bir şekilde geriye taranmıştı. Yeşil gözlerindeki donuk ifadeyle beni izliyordu.

"Buyrun Alin hanım? Ben sizin yakın korumanızım. Bir sorun varsa bana söyleyebilirsiniz."

Dikkatle onu süzdükten sonra dudaklarımı beğeniyle büzdüm. Yüzük de yoktu.

Baba bey, normalde kızardım da adam çok iyi. Kasların da maşAllah'ı var. Takım elbisenin üzerinden belli oluyordu resmen. Ee, hayırlısıyla seni kiminle baş göz ediyorum?

"Buyurayım," kredi kartını uzattım. "Bana gidip bitter çikolata, süt, damla çikolata ve şeftali alır mısın?"

Elimden kredi kartını alırken bocalayan bakışlarına sırıtma isteğimi yuttum. "Şeftali mi?"

"Evet."

"Bu saatte?"

"Normalde herkesin uyanması gereken saatteyiz. Ne olmuş yani?"

"Hiç, olmamış bir şey yani." Arkasını döndüğünde omzumu kapının pervazına yaslayarak ona seslendim. "Adın ne senin?"

"Ardıç." Yok kavak ağacı!

"Tamam, çabuk ol. Bak yarım saatin var."

Kapıyı kapatarak tekrar ev terliklerimi giydim. Mutfağa geçerek kendime ayılma kahvesi yaptım.

Bu saatte benimle birlikte uyanan kimse yoktu. Belki Barlas uyanmış olabilirdi ama tekrar yukarıya çıkmaya üşeniyordum.

Telefonumdan yükselen Sezen Aksu'yu sen şanıma inanma dediği yerde değiştirdim. Başıma bir ağrı durmuştu. Ada tezgahına geçerek sandalyeye oturdum. Başımı tezgaha eğerek alnımı yasladım.

"Hüdayda da Ankara'lım hüdayda," alnımı yasladığım yere kollarımı da uzatarak olabidiği kadar saçmalamaya devam ettim. "Beş yüz altın yedirdim, ne fayda?"

Gülümse, rol yapma vakti geldi.

"Elimizde Ankaralı kalmadı," Asil'in sesini duyunca kaşlarımı çattım ama kafamı kaldırmadım. Demek gece bizde kalmıştı. Bir de Mirza ile sarılıp uyuduğunu düşündüğümde acayip gülme geliyordu. "Adanalı verelim."

"Hüdayda da Adanalı'm hüdayda," dedim sırıtarak. Ama o görmüyordu sırıttığımı. "Beş yüz altın yedirdim, ne fayda?"

"Kahven güzelmiş," kulaklarım bir höpürdetme sesi işittiğinde gözlerimi şak diye açarak kafamı kaldırdım.

"Lan!" Gitti kahvem, içiyor vallaha! "Ver lan kahvemi! Ben yaptım onu, gitti kahve!"

"Sana şeftali alacağım, dur." dedi bir eliyle kahveyi diğeriyle üzerine saldıran beni tutmaya çalışırken. Melodiye benzer gülüşünü duyduğumda bir an bocalasam da çabuk toparladım çünkü kahvem gidiyordu. "Sakin ol, şeftali. Sadece bir kahve."

"Ay şeftali deme bana!" Ben yumuşuyorum öyle de, ondan. "Ben söyledim şeftali, ver kahvemi!"

Kahveyi tezgaha bırakarak birden üzerime geldi. Kalçam ada tezgahına çarptığında kolları iki yanımdan tezgaha yaslandı.

"Kimden istedin bu saatte şeftaliyi?" Ela gözlerinde gördüğüm kıskançlık mı yakışıklı? Hayırdır? "Benden isteseydin, ben alırdım sana."

"Yaa," dedim, sırıtmamı engellemeye çalışarak dişlerimi alt dudağıma geçirdim. "Niye?"

"Canın istedi diye," gözleri dudaklarıma kaydığında, bir şeye tutunma ihtiyacıyla ellerimi tezgaha yasladım. Ellerimin yanında sıcak ellerini hissedebiliyordum. Yüzüme yaklaştığında gözleri tekrar gözlerimi buldu. "Yeterli mi senin için?"

"Bilemedim şimdi," gözlerimi kısarak kafamı omzuma doğru eğdim. "Sen gece Mirza'yla mı uyudun?"

Benim gibi gözlerini kısarak başını eğdi. "Merak etme," elinin birisini boynuma dokundurdu. Yukarıdan aşağıya doğru yavaşça kaydırdı, dokunduğu yer yanıyordu. Boynumda bir karıncalanma boğazımda bir sızı vardı. "Irzıma geçmesine izin vermedim."

Su getirin, buralar yanıyor sanki. Bana geliyor üç harfliler.

Gülme Alin. Çocuk ızrını koruyor işte.

"Hmm," oyununu, işaret parmağımı sweatshirt'ünün kapşonundan sarkan ipe dolayarak devam ettirdim. Bunu yaparken gözlerine değilde elimin hareketlerine odaklanmıştım. "Aferin sana."

"Dimi? Aferin bana." Yüzü git gide daha mı yaklaşıyordu ne? İç çekişini duyduğumda, aynı anda kulaklarıma Sezen aksu'nun sesi dolmuştu.

Yaz bitmeden gel,

Yapraklarım solmadan narlar olmadan gel.

Gün devrilmeden,

Yeşil erik beyaz örtüye konmadan gel.

 

Doya doya seviş benimle hadi.

Açık saçık konuş benimle hadi.

Buram buram yaseminler tüterken,

​​​​​Alev alev tutuş benimle hadi.

 

Asil, kuzum sen dinleme Sezen abla'yı. O çok şey söyler, hepsini dinlemeye gerek yok bence.

Spofity, bana garezin ne senin? Bu şuan çalacak şarkı mı?

Etmeyin, benim hormonlar depreşiyor.

Elimi tezgahta gezdirerek telefonumu aradım. Acilen kapatmam gereken bir teşvik unsuru bulunmaktaydı yani. Elim, tezgahta gezerken üzerine sıcak bir el dokundu. Çok hafif, kırmaktan korkar gibi.

"Kapatma," gözlerime bakabilmek için belini eğerek hizama geldi. Minik parıltılar, yıldızlar misali gezintideydi gözlerinde. "Güzel yani, severim Sezen Aksu."

Aynen, biz de hiç wattpadd okumadık.

Küçük Alin, duvar arkasında ağzı bir karış açık kısık gözlerle bizi izliyordu. Pişt, bana bak bana, diyordu. Kollarını iki yana açarak delirmiş gibi bir şeyi gösteriyordu.Bu şey çok gürültülü, sustur şu kalbi!

