Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18_* Binbir gece

@cennomi

Şuaraya kitapların istagram hesabını bırakayım. Yeni bölüm alıntısı ve bölüm sonrası fotoğraf atacağım. Ama şey, bu şeftalinin 34. Bölümünden spoi yersiniz. Ona göre bakın. Zaten yeni olduğu için bir tane attım, abartmaya gerek yok.

https://www.instagram.com/yazarcennomi?igsh=bDl3MTcyamplY3Vh

Keyifli okumalar♡

 

"Kanka rüyamda örümcek adamla sarma sarıyordum, anlamı ne sence?"

"Ben de rüyamda musluktan akan sudan balık arıyordum." diyerek karşılık verdim Berkay'a. Rimeli sürerken bir yandan aynadan kendimi izliyor, diğer yandan da Berkay ve İldem ile görüntülü konuşuyordum.

"Siz ikiniz şu saçma salak şeyleri ne zaman bırakacaksınız?" İldem'e cevap Berkay'dan geldi. "Sen teknolojik zımbırtılarından ne zaman vazgeçersen o zaman, robotik zeka."

"Bir daha sana yazan kızları stalklamak istediğinde yanıma gelme, Berkay."

"Tamam kızılım, demedim bir şey. Sinirlenme hemen, çok seviyorum ben seni."

"Ay neyse," gözüm tuvaletin kapısına kaydı. "Kimse gelmeden kapatayım ben, önemli bir işim var."

Okulun tuvaletinde sondan önceki dersin zilinin çalmasını bekliyordum. Herkes derse girdiğinde Burhan'a mesaj atacaktım.

Operasyon başlıyordu da benim operasyondan haberim de yoktu. Bildiğim tek şey kameralı kolyeyi takıp içeriye gireceğimdi, Ahmet abiye ben halledeceğim dedim ama her şey doğaçlama olacaktı.

Biliyorum, çok zekiyim. Söylemenize gerek yok.

Amaç, bir kadını kurtarmaktı. Bunun ne Asil ile, ne Sumru ile, ne de Nota ile ilgisi vardı. Haksızlığa gelemiyordum. Hemcinslerime karşı ayrı bir zaafım vardı nedensizce.

Bir dakika ya, ben kadının adını da bilmiyordum?

"Yine ne yapacaksın?" Berkay'ın bezgin tonlamasıyla gözlerim aynadan telefonuma kaydı. "Çok mu gerekli yani yapacağın bu şey?"

Yutkunduğumda durgun ifadem ikisinin de kaşlarının çatılmasına neden oldu. Berkay çok nadir görülen ciddiyetiyle ekrana yaklaştı. Berkay, okulda beden dersindeyken İldem hasta yatıyordu evde. Hâlâ atlatamamıştı, zaten sürekli bademciği yüzünden sorun yaşıyordu.

Ameliyat olmak için on sekiz yaşına girmeyi bekliyordu. Onun için her şey özel olmalıydı. On sekiz olduğu gün amaliyata girmek ve dondurmadan bir pasta yemek istiyordu. Ailesi zorlasa da, sürekli hasta olmasına rağmen beklemeye devam ediyordu.

İldem, pek anlayabileceğiniz bir tip değildi. Kendini dile getirmediği sürece asla anlayamazdınız. O bayan gizemdi.

"Ne oluyor, kardeşim?" Gözlerim Berkay'ın ekrandaki görüntüsünde tekledi. Kan kardeşim. Ama kardeşten öte olan insan. İkisi de kardeşten öteydi benim için. "Sorun mu var? Birisi bir şey mi yaptı orada? Bak yaptıysa söyle, alırız ense tıraşını."

Dolmasın gözlerin, Alin. Hiç mi önemsemediler seni? Söyle, hiç mi sevmediler?

"Sokak serserisi," dedim yarım ağız gülümserken. Gözlerim ondan İldem'e kaydı. Çoğu zaman durgun ve sakin bir deniz olan gözleri birçok duyguyu saklıyordu harelerinde. Endişeliydi. "Ense tıraşını almanız gerek çok insan var ama bugün sıra benim."

"Ne yapmayı planlıyorsun?" İldem, düşünceli gözlerle izliyordu ekranı. "İyi olacak mısın?"

"Olacağım." Rimeli çantama atarak omzuma taktım. "Birilerinin hayatına küçük bir dokunuş yapacağım."

"Söylemeyecektim, süpriz yapacaktım ama," gözlerim ekrana döndü. Berkay, kanka yüzündeki sırıtış hiç hayra alamet değil. "Ben Adana'ya geliyorum."

Bir kaç saniye ortam keskin bir sessizliğe büründü.

"Ne?" Diyebildim bayıkça bakarken. "Dalga mı geçiyorsun?"

Güldü. Şaşkın sıfadım onu eğlendirmişti. "Niye dalga geçeyim? Ağlayarak annemin kapısında yattım ben geceleri. Babam kovdu odama. Ama sonunda ikinci dönemi senin yanında okumak için izini kopardım. Dönem bitmeden yanındayım. Haftaya zaten kimse okula gitmez, gezeriz bol bol."

"Ama ben görevliyim," kelimeler dudaklarımdan kendime lanet ederek çıktı. Ulan ben nereden bilecektim Berkay'ın yanıma geleceğini? Yarın çalışmaya başlayacaktık.

Hay şeftalisini ama ya.

Elalemin başına sorun olalım derken kendi başımıza çorap örmüştük, iyi mi?

"Ne görevlisi?"

"Hani ben okulun ilk günü bir kavgaya karışmıştım ya, anlatmıştım. Müdür de amcam çıktı benim bu arada. Müdür ailelere haber vermesin diye ben bir festival fikri attım ortaya. Kavgaya karışanlar festivalde görevli olacaklardı. Hazırlıkları onlar yapacaktı." Durdum ve gerisini anlamalarını bekledim.

"Ve sen de kavgada olduğun için görevlisin." diyerek grubun sözcüsü olduğunu gösterdi İldem. Kafamı salladım.

"Kapatın ya, kapatın." Diye homurdandı Berkay. Yüzü yetmezmiş gibi sesinde de huysuzluk vardı. "Ben anneme yalvarmaya gidiyorum, hemen alsınlar kaydımı."

"Kolay gelsin, kardeşim." Dedim dudaklarımı birbirine bastırıp sırıtmamı engellemeye çalışarak. Resmen sırf benim için Adana'lara geliyordu. Yerdim ama ben bu çocuğu.

Sonra birden sırıttı. "Kanka, geliyorum ama ben cumhuriyet altını isterim. Ha o sana az dersen Adana burması güzel olurdu. Aşiret kızısın sonuçta."

Dertli bir nefes alarak boş bakışlarımı Berkay'ın sırıtan görüntüsüne hediye ettim. "Ben daha yiyemedim parayı, bir de sana mı alacağım burma? Alsam kendime alırım lan."

"Ne yani? Kimse altın takmadı mı? E filmlerde böyle olmuyordu?"

"Biz filmde miyiz, Berkay?" Telefonumu da alarak kapıdan çıktım. Daha fazla asit koklamaya niyetim yoktu. Ya da nikotin.

"Kanka zaten senin hayatının filmden ya da kitaptan farkı yok ki," haklı haklı konuşma Berkay. Yoruyorsun. "Ama ben biliyorum yani, kesin takarlar. Tek ümidim berdel olayına karışmaman."

Adımlarım teklediğinde toparlanarak yürümeye devam ettim ama telefona ters bir bakış atarak. "Babam kız kaçırsa, yine evlenmem yani. Delirtme beni, sen zaten şom ağızlısın kapat çeneni. Başıma gelirse seni giyindirip önlerine atarım bak."

"Ooo," dedi Berkay sırıtarak. İldem genelde susup dinleyen taraf olurdu. "Duydun mu kıvırcık? Evleniyorum, şanslısın yine. Aşiret gelininin kankisi olacaksın."

"Herkes Adana'da bu aralar." Keskin bir dönüşle konuya girdi, İldem. Ben de bu sırada müdür bey amca'nın odasına doğru yürüyordum. Koridorda tek tük öğrenciler vardı. "Abim de dün ilk uçakla Adana'ya gitti. Operasyon varmış galiba." Sustuğunda tekleyen kalbimle gözüm ekrana döndü. "Senin bununla bir alakan var mı, Alin?"

Size tavsiye, çok zeki insanlarla arkadaş olmayın. Yediğiniz her boku anında anlıyorlar ya. Mesela Berkay, işi gücü eğlence. Berkay ideal arkadaş.

Ben susup ekrana boş bakışlar attığımda Berkay'ın küfrederek ayağa kalktığını gördüm. "Gerizekalı! Neye bulaştın sen yine!?"

"Sadece," dilimi ısırdım. Söyleyemezdim. Bir başkasının yarasını en yakınım da olsa söyleyemezdim. "Güvenlik için."

"Yüzlerce olaya karıştın," dedi İldem. Bir sorgu yargıcı gibiydi. Gibisi fazlaydı. "Ama hiçbirinde güvenlik için polise ihtiyacın olmadı. Bu kadar tehlikeli olan şey ne?"

"İlk uçakla oraya geliyorum, Alin." Berkay'ın tehtidkar sesiyle adımlarım kesildi. O çok nadir ciddileşirdi. Tehditkâr sesiyse duyabileceğiniz bir ton değildi. Ekranı iyice yüzüne yaklaştırdı. Dişlerini sıkıyor olmalıydı ki çenesi gerilmişti. "Eğer geldiğimde tek bir yara almış olursan, bu işin içindeki herkesin yedi ceddini-"

"Tamam, tamam." Sıkıntılı bir nefes aldım. "İşim bitince arayacağım sizi. Söz veriyorum, sağ olacağım. Abartmayın, biz sadece liselileriz."

"Ama sen mafya kızı gibi davrandıkça ben kendimi liseli gibi hissedemiyorum!" Diye çıkıştı Berkay. "Ben uçak seferlerine bakıyorum. Bu gece aramazsan uçak yoksa bile koşarak gelirim."

Güldüm. "Sen delisin."

"Siz akıllısınız çünkü."

"Ben ne alaka be!"

"Sus, teknolojik zımbırtı. Sinirlerim bozuldu. Yanına geliyorum, çikolata al bana."

"Olur beyefendi."

Telefonu kapattığımızda Ahmet abiyi aradım. Çalar çalmaz açtı.

"Alo, çıktın mı Alin?"

"Bana Adana'ya geleceğini söylemedin abi, niye benim haberim yok?" Kandırılmaktan hoşlanmıyordum.

"Son dakika gelişti. İzin çıkacağından ümidim yoktu, çıkınca ilk uçakla geldim. Saat geç olmuştu haber veremedim."

"Tamam," başım ağrımaya başlamıştı. "Çıkmadım ben daha. Müdürden izin almam lazım, kaçmak için yorgunum. O yüzden sen amirlik becerilerini kullanıp bana izin alacaksın."

