Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm

@cennomi

Gün 4, iki bin okunmuşuz.

Keyifli okumalar♡

Sumru Kayalar. ~Alin ve Asil'in mesajlaştığı gece.

 

İnsanlık için ne acı bir portre.

İki çocuk, bir odanın önünde anneleriyle konuşabilmek için dakikaları sayıyor.

On dakika. Hem sıra onlara gelsin diye bekliyorlar hem de içeridekinin biraz olsun özlemini giderebilmesini umut ediyorlar.

Kişi başına düşen zaman sadece on dakika. Sabah kahvaltıdan önce yarım saat. Akşam yemekten sonra yarım saat.

Her çocuğa bir günde yirmi dakika.

Toplam bir saat.

Yirmi dört saatte sadece bir saat.

Yılda 365 saat.

Çocukluğumdan beri bildiğim tek şey dakikaları saymaktı. Bir yaşına dahi gelmeden başlamıştı bu on dakika kuralı. Kendimi bildim bileli her gün, on dakika annemi görebilmek için beklerdim.

Abim, kendisi için bir şey yapamamıştı. Kendisini kurtaramamıştı ama kendine yapılanların aynısı yapılmasın diye benim yerime katlanmıştı her şeye.

Annem bizi kurtarmak yerine kurtarılmaya muhtaçtı. Babam zihniyetsiz, psikolojisi bozuk bir adamdı. Acı vermekten zevk alan, Empati kuramayan, sevgiyi sadece dokunmak zanneden bir adamdı.

Abim, benim için elinden geleni yapmıştı. Annemin yerine de babamın yerine de çok sevmişti. Onun benim için yaptıklarının yükünü hep taşıyacaktım. Asla unutamazdım.

O bir abi değildi. O bir çocuğun sahip olabileceği her şeydi.

Biliyordum. Eğer annemin ölmesinden korkmasa beni şuan bu evden de bu hayattan da çekip alırdı. Ama annem hepimizin elini kolunu bağlıyordu.

Sevgi, hayatta en çok acıtan şeydi. Zarar veren de oydu, yücelten de.

"Abla? Annem ne zaman çıkacak bu odadan? Onu odama götürmek istiyorum. Abimin zamanı dolmadı mı daha?"

Ve Nota.

Annemin dediği gibi, o yanlış hayata, yanlış zamanda gelen en güzel şeydi. Bencilceydi ama onun burada olması çok güzeldi.

Eğer seçebilseydim, ondan vazgeçmek uğruna başka bir ailede doğmasını isterdim. Sevgi dolu bir ailede.

Abim, kendi hayatını kurtaramamıştı. Biz benimkini.

Ama bildiğim tek şey, ikimizinde engel olamayarak yaşadığımız şeyleri Nota'ya yaşatmamak için çabaladığımızdı.

Bu karanlık gökyüzünde parlayan tek yıldız o'ydu.

Nota, kasvetli gökyüzümdeki sessiz çığlıklarımın tek huzurlu ritmiydi.

"Annemin, çıkmasına daha çok var." Duvara sırtımı yaslayarak oturmuştum. Nota, koridora uzattığım bacaklarıma kafasını koymuş uslu uslu sırasını bekliyordu. Zaten başka bir çaresi yoktu.

O uslu durmadığında zincirlerin bize vurulacağını bildiği için bu yaşta normal bir çocuktan daha usluydu. Hata'ya yer vermiyordu.

Bu bizim seçimimizdi, ne abim ne de ben Nota için vurulan zincirlere sesimizi çıkarmazdık. Çünkü o, Nota'ydı. Bizim Nota'mızdı.

"Ama neden?" diye fısıldadı Nota, dudaklarını büzerek. Elindeki küçük arabayı çeviriyor, kendince dakikaları öldürüyordu.

Bu koridorda akrep yelkovanı öldürüyordu. Cinayetler, sözlerle işleniyordu. Dakikalar, gözlerle katlediliyordu.

Bu evde kimse ölmüyordu ama nefes alan birisi de yoktu.

"Bilmiyorum, ablacığım." Ben onun aksine fısıldamıyordum. Ellerim bacağıma koyduğu kafasında saçları arasında geziniyor, gözlerim demir kapının açılacağı anı bekliyordu.

İçeriye yaş sırasına göre giriyorduk. Şuan, akşam yemeğinden sonraki görüş vaktiydi.

"Abim bana Alin diye birisinden bahseti." Gözlerimi kapıdan çekerek Nota'ya çevirdim. Abim ya çok aptaldı ya da Alin onun iradesini silip atmıştı.

Aptal, diye düşündüm. Bizim gibi çocuklar sevemez. Sen bir de Nota'ya mı anlattın?

Bu işin sonunun iyi olmayacağını hissediyordum. Bizim gibi çocukların sevmeye hakkı yoktu. Sevemezdik. Ölmesini istemiyorsak sevmemeliydik.

Ya da gömmeliydik kalbimize.

Babasının sevmediği çocukları kimse sevmezdi.

"Yaa," donuk bakışlarım tekrar kapıya döndü. "Ne söyledi?"

"Onun kendini koruyabildiğini." Aptal, demek bu yüzden geriye çekilmiyordu. Onun kendini koruyabileceğini düşünüyordu.

Ya bir kurşun? Bomba? Zehir?

Babam olacak adam, sadece bize acı çektirmiyordu. Birisini sevsek gözlerimizin önünde ona işkence edeceğini bildiğimiz için herkesten uzak dururduk.

Nota hariç. Onun esareti başlamasın diye her gece zincirlerle uyurduk.

"Başka?"

"Çok güzelmiş, komikmiş, Cesaretliymiş ve tatlıymış. Ece gibi yani. Abla Ece'ye jelibon alabilir miyim yarın?"

Al işte, Nota'yı da kaybettik. Ece'ye benzettiği için bağlanacaktı büyük bir ihtimalle. "Alırız."

Demir kapı gıcırdayarak açıldığında Nota dizlerimden doğruldu. Ayağa kalktım. Bu kapı asla yağlanmazdı. Olur da kuralları çiğneyerek içeriye girmek istersek ses tüm koridorda yankılanırdı.

Abim elindeki yemek tepsisini düzelterek Kapıyı açık bıraktığında sıranın bana geldiğini anlamıştım. Telefonumdan on dakika ayarlayarak zaman geçmeden içeriye girdim.

Annemin yemeklerini abim yedirirdi. Sabah yemekten önce, akşam yemekten sonra yerdi annem. Ve bunun dışında yemek vermezdi babam.

Abim de bu yüzden öğle aralarında asla yemek yemezdi.

Kapıyı ardımdan kapattığımda babamın her gıcırtıyı saydığını biliyordum. Koridorun sonundaki çalışma odasında sandayleye yayılır, bize yaptığı bu şeyin keyfini çıkarırdı.

O yaşamayı hak etmeyen bir adamdı.

Gözlerim bir pencerenin dahi olmadığı odada annemi buldu. Göz altları mor, yüzü solgun ve hastalıklı bir görünümdeydi. Güneş ışığı yoktu. Ayda bir kaç kez üst kattaki odada oturur ölmesin diye güneş ışığına çıkmasına izin verirdi.

Sik herif, sanki bunun için izne ihtiyacımız varmış gibi.

Annemi fotoğraflardan biliyordum. Çok güzel bir kadınmış. Ama sanki bu kasvetli bodrum hapishanesi yıllar içinde onu sömürmüştü. Belki de sömüren şey Burhan Kayalar'dı.