Onu bana deme, onu bana deme! Onu Asil'e söyle!

Bir an sonra elimdeki varla yok arası dokunuşu da önümdeki bedeni de kayboldu. Bana arkasını dönerek musluğu açtı.

Gözlerimi kırpıştırarak öylece ne yaptığını izledim. Ne olmuştu buna yine?

"Kızım?"

Anne... Niye bu kadar erken uyandın sen? Kıyamam git uyu.

Yüz ifadesine bakılırsa az önce bizi görmemişti. Asil kılpayı kurtarmıştı durumu.

Nasıl anlamıştı geldiğini ki?

"Ne yapıyorsunuz siz sabahın bu saatinde?" Sabahlığını bağlayarken aynı zamanda da gözlerini ovdu. Açık olan tek gözüyle bize sorgular bakışlar attıktan sonra Asil'e döndü.

"Oğlum? Sen niye kalktın? Kahvaltıya kadar uyusaydın ya? Geç geldiniz akşam." Allah'ın cezaları, bir de anneme mi yakalandınız? Ne dediniz lan kadına?

Sağol anne sorduğun için, kızın olarak ben de çok iyiyim ya.

"Yok, Karya abla. Bu saatlerde uyuyamıyorum ben, teşekkürler." Asil, elindeki kahvemi bırak bak çocuk, içtim ben onu. Bir şeyler oluyor bana.

Küçük Alin, lütfen üzerimdeki jünior Sumru bakışlarını çek. Ne var yani?

Annem Asil'e uykulu bir gülümseme attıktan sonra yanıma gelerek yanağıma bir öpücük kondurdu. "Sen niye kalktın kızım? Uyusaydın ya?"

Şapşal şapşal gülümsedim. Hoşuma gidiyordu bu kadın benim ya. "Ben istesem de uyuyamıyorum ki bu saatte. Hem kek yapacaktım, bugün okul yerine Nota'nın kermesine gideceğim. Gidebilir miyim?"

"Nota?"

"Benim kardeşim." Diyerek araya girdi Asil. Gözleri yerdeydi. Yüzünden ne düşündüğü belli olmuyordu. "Hastanedeyken karşılaştık, çok ısrar etti. Onun adına özür dilerim çok ısrarcı bir çocuktur."

Gözlerimi annemden çekerek ona diktim. Bir kez daha Nota adına özür dilerse kendimi tutamayacaktım. Çocuktu ya o, önemli bir günde yanında birisinin olmasını istemenin neresinde özür dilenecek bir şey vardı?

Benim istediğim zamanlarda yanımda kimse olmamıştı. Ama Nota'nın bundan sonra ben yanında olabilirdim. Belki bana düşmezdi bu ama içimdeki kızın buna ihtiyacı vardı.

Kendi yarasını başka bir çocukta yara açmadan kapatmaya ihtiyacı vardı.

"Yok oğlum," diyerek gülümsedi annem. Bir elini Asil'in omzuna koydu. Asil omzunda hissettiği elle irkilir gibi kafasını kaldırdı. "Ne özrü? Çocuk işte. Demek ki kıyamamış Alin de, ne olacak?" Bana döndü. "Git tabii, kızım. Hatta ben de kurabiye yapayım, onları da götür."

Hevesle kafami salladığımda Asil araya girdi. "Karya abla, hiç gerek yok. Kardeşim hazırladı zaten bir şeyler."

"Oğlum biz, siz hazırlayamıyorsunuz diye mi yapıyoruz?" Diye tersledi. "Çocuklar yesin diye yapıyoruz, her gün mü yiyecekler keki pastayı? Doya doya yesinler işte, fazla fazla."

Arkasını dönerek yatak odasına ilerledi. "Kızım ben üzerimi değiştirip geliyorum."

Annem kapıdan girdiğinde. Kafamı buzdolabına sokarak salatalık aradım. Bulduğum gibi altı taneyi elime sığdırarak çıktım.

Arkamı döndüğümde Asil, kalçasını ada tezgahına yaslamıştı ve dalgınca beni izliyordu. Eli bardağı döndürmekle meşguldü.

"Gece senin Mirza'nın peşinden gittiğini ve geri gelirken yolda uyuya kaldığını söyledik."

"Hm hm." Salalıkları soymaya başladım.

"Mirza'nın anahtarı varmış ama Karya abla su içmeye kalmış. Yakalandık."

"Mirza beni nasıl taşıdı ki? Kafasına ağır vurmuştum. Dengesini o kadar çabuk toparlayamaz." Salatalıkları tabağa yerleştirip bu sefer domates avına çıktım.

"O daha kendini taşıyamıyordu ki," ne demek kendini taşıyamıyordu? Geriye bir ihtimal kaldı, biliyorum. O da ölmek diyormuşum. "Ben kucağıma aldım."

Deme. Kesin kedi gibi sırnaşmışımdır da ben.

Elim! Gitti parmağım amanın!

Şakkıdı şakkıdı niye kesiyorsun sen domatesleri gerizekalı!? Şef misin sen? Aşçı mısın? Al sana şakkıdı işte!

Dişlerimi sıkarak soluğumu tuttum. Derin kesmiştim galiba.

Musluğu açarak parmağımı altına tuttuğumda enseme bir nefes vurdu. "Ne yaptın sen?"

Ebenin şeftalisini!

"Bir şey yok," musluğu kapatarak diğer elimle işaret parmağımın kesik yerine baskı yaptım. "Acımıyor, ufak bir kesik."

"Bakayım," öyle acımı hisseder gibi bakma. Kimse bakmadı böyle bana. Elimin esaretinden kurtardığı parmağıma baktı. Alnı kırıştığında içli içli verdiği nefes yüzüme vurdu. Kahve kokusunu duyumsadığımda anladım ne kadar yakın olduğumuzu. "Ama kanıyor."

"Kanasın," kirpiklerimin arasından mimiklerini izlerken iznim olmadan döküldü dilimden kelimeler. "Acımıyor."

"Kandırma beni," gözleri çok iyi bildiği bir yalanı yakalamış gibi tutundu sözlerime. Takılı kaldı gözlerimde. "Kanıyorsa acıyordur."

Ya kanamayanlar? Onlar acımaz mı? Acımıyorsa neden sürekli kendimi acımadığına ikna etmeye çalışıyorum?