"Başka bir konuda olsaydı direkt seni nezarethanye alırdım," diye homurdandı. "İyi beni müdüre bağla."

"Ben telesekreter miyim be! Bekle gidiyoruz işe odasına."

"Homurdanma abiye."

"Aman ne abi."

Sonunda müdür bey amca'nın odasına geldiğimde kapıyı çalarak içeriye girdim. Masasında gözlüklerini takmış, bir kaç beyaz kağıdı düzenliyordu.

"Hocam?"

"Hayırdır, Alin?" Pek hayır değil ama olacak inşAllah ya. Halledecegim ben onu.

"Telefon var," içeriye girdim ve kapıyı kapatıp telefonu ona uzattım. Bana temkinli bakışlar atarak telefonu aldı.

"Alo?" Gözleri kısıldığında bana pek hayırlı olmayan bakışlarla bakıyordu. "Buyrun komiserim, benim." Önüme gelen minik saçları kulağımın arkasına tıkıştırdım. "Elbette, anlıyorum. Ama henüz reşit olmayan bir gencin sizin operasyonunuzda ne işi olabilir ki? Ailesinin haberi var mı?"

Derin bir nefes alarak elindeki kalemi bıraktı. "Tabii, tabii. Gizli diyorsunuz. Peki yazarım. Ama ailesine sağ salim ulaşması gerekiyor... Hayır elbette size koruyamayacağınızı falan ima etmiyorum. Estağfirullah... Tamam, Allah'a emanet komserim. Kolay gelsin."

Ahmet abi alınganlık yapmıştı galiba. Müdür bey amca izin kağıdını yazıp bana uzattı. Tam elinden alacakken kağıdı avucuna çekti. Kaşlarımı kaldırdım.

"Ne yaptığını bilmiyorum, genç hanım." Bana uyaran bakışlar attı. "Tam seninle anlaşacağız derken abimi üzecek bir şey yaparsan, bozuşuruz."

Demek müdür bey amca küçük kardeşti.

"İzin kağıdını alabilir kiyim, hocam?" Sahte olduğu çok belli olan bir gülümseme sundum. "Siz merak etmeyin, ne yapıp ne yapmayacağımı biliyorum."

"Herkes bunu söyler, önemli olan bildiklerini yapmaktır."

"Dediğim gibi, merak etmeyin."

 

🍑🍑🍑

 

"Dediğim gibi, kolyenin etrafı görebileceğinden emin ol. Seni Aylin hanımın olduğu yere götürmesini sağla. İstihbaratın doğruysa yakaladığımız tek bir görüntü bile yeterli olur."

Ahmet abi'ye kafamı sallayarak üzerime geçirilen çelik yeleğin ağırlığıyla düşmemek adına Yeliz'e tutundum. Yeliz, yeni atatan bir polis memuruydu ve ilk görevini benimle gerçekleştiriyordu.

Kızda travma olmasaydım iyiydi. İlk görevi ben olduğum için şükretmeli mi yoksa dua mı etmeli bilemiyorum. Sabır yağmurunda şemsiyesiz kal Yelizciğim.

Müdür bey amca beni öyle kolay salmamıştı. Nereden bileceğim gerçekten polis olduğunu ben, diyen sesi hala kulaklarımdaydı. Ahmet abi iki kişiyi kapıya göndermek zorunda kalmıştı.

Şuanda karakolda beni operasyona hazırlıyorduk. Sonuçta insan ölüme de gitse güzel gitmeliydi dimi. Çıkmadan bir parlatıcı sürelim de ölürsek afilli ölelim.

Başka derdimiz yok bizim. Süslenelim yeter.

"Tekrarlıyorum, Alin." Bıkkın bir nefesle yüzümü Ahmet abi'ye çevirdim. "Çok dikkatli olacaksın. En ufak bir tehlike sezersen kolyenin taşını bastır."

"Ahmet abi, ben de tekrarlıyorum. Sakın taşı bastırmadan dalmayın. Kadına bir şey yaparsa yaptığımız her şey boşa gider."

Ahmet abi üzerimdeki çelik yeleği kontrol ederken odanın kapısı çalındı ve cevabı beklemeden açıldı. Ahmet abi benden uzaklaşırken yeleğin üzerine gömleğimi geçirdim. Gömleğin altında siyah kışlık bir badi vardı. Badinin üzerine geçirmiştik yeleği.

Gömleğimin düğmelerini iliklerken aynı zamanda arkamı döndüm. Kapıda Ahmet abiden rütbeli olduğu belli olan bir polis vardı. En fazla otuzlarında diyebileceğim birisiydi. Siyah saçlı, mavi gözlü bir adamdı. Vücudu kalıplıydı ve cüsseliydi.

Yalan yok, yakışıklıydı ama benim maksimum yaş aralığım altıydı.

Beni baştan aşağıya düz ve duygusuz bir ifadeyle süzdükten sonra bakışları Ahmet'e döndü. "Bu kız küçük."

Ayıptır yani. Ben az önce kendime alamam ama başkasına yaparım diyordum seni. Kırdın kalbimi.

"Önemli olan boy mu, yaş mı yoksa bilgi mi?" Diye karşılık verdim. İnsanlar bana nasıl gelirse öyle giderim diye bir felsefem yoktu, ruh halime göre devam ediyordum yola. Mantık falan hak getire.

Bakışları bana döndü. Bir süre düz düz birbirimize baktık. İki kovboydan pek bir farkımız yoktu.

Sonra elini uzattı. "Sezgin Durular."

Ananı şeftalinin kökünü! Akrabaya yakalandık lan!

Elini tutarak sıktım. "Alin Durular."

Aynı anda gözlerimiz kısıldı. Etrafta bir sessizlik hakimdi. Gözlerimizse çoktan konuşmaya başlamıştı. Aynı anda sen de kimsin lo, diyorduk.

"Kimin kızısın sen?" diyerek o başladı.

"Sen kimin kardeşisin?" Diyerek devam ettirdim. Dertliyim yemin ederim, herkes mi akraba lan bu Adana'da?

Okul müdürü, şirket yöneticisi, polis amiri, doktoru, boksçusu, suçlusu...

Geriye bir pilot kaldı. Onu da ben olayım bari. Şaka ama komik değil.

"Annem, Firuze. Babam, Süleyman. Yedi kardeşiz." Diyerek güzelce bir soyunu özetledi.

Firuze teyze, Süleyman amca, siz de neymişsiniz? Resmen her gece bir çocuk. MaşAllah yani, belinize kuvvet.

Tamam anasını babasını dedi de, ben bir kendi anamı babamı biliyorum. Nereden tanıyacağım ki bunu?

"Babam Vural, Annem Karya. Çocukken karıştığım için buraya İstanbul'dan katılıyorum. Şeftali seviyorum, annemlerin haberi olmazsa sevinirim. Bu kadar."

"Vural benim abim," diyince hafiften içimde bir mehter marşı çalınmaya başladı. Dım dı dı dım dım. Geliyor toplar, savulun kafirler. "Ve seni sağ salim eve bırakacağım. Dikkatli ol, abimden bu yaşta dayak yemek istemem."

Yaşasın abi korkusu. Benden uzak Sezgin'e yakın olsundu.

"Tamam," elimi elinden çektim. Düğmelerini iliklediğim gömleğin üzerine mavi kazağımı geçirdim. "Gidelim."

"Gidebilir miyiz, amcacığım de bakayım."

"Küfredeceğim bak!"

"Polise hakaret ha? En az altı ay."

"Küfretmeme son bir!"

"Yengeme söylerim yersin terliği." Anlaşılan kendisi de tadına bakmıştı.

"Gidiyoruz yoksa kendimi pencereden atarım!"

"Burası birinci kat." Diyerek güldü. Yeğeni çıkınca beyefendi pek bir rahat olmuştu. "Düşsen de ölmezsin."

"Takdiri ilahi. İnsanlar uyurken bile ölüyor belki ben de bir yerlerimi kırarım, Sezgin yaptı derim."

"Sezgin değil amca."

"Sezgin hala derim görürsün bak!" Enseme gelecek olan darbeyi son anda savuşturarak odadan fırladım.

MazAllah, polis bu adam, bir vursa Allah'ıma kavuştururdu yani.

Tecrübeler izin vermese de yalpalamaya bile niyetim yoktu.

 

🍑🍑🍑

 

Bir, iki, üç, dört, derin bir nefes al. Çünkü hayat yaşamaya değer. Ölsen bile gülümsemeye devam et, çünkü insanlar can kırıklarına bastırmaya devam edecekler.

Gülümse, çünkü güneş her zaman doğmaya devam edecek. Senin için batana kadar gülümse. Gözlerin ağlamasın kimseye.

Ağaçların geçip gittiği yol, bir yağlı boya tablosundan farksızdı. En yetenekli ressamın elinden çıkan en güzel şaheserdi.

Telefonum titrediğinde gözlerimi taksinin camından çektim. Çıkmadan önce Burhan'dan evinin konumunu istemiştim. Evi şehir dışında, bir ormana yakındı.

Çığlıkların duyulmayacağı bir yerdi.

Telefonumu çıkarıp gelen mesaja baktım.

Nektari soyu: Seni bulamıyorum, Şeftali. Neredesin?

Siz: Beni kayıp mı ettin yoksa?

Nektari soyu: Seni kayıp etmedim. Sadece bulamıyorum. Neredesin?

Siz: Okulda değilim. Neden arıyorsun beni?

Nektari soyu: Bir sorun mu var?

Siz: Yok

Nektari soyu: Bana gerçekten çok sevdiğin bir şey söylesene.

Siz: Neden?

Nektari soyu: İhtiyacım var, söyleyecek misin?

Siz: Rüzgarı hissesebilmeyi seviyorum, en başından beri.

Nektari soyu: Teşekkür ederim.

(16.21)

Nektari soyu çevrimiçi.

Siz: Bana en korktuğun şeyi söyle ama dürüst ol.

(16.23)

Nektari soyu: Neden? Benim için ondan kurtulacak mısın?

Siz: Evet.

Siz: Senin için ondan kurtulacağım.

Nektari soyu: Yapamazsın ama olsun. Annemi kaybetmek.

(16.24)

Siz: Kim bilir?

(16.26)

 

Belki annesinin yaşadığını bilmeseydim, saçma bir korku olduğunu düşünürdüm. Ya da zaten en büyük korkusunun gerçekleştiği birisini hiçbir şeyin yıkamayacağını falan düşünebilirdim, şuan emin olamıyordum. Ancak şimdi annesinin ölü gösterilen ve işkence gören bir kadın olduğunu bilirken oldukça yaralayıcıydı.

Ben hiçbir zaman böyle değer verememiştim anneme. Karya annem geldiğinde ancak tadabiliyordum böylesi güzel bir şeyi. Ve bu, beni karıştıran hemşireye sürekli sinir olmama neden oluyordu.