Annem; daha sağlıklı beslense, güneşe çıksa ve biraz olsun huzur bulabilse eskisi gibi güzel olurdu yine.

Belki bir gün, bir hayata son verecek kadar cesaretli olabildiğimde yaşanma ihtimali olan güzel bir hayaldi.

Bir deniz kasabasında, uzak bir ülkede. Annem, abim, kardeşim. Ben nerede olurdum bilemiyorum.

"Sumru'm?" Annemin sesiyle dikildiğim kapı önünden yanına gittim. Ayak bilekleri hep zincirli olurdu. Ağır demirler ayaklarında yıllar içerisinde kalıcı izler bırakmıştı.

En sevdiğim şey, annemin sarı saçlarıydı. Şimdi omzuna bile gelmeyen ama bir zamanlar beline kadar uzanan saçları. Şimdi yıpranmış olan ama bir zamanlar bir mitolojik tanrıçanın saçları kadar güzel olan saçları.

Saç rengimi babamdan almıştım. Bazen onları kazımak istiyordum. Ne vardı yani sarı olsalardı?

Biz tüm çocuklar saç rengimizi babamdan almıştık ve annem bizi her gördüğünde onu hatırlatıyor olmalıydık.

Bazen içim çıkana kadar ağlamak istiyordum. Öyle bir ağlayayım ki, bir daha asla ağlayamayacak kadar çok ağlayayım. İçimden söküp atayım bu kasvetli şehri.

Ama yapamıyordum. Ben ağlamayı bile başaramıyordum. Başkaları için güçsüzlükmüş gibi görünen bu şeyi yapmak benim için başarabilmekti. Yaşamaktı.

"Abim tam bir aptal," annemin yanına giderek yere oturdum ve sırtımı duvara yasladım. Odadaki yatakta yatmayı içi almıyordu. Burhan'ın ona dokunduğu, bir zamanlar sevdiği adamın dokunuşlarının hatırası olan bu yatak sanki onun tabutuydu. "Bir kızı hayatına almaya çalışıyor ve tek umudu onun kendini koruyabileceği."

"Ona kızma, bebeğim." Annem yorgun bir nefes vererek Gözlerini kapattı. Benim soğuk ve genelde duygusuz davranmama alışıktı. Bu bir hastalıktı belki, ama duygularımı dışa vuramıyordum. "O da sevilmek istiyor. Ayrıca, o da senin hakkında öyle düşünüyor olmalı."

"Benim aptal olduğumu mu düşünecek?" Ağzımdan küçümseyici bir nefes döküldü. Kızgındım ona. "Ben olmasaydım çoktan ölmüştü."

İntihar ederdi. Benim yüzümden yaşıyordu bunca acıyı. Nota geldikten sonra ise yaşamak yerine çabalamak zorunda kalmıştı.

Ve ben de. O olmasa ben de çoktan ölürdüm.

"Öyle söyleme!" Diye çıkıştı annem. "Ölmek yok."

"Var, anne. En çok ölmek var." Alaylı bir tebessüm var oldu yüzümde, ama gerçek değildi. "Bu evde yaşayan tek bir ruh var, Nota. O da yakında ölür zaten."

"Gidin, kızım." diye fısıldadı annem güçsüzce. Bütün bunlara onun için katlandığımızı bilmenin vicdan azabı onu tüketiyordu. "İkna et abini. Gidin buradan, Nota'yı kurtarın hiç değilse."

"Seni öldürür."

"Bu yaptığı şey ölmekten daha beter." Kırık dökük sesi, kalbime işlemekten acizdi artık. Seviyordum onu, ama acıyamıyordum artık. Bazen, olan her şeyi kabulleniyordunuz. Kurtulamadığınızda ruhunuza katıyordunuz. "Çocuklarımın gözümün önünde tükenmesini izletiyor bana."

Gözlerim kapıda olsa da, annemin sessiz gözyaşlarını hissedebiliyordum. Annemin kırık dökük fısıltısı bile bir haykırışa bedeldi.

Bu zincir olayı ben doğmadan önce başlamıştı. Abim doğana kadar, her şey çok güzelmiş. Hatta abim iki yaşına gelene kadar bile babam çok iyi bir adammış.

Çok severmiş.

Bir masal gibi değil mi? Çok severmiş.

Ama bir gün, annemin genel müdürlüğünü yaptığı şirketten bir adam eve bıraktığında her şey değişmiş. O tatlı adam, katilden farksız bir adam olmuş. Bir günde.

Kıskançlık değildi bu. Bu takıntıydı. Sırf bir adam onu eve bıraktı diye, abimin kendi çocuğu olmadığını söylemiş.

DNA testine bile gerek duymamış. Başkasından olduğuna körü körüne inanıyormuş.

Abimin kaç kez ölümden döndüğünü bilmiyordum. Gözümün önünde, çocukluğumun içinde abimin küçük bedeninin soluksuz kalışları vardı zihnimde.

O gün, annem bana hamileymiş. Babama akşam süpriz yapacakmış ama baygınlık geçirdiği için iş arkadaşı onu eve bırakmak istemiş.

En çok acıyı kim çekti diye sorsalar, asla dönüp de kendimi göstermem. Göstereceğim kişi, annem olmadıysa hep abim olur.

Çünkü abim de annem de, gözlerinin önündeki prensin bir canavara dönüşüp onları katletmelerini izlediler. Onlar, onun sevgi dolu halini biliyorlardı. Benim içinse hep daha kolay olmuştu çünkü asla o halini görmemiştim.

Annemi o gün kapatmış bu odaya. Abimi banyoya kilitlemiş. Anneme defalarca kez, tekrar tekrar onun izni olmadan dokunmuş burada. Bu yatakta.

Ta ki, tamamen onun olduğuna ikna olduğu çocuğu yapana kadar.

Nota. 

Hepimizden daha az, suçlu. Ama hep bir günahın meyvesi.

Beni bile, anneme zorla sahip olduğu o günlerde olduğumu düşündüğü için öldürmemiş.

Ama doğduğumda, annemi doğumda ölmüş bir kadın olarak gösterdi.

Nota, hastaneye bile gitmedi. Eve doğum oldu ve gerekli her şey eve getirildi. Herhalde babam doğumdaki hemşireyi ve doktoru da öldürtmüştü.

O en kıymetli çocuğuna bile acımadı. O sevdiği kadına kıydı. Aşklarına. Ve belki de gelecekte olabilecek mutlu günlere.

Bize. Ailemize.

Her neyse. Düşünmenin bir manası yok. Acıtmaktan başka bir şeye yaramıyor. Gerçi, artık acıtmıyor bile. Uyuşmuş gibiyim.

"Abim sana anlattı mı?" Dedim konuyu değiştirerek. "Alin'i yani? Vazgeçemeyecek kadar mı, güveniyor ona?"

"Anlattı." Başını iki yana salladı. Bir ayağını kendine çektiğinde zincir sesi doldurdu odayı. Gürültülü, hissizce, acımasız. "Ben tanıyorum oğlumu. İnsanlar için insanlardan vazgeçer. Burhan var olmaya devam ettikçe, o da vazgeçmeye devam edecek. Bir gün, Alin zarar görmesin diye ondan vazgeçecek. O kendini koruyabilir derken bile endişe var gözlerinde."

"Bu evden bir ölü çıkmadıkça, kimse özgür kalamayacak." Dedim. Sesim, fısıltılara eşlik eden bir uçurumdu. Kırık dökük bir vazoydu. "Kim olduğu önemli değil, birisi öldüğünde diğerleri serbest kalacak."