Gözlerini kapattığında sızlayan parmak ucumu dudaklarına götürerek öptü. Kirpiklerimin altından onu izlerken ağır ağır yutkundum. Aldığım nefes bir yerlerime kaçmıştı.

Acımdan öpüyordu.

Getirin leğeni çimmem lazım.

Lütfen birisi her şeyi gördüm hâvva diyen deliha tonlamasıyla pırtlamasın bir yerden.

Dudakları birkaç saniye parmağımda kaldığında kapalı gözkapaklarının ardından izledim yüzünü. Koyu kahve saçları dağınıkça dökülüyordu alnına. Ne uzun, ne de kısaydı.

Kirpikleri kıskanmama neden olacak kadar güzeldi.

Yüzü de.

Ve dudakları... kanımla ıslanmıştı.

Hani vampirler gerçek değildi? Burdan bakınca vampirden farkı yoktu.

Onu hiç böyle izlememiştim. Hiç gerçek Asil'i izler gibi de izlememiştim.

Ama gerçekten mükemmel gibiydi.

Küçük Alin, duvarın ardından çıkmıştı. Elindeki oyuncağı düşürmüş şaşkınlıkla izliyordu Asil'i. Onun acılarını hiç öpmemişlerdi. Sonra birden yüzünü kapatarak arkasını döndü. Ağzından engel olamadığı heyecanlı bir çığlık döküldü.

Şu an hiç yardımcı olmuyorsun ama sen!

Dudaklarım titrediğinde buğulanan gözlerimi kırpıştırarak eski haline getirmeye çalıştım.

Gördüğün en küçük merhamette duygulanmayı kes!

Birisi çıkıp da niye ağlıyorsun dese, kimse beni sevmedi diyemezsin ya.

Asil, gözlerini açtığında gördüğü yoğun bakışlarla iç çekti. Gözlerinde parıltılar dolaştı. "Böyle bakmaya devam edersen ben seni öperim ama."

Üstüme iyilik sağlık!

"Ben bakmıyorum, kim bakıyor? Ben görmedim!" Çalan zille telaşla geriye çekildim. Ellerinin arasındaki avucum isteksizce kaydı. Bana memnun olmayan bir suratla baktı.

"Ama elin kanıyor hala."

"Tamam ya, ben hallederim." Aceleyle kapıya ilerlediğimde annem de kapıdan çıkmıştı.

Ben bir terledim sanki. Sıcak oldu buralar.

Kapıyı açarak elindeki poşetlerle sırıl sıklam olmuş Ardıç'a baktım. Kabanının uçlarından damlayan sular ve yağmurun sesi birbirine karışıyor. Dik duruyordu ama inip kalkan göğsü koştuğunu gösteriyordu.

"Lan şaka yaptım, harbi yarım saate yetişmeye mi çalıştın?"

"Buyrun, Alin hanım." Elindeki poşetleri ve kredi kartını alarak gülümsedim.

"Sağol, Ardıç. Ve benimle ilgili bilmen gereken ilk şey, benim her söylediğimi ciddiye alma. Benimle hanımlı da konuşma, ben abilerimle giderim sen de eve git üzerini değiştir. Soran olursa ben gönderdim."

Kafasını hayır anlamında salladığında kaşlarımı kalırdım. "Acilen gidip üzerini değiştirmeni istiyorum, anlaşılmayan bir şey?"

"Yok."

"İyi, tekrar teşekkürler." Kapıyı kapatarak mutfağa girmeden önce derin nefesler aldım. Az önce Asil yaramı öpmemiş gibi sakince içeriye girdim.

Küçük Alin, sırıtmayı kes!

Poşetleri tezgaha koyduğumda annem eli belinde beni dürttü. Hafif bir tırsarak ona döndüm.

"Elini mi kestin sen?"

"Hı hı."

"İyi halt yedin," endişeyle iki elimi birden kendisine çekti. Asil de salatalık yer gibi yaparak çaktırmadan elimi izliyordu. "Getir, krem sürüp yara bandı takalım."

"Ne kremi? Kreme gerek yok."

"Sen onu dinleme Karya abla, bir kan aktı bir kan aktı. Korktum tüm parmağını kesti diye." Asil sus.

Ona Sumru'nun ters bakışlarından attım ama o büyük ihtimal alışkın olduğu için elimi izlemeye devam etti. Annem kremi sürerken ikisi de sanki acıyan kendi elleriymiş gibi yüzlerini buruşturdu.

Aslında bu kesik, asla aldığım diğer yaralarla karşılaştırılamazdı ama onların böyle önem vermesi beni bile büyük bir yaraya sahipmişim gibi bir psikolojiye sokmuştu.

"Üfle abla, üfle." Diyerek araya girdi Asil. Olduğu yerde kendini zor tutuyor gibiydi.

"Oğlum, kesik bu yanık değil ki. Neyi üfleyeyim?"

"Haa."

"Günaydın," Barlas, merdivenleri inerken eşofmanının düşen tarafını çekiştirdi. Zar zor açtığı gözleri, Asil'i görünce açıldı. "Asil? Sen ne zaman geldin?"

"Arıza abinin halt yemesi!" Diye tersledi annem. Şuan herkesi tersleyebilecek potansiyeldeydi. "Gece gece yine evden kaçmış. Alin de bunu hörüp peşinden gitmiş. Birkaç serseri de bunlara saldırınca Asil oğlum görmüş. Çocuk gecenin üçünde bunları getirmekle uğraşmış, uykusundan etmişler."

Bir grup serseri de ben oluyorum galiba. Tabii, diyemediler Alinzede oldu diye. Serseriler saldırdı olmuş.

"Nasıl ya?" Merdivenleri bitirerek Asil'in yanındaki sandalyeyi çekip oturdu. Ada tezgahına yaslanarak Asil'e döndü. "Sen neden... neyse. Teşekkür ederim Alin için."

Yalnız bir dakika, ben olmasam bu çocuk ordan nasıl kurtulacaktı acaba?

Gerçi ben olmasam başı belaya da girmezdi ama olsun yani.

"Teşekküre gerek yok." Başını hafifçe aşağıya eğdi. "Arkadaşıma ve kardeşine yardım ettim sadece."

Bununki de Berkay gibi arkadaş ayağı göt ayağıydı be.

"Düşman arkadaş." Diye fısıldayarak kafasını tezgaha dayadı Barlas. "Bütün gece kitap okudum, kahve falan hak getire. Ben bugün tüm derslerde uyurum."

"Sen ders çalışma kitap oku, oğlum." Annem kahvaltıyı hazırlamaya başlarken ben de ıslak keki yapmaa başladım. "Aferin sana. Sınavda zaten sana kitap soracaklar."