Öteki tarafta yapışacaktım ama yakasına, niyetlendim bunu yapmaya.

Telefonun içindeki her şeyi silip sıfırladıktan sonra hattımı çıkarıp çantama koydum. Böyle bir adamın aldığı bedava telefonu bile kullanmak istemiyordum.

O derece kinliydim adama.

"Bacım geldik." İçten içe irkilsem de bedenime yansıtmadan taksiciye döndüm. İstediği parayı Akan'ın kartından önceden çektiğim miktardan verdim.

Eğer geç kalırsam ve kredi kartı ödemelerine bakarsa taksiye bindiğimi bilmesini istememiştim. Belki araştırır da bulursa diye.

Bir de deli gibi gerçekten ölürsem diye mektup yazıp çantama koymuştum. Biliyordum ki ölmeme izin vermeyecek birisi vardı hayatımda ama yine de o aksiyonu iliklerime kadar yaşamak istiyordum.

Mektupda yazan da şey,

Mezar taşım şeftalili olsun, baş ucuma da şeftali ağacı dikin. Arada da dua okusanız iyi olur benim günahlar aldı başını gidiyor.

Zeki insanın hali başkaydı ya.

Taksiden inerek önümdeki eve baktım. İki katlı, bebek mavisi badanalı dubleks bir evdi. Evin bahçe kapısının önündeyse Burhan, ellerini arkasında birleştirmiş bekliyordu. Giydiği siyah kaban dizlerine kadar geliyordu.

Yapabilirsin, Alin. Kimse yapmadıysa bile sen yapabilirsin.

Ölmeyeceğimi biliyordum da sakat kalmazsak iyiydi.

Sol ayakla gir kızım.

"Evime gelerek şeref verdin, Alin." şerefin eksikse demek ki, ben vermişim.

"Aynen ben de hoş geldim, Burhan." Onu es geçerek eve ilerledim. Arkamdan gelen adım seslerini duyabiliyordum. Islak toprakta ses çıkarıyordu.

Sakın kusma, tamam mı? İşin bittiğinde gidip kusarız.

Bir yanım Asil ve Sumru'nun vereceği tepkiden tırsmıyor değildi. Sonuçta okulun hali belliydi ve arkadaşlarımı kaybetmek istemezdim.

Yerseniz.

Zaten Berkay da geliyordu. Yalnız kalmazdım.

Aslında Berkay'ın amacı altın falan değildi. O şebeğin neyi varsa hep dilindeydi. O, burada yalnız kalırım diye geliyordu. Ciğerini biliyordum o itin ben.

"Yemekte mantı var, umarım seviyorsundur." Diyerek sağımdan bir yerden hortladı. Önüme geçerek çelik kapıyı açtı. Sol ayakla girsem de bir şeylerin beni boğduğunu hissediyordum. Korku muydu bu, bilemiyordum.

Valla mantıyı seviyorum ama sen yapmadıysan bile yemem. Belki mantıyla aynı havayı solumuşsundur.

Kapıdan girdiğinizde sizi ferah bir salon karşılıyordu. Lacivert koltuk takımı bulunan salon gayet de huzurluydu.

Evdeki insanların aksine.

Eliyle salonun solunda kalan yemek masasını işaret etti ve ilerlemeye devam etti. Şimdiye kadar güler yüzlü bir ev sahibi gibiydi.

Rol yapmayı bilen tek kişi ben değildim sonuçta.

Masanın bir ucuna kendisi oturduktan sonra eliyle bana diğer ucunu gösterdi. Oturdum ama yemek yemek gibi bir niyetim yoktu.

"Ee, anlat bakalım okul nasıl? Alışabildin mi karışan Durular?" Benim yemediğimi gördüğünde dudağının bir tarafı kıvrılmış, sinsilikle bir tilki gibi parlayan gözlerini yemeğine çevirmişti.

Çocuklarına da bir gün olsun soruyor muydu bunu? Alaylı bile olsa bir kez soruyor muydu?

Koruyucumun mektubunda çocuklarına işkence ettiği yazıyordu. Hepsine mi ediyordu? Nota'yı hastanede kucağıma almak istediğimde canı bu yüzden mi acımıştı?

Yüzümün buruşmaması için kendimi zor tutarak bir elimle kolye ile oynamaya başladım. Ucunda mavi pırlantaya benzer bir taş vardı. Kolye canlı yayın yapmıyordu, sinyal kesicilerin olma ihtimaline karşı sadece kayıt altına almak üzere yerleştirilmişti kamera.

"Güzel. Alıştım, buraların aksiyonu nirvanada." Elimi kolyeden çekerek su bardağına götürdüm ve çevirmeye başladım.

Bu gece, fazla durgundum.

"Geçen gece, yer altında." Dedikten sonra kaşığını masaya bıraktı. Yediği iki lokmada doymuş gibiydi. Gözlerindeki merak, soracağı sorunun cevabının onun için alelade bir cevap olmadığını söylüyordu. Bir tilkiydi ve milyonlarca kuyruk birbirine dahi dokunmadan geçip gidiyordu zihninde. "Seni kim korudu?"

Hareketlerim ne kadar rahatsa, geçen seferki laubali hallerim yoktu yanında. Belki bu sana düşmez diyenler olacaktı. Ama benzer bir durumda, Aylin hanım'ın yerinde olsam ve kendimi koruyamayacak kadar kötü durumda olsam bunu bilen birisinin öylece susmasını istemezdim. Kim isterdi ki?

Yardım için kapısını çaldığınız o insanın bana düşmez demesini bekler miydiniz?

"Bilmem," omuz silkerek gözlerimi gözlerine kenetledim. "Bir kez bile yüzünü görmedim. Adını bilmiyorum. Sadece, yirmi yaşından büyük olduğunu söyleyebilirim."

Yok bir de on beş yaşında olsaydı.

Kaşları havalandı. İnanmadığı gözlerinden belliydi. "Neden hiç görmediğin birisi, seni oradan kurtarsın ki? Nasıl bir yetkisi var ki, bir idam emrini engelleyebiliyor?"

Bulursan bana da söyle, olur mu?

Bir dakika, ne? İdam emri mi?

Kendime engel olamadan dudaklarımdan bir gülüş çıktı. Gözlerim kısıldığında dudaklarımı birbirine bastırıp gülüşümü engellemeye çalışsam da olmadı. "Gerçekten idam emrimi mi verdin? Neden?"

"Çünkü," yüzündeki sinsi ifade, yüz hatlarına kazınan sinsilikle birleşiyordu. Öfkeliydi sanki. "Varal ile yakındın ve itaat etmiyordun."

Kaşlarım havalandı. Gerçekten sorun da dram da kargaşa da ruhuma kazınmıştı. "Tek sebep bu yani? Asil ile yakın olmam? Hem Asil ile yakın olduğumu kim söyledi ki?"

Bu sefer dudakları zaferle kıvrıldı. "Ona Asil diyebilmen bile, onun için önemli olduğunu gösterir. Farkında değilsin belki ama önemlisin." Masaya eğildi. "Onun için önemli olan, benim için havadaki toz zerreciğidir. Anlıyor musun?"

Kirpiklerim bile donup düz bir bakış attığımda içimde acayip şeyler oluyordu. İçeride midemde şeftaliler ayaklanıp kolbastı oynamaya başlamıştı.

İyi değildim.

Asil için önemli miydim? Gerçek anlamda ama? Niye ama, niye? Çözemiyordum bir türlü! Kim bir haftalık bir kıza önem verirdi ki?

"Neden?" Dediğimde içimdeki karmaşa sesime de yansımıştı. "Bir isim nasıl insanı önemli yapar ki?"

"Ona sadece annesi Asil der," yüreğim hem konunun Aylin hanım'a gelmesiyle heyecanlansa da hem de yeni öğrendiğim bilgiler ışığında derin bir düşünce seline kapılmıştı. "Sadece annesinin Asil demesine izin verir."

Deme şerefsiz mafya Burhan, deme. Öyle söyleme işte.

Kendimi zorlayarak konuyu Aylin hanım'a getirmeye çalıştım. Ki aklımı toparlamam oldukça zor olmuştu.

"Annesi," dediğimde yüz ifadesi bile değişti. Bu adam, seviyor muydu? Seven insan sevdiğini acıtabilir miydi? Seven insan kıyabilir miydi ya? Var mıydı böyle bir şey? Sevse kıyamazdı. "Aylin hanım'ın yaşadığını biliyorum."

Bir anda tüm dostça tavırları silindi. Duyguları kaybolmuştu bir anda. Mimikleri bile kilitlendi. "Neyi biliyorsun küçük kız?"

Küçük kız deme bana.

"Aylin hanım'ın yaşadığını." Diye tekrarladım kendimi. Ani bir hareketle ayağa kalktı. Yavaşça masayı dolanmaya başladı. Parmaklarını masanın yüzeyinde geziyor, kulak kanatan tırmalamalar oluşturuyordu.

Bu kadar sakin olmaması gerekiyordu.

Yavaşça bana doğru geldiğinde bir parmağını sandalyenin sırtında hissettim. Sırtındaki tahta kısmı kavrayarak beni yavaşça masadan uzaklaştırdı.

Sandalyenin tahta bacağının parkede sürtünme sesi içimi gıdıkladı. Hiçbir tepki vermeden öylece durup yapacağı hamleyi bekledim.

Beni masadan uzaklaştırdıktan sonra durdu. Arkamda olduğunu hissediyordum ama nefes seslerini bile zorla ayırt edebiliyordum. Oldukça sessizdi ve sanki hareketleri beni tedirgin etmek ister gibiydi.

Nasıl büyüdüğümü bilse beni korkutmaya çalışmazdı.

Bana zarar vermeye çalışırsa buna izin verecektim. Birazcık acıya katlanabilirdim. Çünkü ölmesini istiyordum.

Bana büyük bir fiziksel zarar veren birisi olursa onu öldürürdü. Sadece isminin baş harflerini bildiğim, ormanın içinde beni kendimi korumam için eğiten o adam takıntı derecesinde düşkündü bana.

Yaptığım şeyi öğrendiğinde karşıma çıkacaktı. Yine gölgelere sığınacaktı, yine gözlerimi kapatacaktım ama ne olursa olsun onu hissedecektim.

Bu iş bittiğinde Burhan'ın kimseye zarar veremeyeceğinden emin olacaktım. Ölüsünün zihinlerde bıraktığı izleri engelleyemezdim ama dokunmasını engelleyebilirdim.

Bu kadar fedakar olmak zorunda mıydım ki? Tanımadığım bir kadın için bile zarar görmeyi nasıl göze alabiliyordum?

Yıllar geçse bile kendimi asla anlayamıyordum.