"Bu siz olmadığınız sürece kim olduğu umrumda değil."

"Abim de, ben de seni burada bırakıp bir yere gitmeyiz."

"Gidin, uzaklara gidin. Üst kattaki odada duvarda gizli bir bölmede altınlar var. Onları da alıp gidin."

"Burhan yaşadıkça, biz nereye gidersek gidelim nefesi ensemizde olacak. Hiçbirimiz, seni kaybetme pahasına kaçmayız."

"Bu kadarı çok fazla," annemin sesi neredeyse duyulmuyordu. Kısık, çaresiz, iniltiye benzer bir tondaydi. "Taşıyamıyorum ben bu sevgiyi, Sumru. Fazla bu. Hak etmiyorum bu kadar şeyi. Kendi çocuklarını kendi elleriyle bu batağa sürükleyen bir kadın sevilmeyi hak etmez."

Ama başka çaremiz yok. Bu hayatta tutunabilecek başka dalımız yok. Yapma anne, kırma dalımızı. Kesme kanatlarımızı.

Telefonumun rahatsız edici sesi duyulduğunda aceleyle kalktım. Nota'nın zamanından gitsin istemiyordum. Dışarıya çıkarak kapı önünde tek başına bekleyen Nota'ya baktım.

"Sıra sende ufaklık."

O cevap verme gereği bile duymadan odaya dalarken ben de üst kata ilerledim. Her akşam, zincirlenerek çay içme rutinimizi aksatmamalıydık çünkü.

Duvarların ardından kulaklarıma gelen sesler vardı sanki. Bir korku filmi gibiydi. Dışarıdan sevimli görünen bu bebek mavisi badanalı ev, içeriden kasvetli bir korku filmi gibiydi.

Belki de ta kendisiydi.

Abim, kendi zincirini sağ ayak bileğine takmış, telefonuyla ilgileniyordu. Parmaklarının hareketlerine baktığımda onun birisiyle mesajlaştığını anladım.

Kaşlarım çatıldığında yine elimde olmadan yan bir bakış attım. Abim kimseyle mesajlaşmazdı ki.

Doğukan ve Bars ile önemli bir şey olmadıkça telefonla bile konuşmazdı. Babam anlamasın arkadaşı olduğunu diye.

Ama şuanda birisyle konuşuyordu. Korkmuyor muydu? Ya da önemli değil miydi? Birisinin onun yüzünden zarar görmesini istemeyeceğini biliyordum. Neyin peşindeydi bu?

"Kiminle konuşuyorsun sen?" Ters bir ifadeyle lacivert koltukta yanına oturarak yerdeki zincire uzandım.

Esaret vakti, Sumru Kayalar.

"Alin'le, sessiz olsana sen." Zaman zaman birbirimizi çok terslerdik. Birbirimizi sinir etmek, biz üç çocuğun bu hapishanedeki tek eğlencesi olabilirdi.

Zincir, ucunda demir bir gülleye sahipti. Bizi fazla kısıtlamazdı ama amaç rahatsız etmekti. Gülle oldukça ağır olduğu için, abim ikimizinkini de taşırdı odaya giderken.

"Kızı öldürteceksin, ben sessiz olsam da sen böyle devam edersen öğrenecek." Acımasız olsam da, bazı durumlar sizi acımasız olmak zorunda bırakırdı.

Eğer Alin'e bir şey olursa abim vicdan azabının yükünü kaldıramazdı. Şuan, bir umutla yaşıyordu. O zamansa sadece nefes alırdı.

Güçlü bir adamdı. Ama tüm yükler bir araya geldiğinde herkes yıkılırdı.

"Yorma Sumru," başını bana çevirerek donuk bir bakış attı. Halbuki mesajlaşırken dudaklarının ucunda asılı kalan bir gülümseme vardı.

Bir an, sadece bir an. Alin'in abimi gülümsetebilmesi için her şeyi yapabilecek gibi hissettim.

"Ölecek," diye direttim inatla. Konuşmasını istiyordum.

"Kendini koruyabilir."

"Kurşundan mı? O superwomen değil."

Sessiz kaldı. Titreyen telefonuna döndü. Birkaç saniye mesaj bildirimine baktıktan sonra içli bir nefesle açtı.

Önüme döndüm. Laf anlayacağı yoktu. Acı çekerek öğrenmek zorundaydı.

Bizim gibi çocukların sevmeye de sevilmeye de hakkı yoktu. Kabul edilmesi zor da olsa, durum buydu.

Biraz bekledikten sonra bana kısa bir bakış atarak yazmaya devam etti. Kaşları çatılır gibi olduğunda ağzının içinden bir şeyler mırıldandı.

"Ne oldu?" Sehpadaki kitabı alarak koltuğa yayıldım. Bir saati doldurana kadar burada öylece beklemeliydik.

"Hasta olmuş." Sitemli gibi çıkan sesiyle gözlerim kitaptan ona döndü. Anlamazca gözlerimi kırpıştırdım.

O, burada yediği kemer darbelerini unutmuş Alin'in hasta olmasına mı üzülüyordu?

En son yediği yumruğun kızarıklığı bile hala duruyordu. Yine, Alin yüzünden.

Siktir! Bu gidici.

Bugün Alin okula gelmediği için merak etmiş olmalıydı.

Hay ben böyle işin ya.

Gözlerimi kitaba dikerek tırnaklarımı avucuma geçirdim.

Abim, fazla konuşmazdı. Ama konuştuğunda onu dinlemekten başka çarem olmazdı çünkü sesi beni sakinleştirebilen iki şeyden birisiydi.

Diğeri Nota'nın kokusuydu.

Gözlerim adım seslerine döndü. Babam elindeki çay tepsisiyle içeriye giriyordu. Bir gün, hepimizi öldürmek pahasına çayın içine zehir atacaktım o olacaktı.

Bir insan bir insandan ne kadar nefret edebilirse o kadar nefret ediyordum bu adamdan. Bir de herkesin babasının aynı olmadığını öğrendiğim günden beri daha da fazlaydı bu.

Doğru değildi.

Abim aceleyle telefonu kalçasının altına ittiğinde babamın kaşları havalandı. Gözlerimi kapatıp kaçmak istedim çünkü büyük bir şeyin geleceğini hissedebiliyordum.

"Varal?" Abime bir kez olsun oğlum dediğini duymamıştım. Bebekken uyanır diye başından ayrılmadığı o çocuğun şimdi korkulu rüyasıydı. İşkenceler çektiren o adamdı. "Niye sakladın telefonunu? Gizli mi yoksa?"

Siktir, mesajlaşırken tebessüm ettiğini görmüştü.

"Video." Abimin gerildiğini hissedebiliyordum. Şuan anladığını biliyordum. Şuan Alin için tehlike arz ettiğini anlamıştı.

Tendeki yaralar kapanır, derler. Kalptekiler değil.

Tepsiyi ortadaki sehpaya bırakarak oturdu. Gözleri her zaman parıltılı bakardı. Sanki içinde size yaşamı vaad eder gibiydi. Ama bu şeytanın bur oyunu gibiydi.

O ölü ruhların adresiydi. Ölü ruhumun.

"Getir biz de izleyelim. Seni gülümsetebildiğine göre baya komik olmalı." İşte şimdi gerçekten kocaman bir siktir.

"İnternetim bitti."

"Hemen mi?" Dudakları düşünürcesine büzüldü. "O zaman bana bağlayalım."