"Klasikleri sorabilerler." Diyerek Barlas'ın yerine savunmaya geçtim. Bu aralar kitap okumayı baya sekteye uğratmıştım ama severdim okumayı. Laf ettirmem yani. "Realist eserleri, romanizm akımının ilk eserini sorarlarsa ne yapalım?"

"İsmini ezberleyin kızım? Daha kolayı mı var?"

"Ama anne, daha hızlı okuyup çözebilmek için de kitaplara ihtiyacımız var." Barlas, benim yerime savumayı devraldığında sütü geniş bir kaba döktüm. Poşetteki şeftalilerden birisini çıkarıp yıkadım. Bir ısırık alarak işime devam ettim.

"Biliyorum oğlum, okuyun ama bütün gece okumanın anlamı ne? Gözünüze yazık."

"Benim hatunla mı kavga ediyorsunuz siz?" Kravatını bağlayarak yatak odasından çıktı babam. Her zamanki hanımı ne derse o, modunu açmıştı.

"Günaydın!" Diye cıvıldayarak ona ilerledim. Bağlamaya çalıştığı kravatını elinin zulmünden kurtarıp düzgünce bağladım.

"Otuz yıl oldu şunu giymeye başlayalı hala beceremiyorum takmasını." Elini belime koyarak eğildi ve alnıma bir öpücük kondurdu. "Sağol, kızım. Günaydın."

Babam eline iki önlük aldıktan sonra annemin yanağından öperek tekrar yanıma geldi. "Hani sen kek yapacaksın önlük takmamışsın? Gel bakalım."

Anne, her şeyi dakikasında anlatmışsın. Senden hızlısı mezarda yani.

Başımdan geçirerek bel kısmındaki ipleri aldı. Bedenimi kolları arasına alarak arkadaki ipleri bağladı. Beni hemen salmadı ama. Kollarını belime sararak havaya kaldırdı.

Baba bey, senin boy kısa. Gel biraz yukarıda konuşalım demek mi bu?

Ayıp ama.

Beni tezgahın üzerine oturtarak yan taraftaki tabaktan aldığı peyniri ağzıma tıktı. Tabii, ben de halimden memnunum.

Kendimi her istediği yapılan Nota gibi hissediyordum.

"Oha!" Merdivenlerden inen Akan'a gördüğü ortamla bir inme inmişti. "Babam annemi kardeşimle aldatıyor, arıza kardeşimin düşmanı bizim evde salatık yiyor, bir de sabah aldığım duyumlara göre bizim iskeletin kamerası çalınıyor. Ben bu sabah uyanmak istemiyorum ya. Zaten yine o kelin sözlüsü var."

Asil Akan'a beni nereden soktun sen bu işin içine lan der gibi bir bakış attı.

"Hayri'ye kel demeyi keser misin? Büyüğün o senin." Anne önündeki kreplere bak. Babamın bakışlar pek hayra alamet değil.

"Ama kel!"

"İnsanları dış görünüşlerine göre yargılayamazsın," annem Akan'a ters bir bakış atarak sucukları kesmeye başladı. "Kimse dış görünüşünü kendisi seçmiyor."

O sırada estetik: ben niye varım?

Babam sert bir nefes bırakarak kollarını iki yanımdan tezgaha bastırarak kulağıma doğru eğildi. "Beni sakinleştirmenin bir yolunu bul yoksa ben sabahın bu saatinde o kel Hayri'nin evini basar döverim. Sonra da Karya beni döver."

Sırıtarak elimi koluna koydum. "Dinle."

"Tamam," Akan kaşlarını kaldırarak bir sandalye çekip oturdu. Asil Barlas ve onun arasında kalmıştı. Ağzına salatalık atarak dik bakışlarını anneme dikti. "Kel demeyeyim. Etik değil dimi? Ama o adamın kızı yaşındakilerle yatıp yüksek notlar vermesi etikdir kesin."

E ama oha!

Akanfutbol-1, annekale-0.

Babam farkında olmadan elini belime yerleştirerek Akan'a döndü. Böyle bir şeyin konusu bile geçince beni korumak istemiş gibiydi.

Söyle kalbim, hiç hissettin mi böylesine güzel bir sevgiyi?

"Gerçekten mi?" Anne, hayatında hiç mi arkadaşından kazık yemedin? Niye şaşırdın ki? "Bugün iş çıkışı gidip şikayet edeceğim o zaman."

Neyse, çabuk atlattı. İki saniyede falan.

"Kimseyi durduk yere kötülemiyorum, anne." Tezgaha odaklanarak dalgınca nefesini verdi. "Bir şey biliyorum ki sevmiyorum adamı."

"Ben biliyordum zaten o adamın böyle bir halt olduğunu, tipinden belli." Diye homurdanarak kolunu iyice belime doladı. "Tamam, kapatın konusunu Alin rahatsız olmasın."

Ama şimdi gel de bu adamı yeme. Gel de bu adama düşme yani.

"Neden ortada doğdum ki?" Diye homurdandı Akan. "Resmen ilkler ve sonlar kayırılıyor bu evde!"

"Katılıyorum," Mirza, siyah bir kazak ve pantolon giymişti. Dünün aksine bugün düzgün yürüyebiliyordu. Merdivenleri inerken elleri ceplerindeydi. "Bu evde doğacaksan ya ilk doğacaksın ya da son."

"Ben duyuyorum ama seni abiciğim." Koralpcim, yakıyorsun yine. Alayım mı seni İldem'e?

Şimdi mantıklı düşünelim. Aradaki yaş farkını hiç hesaba katmayalım. İldem kime düşer?

İldem en çok teknoliyi sevdiği için Akan'la alakası olmazdı. Zaten Akan da yeni çıktığı bu alengirli pankartlı Yaren'li ilişkiden sonra bir süre tövbeli olurdu. Yani ne Akan şuan bir ilişkiye hazırdı, ne de İldem Akan ile olan bir ilişkiyi sürdürebilirdi.

Mirza zaten acayip bir şey. Her hafta başkasıyla. Onu direkt listeden sildim. İldem, playboy çocuğu adam edecek o watty kızı değildi. O genelde olgun tercih ederdi. Ki kendisi de hep yaşından daha olgun davranırdı. Çok yönlü düşünür, sorun olsuğunda çözüm için yardıma koşardı.

Geriye sadece iki seçenek kalıyordu. Barlas ve Koralp. Barlas'ı reddetmesine neden olacak bir şey görmemiştim. Kibardı, kitap okuyordu, gitar çalıyordu.