"Demek Aylin'in ölmediğini biliyorsun?" Sesi tam kulağımın dibindeydi. İğrendiğim nefesinin enseme vurduğunu hissettiğimde tüm tüylerim bu ne ulan dercesine isyana kalktı.

Benim tüyler bile isyandaydı, ötesi neydi be.

Kafamı salladım.

"İsminiz ne kadar benzer değil mi?" Bu sefer önüme geçerek kalçasını masaya dayadı. Kollarını göğsünde birleştirerek ayaklarını bana doğru uzattı. Birini bileğinden diğerinin üzerine yerleştirerek oldukça rahat bir pozisyon seçti. "Belki kaderleriniz de benziyordur."

Sertçe yutkundum. "Bu da ne demek?"

"Aylin ve benim her zaman böyle insanlar olduğumuzu mu düşünüyorsun?" Ellerini çözerek masaya dayadı. "Bir zamanlar çok mutlu bir aileydik. Aylin, ben ve oğlumuz."

"Bana bunu neden anlatıyorsun?"

"Varal'ı seçersen başına gelecekleri anlatıyorum," kayıtsızca göz kırptı. Öğrenmem onu korkutmamıştı bile. "Çocuklar, ailelerinden gördüklerini uygularlar."

Yanağımın içini dişleyerek benliğimde inkar ettim. Ben ne büyüdüğüm ailedeki gibi sevmediğim birisiyle evlenirdim ne de birisinin bana öyle davranmasına izin verirdim.

Peki bu adam, neden oğlunu seçmemem için her yolu deniyordu? Nasıl bir babaydı bu adam?

"Sumru, asla o mutlu günleri göremedi. Bu yüzden herkese aynı kişilikle yaklaşacak. Her erkeğin babası kadar kötü bir adam olduğunu düşünecek. Zamanla herkesin öyle olmadığını anlasa bile içindeki korkuyu asla atamayacak."

Bu adam, onlara ne yapıyordu böyle?

Boğazım düğüm düğümken, duvar ardındaki Alin resim bile yapamacak kadar kederdeydi. İlk defa başkalarının acısıyla dağlanıyordu çocuk yüreği. Elleri titrerken büzüşmüş dudaklarıyla gözlerimdeki hapishanesinin demirlerine tutunmuştu. Kurtar onları, diye fısıldadı. Bizi kimse kurtarmadı ama sen onları kurtar.

"Bunu neden yapıyorsun onlara?" Benim hiç Meryem'in kocasına bunu sorma fırsatım olmamıştı. Bana neden böylesin diyememiştim hiç.

Aslında küçükken bile anlıyordu insan, bazı insanların kalbinde sevgi denen güzel duygu bile zehirleniyordu.

"Anlatacağım." Masadaki şalgamdan kendisine bir bardak alırken çok sakindi. "Nota, belki de en az zarar gören çocuk ama hayatı boyunca birilerine zarar vereceği korkusuyla yaşayacak. Varal zaten başlı başına bir yıkım."

Durdu. İçtiği şalgamın dudaklarına bulaşan suyu istemsizce aklıma kan getirmişti.

Vampir şerefsiz mafya Burhan.

"Çünkü o biricik babasının en sevgi dolu hallerini görmüştü. Ne kadar iki yaşında bir çocuk olsa da insanlar en büyük yıkımları hep hatırlar. Zihninde annesini ve onu sevdiğim anıların olduğunu biliyorum."

"Tüm bunları artık sevmekten vazgeçtiğin için mi yapıyorsun?"

"Sevmekten asla vazgeçmedim." Başını iki yana salladı sükunetle. "Ama sevgimin anlayışı değişti. Bir gün, Aylin beni aldattığında geriye eski bizden sadece küller kaldı. Ben böyle bir adam oldum, Aylin tutsak bir kadın oldu, çocuklarsa acıyla doldu."

"Ne halde olduğunuzu biliyorsan değiştirebilirsin."

"Değiştirmek istemiyorum ki." Yaslandığı masadan kalçasını ayırarak heyecanlıymışcasına ellerini iki kez birbirine vurdu. "E madem Aylin'i biliyorsun, gidip bir ziyaret edeli dimi? Bugün göremedim güzelimi."

Yalnız asıl bombastik side eyes budur. Bu adama atılır.

Bir de hala kadına güzelim demesi yok mu? Delirmeme ramak kaldı.

Ayağa kalktım. Buraya gelmemdeki amaç zaten Aylin hanımdı. İtiraz etmeden onun arkasına düştüm. Salonun sağında hem yukarı hem de aşağıya inen merdivenler vardı. Sarmal olarak gidiyorlardı.

Biz alt kata yönelmiştik.

"Ya mafya Burhan," diyerek dikkatini çektim. "Senin deli raporun var mı? Ben alacağım galiba, biliyor musun nasıl alındığını?"

Yalan, amacım onun hapishaneye girip giremeyeceğini öğrenmekti.

"Ben nereden bileyim liseli Alin," diyerek benim gibi bana lakap taktı. Merdivenler bittiğinde bizi karanlık bir koridor karşıladı. Sağ ve sol duvarda eşit şekilde dağılmış üçer kapı vardı ve koridorun sonunda da bir kapı vardı.

Ama en dikkat çeken, camı olmayan bir demir kapıydı.

Ne yani kadını buraya mı kapatmıştı? Lan kadın burada güneş göremezdi ki! Nefesi zor alırdı insan içeride. Ben bile görür görmez boğulduğumu hissetmiştim.

Duvar ardındaki Alin'in iyice geriye çekildiğini hissettim. Yatağının altına girip seslerden korunmak istiyordu.

"İşte geldik," diyerek tam demir kapının önünde durdu. Kulaklarına ulaşan gülümsemesiyle bana döndü. "Hazır mısın?"

Ay bilmiyorum! Kalbim ağrıyor benim doktor çağırın!

Kafamı salladım içimde yaşanan zelzeleye rağmen. İçeride büyük bir yıkım yaşanıyordu sanki.

Kapı, gıcırtılar çıkararak açıldı. Demirin birbirine sürtme sesi dişlerimin kamaşmasına neden olduğunda dilimi dişlerimde gezdirdim. Çıkan ses tüm koridorda yankılanmıştı.

Kapıyı gıcırdatarak açtığında onu itip içeriye girdim.

Bir kadın, ayak bileğinde zincirlerle sırtını duvara yaslamış donuk gözlerle duvarı izliyordu. Aylin hanım'ın saçları sarıydı.

Ama çocuklarının hiçbiri sarışın değildi. Bunun ne kadar acıttığını asla anlayamazdım.

Kadını zincire vurmuştu! Bir hayvan gibi zincirlemişti resmen ya! Bu affedilemez bir günahtı gözümde. Cezası ölümdü sanki.

Solgun, yıpranmış ve özensizdi saçları. Omuzlarına geliyordu. Yüzü bile solgundu. Sanki biraz güneş görse açacak bir çiçek gibiydi.

Ben, o çiçeği güneşe çıkaracaktım.

"Holla baby!" Diyerek coşkuyla ardımdan odaya girdi Burhan. Aylin hanım'ın ölü gibi bakan gözleri kapıya döndü. Beni gördüğünde bakışlarına minik bir şaşkınlık oturdu. Solgun dudakları bir şeyler söylemek üzere aralanıp kapandı.

"Sana arkadaş getirdim, bebeğim." Yutkunarak hala önümdeki görüntüyü sindirmeye çalıştım. Midemdeki şeftaliler şimdi minik çekiçlerini midemin duvarına takmış dışarıya çıkmak üzere tırmanışa geçmişlerdi. "Sevindin değil mi?"

Aynen, bayıldı hatta şuan.

"Bu da ne demek?" Derken yüz ifadesi oldukça karmaşıktı. "Şimdi de başka insanları mı hapsediyorsun?"

"Üzüyorsun beni," diyerek yapmacık bir ifadeyle kapıya yöneldi. "Arkadaş sana o."

Ve bir anda kapıdan çıkıp kapattı. Gıcırtılı bir ağıtla kapanan kapı ardından kilitlendi. Boş boş kapıyı izledim.

"Ne yapıyor be bu?" Kendi kendime mırıldanarak Aylin hanım'a döndüm. Kocaman güldüm. "N'aber Aylin abla?"

Aynen, kadın zincirlenmiş ama çok iyi Alin. Senden n'aber?

"Kimsin sen?" Dedi kuşkuyla. O ayağa kalkmadan ben gidip yanına orurdum ve bağdaş kurarak sırtımı duvara yasladım. "Ne işin var burada?"

"İsmim Alin ama çok istersen şeftali diyebilirsin," sesimin neşeli tonunun biraz olsun onu rahatlatmasını istiyordum.

"Alin mi?" Artık daha ilgiliydi. Nota ona benden bahsetmiş olabilirdi. Tabii, Burhan çocukların onu görmesine izin veriyorsa. "Burhan seni buraya zorla mı getirdi?"

"Yo, ne alakası var?" Ona teessüf eder gibi baktım. "Kendim geldim. Giderken seni de götüreceğim."

Güldü. Hatta kahkahasını bir süre dinlemek zorunda kaldım. "Alin, hayal dünyan çok güzel kızım. Ama ben ölü bir kadınım ve ölülerin mezardan çıkmalarına izin yoktur."

"Aylin abla seninle edebiyat yapmak isterdim ama çok önemli bir işim var," ona doğru eğilerek fısıltıyla devam ettim. "Bugün buradan çıkacaksın ve korkmadan çocuklarınla yaşayacaksın."

"Bunu neden yapıyorsun?" Dedi birden hüzünle. "Neden tanımadığın birisini kurtarmaya çalışıyorsun? Neden kendini böyle bir yere çekiyorsun?"

Abla... valla bilmiyorum. Ben iyi değilim ondan.

"Tanıdıklarını herkes kurtarır," diyerek edebi yönden daldım olaya. "Önemli olan tanımadığın birisini kurtarmaktır."

Güzel oldu bu söz, yazın bir kenara. Alin atasözü diye.

"Kendini bir hiç için soktun bu çukura," diyerek kafasını iki yana salladı. "Sana zarar verecek."

Omuz silktim. "Benim istediğim de o zaten."

Gözlerini kırpıştırarark bana döndü. "Nasıl ya?"

"Dediğim gibi, size dokunamayacak. Gerisinin zihninizde yer kaplamasına hiç gerek yok. Bu arada sizin şeftali bahçeniz mi var?"

Durdu. Şaşkınlık beni gördüğü ilk andan beri harelerine gizlenmişti. "Ne alaka?"

"Asil şeftali göndermişte, nereden buldu acaba dedim," gözlerimi ondan çekerek kapıya diktim. "Güzeldi yani, şeftali."

Ayağa kalkarak kolyenin tüm odayı görebilmesi için birkaç kez kendi etrafımda yavaşça döndüm.

"Ne yapıyorsun?"