"Şarjım da az, izlenmez yani. Kapanır." Olabildiğince ters davranmamaya çalışıyordu ki sinirlenmesin. sinirlenip de telefonu zorla almaya kalkmasın.

Normalde asla umursamazdı ama konu önemliydi şuan.

"Baba," diye araya girdim. Nefret ede ede. Bu kelimeyi söyleyen ağzımı çamaşır suyuyla yıkamak isteye isteye. "Uykum var, çay içip dağılabilir miyiz?"

Gözleri sakin, öldürücü bir yavaşlıkta abimden bana döndü. Gülümsedi. "Tabii, kızım. İç çayını, biz abinle sohpet ediyoruz işte."

Leke! Lekeli gülüşlü adam!

Kafamın içinde onu binlerce kez yaptığım gibi bir kez daha öldürdüm. Ama gerçekte yaptığım tek şey, gözlerimi dikerek bakmak oldu.

"Ben annenize bakmadım bugün." diyerek ayaklandığı an dişlerimi sıktım. Ne yapacağı belli olmazdı.

Belki hep yaptığı gibi zorla dokunurdu.

Belki işkence seslerini dinletirdi bize. Annemin iniltilerini.

Belki de hepimizin önünde annemin canına kıyardı.

Söylemesi ne kadar kolaydı böyle. Ölmek. Tek kelime ama hissettirdiği duygular binlerce sayfa.

Kalp atışlarımın kulaklarımda uğuldadığını fark ettiğimde gözlerimi kapattım. Abimin nasıl bir ikilemde olduğunu bilmiyordum ama hissedebiliyordum.

Ne olursa olsun, bencilce annemi seçmesini istedim. Bizi seçmesini diledim.

"Dur!" dedi, soluk verir gibi. Nefesi kesilir gibi. "Tamam."

Alin.

Abime kızma, bizden başka kimse sevemez onu. Sen de bu pisliği gördükten sonra sevmezsin abimi. Geriye bir biz kalırız, senden geriye kalanı toplamak zor olur.

Ona kızma. Bizden başka kimsesi yok.

Zaten, biz de pek yokuz.

Anca bu kadarız.

Vicdan yükü kadarız.

Abime kızma çünkü o sana ümit vermedi, kendisini kurtarmaya çalıştı.

Yanlış evde, ümit etti.

O bu evdeyken kurtulamaz.

Telefonundan tahminen rastgele bir video açarak ona uzattı. Babam ayağa kalktığı yerde buz gibi bir ifadeyle ona bakarak telefonu aldı. Videoyu izlerken bir çevirmen sesi buraya geliyordu.

Sanırım örümcekler ve sürüngenlerin çok tatlı olduğunu söyleyen birisine bağırıyordu.

Aslında, komikti.

Bir süre sonra video tekrar başladı. Ne olduğunu anlamak ister gibi bir kez daha izledi. Bir kaç adım giderek sehpanın diğer tarafına geçti.

Gözlerim abime kaydı. İfadesiz durmaya çalışsa da endişesini görebiliyordum. Abim mimiklerinden bir şey belli etmezdi. Onun gözlerindeki çocuğu görebilenler bilirdi, gerçek onu.

Ve ben, şuanda sadece endişe görebiliyordum.

Videonun sesi kesildiğinde gözlerim ona döndü. Kaşları havalanmış yüzünde pis gülümsemesi belirmişti. Bir an sonraysa içeride bip sesi yankılandı.

Nefesimi tuttum.

Lütfen, abime yaptığı tek bir şeyi bile anlatmasın. Onu hep okulun burnu havada çocuğu olarak bilsin.

Onunla eğlendiğini bile düşünsün ama abimin aciz yanını bilmesin. Çünkü, insanlar insanları sırlarıyla vurur.

Abim birden ayağa kalktı. Yasak hareket, diye fısıldadım ağzımın içinde. Elimde değildi.

"Ver şunu!" İleriye atıldığında zincirinin ucundaki güllenin yerdeki deliğe kilitli oduğunu unutmuştu. Zincir gürültülü bir ses çıkararak abimin ona ulaşmasını engelledi. "Ne yapıyorsun lan!? Ver şunu!"

Küfredecekti. Çok az kalmıştı.

"Sakin ol, sadece şeftali'yle konuşacağım. Buenin için önemli mi?"

"Kes be!" Ağzının içinde bir şeyler homurdanarak tekrar ileiye atıldı. "Ağzına alma lan o ismi!"

Kirletme bizimkiler gibi.

"Hayırdır? Bir sorun mu var?" Alin'in sesi hoparlörden geldiğinde abim bir an geriye çekilir gibi oldu. İrkildi sanki.

"İyi akşamlar, bayan." diyerek giriş yaptığında kusmak istedim. İğrenç bir girişti.

Karşı taraftan ses gelmediğinde abim daha da gerildi. Sonra Alin'in az önceki meraklı, nispeten endişeli sesi yerine soğuk ve sert bir ses duyuldu.

Alin, farklı birisinin sesini duyunca duvar çekmişti. İyi yapmıştı.

"Bayan değil beyefendi, kadın. Ayrıca ismimi bilmiyorsanız cinsime bakarak benimle konuşmayın. Asıl size iyi akşamlar."

Alin'in babamı terslemesi abimin hoşuna gitmişti. Siktir, gerçekten onun kendisini koruyabileceğini düşünüyordu.

"Kapatma bence."

Abim onun ısrarla Alin ile konuşmak istemesine karşın bu sefer zincirleri sertçe çekiştirdi. Sesin telefona ulaştığına emindim.

"Neden, mezarından dirilen babil kralı mısınız? Ya da sultan süleyman? Hiç zannetmiyorum."

"Dil de pabuç kadar, maşAllah." diye homurdandı. Alin'in dik başlılığı hoşuna gitmemişti. Bizim gibi itaatkâr köleler bekliyordu.

Tuzla değil zehirle yıkanmış sik herif!

"Belki de dilim sizin minik canavardan uzun olduğu için daha çok ses çıkarıyordur. Kusura bakmayın ama bu üslup, anca böyle bir konuşmayı hak eder."

"Oov," diye kısık bir ses çıkardım elimde olmadan. Sanırım Alin'in konuşması benim de hoşuma gidiyordu. Devam etmeliydi.

"Bana bak-" sinirle kaşları çatılmıştı. Yükseldiği an onun sinirli sesini bölen şey Alin'in hapşurukladıydı. Sert bir nefes aldı. "Geçmiş olsun, şeftali hanım."

Aman. Görüyor musunuz ne kadar da kibar?

"Sus!" diye bağırarak hiddetle ona doğru atıldı abim. Zincir sesi şimdi hiç olmadığı kadar fazla yankılanmıştı.

Şeftali sanki kutsal kelimeymiş gibi koruyordu. Korumaya çalışıyordu daha doğrusu.

"Sakin ol, sadece konuşuyoruz." Kaşları keyifle havalandı. Abimin tepki vermesi hoşuna gitmişti. "Değil mi, şeftali hanım?"

"Değil, beyefendi. Siz konuştuğunuzu zannediyorsunuz. Ben konuşuyorum." Telefondan hışırtı yükseldi. Nefes alıyor olmalıydı. "Ve hayır, geçmiş falan olmadı. Siz dediniz diye de kesin geçmeyecek şimdi, ne yazık."

Gözlerim keyifle kısıldı.