Ama teknoloji denince İldem için akan sular dururdu. Koralp'in yaratıcı bir teknolojik deha olduğunu düşündüğümüzde eniştemi bulmuş bulunuyordum.

"Sana da günaydın abi." Akan ve Mirza bugün ters taraflarından kalkmışken Barlas horlamaya doğru emin adımlarla ilerliyordu. Yazık çocuğa, tüm gece kitap okumuştu.

Ararlarsa bulurlar adı Barlas Durular.

"Günaydın," başını eğerek günaydını kabul ettikten sonra adımları benim olduğum tezgaha yöneldi. Babamın olmadığı yanıma geçerek kolunu tezgaha dayadı ve eğilerek şakağıma bir öpücük kondurdu. İç çekerek ayrıldığında gözleri parlıyordu.

"Günaydın güzelim, karar verdin mi hangi ülkeye gitmek istediğine?"

Yaaa, ama bu hiç İldem'in abisi gibi değildi. Şükür ki değildi. Ahmet abi, kıza yapmadığını bırakmıyordu. Polis amiriydi ama admın tek eğlencesi İldem'i sinir etmekti resmen.

Kafamı sallayarak onayladım. "Günaydın. Yeni Zelenda."

"Güzel ülkedir. Ben bugün ararım arkadaşlarının ailelerini." Bu adam da olmasa işimiz işti.

Gülümseyerek geç kalmamak için tezgahtan atladım. Ben kek yapmaya girişmişken diğerleri de anneme kahvaltı için yardım etmeye başladı. Barlas hariç, o çoktan ada tezgahında salyalarını akıtarak uyumaya başlamıştı.

Babam, arada kimseyi umursamadan annemin yanaklarını öpüyor sonra da omzuna yumruğu yiyip masaya kaçıyordu.

Asil'e baktığım her an, onu beni izlerken buluyordum. Genelde dikkat çekmemek adına tezgahı izlerken gözleri ellerimdeydi.

Kimse ona misafirmiş gibi davranmıyordu. Sanki hep buradaymış gibi kimse onu dışlamıyordu. Kimse farklı davranmıyordu.

Mirza hariç.

"Gelsene sen bir canım arkadaşım, sana çok önemli bir şey göstermem lazım." Asil'in koluna girdiğinde Asil ona kaşlarını kaldırarak sırıttı.

"Yoo, Karyacığım bana burada otur dedi." Bana bak çocuk, babam elinde bıçakla geliyor. Karyacığım deme şu kadına.

"Bir şey yok," acıklı bir ifade kuşanarak babamın omzuna dokundum. Önümüzdeki kurabiye hamuruna bakarken dudaklarımızı büzerek başımızı iki yana salladık.

"Bir şey var ama yok sayıyoruz."

"Hm hm. Sakinim."

"Sakinsin."

"Bıçağı ucundan geçirsem?"

"Yapma," içimdeki gülme isteğimi yutarak acıklı ifademi devam ettirdim. "Sen hapse düşersen annem evlenir."

"Ne?"

"Bir şey yok, bak kurabiye hamuru var."

🍑

 

En sonunda sofraya oturabildiğimizde tıka basa yemiştim. Karnım doymuştu, uykum gelmişti, mutluydum.

"Yavuz niye hç gelmedi? Normalde ilk günden damlaması lazımdı. Çocuklara sataşmadan duramazdı o." Anne... konusunu açma.

Arkasından yas tuttuğunuz insanın hortlaması pek de sizi mutlu etmiyordu.

"O ev yerleştiriyor." Babam yemeğini bitirdiğinde arkasına yaslandı. "Geçen geldiğinde İstanbul şubesinde çalışmak istemediği söyledi. Buradaki evini açtı tekrar, eşyalarını getirtiyor."

Buraya taşınmaya karar vermesiyle bir alakam olmamasını diledim. Çünkü ne kadar kin tutarsam tutayım değer verdiğim insanlara kıyamıyordum.

Tabağımda kalan son şeyleri de ağzıma atarak ayağa kalktım. "Afiyet olsun."

"Ben bekliyorum, giderken götürürüm seni. Benim kardeşim için geliyorsun sonuçta, zahmet etme." Bunu çok görme. Yaptığım şey Nota için değil sadece, küçüklüğüme bir hediye.

"Bir dakika, bir dakika," Mirza masaya doğru eğilerek kaşlarını çattı. "Kim, nereye, kiminle, ne için gidiyor?"

"Cahil," diyerek burnunu kırıştırdı Akan. Ağzına hızla bir şeyler tıkıştırdı. "Alin, Asil'in kardeşinin kermesine gidiyor."

"Neden?"

"Bilmem."

"Çünkü gitmek istiyorum. Başka sorunu olan?"

"Ben." Senin sorunlar niyeyse hiç bitmiyor zaten Mirza. "Asil götüremez seni, ben götürürüm."

"Ya ben seninle gitmek istemiyorsam?" Kaşlarım benden izinsiz havalandı. Yalvarırsa giderdim mesela.

"O zaman Akan'la git."

"İt herif!" Akan, çatalını Mirza'ya savurdu. "Akan sensin! Abinim ben senin! Anne görüyor musun bana ne diyor? Ben döverim bunu?"

Yani teknik olarak dayak yersin ama dene yani. Boksçu çocuk, eli armut toplayacak değil ya.

"Akıllı olun, çocuğum. Kavga etmeyin, ben götürürüm kızımı. Size nereden geldi konu?" Asil'e döndü gülümseyerek. "Asil'ciğim, sen bana adresi at."

"Atarım tabii."

Mirza'ya tip bir bakış atarak odama çıktım. Harbi it herifti. Affetmeyacağım ben buni.

Çantamdan ders kitaplarını çıkararak babamın gönderdiği jeljbonlardan attım. Hala bitirememiştim. Zaten çok fazla yiyebilmeyi başaran birisi de değildim.

Geçen pazar Barlas'ın bıraktığı ama okumaya fırsatımın olmadığı bir klasiği de alarak çantayı yatağa bıraktım. Yanlışlıkla bile olsa çocuklar dokunur diye saçlarımı sıkı bir topuz yaptım.

Dolabın aynasından kendimi süzerek yutkundum.

"Hadi, Alin. Bugün sorunlarını düşünme ve çocuklara odaklan. Yapabilirsin." Sesli bir şekilde dile getirdiğimde daha hazır hissetmiştim.

Çantamı alarak aşağıya indim.

 

🍑

 

"Hadi görüşürüz anneciğim, dikkat et. Nota'yı öp benim için."