"Büyü." Bu sefer kolyeyi kaldırıp boynumdan çıkardım. Etrafa göz atarak en iyi yeri bulmaya çalıştım. İlerleyerek bizi görebileceği bir yere, yatağın ayağına dayadım. Çok dikkatli bakılmadığında görülmezdi. "Az önce koyduğum da muskaydı."

"Komik kız." Ayağını uzattığıda zincir, gürültülü bir ses çıkararak odada yankılandı. Zincir sesini duyduğum an aklıma telefonla konuşurken arkadan gelen zincir sesleri geldi.

Hayır, çocukları da zincirlemiyordu değil mi?

Gözlerimi tavana kilitleyerek kırpıştırdım. Rimelin çok pahalı, Alin. Ağlayamazsın.

Kapı birden açıldı ve Burhan içeriye girdi. Bana donuk bir bakış atarak Aylin abla'ya ilerledi. Tam önünde durduğunda Aylin abla'nın göz bebeklerini bile oynatmaya zahmet etmediğini fark etttim.

Vazgeçişin vücud bulmuş hali gibiydi.

"Bana bak," elini çenesine atarak yüzüne bakmaya zorladı. "Alin ile işim bitince geleceğim."

"Ona dokunmayacaksın."

"Engel olabiliyorsan ol güzelim." Çenesini okşayarak bıraktığında Aylin abla yüzünü buruşturdu.

Bense boku çikolata zannedip yiyen bir çocuğu izler gibi izliyordum. "Mafya Burhan sen deli misin?"

"Olabilirim," diyerek güldü ve bana kapıyı gösterdi.

"Belli, yok burdan çıkınca sana deniz manzaralı bir mezar ayarlayacağım. Bak benden, bedava. Kıymetimi bil."

"Allah razı olsun," derken gülüyordu. Valla önüme Yavuz'u getirseler gerginlikten ona bile mezar alacak haldeydim.

"Sen ne çok gülüyorsun be," yüzümü buruşturarak kapıya ilerledim. Kolyeyi içeride bırakmıştım ve bir şey olsa Ahmet abilere haber veremeyecektim ama videoya alınması gereken yer Aylin hanımın kaldığı odaydı. Ona bir şey olursa kimin yaptığını bilecektik. "Bir de güzel gülebilsen bir şey demeyeceğim."

"Bazen seni boğmak istiyorum, biliyor musun?"

Aylin abla'ya sırıtıp el salladığımda endişeli göz bebekleri üzerimdeydi. Öpücük atarak arkamı döndüm.

"Bunu herkes söylüyor, biliyorum." En çok Akan söylüyor, bir gün gerçekten birbirimizin boğazına yapışacağız galiba.

Kapıyı kapattığında koridorun solundaki en son kapıya ilerledik. İçeriye girdiğimizde karanlık oda bir tık sesiyle aydınlandı. Burhan lambaları yakmış olmalıydı.

Tam ortada devasa bir havuz varken yukarısında garip bir mekanizma vardı. Ucundan zincirler ve halkalar sarkıyordu.

Arkamdan kapının kapanma sesini duyduğumda beynim neler yapabileceğine dair senaryolar kurmaya başlamıştı. Aklımda dönen ihtimaller kesik bir nefes almama neden olmuştu.

Ne yaparsa yapsın karşılık vermeyecektim. Vermemeliydim. Burada iki saatten fazla kaldığımda zaten Sezgin ve ekibi eve girecekti.

Karşılık verme, Alin. Sen elini kana bulamadan o, senin yerine halledecek.

O karanlığının kanlı kılıcı ve en yakın zamanda gökyüzünü senin için kırmızıya boyayacak.

 

⛓🍑

 

Soğuk su, tenime çarparak üşüttüğünde suyun değil de rüzgarın serinliğini istememe engel olamadım.

Bağlamasına izin verdim. Suya sokmasına da.

Tüm bu tepkisizliğimin onu şaşırttığını ve zevklendirdiğini görebiliyordum. O, kendine itaat edilmesini istiyordu. Karşısındakine acı verirken sadece kabullenmesini istiyordu.

Yok ya, bu adamı tımarhane bile paklamaz. Direkt mezar yani.

Zincirler elimin bileklerini sarmış, beni mekanizmayla havuzun içine indirmişti. Bir süre vücudumun suya alışmasını bekledikten sonra gözlerimi araladım.

Ama aralamam ile kapatmam bir oldu. Göz kapaklarımın arasından sızan su, gözlerimi yakıyordu. Sıkıca kapatarak dizlerimi kendime çektim.

Zaaflar yok, Alin. Acı yok, acımıyor dizlerin, güzel kız.

Bu sefer bir zaaf uğruna çekiyordum bu şeyi.

Klorun fazla ya da az olmasından dolayı değildi gözümün yanması. Tuzluydu su. Sanki, bir yarayı daha çok acıtmak ister gibi tuzluydu.

Düşüncelerimde yerleşen parçalar her seferinde aklımı daha da bulandırıyordu. Kendi acılarımı ve yaşadıklarımı bir kenara atmış benimkinden daha kötü bir babaya sahip bu evin çocuklarını zihnimden çıkarmaya çalışıyordum. Çıkmıyorlardı. Şaşkınlığımı atamıyordum üzerimden.

Bir insan, nasıl en güzel kokulu çiçekten zehirli bir sarmaşığa dönüşebilirdi? Nasıl kokusunu içine çekmeden uyuyamadığı insanın yarası olabilirdi? Nasıl kıyamadığının canını yakardı?

Tek bir şey nasıl bu denli değiştirebilirdi insanı?

Kafamın içindeki düşünceler bir kurtçuk misali kemiriyordu zihnimi. Böyle adrenalin dolu bir anda bile düşünmeyi bırakamıyordum. Aklımdaki tek şey bir ağacın köküne oturup ağlamak istediğimdi.

Bileklerimi acıtan demir beni yukarıya çekip sudan kurtardığında içimden saydığım saniyeler yetmiş üçteydi. Sakin olduğum sürece nefesimi üç dakika kadar tutabiliyordum. Ciğerlerim nefessizliğe alışkındı.

Derin nefesler alıp gözlerimdeki suyun çekilmesini beklerken aynı anda dudaklarımdan engelleyemediğim bir kahkaha döküldü.

"Ulan Burhan! Benim rimelim kaç para biliyor musun? Ve bozuldu şuan! Parasını istiyorum! Bin küsür verdim lan ben buna, boru mu!"

"Tek derdi bozulan rimeli olan bir kız değilsin sen," diyen puslu sesi su dolan kulaklarıma zar zor dolduğunda gözlerimi kırpıştırarak açtım. "Suya girdiğinden beri tek bir hava baloncuğu çıkmadı."

Hadi be, nefesimi vermeyi unutmuştum.

Gözlerimi odaklayabildiğimde bedenim Burhan'a dönük değildi. Bağlandığım zincirlerin ucunda dönüyordum. Üzerime kazak giydiğim için mutluydum ama suyun içine zincirler olmadan bırakılsam yüzebileceğimden emin değildim. Çelik yeleğin ağırlığının suda bırkacağı etkiyi tahmin edemiyordum.

"Yine de rimelimin parasını istiyorum," derken ağrıyan bileklerim yüzünden zincirlere tutunmamak için kendimi zorladım. "Sana faturasını yollarım."

"Şuanda sana işkence ediyorum," sesinin şaşkın çıktığını fark edince istemsizce güldüm. "Neden bu kadar rahatsın sen? Bağırıp çağırıp kaçmaya çalışman gerekiyor."

"Fazla kitap okumanın zararları," derken dönen bedenim onu görebilmişti. "İnsanı delirtiyor. Neden rapor istediğimi sanıyorsun? Ayrıca su neden şekerli değil de tuzlu? Tadını sevmedim, biraz da kimyon falan atsaydın keşke."

Göğsüm hala tuttuğum nefes yüzünden inip kalkıyordu.

"Sana yemek yemeni söylemiştim, suyu mu içtin sen?" Artık ne kadar garip cümleler kursa da sinirleri gerilmeye başlamıştı. Onu şaşırtıyordum ve o her sakin kalışımda atmadığım çığlıklara katlanamıyordu.

Çığlık istiyordu. Acı, vahşet, göz yaşı, yalvaran sesler ve çaresiz bakışlar istiyordu. İçindeki canavar acıya hasretti.

"Hm hm," dedikten sonra ayaklarımı dans eder gibi hareket ettirdim havada. Bir balerin gibi yükseldim sanki parmak uçlarımda. Bileğimdeki acı olmasa gayet de zevkliydi bu iş. "Saat kaç oldu? Bizimkiler merak eder."

"Sen eve gidebileceğini mi zannediyorsun?" Sesi ilk defa bana karşı korkutucu bir tınıda çıkmıştı. İtiraf edeyim, adam ne yapsa komiğime gidiyordu.

"Birileri en son buraya geldiğini biliyor olsa bile sonradan nereye gideceğini biliyor mu ki? Sonuçta bana bir şey bırakıp ardından eğlenmek için gece kulubüne gideceğini söylemiş olabilirsin."

Gözlerim hala tuzlu su yüzünden yanarken kısıldı. "Yanlış şeftaliye meydan okuyorsun, dostum." Sesim amerikan dublajı edasıyla çıkmıştı. "Fazla yaşayacağını zannetmiyorum, o yüzden oksijenin keyfini çıkar. Fazla da tüketme, bana lazım."

"Delireceğim," ellerini saçlarına geçirdiğinde yukarıdan ayak sesleri gelmeye başladı. Bunun Asil, Sumru ya da Nota olması imkansızdı çünkü sesler beş kişiden fazla olduğunu belirtiyordu.

"Başlıyoruz," derken keyifle dudaklarımı ısırdım ve başımı geriye attım. "Ver müziği DJ!"

"Ne oluyor böyle!?" Kapıdan çıkmaya çalıştığı an kilitleyerek kilidi havuza attığı geldi aklına galiba. Yaratıcı bir küfürle geriye çekildi. Havuza da küfreder gibi bakarken gülmeye başladım. Delirmiş gibi kahkaha atarken bu gecenin sonunda ağlayacağımı biliyordum.

"Aptal," dedim keyifle. "Benden kilidi bulmamı isterken yedek kilidi başka bir odada unuttun, değil mi?"

"Kapat çeneni!" Diye bağırdı hırsla. En başından beri sakinlikle acı çekmemi bekleyen adam, bilinmezliğin içinde boğulmuştu.

Bilinmezlik korkuturdu ve ben bilinmezlikten gelmiştim.

"Ov," zevkten dört köşeydim resmen. "Gerçekten öyle yaptın değil mi? Ben havuza inip de almam yalnız o kilidi."

"Kes sesini!"

"Yeter be!" Dedim hırsla. Bu kadar oyun yeter de artardı. Sesimi kesmemi söyleyenlerin dilini kesme isteğimi bastırdım. Bileklerimin yukarısındaki zincirleri avucuma alarak sıkıca yapıştım. "Sen kes sesini!"