"Ve lütfen, kaba sözlerime aldanmayın. Genel üslubum değil bu, size özel gelişti. Ayrıca ben hayatımda daha önce şeftali kelimesinin ses tonuna bile yakışmadığı bir insan görüyorum. Büyük başarı bu, tebrikler. Tekrardan iyi akşamlar, tabii artık iyiyse."

Telefon kapandığında babam ağzı bir karış açık sehapaya bıraktı. Gözleri anlamazca kısıldı. "Bu kızın derdi ne?"

Elimde olmadan gülmeye başladım. Derdi ne diyordu bir de!

"Pardon," elimle yaşaran gözlerimi sildim. "Çok komik kız değil mi?"

Onun bana söylediğini ben, burada söylüyordum.

Babam bana boş bir bakış atatak cebinden kilitleri çıkardı. Abime atarak bodruma doğru ilerlemeye başladı.

Yüzümdeki alaycı tebessüm soldu.

İşkence vakti, Varal Asil Kayalar.

Abim yutkunarak telefonunu sehpadan aldı. Duvara fırlattığı gibi parçalanmasına sebep oldu.

Güvendeydi. Sanki telefon ortadan kalktığında güvende olacaktı.

Vakit kaybetmeden ikimizin de güllelerini çözdü. Kendi zincirini de çözerek gümüş güllemi zincirinden tutarak eline aldı. Odama gidene kadar ses çıkarmadım. Abim üst kattaki odama geldikten sonra gülleyi yatağa yakın bir yere bıraktı.

Yüzüme bile bakmadan kapıya döndü.

"Ölme," diye fısıldadım. Bu onu duraksattı. "Dayanacağını biliyorum. Bizim için hep dayanırsın. Ama umut verdiğin ve şuanda kafası karışık bir kız var."

"Bu saatten sonra yüzüme bakacağını zannetmiyorum."

"Açıklamanı dinlerse bana gel. O zaman onu korumanın bir yolunu buluruz."

"Haklıydın. Ona sadece zarar vereceğim."

"Bence sevmeyi deneyebiliriz." İnanmıyordum buna ama abimin mutsuz olmasına da dayanamıyordum. "Belki bizim de sevgimiz hayat verebilir."

Güldü. "Biz insanları zehirleriz, Sumru. Kimi kandııyorsun?"

Derin bir nefes alarak yatağa oturdum. "Belki diyorum, bizim zehrimize bağışıklığı olan birileri vardır."

"Gitmem gerek."

"Abi," ayağa kalktım. Yanında küçük kalıyordum. Aramızdaki üç yaşın bununla hiç alakası yoktu, boyu deve gibiydi. Yanına giderek sırtından sarıldım. Başımı iki kürek kemiğinin arasına yaslayarak kollarımı beline sardım. Kokusunu içime çektim. "Bırak bizden başka birisi de seni sevsin işte. Bırak da biraz olsun mutlu olmayı dene."

Büyük ve kemikli ellerinin beline dolanan koluma dokunduğunu hissettim. Birkaç saniye sarıldı sadece. Sonra kollarımdan ayrılarak bana döndü.

"Sen hangi ara bu kadar büyüdün de bana öğüt veriyorsun?" Sağ elini saçlarıma daldırarak karıştırdığında homurdanarak geriye çekildim. Ters bakışlarımdan nasibini alırken sırıttı.

"Tamam, anladık. Sen duygusallığa gelemiyorsun."

"Sen de uğraşmaya gelmiyorsun." Kapıdan çıkmadan önce bana sinir bozucu bir bakış atarak kapıyı sonuna kadar açtı.

"Abi!"

Sinirle kapıya ilerledim. Ayağımla gülleyi çekiştirip yuvarlanmasına neden oldum. Kapıyı çarparak kapattım.

Yatağa oturduğumda çığlıkvari sessizliğimle baş başa kalmıştım. Gülle yüzünden değiştirmek zor olduğu için pijamalarımı yemekten önce giyerdim.

En azından buna karışmazdı.

Kapı çalındı. Bu ritmi biliyordum. Nota'nın iki sert bir yumuşak vurduğu yumruğunun ritmiydi.

"Gel."

Nota, kafasını çekingence içeriye uzattı. Kavgayı görmemiş olmasını diledim.

"Abla?"

"Buraya gel, kaçak. Neredeydin?" Minik adımları yatağımın yanında son buldu. Cılız bedenini kaldırarak yatağa oturttuğumda yüzü buruştu.

"Ne?" Elim birden kazağının eteklerine gitti. "Babam mı bir şey yaptı!?"

Eğer Nota'ya dokunduysa gerçekten bir bıçak kapar öldürürdüm onu.

"Hayır," elleri utançla açtığım kazağını indirmeye çalıştı. "Kerimcan merdivenlerden itti."

"Öğretmenine söylemedin mi yani!? Bize niye söylemiyorsun? Ece yüzünden mi?"

Yüzü düştü. Gözlerini kaçırdı. "Söylemedim. Bir şey yoktu ki, buraya gelince acıdı. Ece'nin de suçu yok. Ne alakası var onun abla?"

"Bana koruma o kızı!" Dedim sinirle. Konu kardeşlerim olduğunda gözüm kimseyi görmüyordu. "Ece yüzünden mi dedim sana?"

"Abla valla değil." Telaşla ellerime yapıştı. Sanki onu Ece'den ayıracakmışım gibi yalvaran bakışlar attı. "Bilmiyorum ben de, yanlışlıkla oldu dedi. Ama Ece'nin bir alakası yok. Valla. Yapma bir şey."

Çekmeceden ezikler için olan merhemi alarak Nota'nın kazağını çekiştirdim. Bu sefer uslu uslu bekledi.

"Abim yarın hastaneye götürsün seni. Ve eğer yalan söylediğini anlarsam kötü olur." Merhemi sürdüğümde kazağını çekerek başını salladı.

"Abla?"

"Efendim?"

"Alin abla'yı da mı zincire vuracak babam?"

"O da ne demek?" Kaşlarım çatıldiğında elimde olmadan ters bir bakış attım. "Ne alakası var?"

"Ama abim aşağıya indi." Ayaklarını izlerken gergince salladı onları. "Abim sadece bizim için iner. Hem babam niye konuştu onunla? O konuşunca abim sinirlendi."

Görmüştü. Kavgayı görmüştü ve Alin'in de zincire vurulacağını zannediyordu.

"Olabilir. Ayrıca alakası bile yok, Alin niye zincire vurulsun? Sen düşünme bunları, hadi git uyu."

Bana çekingen bir bakış attı. Elleri yatağın kenarını sıkıyordu. "Bu gece seninle uyuyabilir miyim abla?"

Çaresizce gözlerimi kapattım. Onun içini rahatlatmak için yapabileceğim tek şey sarılmaktı. Onu da ben sevmezdim. "İyi, buraya gel."

Yatağa girerek zincirini olduğu ayağımı yatağın kenarına çektim. Yorganı üzerine örterek kollarımı Nota için açtım.

Kollarını belime dayayarak kafasını göğsüme yasladı. Biraz olsun rahatlayabilmek için kokusunu içime çektim. Kafasını kaldırdıktan sonra yanağıma bir öpücük kondurarak tekrar göğsüme yasladı.

Öpücükler, Nota için özürdü.

İşte bu kadar. Böyle bir pisliğin içinde derdimi unutabilmek için gereken tek şey Nota ve kokusu. Bir de abim ve sesi.

"Kâbussuz uykular." diye fısıldadı Nota, bir süre sonra.

"Kâbussuz uykular, ablacığım."