"Tamam. Bugün kütüphaneye gideceğim, beni almaya gelmenize gerek yok yemeğe yetişirim."

"Tamam kızım."

Arabanın kapısını kapattığımda okulun önünde elinde kek ve kurabiye poşetiyle bekleyen Ardıç'a ilerledim. Sabahki yağmur çoktan dinmişti ve o şaşırtıcı bir hızla üzerini değiştirip gelmişti.

Gerçekten peşimde dolaşacaktı.

Ben buna bir yere kadar katlanırım yalnız. Ne bu böyle? Kaçarım ya ben. Sıkılırım peşimde kuyruk gibi gezen biriyle.

"Sağol," elindeki poşetleri aldım ve bahçe kapısını geçtim. Güvenlik bana kısa bir bakış atarken elimdekileri görünce sesini çıkarmadı.

"Burada bekliyorum ben, Alin hanım."

"Git otur bir yere, enayi misin bekliyorsun? Kaçacak değilim."

"Ben böyle iyiyim. Bu benim işim."

"Aman iyi," diye homurdandım. "Biz iyiliğini düşündük. Hasta ol burada sen."

"Alin abla!" Okulun olduğu taraftan gelen heyecanlı çığlıkvari sese döndüm. Nota, ağzı kulaklarında okuldan çıkmış bana doğru koşuyordu.

Minik adımlarına rağmen çok hızlıydı. Yaşına göre ufak bir çocuktu. Siyah saçları koşarken savruluyordu.

Sırıtarak poşetleri yere koydum ve dizlerimden birisini yere eğerek çömeldim. Kollarımı açarak bana gelmesini bekledim.

Neredeyse üzerime atladığında sendeleyerek kollarımı ona sardım. Kolları boynuma dolandı. Parmak uçlarında yükselmişti ve kısık gülüşlerini saklayamıyordu.

Güldüm. "Yavaş ol, junior Flash. Düşüreceksin beni ıslak yere."

Dudaklarını büzerek geriye çekildi. Mahçup bir ifade takınsa da gözlerindeki parıltılar sevincini ele veriyordu. "Özür dilerim," dudaklarını ısırdı ama daha fazla dayanayarak yanağıma sulu sulu bie öpücük kondurdu. "Gelmişsin, teşekkür ederim, çok teşekkür ederim!"

"Sana gelmek için çalışacağım dedim." Burnunu parmaklarım arasına kıstırarak hafifçe sıktım. "Ve geldim. Yanlış hatırlamıyorsam sen beni biriyle tanıştıracaktın."

Gülümsemesi sanki mümkünmüş gibi daha da büyüdü. Küçük bedeni heyecandan yerinde duramıyordu. Kafasını hevesle sallayarak beni onayladı. Parmakları sağ elimi bularak iki parmağımı avucuna hapsetti. Çekiştirdi beni.

"Ece'ye seni anlattım! Çok merak etti, biliyor musun? Senin çok tatlı ve kibar olduğunu söyledim." Yanakları kızarınca sırıttım. Poşetleri tek elime alarak beni okula çekiştirmesine izin verdim. Sonra birden durarak düşünceli bir ifadeyle gözlerini kırpıştırdı. Endişe yüklü bakışları gözlerimi buldu. "Kızdın mı?"

İç çektim. Burhan ona çok kızıyor olmalıydı. Ama ayıptı yani, mafya hiç kendi çocuğuna kızar mı? O sonradan düzelip çok sevmeliydi. Bu işte bir terslik vardı.

Onun hizasına gelebilmek için önünde eğildim. İki elini de tutarak kendime çektim. "Ben sen ne yaparsan yap, sana kızmayacağım. Sen de bir daha bana bunu sormayacaksın, tamam mı?"

Dudaklarını birbirine bastırarak gülümsedi. "Tamam, hadi o zaman. Seni Ece'yle tanıştırayım. Ece çok güzel biliyor musun?"

Minik bir watty aşkı mı filizleniyordu buralarda? Kokusunu aldım bak. Bunlar büyüyünce evlenmezse gözüm açık giderim.

"Yaa," dedim sırıtmama engel olamazken. Bacak kadar çocukların arasında onları ezmeden ilerlemek çok zordu. Okul bahçesinde iki bina vardı. Birisi ilkokul diğeri ortaokul olarak kullanılıyordu anladığım kadarıyla.

Nota sonunda koridorlarda beni çekiştirmeyi bırakıp bir sınıfa soktu. Sınıfta toplasan on öğrenci falan vardı. Bazı veliler de yardıma gelmişti.

"Herkes gelmedi daha. Ece..." derken durakladı. Gözlerimi onun baktığı yere çevirdim. Arka sırada iki kişi oturuyordu. Kız olduğu için Ece olduğunu anladığım kız gerçekten çok tatlıydı. Kumral ve düz saçları beline kadar iniyordu. Ön taraflardan alınan tutamlar arkasında küçük bir örgü haline getirilmişti.

Ve yanında bir çocuk oturuyordu. Ece'ye uzattığı şeftalili meyve suyuna bakılırsa ortada bu kızla ilgilenen iki minik vardı. Bir aşk üçgeniydi bu.

Konu Nota, üzgünüm şeftalili meyve suyu. Ben kitaplarda da başrolüm için diğerlerini harcarım. Ve başrolüm şuan Nota.

Gözlerimi kısarak keko oturuşuyla eğildim. Nota gibi ikisine odaklandım. "Kim bu Ece'nin yanındaki fırlama?"

İkimiz de onlara kısık bakışlar atıyorduk. Ben shipim bozulacak diye dertliydim, Nota sevdiği kız başkasına gidecek diye.

Dayan Ali Nota.

"Kerimcan."

"Bence gidip Ece'yi kurtaralım."

"Onun kurtarılmaya ihtiyacı olmaz, Alin abla." Bana kirpiklerinin altından melül bir bakış attı. "Eğer masalsa olsaydık, şatodaki rapunzel ben olurdum."

Deme. Onu söyleme. Bu çocuk bu yaşta bu kadar romantikse büyüyünce korkmalı bundan.

Şimdi gel de, sekiz yaşındaki çocuğa düşme.

"Ece ne sever?"

"Gumball izlemeyi seviyor. Jelibon seviyor, senin verdiklerini ona getirdim ben. Mutlu oldu. Sonra şeftalili meyve suyu sever. Öğretmenimizin elbiselerini de seviyor." Naptın lan, gece gündüz kızı mı izledin? Ayrıca ne elbisesi ya?

"Senin sıran nerede?"