Onun hala küfür ettiğini duyarken kendimi sıkarak zincirin ucunda yükseldim. Ellerimle zinciri tutarken bedenimi ileri geri salladım.

Hızımı alana kadar iki üç kez sallanarak bedenimi birden mekanizmanın üzerine attım. Yüz üstü demirin üzerine düştüğümde göğüs kafesime saplanıp nefesimi kesen ağrıyı görmezden gelmeye çalıştım. Kesik bir nefesle göğsümü demirden ayırdım. Bileklerime bağlanan zincirler yukarıya çıktığında gevşemişti. Çekiştirerek bileklerimi kurtardım ve gözlerimi havuza diktim.

Dibe batan anahtar hayal meyal görünüyordu dipte. Altın sarısı renginde ve ucu çiçek işlemeli ilginç bir anahtardı. Nerede olduğunu hafızama kazıyarak kendimi havuza bıraktım.

Bedenimi yalayan hava akımı suya daldığımda keskin bir acı bırakıp kaybolmuştu. Dibe yaklaştığımı hissettiğimde elimi uzatarak yokladım.

Hadi, hadi! Burada bir yerlerdesin işte!

Elimi mermerin üzerinde gezdirerek anahtarı bulmaya çalıştım. Bedenim, suyun içinde yükselmeye başladığında son bir umut elimi daha aşağıya uzattım.

Hayır, anahtar yoktu.

Ama elime gelen başka bir şey vardı. Refleksle elime gelen tıpaya tutundum. Ucundaki ipliğe elimi geçirerek çekiştirdim. Suyun altındaki basınç yüzünden her şey daha zordu.

En sonunda tıpa elime geldiğinde kendimi yukarıya ittim. İki elimle birden gözlerimi ovarak hızla açtım.

Havuzun tam orasında dönen bir girdap girdi görüş açıma. Islak kirpiklerimi kırpıştırarak havuzdan çıkmak için arkamı döndüm.

Alnımda hissettiğim soğuk metalle dişlerimi birbirine bastırdım. Kulaklarım basınç yüzünden etraftakileri yeni algılamaya başlamıştı.

Burhan gerçekten canına susamıştı ve ben avımla oynamaktan sıkılmıştım.

"Bu ne şimdi?" Ellerimi havuzun kenarındaki mermere yaslayarak eğilen ve silahı alnıma yaslayan Burhan'a baktım. "Daha fazla oyun oynayamam, kendine nezarette oynayacak bir oyun bul yoksa sıkılırsın."

Bakınız, kafama silah dayayan insanı bile düşünebilecek kadar yüce gönüllü bir insandım. Hande Yener'in dediği gibi, benden bir tane daha yok.

"İkimiz de birbirimizin aptal olmadığını biliyoruz, Alin." Tekdüze bir tonda çıkan sesi kendisini tehlikeye teslim eden gözlerine eşlik ediyordu. "Yukarıda gezen ayak seslerinin polislere ait olduğunu ve senin bu yüzden bu kadar rahat olduğunu tahmin edebiliyorum. Birazdan burayı basacaklar," silahı alnıma bastırarak gülümsedi. "Onların havuzda bir cesetle karşılaşmalarını istemeyiz bence."

"Valla o da olur," derken kendimi sırıtmaya zorladım. Bedenim alarm veriyordu. Tükenmek üzereydi sanki. Bir türlü geçiremediğim baş ağrım tekrar nüksetmişti. "Hep ölmenin nasıl bir şey olduğunu merak etmişimdir. Ama bu cesedin sen olmayacağı anlamına gelmiyor."

"Varal'ın senden uzak durmamasının sebebini şimdi anladın mı?" Derken dizleri üzerinde durarak yice eğildi. "Senin kendini koruyacağını düşünüyor olmalı aptal çocuk. Bir kurşuna karşı da koruyabilecek misin bakalım?"

"Vay şeftalisini," ellerimi yanaklarıma yapıştırıp gözlerimi büyüttüm. "Yani şimdi ben wonder woman mı oldum?"

Durdu. Kafa karışıklığıyla gözlerini kırpıştırdı. "Ne alaka lan?"

"Sensin ulan, lan!" Derken yaklaşan adım sesleri dikkatimi çekti. Geriye çektiğim elimi yumruk haline getirerek Burhan'ın şaşkınlığından yararlandım ve tam gözünün ortasına çaktım yumruğu.

Burhan, şuan kör olma tamam mı? Hapse girmek için çok gencim.

"Hay a..."

"Oha oha!" Diyerek araya girdim. Yumruğu gözüne yiyince ikisini birden kapatıp kıç üstü oturmuştu ıslak yere. Ben atlarken ıslanmış olmalıydı. "Küfürbaz! Pis günahkar! Sen the git the go the fishing the cehennem!"

Mükemmel ingilizcemle ona cehenneme gitmesini söylemiştim. Her konuda mükemmeldim.

"Ne diyon sen deli, ne diyon!?"

"Tamam, Adanalı. Git turşu ye."

"Ne alaka lan!"

Adım sesleri iyice yaklaştığında buradaki sesin dışarıya gitmeyeceğini tahmin ediyordum. Sonuçta işkence seslerinin odadan dışarıya çıkmasını istemezdi kimse.

Kapının zorlanma sesi geldiğinde arkamda bir hareketlilik hissettim. Ben arkamı dönmeden bir kol boğazıma sarıldı ve beni geriye çekerek silahı tekrar alnıma yasladı. Harika, paslanmıştık.

"Uslu bir kız ol ve beni kızdırma," Silahı anlıma iyice bastırdığında sıkkınlıkla ofladım.

"Ya mafya Burhan, sen çok klişeleştin. Ben sıkıldım senden."

Bir silah sesi odaya dağılıp yankı yaptığında kapı aralandı. Aralanan kapı beklemeden açıldığında görüş açıma ilk Sezgin, sonra Ahmet abi, daha sonra da ekip içinde gördüğüm bir kaç polis girdi.

"Bırak kızı, teslim ol!" Ya Sezginciğim şimdi şöyle ki, bu adam deli bu cümleyle ikna edemezsin sen onu.

"Ani bir hareket yapan ya da yaklaşan olursa kızı vururum!" Aynen, vurabilirse.

"Yok, yok!" Diyerek araya girdim. Herkes gergindi, bu ne ya? Cenazede miyiz, herkes agresif? "Yalan söylüyor, blöf yapıyor. Vuramaz bu, vuramaz!"

"Ulan bir sus, taramalı belatoner!" Dedi dişleri arasından Ahmet abi. Ona ben masumum bakışımı attım.

"Vuramayacağımdan emin miyiz?" Derken ensemdeki silah birden yer değiştirdiğinde, aha dedim. Kesin topuğuma sıkacak. Dirseğimi karnına geçirerek kafamı oynatabildiğim kadar oynatıp geriye doğru fırlattım. Tabii, böyle olunca saçıma da dokunmuş oldu gariban.

Buna fatiha da okunmazdı, beddua okunurdu.

Aynı anda bir silah sesi kulaklarıma geldiğime büyük bir dramla kendimi yere attım. Vuruldum mu çözemiyorum ama galiba vuruldum ya.

"Ağağğaaaaa vuruldum, kim vurdu beni? Kim hangi şeftali vurdu beni!?"

"Sen vurulmadın salak, kalk ayağa." Tek gözümü açarak kollarımı bedenime sarmış bir şekilde yerden Ahmet abi'ye diktim. "Kalksana kızım, ne bakıyorsun? Ne bu halin senin!?"

Yelda teyze, oğlun bana kızım diyor.

"Biraz yüzdüm ya. Ama bu halde eve gidemem, kesin anlarlar." Sırıtarak ayağa kalktım. "Ben vurulmadıysam kim vuruldu?"

"Burhan."

"Aa," dedim beyaz tulumlu fotoğrafçıları görünce. "Olay yeri inceleme de mi geldi? Başka? Dedektif falan var mı?"

Enseme yediğim darbeyle geriye çekildim. "Yaa," elim enseme gitti. "Ne vuruyorsun Ahmet abi ya!?"

"Napacaksın sen dedektifi? Çık dışarı, okulunu bitir önce."

"Ne alakası var abi benimle? Ben bir arkadaş için şey ettiydim. Hatta sana da şey edecektim."

"Yürü ben sana şey edecem şimdi, arsız."

"Ama abi, kız çok güzel. Öğretmen, işinde gücünde, akıllı, terbiyeli, sarışın ve sevgi dolu." İkinci bir oğlunu öven teyze vakasına dönmüştüm. Tabii ki bahsettiğim kişi Nota'nın öğretmeniydi.

"İsmi de çok güzel bak, 27 yaşında çıtır. Sevgilisi de yok. Sen de evde kaldın geldin otuz yaşına. Çocuğun olmayacak böyle giderse."

"Yirmi dokuz," dedi dişlerini sıkarak. Yeliz'in bana bir battaniyeyle geldiğini gördüğümde teşekkür ederek battaneyi üzerime aldım. Odadan çıkarak.

merdivenlere yöneldik. "Sen başımıza evde kalanları evlendirme derneği mi oldun bu yaşta?"

"Aha sen de kabul ettin evde kaldığını!" Elimin işaret parmağıyla onu gösterirken bir tane yapıştırır korkusuyla birkaç adım uzaktaydım ondan. "Hem ne yirmi dokuzu? Orta yaş sendromuna mı girdin sen? Aysima'ın numarasını vereyim konuşun işte."

"Önce kıza sormalı, bakalım numarasını vermek istiyor mu?"

"Bak bak bak," dedim seni hınzır der gibi. "İstemem yan cebime koy hesabı seninki de. Ama sorarım konuşmak istiyor mu diye, ikna ederim. Bak kızı üzme, arkasında ben varım yakarım memurluğunu Ahmet Köksal."

"Yürü, geveze şey seni." Diye homurdandı belimden iterken. Evden çıkarken tedirgindim. Bu gece gerçekten zor geçecekti benim için.

"Bu arada kolye bodrumdaki Aylin abla'nın olduğu odada yatağın ayağındaydı."

"Tamam, sen dert etme."

Polis sirenleri baskın yaptıkları için açık değildi ama yanıp sönen mavi kırmızı ışıklar evin pencerelerinden girip aydınlatıyordu. Çıkmadan önce vestiyerdeki çantamı ve montumu kaptım.

"Saat kaç?" Dedim bahçeye çıktığımızda. Hava çoktan kararmıştı. Kışın zaten erken kararıyordu ve soğuk hava üzerime geldiğinde daha sıkı sarılıyordum battaniyeye. Hasta olur muydum acaba?

"Akşam altı."

Geç kalacaktım. Kesinlikle önce bir otele gidip duş almalıydım. Eve böyle gidersem kendimi açıklayamazdım.