 

🍑

 

Kafamı çıkardığım su, kulaklarımda uğuldayarak etraftaki sesleri seçmeme engel oluyordu.

"Eğleniyor musun, güzel kızım?" Diyordu babam.

Önümdekinin mavi bir laylon fıçı olduğunu fark ediyordum zar zor. Sık nefesler alıyordum. Ciğerlerimde bir yanma vardı. Olan hiçbir şeye engel olamıyordum.

"Evet, denemek ister misin?" diyerek gülüyordum. Canıma susamıştım.

Bir hışım tekrar sokuluyordu kafam suya. Yüzüm suyla temaz ettiği an başka bir yerde kaldırıyordum kafamı.

Bu sefer ateşler içindeydim. Küçük çocuk bedenim haykırışlarıyla etrafındaki alevlerin tenini yakan sıcaklığından kurtulmak için çırpınıyordu.

"Sumru?"

"Abi!?" Elimde ve bileklerimdeki iplerden kurtulmaya çalışırken abimin yankılanan sesine doğru seslendim ağlayarak. "Abi, çok korkuyorum!"

"Sumru!"

"Sumru, uyan!"

"Ne?" Boğazımdaki kurulukla terler içinde doğruldum yataktan. Nefes nefese boğazımda kalan çığlığı esaretinden kurtarmak ister gibi elimi attım boğazıma.

"Sadece kâbus, güzelim." Abimin ellerinin terli saçlarımı geriye attığını hissettim. Gözlerimi kapattım.

Hayır, abi. Sadece bir kâbus değil.

"Tamam, iyiyim. Bir şey yok."

"Hadi." Ne istediğini zar zor anlayarak ayaklarımı yataktan sarkıttım.

"Her seferinde gelmene gerek yok, kendim halledebilirim." Abim zincirden tutarak gülleyi eline aldığında abajurun aydınlattığı odada gözlerim Nota'ya değdi. Hala uyuyordu.

"Her konuda konuş ama bunda sus, Sumru. Bozuşmayalım." Gözlerim ona döndü. Saçlarının uçlarındaki yok denecek kadar az olan nem, bu seferki işkencenin sulu olduğunu söylüyordu.

Kurulanıp gelmiş olmalıydı.

Odamdan çıkarak zemin kata indik. Tok adım seslerimiz parkelerde işkencenin melodisini bırakıyordu. Kanlı ayaklarımızın izleri görünmese de bir hayalet gibi bekliyordu.

Kanayan ruhlarımız geceleri evin içinde arayışla geziniyordu.

Ruhlarımız canlarını bu koridorda bırakıyordu.

Zincirli ruhlar koridoru.

Banyo kapısına geldiğimizde durdum. "Tamam abi, gerisini kendim hallederim."

"İçeriye gir, Sumru."

Nefesimi kabullenmişlikle bıraktım ve kapıyı açıp girdim. Siyah fayanslar her gece geldiğimde bir öncekinden daha fazla kasvetli geliyordu.

Abim, klozetin önüne kadar gelerek gülleyi yere indirdi ve çıktı. Utanç verici. Hiçbir engelim olmamasına rağmen tuvalete bile geceleri tek başıma gidemiyordum.

Utanç vericisinin, Sumru Kayalar. Utanç vericisin.

İşim bittiğinde abim yine beni odama çıkardı. İkimizin de üzerini örterek uyuyana kadar bekledi.

Uzun bir süre gözlerim kapalı düzenli nefeslerle bekledim. Saat kaçtı bilmiyordum ama saat on ikiyi geçmiş olmalıydı. Uyuyabileceğimi zannetmiyordum.

Abim yaklaşık yarım saat sonra ayaklandığında nefeslerimi düzenli tutmaya çalıştım. Varlığının ağırlığını baş ucumda hissettim.

Saçlarımın uçlarını eline aldığında ne yaptığını bildiğim için kalbim sızladı. Varla yok arası öpücüğü saçlarımın ucundaydı.

Bir süre bizi izledikten sonra kapıyı kapatıp çıktı. Kapı kapandığı an gözlerimi açtım. Abajur kapalıydı, açtım.

Üzerimdeki yorganı çekerek ayaklarımı sarkıttım ve oturur konuma geldim. Elim komidinin çekmecesindeki makasa gitti.

Unutma, Sumru. Her işkence için bir tutam. Her tutam için bir öpücük.

Zaten kısa olan saçlarımın küçük bir tutamını avucuma sığdırdım. Makası acımasızca vurdum uçlarına.

Abimin işkence çekeceğini anlayan Nota, bir öpücük bağışlardı.

Abimin işkence çektiği her an için, bir tutam saç keserdim.

Ve abim, her tutam için, her öpücük için yüzlerce yumruk savururdu.

Biz, daha doğmadan kaybetmiş çocuklardık. Bir daha kazanmaksa, ölümsüz yazılan bir kader değildi.

Birileri kazanacaksa birileri ölmeliydi.

🍑

Alin Durular~ devam

 

"Mirza ve Barlas'ın kardeşinin ne olduğunu duydun mu?" Sayenizde duymayan kaldı mı, olmadığım şeyi?

Dişlerimi sıkarak sırtımı dayadığım okul duvarına sindim. Ağzımda şeftali tozuna batırdığım lolipop'u çevirerek sinirle kıtlattım.

O kızın pembe saçlaını yolacağım!

İsmini de unuttum zaten ya! Valla delireceğim! Ya en gerekli anda ismini nasıl unutursun ya!

Aleyna mıydı lan!? Bulacağım ama o ismi. Bir hatırlasam.

"Onların zaten kardeşten yana yüzleri gülmedi. Şansa baksana, önce Arya şimdi de bu kız. Yazık anne babalarına." Kimsenin ağzını yırtmayı düşünmüyorsun, Alin.

Sen yapmadın bir şey, niye sinirleniyorsun?

Gözlerimi kapattım. Asıl size yazık be! Allah'ın ders çalışmak yerine dedikodu yapıp günah kasan mendeburları!

Sırtımı duvardan ayırarak at kuyruğu olan saçlarımı omzumdan attım ve çantamın kolunu düzelttim. Her zamanki Alin olma zamanıydı.

Umursama. Çünkü kimse zamanında senin ne halde olduğunu umursamadı. Sen de kimin ne düşündüğünü umursama.

Bitirdiğim lolipop'un çubuğunu çantama atarak fermuarı kapattım. Bugün için bir hatıra.

Zaten dedikoducular hariç kimsenin de umrunda değildim. Son senesindekiler bir de nasıl bu tür şeylerle uğraşıyorlardı ki? İnanılmazlar.

"Neden herkes size bakıyor?" diyen Ardıç'a Sumru'dan kaptığım yan bakıştan attım. Evet, hala peşimdeydi! Okulun kapısına kadar geliyordu!

"Belki de yanında bir izbandutla gezen tek kişi olduğum içindir."

"Bir şeyler duydum. Eğer isterseniz onlara-"

"Gerek yok." Elimi sıkıntıyla kalırdım ve durdum. "Ben hallederim. Ayrıca, sen nasıl benden bu kadar emin konuşuyorsun da onları engelleyeceksin? Belki yaptım?"

Gözleri kısıldı. Eli ensesine gittiğinde nefesini sıkıntıyla verdi. "Söylenenleri yapan birisi sizin kadar sakin kalamaz diye umuyorum. Ya da tam tersi olup ortalığı yıkmalıydınız."

"Yapacağım zaten." Yürümeye devam ettim. "Öyle bir yıkacağım ki, bir daha benimle muhattap bile olamayacaklar."