Eliyle duvar kenarındaki Ece ve Kerimcan'ın yanındaki sırayı gösterdi. Bu sefer onu ben çekiştirerek sıraya çektim. Onlardan tarafa Nota'yı oturtup diğer tarafa da ben geçtim.

Telefonumdan Gumball'ın rastgele bir bölümünü açtım. İşte bizim zamanımızda da Marsupilami'yle daltonlar vardı. Şirinler vardı. Ah, o eski günler.

Çantamı karıştırarak ilk defa can çekişmeden aradıklarımı buldum. Jelibonları masaya koyarak Nota'ya göz kırptım. Ne yapmaya çalıştığımı anladığında gözleri kısıldı. Dudaklarından kısık bir kahlaha döküldü.

"Alin abla, sen çok fenasın."

"Senin için, kıymetimi bil." Shipim ölmesin diye her şey. İleride evlenin diye. Bak Nota, ben ortamı oluşturuyorum sen buradan yürü.

Ama itlik yapıp da kızı da üzme. Erkeksin sonuçta.

Çantamı kapatacakken gözüme çarpan pembe şeyle durdum. Bu kurdaleli bir tokaydı. Yıllar önce alıp asla kullanmadığım bir şeydi. Onu da masya koyarak fermuarı çektim.

Bir dakika geçmemişti ki, yan taraftan ince hoş bir kız sesi duyuldu. "Nota?"

Nota, az önce aldatılmış gibi bakmamışçasına ona döndü. Gülümsedi. "Efendim, Ece?"

Kız ellerini arkasında birleştirmişti, kirpiklerinin arasından meraklı ama çekingen bir bakış attı bana. "Beni Alin abla'yla tanıştırmayacak mısın?"

Ben diyorum, bir gün ünlü olacağım.

"Alin abla'm," eliyle beni gösterdi. Ardından Ece'yi gösterdi. "Ece, en yakın arkadaşım."

Tabii, canım. Aynen.

"Memnun oldum," gülümseyerek Nota ve kendi aramda biraz yer açtım. "Gelsene Gumball izliyoruz."

Kız dudaklarını birbirine bastırarak Nota'ya döndü. Sanki bunu onun söylediğini biliyor gibi.

Nota bakışlarını kaçırarak hemen sıradan indi. Ece gelip yanıma oturduğunda yerine geçti.

Gözlerim ikisini mahremiyet bahanesiyle saldı. Beş dakika kadar. Çizgi filme odaklandım.

Penny denen kız, Gumball'ı reddediyordu. Dayanabilirsen dayan Ali Gumball.

İzleyince de sarıyor muydu ne?

Ben mi çocukluğuma dönmüştüm acaba?

Gözlerimi tekrar o ikisine çevirdim. Nota fırsattan istifade biraz daha mı yaklaşmıştı ne? Ece'nin de başı Nota'nın omzundaydı. Ece çizgi filmi, Nota Ece'yi izliyordu.

Duygulandım ben bir dakika.

Sınıftaki uğultular artmaya başlamıştı. Kafamı sınıfa çevirdim. Kerimcan, ablacım niye bana pis pis bakıyorsun? Tamam bir halt yiyoruz da ben de başrolümü kayırmak zorundayım yani.

 

🍑

 

"Nota bugün çok mutluydu." Diyen Aysima hanımla başımı salladım. Gerçekten mutlu görünüyordu. "Öyle bir anlık da değil yani. Ben bilirim çocuklarımı, bugün siz varsınız diye ayrı bir mutlu."

Ama yerim ben Nota'yı.

Kermes boyunca Nota ve Ece'yle zaman geçirirken aynı anda da onların sınıf öğretmeniyle kaynaşmıştım. 27 yaşında, sarışın renkli gözlü güzel bi kadındı. Ayrıca belirtiyorum, bekardı yani.

Ahmet abi'yi beğenirmiydi ki?

"Ben de mutluyum onun için. Yanında birisi olduğu için mutludur, benimle alakası yok."

"Hayır," çenesini ileriye iterek Nota'yı işaret etti. Birkaç sınıf arkadaşıyla toplanmış sohpet ediyordu. "Nota, Ece hariç kimseyle konuşmaz. Ece yanında değilse tek başına oturur. Kimsenin yanına gitmez. Bu hali çok şaşırtıcı. O Ece hariç kimseyle oyun bile oynamaz. Sınıfça oynadığımız oyunlara bile Ece ısrar ediyor diye katılıyor. Bugün gerçekten beni şaşırtıyor. Abisi ya da ablası da bırakıyor okula onu. Ama hiç böyle değildi. Bu kesinlikle sizin büyünüz."

Ağlarım Aysima, yapma.

"Çok tatlılar." dedim, Ece'nin Nota'ya taktığı kolyeye gözüm kaydığında. Şimdi de yan yana oturuyorlardı. Ece'nin başı omzundayken Nota çok arada katılıyordu sohpete.

"Öyleler." Kolundaki saate baktı. "Çıkmalarına beş dakika var, numaranı verir misin? Yine konuşalım."

Kafamı sallayarak numaramı verdim. Nota'nın yanına ilerleyerek omzuna dokundum. Başını bana çevirdiğinde Ece de kafasını kaldırmıştı.

"Zile beş dakika kalmış, toparlan istersen." Başını salladığında Ece de kalkmıştı. Diğer çocuklar konuşmaya devam ederken onlar sıralarına ilerledi.

Onlar çantalarını toparlarken zil çaldı. Veliler topladığı çantaları alıp çocuklarını bulma derdine düştü.

Ece ve Nota birbirine sarılarak ayrıldılar. Nota gelip elimi tuttuğunda eğilerek Ece'ye elimdeki kurdaleli tokayı uzattım. "Görüşürüz Ece."

Elimdeki kurdaleye çekingen bir bakış attığında ısrarla uzattım. "Beğenmezsen takmak zorunda değilsin, hatıra."

"Yok," dedi telaşla. Uzanıp aldı tokayı. "Çok güzel, teşekkür ederim."

Tokayı aldığında doğruldum. Nota, son kez Ece'ye baktıktan sonra benimle birlikte sınıftan çıktı. Ece'nin velisi gelmemişti.

Okul binasından ayrıldığımızda Nota elimi sıktı. "Teşekkür ederim, Alin abla. Her şey için."

"Hmm," onun hizasında eğildim. Bir öpücüğe ödeşiriz beyefendi."

Güldü. Uzanıp her zamanki sulu öpücüğünden yapıştırdı yanağıma. Ayrılınca çekingen bir bakış attı. "Alin abla, bir tane de abim için öpeyim mi?"