"Abi ben eve geç kalıyorum, ifade için yarın gelsem olur mu?"

"Olur, hasta da olma boş yere. Git temizlen uyu. Ben ararım yarın, zaten yeterince yoğun oluruz bu gece."

"Tamam, iyi geceler." Üzerimdeki battaniyeyi iyice sahiplenerek ilerlemeye başladım. Beş araba birden evin önündeydi ikisi sivilken diğerleri resmi araçtı.

Etrafta bir sürü polis vardı. Yirmi kadar hatta daha fazlalardı. Ahmet abi'den ziyade, Sezgin yeğeni olduğumu öğrenince böyle yapmış olmalıydı. Şuan nerede olduğunu bilmiyordum, operasyonun Adana'daki dosya şefiydi.

Gözlerim arabalara takıldığında yutkundum. Burhan neredeydi bilmiyordum ama, Sumru ve Asil boş bakışlarla evden çıkışımı izliyorlardı.

Sumru'ya alışıktım ama Asil'in boş bakışları pek hayra alamet gibi gelmiyordu. Adımlarım sekteye uğrar gibi olduğunda kontrolü beynime devrettim.

Ama beynim daha da karışıktı. Etrafımdakilere hep bir şekilde zarar verdiğimi düşünüyordu. Henüz yeni ailemde çıkan vukaatlar çok hafifti.

Onlara zarar mı vermiştim bu yaptığımla bilmiyordum ama tek bildiğim şey uzak durmam gerektiğiydi.

Başka türlü insanları kendimden uzak tutamazdım.

Burhan'ın dediği gibi Asil'i seçsem olacakların korkusu onunla ilgili değildi. Tamamen benimle ilgiliydi. Bana dokunmam demişti ama elbet bir gün saçlarıma dokunmak isteyecekti.

O istemese bile, en basitinden öpüşsek mesela, eli fark etmeden saçlarıma gitmeyecek miydi? Uyurken açık unutsam dokunmayacak mıydı?

Lan ben sinirlensem çocukla saç başa kavgaya bile giremezdim.

Ya da, ona zarar vermeyeceğimin garantisi var mıydı?

Bir kişinin daha vicdan yükünü sırtlanmak istemiyordum. Bensiz daha iyi ve güvende olurlardı. Sadece hayatlarından Burhan'ı çıkarsam yeterdi.

Onlar gibi sakin ve duygusuz bir ifadeyle ördüm duvarımı. Peşimde sürüklenen battaniyem ile ne kadar kraliyet üyesi gibi hissetsem de içimde bir şeylerin kırılma noktasında olduğunu biliyordum.

Tek bir bakış bile onlarca şeyi fark etmeme neden olmuştu.

Ben sadece yıkım getirirdim.

Yanlarından geçerken ne olmasını beklediğimi bilmiyordum. Belki durdurmalarını istiyordum ama onlar için de yılların kara büyülü zincirinin kırılma anı zor olmalıydı.

Bütün bunları benim yaptığımı ben de yeni idrak ediyor gibiydim.

Ormana doğru yürüdüm. Bir kez olsun dönüp arkama baksam, gözlerim Nota'yı arasa, Asil'in gözlerine baksam ya da Sumru ile göz teması kursam gidemeyecek gibiydim. Dönmedim onlara.

Koşmadım. Rüzgarın tenime vurup beni rahatlatmasını istemiyordum. Gök gürleyerek yağmur yağacağını haber veriyordu. Hava bozuktu.

Yavaşça attığım adımlar ormanın iç taraflarındaki büyük gövdeli bir ağacın önünde son buldu. Üzerimdeki battaniyeyi ruhsuzca atarak gülümsedim.

"Yine baş başayız eski dostum," etrafımda dönerek yerdeki bir dal parçasını aldım. "Sen, ben ve orman. Belki biraz da yağmur. Hadi eski günlerdeki gibi dövüşelim yine."

Geldiğim yönde bir kaç adım sesi duyduğumda gözlerimi kapattım. Beni hep izlediğini biliyordum.

"Beni neden bıraktığını anlayamıyorum," elimdeki dal parçasını bir kılıç gibi geldiğim yöne doğrulttum. "Bunu şimdi sorgulamayacağım." Durdum. "Bana hep kendimi nasıl koruyacağımı öğrettin ama hiç duygularımın akış yönünü nasıl keseceğimi öğretmedin."

Islak saçlarımı geriye attım. "Bana bu sefer vicdanımdan nasıl saklanacağımı öğret."

Çok sessizdi. Adım sesleri durmuştu. Konuşması gerekiyordu ama susuyordu. Kaşlarım çatıldı. Bir terslik vardı.

"Neden susuyorsun?"

"Aradığın ve konuştuğun kişi her kimse ben değilim de ondan." Gözlerim bir hışım aralandığında ağaca yaslanarak beni izleyen Asil'e baktım.

"Dinlemen hiç etik değildi."

"Boşver. Dünya da etik değil zaten." Boşvermişlikle sarmalanan sesi bir boşluğa düşmeme sebep oldu. Onu pek böyle görmezdim.

"Yine de," derken geriye doğru bir adım attım. Ne kadar uzak o kadar güvenli, Alin. Uzak durduğunda güvende olacak. "Dinlememeliydin."

"Niye?" Ağaçtan uzaklaşarak üzerime gelmeye başladı. Gözlerinde daha önce görmediğim keskin bir ifade vardı. Ürkütücüydü. "Özel miydi yoksa?"

O geldiğinde ben de geriye doğru gitmeye başladım. Gözleri kaçak adımlarıma takıldığında durdu.

"Korkuyor musun benden?" Benim yerime geriye doğru bir adım atarak gözlerini kapattı. Bir şey canını yakıyormuş gibi alnı kırıştı. "Korkma."

"Ben," içli bir nefesle bir adım daha geriye attım. Bunu da gördüğünda kasılmıştı. "Korktuklarımdan kaçmam, üzerine giderim."

Gözleri hala geriye gittiğim o adımda takılı kalmıştı. "O zaman neden kaçıyorsun benden?"

Dudaklarımı birbirine bastırdığımda gözlerim buğulandı. "Bilmiyorum, çekiniyorum galiba."

Hayretle gözlerime tırmandı hareleri. "Benden mi çekiniyorsun?"

Sen de ger şeyi kendine bağlama be adam. Ben iyi değilim zaten. Seni mi avutayım kendimi mi?

"Ebemden," diye homurdandım. Uçmuştu bir anda atmosfer. "Yok vazgeçtim, çekinmem kaçtı."

Ama ayaklarım hala geriye gidiyordu.

"Hala kaçıyorsun." Korkmadığımı ima ettiğim için üzerime gelmeye devam etti. Ben durdum ama o durmadı. Dibime kadar geldiğinde ormanın içindeki tüm oksijenin tükendiğini düşündüm.

Elleri hafifçe belime donundu. Parmakları daireler çizdi olduğu yere. Benim içimdeki şeftaliler de kabuklarını soyuyordu arsızlar.

Çelik yeleği fark ettiğinde gözlerinde memnuniyet belirdi.

"Özel miydi, Alin?" Diyerek tekrarladı sorusunu. Bir an şeftali demedi diye somurtma isteği gelmişti. Ne diye ismimi söylüyordu ki?

Gözlerine tutunduğumda belimdeki eli beni tamamen kendisine çekti. Bedenim tamamen yaslıydı şimdi ona. Aramızda kalan tek şey onun gözlerindeki mesafeydi sanki.

Ondan kaçmak isterken, ona kaçıyordum sanki. Bir yol vardı ve başında da sonunda da beni bekliyordu sanki.

Elimi koluna yaslayarak parmak uçlarımda yükseldim. Yine, yaptıklarıma rağmen arsızca yaklaşıyordum ona. Dudaklarına milimler kala durdum yine. Gözlerine kilitlendim.

Kışın gece ayazında birden sıcak basmıştı. Biraz daha dursam yanında kıyafetlerim de kurur muydu?

"Özeldi ve hep özel olacak," diye fısıldadım. Asil'i kendimden nasıl uzak tutacağımı bilmiyordum. Ama bir yerden başlamalıydım.

Yutkundu. Belirgin adem elması bu yutkunuşla inip kalktı. "O zaman iyi ki dinlemişim, değil mi?"

O da mı acıtmayı seçiyordu.

"Niye?"

"Bu yaptığın şey özelimiz değil miydi? Sen niye yaptın?"

Şimdi, Alin. Bıçağı saplama vakti. Ona gerçek nedenimi söyleyemezdim.

"İntikam için," dedim gözlerimi kapatarak. İlk defa rol yaprken bu kadar zorlanıyordum. Ne zaman bu kadar işlemişti içime? Ne zaman sarmıştı benliğimi benliğiyle?

"İntikam için yaptım. Yaptığın şeyi unutacağımı mı sanmıştın? Mirza ve Barlas'a da sorabilirsin inanmıyorsan, kin tutarım."

Dudaklarının konuşurken dudaklarıma değmesi ürperticiydi. Hızlanan kalp ritimlerim ise daha ürkütücüydü.

"Neyin intikamı Alin?" Derken sesine bulaşan hüzün kalbimin ritimlerini durdurur gibi oldu. İçimde kabuklarını soyan şeftaliler birden durup sarılıp ağlaşmaya başladılar. Onları sakinleştirecek zamanım yoktu. "Sevgimin mi?"

Bir an gerçekten şuan yere oturup ağlayacağım sandım. Yaşadığım ve yaşattığım her şeyin yükü birikti dağ oldu sanki. Onun önünde haykıra haykıra, boğazımı yırtarcasına ağlayacağım diye o kadar korktum ki.

Ama içim kan ağlarken bomboş bir bakışla bakmaya devam ettim.

Sonra Alin, acılarını duvarlara haykır yine. Kimse sesini duymak zorunda değil.

"Belki," dudaklarımı birbirine bastırarak ondan kopmaya çalıştım. Eli belimden, gözleri gözlerimden koptu. "Belki de yanlış insanı sevmeye çalışıyorsundur. Kendine bunu yapma. Eminim karşına seni sevecek birileri çıkacaktır."

Siktir ya, kalbim niye tersini söylüyordu? Niye tüm hücrelerim kelimeler dudaklarımdan çıkarken acıyla karşı çıkıyordu?

Başını ağır ağır sallayarak geriye çekildi. "Düzgün düşünemiyorsun, daha sakin kafayla tekrar konuşalım."

Bu kadar çabalama Asil, ben buna değmem. Alacağın tek şey acı olduğunda zaten bırakacaksın beni. İkimizi de yorma.

"Hayır," yerdeki battaniyeyi ve çantamı aldım. "Konuşmayacağız. Beni hiç tanımamış gibi yap. Eğer sana yardımcı olacaksa okulumu değiştirebilirim."

"Eğer her şey intikam içinse neden hala beni düşünüyorsun?" Sen neden hala çıkış yolu arıyorsun?