Ardıç, kapının önünde kalırken sınıfa çıktım. Fısıltıları görmezden gelerek Sumru'nun yanına oturdum. Elindeki telefonla ilgileniyordu.

İlk ders için edebiyat defterimi çıkarıp masaya koydum. İlkokul çocukları gibi kalemimi silgimi de koyunca rahat rahat geriye yaslandım.

Ben işimi bitirince Sumru telefonunu sertçe sıraya bıraktı. Donuk bakışları bana döndü. "Ehehe, günaydın Sumru'cuğum. Bugün de çok neşelisin bakıyorum da. Valla sen bir güldün, aydı yani günüm."

Gözleri kısıldığında ters bakışları sorgular bir hal aldı. "Günaydın."

Yanaklarımı şişirerek sıkkın nefesimi bıraktım. Ellerimi sıraya dayadım. "Tamam, sor hadi. O bakışların beni burdan Afrikaya'ya koşarak gitmek için ikna ediyor."

"Hakkındaki dedikodulara göre fazla neşelisin." Yanlız bu açık sözlülükle seni dokuz değil doksan dokuz köyden kovarlar.

"İnsanların ne düşündüğü umrumda değil." Gözlerimi kapatarak kafamı duvara yasladım. "Ben ne olup olmadığımı biliyorum. Bunu düşünen kişi kim olursa olsun, ayakta kalmaya devam ederim."

Sumru, birkaç saniye gözlerini dikip beni izledikten sonra telefonuna döndü. Çantamdan matematik testimi çıkarıp çözmeye başladım. Bir şeylerden kaçmak için matematiğe sığınacağımı düşünmemiştim hiç.

Çok bunalmıştım. Çok yorulmuştum. Yaşamıyordum. Ama mecburi nefes almaya devam ediyordum. Nefes aldıkça ayakta durmaya devam edecektim. Etmeliydim.

Ben dokuzuncu sınıfı okumadım galiba. Bu nasıl bir üçgen? Nasıl bir kare? Kare mi üçgen mi? Kanatları var valla.

İyi değilim. Beynim yandı şuan.

"Bak."

Testin üzerine koyulan telefonla gözlerim sorudan mesajlaşma olan ekrana döndü. Sumru, telefonunu uzatmıştı.

21 ocak

Abim: Nota'ya jelibon almayı unutma

23 ocak

Abim: Eve dikkatli gir

 

Bugün

Siz: Haklıymışsın.

Siz: Gerçekten iftiraymış.

Abim: Biliyorum.

Siz: Nereden anladın?

Abim: Bakışından.

Siz: Gözler yalan söyler, abi. Güvenmemen lazım.

Abim: Ona mı? Yoksa çocukluğunu haykıran gözlerine mi güvenmeyeceğim? Gözler yalan söyler, Alin'in bakışları değil.

Yutkunarak bir süre ekrana baktım. Bu kesinlikle aptallıktı. Bir insan bir insana bu kadar güvenebilir miydi? Hem de gözlerine? Bakışlarına?

Kaç gün olmuştu buraya geleli? Bir hafta mı? Sanki yıllar olmuş gibiydi.

Asil'in güveni altında ezildiğimi hissettim bir an. Omuzlarımın hayalimde çöktüğünü düşündüm.

Bir insan bir insana bu kadar güvenmemeliydi. Güvenemezdi.

Gözlerim Sumru'ya döndü. Aynı donuk bakışlar gözlerinde hüküm sürerken tehtidkâr birkaç parıltı süslemişti kahvelerini.

"Okudun değil mi?" Telefonunu çekerek çantaya attı. "Eğer abimi üzecek tek bir şey yaparsan, sadece üzülmekle kalmazsın."

Ayağa kalktığında yutkundum. Bugün, yapacaklarım geldi aklıma. Yapmam gereken şeyi bir ders önce yapmalıydım. Onlar eve gelmeden yapmalıydım.

Ellerini masaya dayayarak eğildi ve gözlerini gözlerime kilitledi. "Ben senin iftira olayını çözeceğim, sen de her ne yapıyorsan yapmaya devam et."

Kaşlarım havalandı ama sesimi çıkarmadım. Bir başkası olsa umursamayıp susacağım kelimelere sırf Sumru diye katlandım. Sustum ve dinlemeye çalıştım.

Evet, her ne yapıyorsam yapmaya devam edeceğim.

Sumru gittiğinde okula bu kadar erken geldiğim için içimden şeftalisinin köküne kadar sövdüm. Kafamı sıraya yaslayarak baş parmağımla diğer parmaklarıma dokunmaya başladım.

Bir, iki, üç, dört, sorun yok.

Bir, iki, üç, dört, umursama.

Bir, iki, üç, dört, kimseye güvenme.

"Sanırım, bir beste olsaydın çok sıkıcı bir beste olurdun."

"Git başımdan, Barlas."

"Üzülme, dinlemesi zevkli olurdu. En azından benim için."

"Ne istiyorsun?" Sıcak nefesimi sıraya bırakarak kafamı kaldırmadan konuştum.

"Abimler halletti, üzülme." Kaşlarım çatıldı. Barlas'ın ses tonundaki minik bir kırıklık aklımı karıştırdı. Kafamı kaldırdım.

"Neye üzülmeyeceğim, abinler neyi halletti ve abimler derken kimleri kast ettin?" Gözlerini kırpıştırarak dizlerini kırıp eğildiği yerde bana kirpiklerinin altından masum bakışlar attı.

Yemezler.

"Şu iftira olayına," gözlerini kapatıp içli bir nefes aldıktan sonra ayağa kalktı ve önümdeki sıraya oturdu. Bacaklarını iki yanıma uzatarak kafasını bana eğdi. Ellerinden birisinin yanağıma dokunduğunu hissettiğimde yutkundum.

Ne yapıyordu?

"Bak," gözlerime kilitlendi ama bildiğim tek şey beynimin algılamayı kestiğiydi. Gerçekten ne yapıyordu? "Belki çok kısa bir zaman oldu. Ama senin hakkında bildiğim çok az şeyden birisi de böyle bir şeyi yapmayacağın. Hem, yapsan bile bu sadece seni ilgilendirir. Yapsan bile kimsenin konuşmasına izin vermezdim."

Sıcak avuçları yüzümü iki yanından kavrayarak başımı kendisine çekti. Eğilerek alnıma bir öpücük kondurduğunda elimden sadece gülümsemek geldi.

Duvar ardındaki küçük Alin, duvarın kenarına elini yaslamış gülümseyerek bizi izlemekle meşguldü. Kardeş, diye fısıldadı.

"Üzülme, ikiz." Geriye çekilip sırıttı. "Biz her şeyi hallettik. O kızlar bir daha senin hakkında konuşamayacak bile."

"Bunu kendim halledebilirdim." Sırtımı duvara yasladığımda elleri yüzümden koptu. Boşta kalan ellerini sıraya dayadı. "Size ihtiyacım yoktu."

"Biliyorum," bana bakarken gözlerinin ışıldadığını görünce dilimi ısırdım. Lanet şeftali, bağlanma be kızım. Bağlanma. "Önemli olan yardım istemediğinde de yardım edebilmek. Kimse," bir elinin işaret parmağını göğsüne dayadı. "Bizim kız kardeşimize zarar veremez."

Duraksadı. Gözleri kısıldı. "Gerçi Asil abinin orada ne işi vardı bilmiyorum, bu aralar garip davranıyor."