Duraksayarak gözlerimi kırpıştırdım. "Ne? O niye?"

"Benim yerime de öp dedi."

Abi gibi abi yalnız. Çocuğa neler öğretiyor.

"Yok," dedim telaşla doğrularak. "Boşver öpme onun yerine."

Bahçe kapısından çıktığımızda siyah minibüsünün önünde bekleyen Burhan'ı gördüm. Benimle birlikte Nota da görmüş olmali ki avucumun içindeki eli, elimi sıktı.

"Babam gelmiş."

"Görüyorum."

"Beni bekliyor."

"Kaçalım mı?"

"Olmaz."

"Niye?"

"Kaçarsan canın acır."

Nefesimin boğazımda bir yerde kaçıp kaybolduğunu hissediyordum. Aldığım hava beni boğuyordu sanki.

Aklım, benden izinsiz acıyı görmezden gelerek çalışmaya başladı. Bir çözüm yolu arıyordu. Kırk tilki dolaşıyordu kafamda.

Küçük Alin, savaş boyaları sürdüğü yüzüyle sinsice gülümsedi. Geriye doğru adımlar atamaya başladı. Merhameti alıp geri çekiliyordu. Bana savaşmamı söylüyordu.

Gözlerimi kapattığımda saniyeler içinde aklımda kurulan planı gözden geçirdim. İhtimaller savruldu etrafa.

Ölmeyi göze aldığımda, Nota'nın elini sıkıca kavrayarak Burhan'a ilerledim. Yanına geldiğimizde yarım ağız gülümseyerek elini Nota'ya uzattı. Nota bana durgun bir bakış atarak elini elimden çekti ve Burhan'ın elini tuttu.

Onu acıya bilerek ittiğimi düşünüyordu.

"Bakıyorum da çocuklarımla çok ilgilisin." Nota'yı minibüse yönlendirip bana döndü. "Dün nasıl kurtuldun sen oradan? Kim var arkanda?"

Bingo. İtiraf etti.

"Evine davet teklifin hala geçerliyse yarın anlatmayı isterim." Bakışlarımda engel olamadığım bir soğukluk vardı. Planım eksiksiz işlerse Burhan'dan kurtulurdum.

O kadını kurtarırdım.

Nota'yı.

Sumru'yu.

Asil'i.

Bu esarete bir son verirdim.

Bana temkinli bi bakış atarak kafasını salladı.

"İyi, yarın okul çıkışı gelirim. Konum at."

Nota'yı bu adama bırakmanın yüküyle ona bakamadan ayrıldım. Soğuk havanın beni dondurmasını diledim.

Empati yapmayı sevmiyordum. Her şeyde ölçüyü kaçırdığım gibi bunda da kaçırıyordum.

Biliyorum, bu şeyi engellemezsem yıllardır olduğu gibi devam eder. Buna kimse engel olmadıysa bile ben olmalıydım.

Belki her şey yerle bir olacaktı onlar için ama her şey, böyle yaşamaktan daha iyiydi. Her gün işkence alında yaşamak bir zulümdü.

Neden hiç polise gitmemişlerdi ki? Şiddetten bir kaç yıl yerdi hiç olmazsa. Alıkoymadan da ceza alsa kenilerine kaçacak kadar zaman bulabilirlerdi.

Ya da kirli oynayarak onu öldürürlerdi.

Benim yapacağım gibi. Tabii, öldüreyim derken tahtalı köyde gözümü açmazsam.

Gözlerimi kapatarak duraksadım. Bunun vicdan yükünü ben taşıyamazken o adam nasıl bunu yapabiliyordu?​​​​​​

Zaten senin yüzünden ölen birileri var, diye düşündüm. En azından bu sefer boş yere ölmemiş olur. Bir ölü ruhu daha taşıyabilirsin.

Seni takip eden bir hayalete daha katlanabilirsin.

Yapabilirsin.

 

🍑

 

"Emin misin, Alin? Bu çok tehlikeli bir şey. Kesin bilgi mi?"

"Eminim, Ahmet abi. Ne kadar tehlikeli olduğu umrumda değil. Ben o kadını bırakamam."

Derin bir nefes aldığını duydum. Ondan istediğim şey biraz zor olabilirdi ama onun yapamayacağı bir şey değildi. Sözü geçerdi etrafta. Tanıdığı çoktu.

"Ahmet abi," Kafamı arkamdaki spor salonunun duvarına yasladım. "Eğer yardım etmeyeceksen kendim yapacağım."

"Tamam, Alin. Kendi başına bir iş yapma. Ben yarına kadar gerekli izinleri alıp gerekli ekipmanı sana vermelerini sağlayacağım."

Derin bir nefes aldım. "Teşekkür ederim."

"Başını daha fazla belaya sokma. Benden haber bekle." Onu nasıl yapacağız be abi?

"Denerim."

"Deneme, yap."

Telefonu kapattıktan sonra arkamdaki spor salonuna baktım. Kayıt yaptıracaktım. Sonra da gidip biraz geleceğimi kurtarmak için ders çalışacaktım.

Tabii, geriye kurtarılabilecek bir gelecek kaldıysa.

Telefonum titrediğinde koridorda durarak mesajı açtım.

Fakir sınıfta kalmış bad boy: Dün bulaştığın kızlar bugün dedikodunu çıkarmışlar

Fakir sınıfta kalmış bad boy: Şimdi herkes senin İstanbul'dayken önüneyatan birisi olduğunu düşünüyor

Siz: Sen? Sen inanmadın mı yani? Güldürme beni.

Fakir sınıfta kalmış bad boy: Fikir hangisinin bilmiyorum ama bu iftirayı atanı bulduğumda insaflı davranmayacağım

Fakir sınıfta kalmış bad boy: Bil diye söylüyorum gay olduğuma dair dedikoduyu senin çıkardığını da biliyorum

Siz: Hak ettin

Fakir sınıfta kalmış bad boy: Hak ettim

Fakir sınıfta kalmış bad boy: Ve şimdi diğerlerine de hak ettiklerini vereceğim

Fakir sınıfta kalmış bad boy: Kimse benim kardeşime iftira atamaz

Siz: Dengesiz herif

 

 

Kestik! 6622 kelime.

Diğer bölüm Sumru'nun ağzından Asil ile Alin'in mesajlaştıklari günü okuyalım diyorum. Hep ortamı tanırsınız malum Alin küçük bir ziyaret yapacak.

Allah'a emanet💅

 

Loading...
0%