"Cümleler yalancıdır, onlara güvenme."

"O zaman söylediğin diğer şeylere de güvenmeyeceğim."

"Yeter!" Dedim birden hiddetle ona dönerek. "Küçük bir çocuk gibi çıkış yolu aramaktan vazgeç! Benim şehrimdeki tüm sokaklar çıkmaz sokak! Anlamıyor musun? Yaptığım her şey sana zarar verecek! Vazgeç! Neden bu kadar çabalıyorsun ya, neden!?"

"Çünkü sözlerine değil gözlerine güveniyorum. Sen çabalamama değecek kadar özelsin."

Dudaklarım büzüldüğünde omuzlarım çöktü. Nasıl kurtulacaktım ben bu çocuktan? Nasıl uzak tutacaktım onu kendimden?

İlk defa birisi gözlerimdeki çocuğu görmüştü sanki. İlk defa birisi sözlerime değil gözlerime inanmıştı.

Ve ben, böyle bir güvenin altında eziliyordum.

"Özür dilerim," diye fısıldadığımda gözlerim bana ihanet ederek ilk yaşı saldı. Güldüm. "Bu cümleden de nefret ediyorum. Zaafım var, anneni ve sizi öğrenince kendime engel olamadım."

"Kimden öğrendin? O adamdan mı?"

"O adam?"

"Burhan işte."

"Ha yok, kimin söylediğini bilmiyorum ki."

Kaşları çatıldı. "Ne demek bilmiyorsun?"

"Valla bilmiyorum. S.S. diye birisi. Böyle dövüşmeyi falan öğretti, sonra da terk etti." Her şeyi anlat tamam mı, Alin? Aman atlama detayları.

"Buraya gel, şeftali." Diyerek kollarını açtığında çocukça omzumu silktim. Gözlerimdeki buğuyu yeni fark ediyordum.

"Gelmem."

Güldü. Bana birkaç adım attı ama gelip de sarılmadı. "Gel hadi, güzelim."

Yine çocuk gibi omuz silktim. İnat etmiştim. O gelsindi, ben niye gidiyordum? "Gelmeyeceğim işte."

Bir adım daha attı, bir adım atıp ileriye gitsem kollarının arasına girmiş olurdum. "Gelir misin, güzelim?"

Anladık güzelsin, ne diye güzelim güzelim diyorsun?

Ay ama benim kalp uçiiii.

"Geleyim bari," bir adımı tüketerek kollarının arasına girdim ve başımı göğsüne yasladım. "Valla çok ısrar ettin diye geldim, kıyamadım."

"Sen bana hiç kıyama."

"Ona da tamam, çok ısrar ettin diye ama."

"Hm hm."

Kolları belime dolanarak beni kendisine çekti iyice. Kokusunun ne olduğunu çözemiyordum ama uykumu getirmişti. Kollarımı beline sardım ama onun tutuşu gibi sıkı değildi. Avucumun ikisini de sırtına yasladım.

Bir süre sessizce bekledik. Ayaktaydık, ormandaydık, hava karanlıktı ve her an bizi bir kurt yiyebilirdi. Adana'da kurt olup olmaması umrumda değildi. Hayvanat bahçesinden kaçmış da olabilirdi sonuçta.

Belimdeki eli hareketlenerek sırtıma çıktı. Tek eli hala beni bedenine sabitlerken diğeri sırtımda minik dairler çiziyordu. "Keşke hiç bulaşmasaydın bu işe. Şimdi sen de hedef haline geldin. O adam sana da zarar vermeye çalışacak."

Yüzümü huysuzca göğsüne sürttüm. Montunun açık tarafından içeriye sızmıştım ve sıcaklığı çok fena uykumu getirmişti. "Boşver, bir şey yapamaz. Bir kaç güne ölür zaten. Ama söz verdim mezar alacağım diye. Deniz manzaralı dedim bir de, neyse normal mezar alırım. Normalini bulmuşta deniz manzaralısı mı kalmış?"

Bedeni kasıldığında ne denli mayıştığımı yeni fark ediyordum. Dilimi ısırdım. Bahsettiğin adam ne kadar kötü olursa olsun çocuğun babası, Alin. Böyle şak diye nasıl söylersin öleceğini?

"Elini kana bulamayacaksın. Hem de öyle bir adamın kanına asla." Derken beni belimden tutarak havaya kaldırmış, ayaklarımı yerden kesmişti. Havalanmamla başımı göğsünden çekip sıcak boynuna gizledim.

"Ben yapmayacağım ki zaten, S yapacak."

"Niye?"

"Çünkü takıntılı, bana zarar geldiğinde kendine hakim olamaz. Büyük bir ihtimal ben ifade verdikten sonra mafya Burhan'a sela okutmamız gerekecek."

"Sanırım sana zarar verenleri öldürdüğü için biraz olsun sakin kalabilirim."

Nefesini verdiğinde hareket ettiğimiz için homurdandım. Kollarım çoktan belinden ayrılmıştı. Bedeninin üzerinde yükselerek kollarımı boynuna doladım ve bacaklarımı beline sardım. Kolları belimin daha aşağısına dolandı ama elleri yumruk halindeydi.

"Biraz daha," dedim mırıl mırıl. Uykum mu gelmişti ne? Ben bir şey mi içmiştim? Tuzlu su kafa yapmıştı galiba. "Sen beni bir otele bırak ben banyo edeceğim daha."

"Her ne kadar hiç evim olarak benimseyemesem de bizim evde yapabilirsin, Sumru'nun kıyafetlerinden getiririm sana."

"Siz bu evde mi kalacaksınız yine?" Dedim uykumu açmaya çalışarak. Kafamı kaldırıp alnımı alnına yasladım. Gözlerimi açmamıştım hala ve mayışmış bir haldeydim.

"Sen karışmadan öncede planlarım vardı. Sumru'nun reşit olmasını bekliyordum. Boks ringinde kazandıklarımla ev aldım. Onların bu evde kalmasını istemiyorum. O adam tutuklanırsa annemi ve kardeşlerimi alıp evimize götüreceğim."

"Aferin sana," diye fısıldadım kollarımla boynunu iyice sararak. Ne ara bu hale geldim bilemiyordum. En son ondan tamamen ayrılmayı planlarken şimdi sarmaş dolaş beni banyoya götürmesine izin veriyordum.

"Aferin bize." Sırtımın soğuk bir yere değdiğinde Asil'in içli nefesini yüzümde hissettim. "Geldik ama seni bırakmak istemiyorum."

"Olay yeri inceleme falan vardı?" Dedim şaşkınca.

"Gitmişler. Evde tekiz."

"Beraber duş alabiliriz," dedim arsızca sırıtırken. Bana bir anda bir şeyler olmuştu. Yok, mafya Burhan kesin havuza alkol karıştırmıştı. Yoksa bu sarhoş hallerimin başka bir açıklaması yoktu.

Yani, sadece bir şakaydı. Ama neden üzerimizde kıyafetlerle banyo yapamayalım ki?

"Rahatsız olursun," dedi cıklayarak. Elleri belime kayarak sıkıca kavradı indirmek amacıyla. Ama ben sıkıca yapıştım ısınma kaynağıma. "İnsene, şeftali."

"Ama benim yerim çok rahat."

"Gerçekten kafayı buldun, oksijen falan mı çarptı seni?" Dedi gülerken. Asil etkisi demeyi tercih ediyordum.

Kollarımdan birisini boynundan ayırarak gözlerimi açtım. Musluğu bulduğumda sıcak olanı açarak kollarımı ona sardım.

"Yıkasana beni." Ben iyice arsız bir şey oldum yalnız, çözmedim aradaki geçişi. Resmen çocuğun tüm iyi niyetini sömürüyordum.

"Ben seni yıkamasına yıkarım da," büyük bir nefes verdiğinde göğsü göğsüme sürtündü. "Gözlerimin kapalı olması lazım."

Kaşlarım çatıldı. "O niye be?"

"Kendimi tutamam."

Aklıma fesat şeyler geliyordu. Omen tanrım'lık bir olaydı. Uykum falan bir anda aklıma gelenlerle açılırken hızla Asil'in kucağından atladım.

Bana ne oluyorduysa? Benim çocuğun kucağında ne işm vardı ayrıca? Ayağım yok muydu benim? Ben mal mıydım?

Banyonun duşa kabininde. Camlar buharlanmış. Amanın, neler geçiyor aklımdan!?

"Ay tamam, sen git bana kıyafet getir. Ben yıkanırım."

Dudaklarını birbirine bastırıp gülümsemesini gizlemeye çalışırken onu dışarıya ittim. Kapıya baktım bir süre. Ama sonra kilitleme gereği duymadan duşa kabine girdim.

Üzerimdekileri hızla çıkarıp on dakikalık bir duş aldım. Saçlarımdaki tuzlu sudan kurtulmak için kenardaki tek kadın şampuanıyla yıkandım.

Ben banyoyu bitirmeden kapı çalındı. "Kıyafetler kapının önünde. Ben koridorun başında bekliyorum. Arkamı dönerim."

O göremese de başımı sallayarak durulandım. Temiz olduğunu düşündüğüm beyaz bir havluyu bedenime sararak kapıya ilerledim.

Güven. Ona güveniyor musun Alin? Onun sana güvendiğinin yarısı kadar?

Kapıyı açarak koridora baktım. Asil, duvara yaslanmış arkası dönük bir şekilde bekliyordu. Gülümsedim ve yerdeki kıyafetleri aldım.

Harika, iç çamaşır takımı bile getirmişti. Gel de kızarma. Gel de utanma.

Beyaz kazağı ve siyah yüksel bel kot pantolonu giyip saçlarımın suyunu sıktım. Bileğimdeki tokayla topuz yaptım. Eve fazla geç kalmazdım umarım.

Banyodan çıktım. "Dönebilirsin."

"Sana taksi çağırdım, karakola gitmeliyim. Annemleri daha fazla yalnız bırakamam." Dediğinde engelleyemediğim bir suçluluk duygusu yüklendi bedenime.

Çocuk böyle bir durumda bile benim yüzünden ailesinin yanına gidememişti.

"Tabii," diyerek yürümeye başladım. "Aylin abla'ya ve kardeşlerine selam söyle. Ben de geç olmadan eve gideyim."

Bundan sonra ben taksiye binene kadar konuşmadık. Taksi çoktan gelmişti. Çantamı ve montumu alarak bindim. Asil, bindiğimde eliyle telefon işareti yaptı. Başımı salladım.

Ben taksiye bindiğimde de yağmur başlamıştı zaten.

Geriye sadece bay S'yi atlatmak kalmıştı.

 

8500 kelimeee.

İki soru,

Anlamadığınız, kafanızı karıştıran yerler?

En sevdiğiniz karakter ve nedeni?

Allah'a emanet 💅

 

Loading...
0%