Demek o da oradaydı. Ama bu çocuk bu aralar bir gözüme giriyordu sanki.

Neyse Alin, sen yine de düşünme. Ne olur ne olmaz.

"Ne yaptınız?" Gözlerimi kapatarak olduğum yerde yayıldım ve dirseklerimi Barlas'ın iki yanımdaki dizlerine yasladım. Baya sarmaş dolaştık yani. "Pembe saçlı İlayda'nın saçlarını siyaha boyayıp kestiniz mi?"

"Kızların saçlarına dokunmayız," sanki bir kanun belirtir gibi söylediği şeye sırıttım. "Onlar için önemliler. Onlar kendi aralarında hallediyorlar zaten saç başa girerek. Biz sadece konuştuk."

"Yaa, onları nasıl engellemeyi planlıyorsunuz peki?"

"Bilmem. Abimle Asil abi halledecek. Ben sana haber vermeye geldim."

Gözlerim hayretle açıldı. "Lan o iki deliyi aynı ortamda mı bıraktın?"

"Evet?" Kaşları sorgular bir ifadeyle havalandı. "Ne var?"

"Lan o ikisinin ne yapacağı belli mi olur, yürü gidelim ya!"

"Nereye!?"

"Onların yanına."

 

🍑

 

"Biraz sakin olmayı dener misin?" Sırtını ve tek ayağını yasladığı duvarda kollarını bağlayarak bana söylenen Mirza'ya hayret dolu bir ifadeyle baktım.

"Lan ne sakini, ne sakini!? Kız benim yanağımı öptü diyorum! Gülümsedi ve yanağımı öptü lan! Doğruyu söyleyin ne yaptınız?"

Ben buralara bir geldim, pembe saçlı öpmüştü beni. Tabii, adi da Alisya'ymış. İlay diğeriydi, ben ikisinin ismini birbirine eklemişim galiba.

Yanağımı kaç kere sildiğimi bilmediğim mendilin diğer tarafını çevirip bir daha sildim.

"Üzümünü ye, bağını sorma şeftali." Asil, sus. Sen şeftali dedikçe bana bir haller oluyor. "Ayrıca güzel sil, mikropludur dudağı falan. Öptü bir de."

Ağzının içinde homurdandıklarını da söylesen ne güzel olurdu, ama şuan o kızın salya kalıntılarıyla uğraşmakla meşgulüm.

"Oğlum sen hayırdır?" Mirza birden kendi duvarından ayrılıp Asil'in yaslandığı yere ilerledi. Zaten koridor dardı. "Konu benimki olunca hep içindesin?"

Benimki derken?

"Seninki derken?" diyerek iç sesimi yansıttı Asil.

"Alin işte."

"Ulan dangalak!" Arkasından gidip zaten sönmeyen hararetimle kolumu uzatıp ensesine yapıştırdım. "Ben nereden seninki oluyorum?"

"Kızım bak seni döveceğim!" Elini ensesine atarak bana dönünce dil çıkardım.

"Anneme söyleyeyim de gör kim dayak yiyor!"

"Annemi karıştırmasana kızım sen!"

"Hayırdır sen? Kızım falan? Abilikten babalığa mı terfi ettin, söyle de bilelim yani. Valla derim babama oğlun bana kızım diyor diye."

"Akan abim haklı yemin ederim!" Geriye çekilip sinirli bakışlarını bana dikti. "Bu kızla beş dakika fazla duran insan boğazına yapışır!"

Asil yapışmadı ama n'aber?

Ne diyorum lan ben.

Berkay ve İldem de yapışmıyor yani. Gerçi ben ilk sene Berkay ile saç başa kavgaya girmiştim. Tanışma hikayemiz mükemmeldi.

Kantinde beklerden birisi birisini ellemiş. Ben de Berkay zannedip saldırmıştım. Biz bir yana elleyen kişi kızın kız kankisiymiş.

Ben Berkay saçımı ellemesin diye savaş verirken bir yandan da Berkay'ın saçımı yolma girişimlerini engellemeye çalışıyordum. Tabii, en sonunda yedik uyarıyı saç baş dağınık derslere girdik.

İşte, maksimum arkadaşlık hikayem.

"Ben sizin birbirinizi boğazlamanızı izlemek zorunda değilim," diyen Sumru en başından beri sessizce bekliyordu. "Gidip az ötede ölün."

"Sumru." Diye uyaran Asil hem benden hem de Sumru'dan bayık bakışlar aldı.

"Tamam." Ellerimi havaya kaldırıp az önceki heyecanımı üstüme aldım. "Ne yaptınız?"

"Ben küfredeceğim ama şimdi!" Deli Mirza'yı muhattap almayı keserek bu sefer Asil'e döndüm.

"Asil?"

Kaşları havalandığında yüz ifadesinden eğlendiği belli oluyordu. "Şeftali?"

"Sana nektari alacağım."

"Ya, ne kadar güzel."

"Ne yaşıyorsunuz lan?" Tanımadığım çocuk, kimsin bilmiyorum ama bir sus.

"Deliyle deli olma Bars." Yav, çok üzüldüm ama bak.

Asil'e doğru sırıtarak bir kaç adım gittiğimde bir şey enseme yapışıp beni geriye çekti. Refleksle çakacak gibi olsam da kendimi dizginledim.

Asil, birden geriye çekilmemle duvardan ayrıldığında bana geleceğini anlayıp arkamdaki eli çekiştirdim.

"Ulan bıraksana, ne yapıyorsun!?"

"Sana Asil yasak!" Mirza, derdin ne lan benimle?

"Ben ne alaka ya?" diye çemkirdim. Gömleğimin yakasındaki elini koparamayınca kendimi kıç üstü yere attım. "Sal beni, sensin yasak!"

"Bunların hepsini Karya ablaya söyleyeceğim." diyen Asil, yasak kelimesini duyduğu andan beri Mirza'ya ters bakışlar atıyordu.

"Git, selamımı da söyle." Mirza, beni yerden çekerek kadldıramayacağını anladığında oflayarak eğildi ve birden kucağına aldı. "Uslu dur biraz."

"Kedi miyim lan ben?" Tırnaklarımı ensesine geçirerek kafamı kafasına çarptım. "Bırak, sensin uslu!"

Belimi sıkarak kafasını geriye attı. "Ensemdeki elin öyle söylemiyor ama!"

"Kediyim ulan!" Elimi omzuna bastırarak yükselmeye çalıştığımda beni belimden tutarak bedenine sabitledi. "Lan bıraksana, okuldayız yürürüm ben."

"Çok konuşuyorsun."

Yani, tamam. Belki azıcık naz da yapıyor olabilirdim. Yoksa şimdiye bunun yüzünü falan yırtardım tırnağımla.

Debelenmeyi bırakarak kafamı aşağıya sallandırdım. Gidiyordum valla. "Yürüyen asansör." Diye homurdandım.

"Arkadaşlar!" Tersten gördüğüm insancıklara elimi koluku salladım. "Ben gidiyorum, bensizliğe arr yuuu reeiidyyyyy!?"

"I am not ready, şeftali. Ama olsun bekleriz."

"Ay ne diyorsun? Benim ingilizcem kıt. Ben recep ivedikten öğrendim bunu!"

"Yok bir şey, kafanı kaldır!"

 


Kestikk!!! 5848 kelime vıdı vıdı

Burası Burhan'a sövme butonu jfkskxks

Diğer bölüm ekşınlı haaaa

Allah'a emanet💅

 

Loading...
0%