Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19_' Festival çanları

@cennomi

Keyifli okumalar♡

Siz:Akooooooooo

Siz: En sevdiğim tıp okuyan varlıkkkkkkk

Daktır sular Akan: Ne istiyorsun ve neredesin? Yemek vakti geldi ve sana ulaşamıyoruz, annem polis olan amcamı aramak üzere

Siz: Ay yok ben kütüphaneye uğradım bugün telefonu da kapatmıştım ondan geç kaldım

Siz: Akaaannnnn

Siz: Şşşştttt yazmayacaksan söyle de bilelim

Daktır sular Akan: Hmmmmmmmmm neeeeee varrrrrrrrr

Siz: Bana yarın telefon alsana benimki suya düştü bu da bir arkadaşın telefonu

Akan: Ben zengin miyim kızım git babandan iste git Koralp'den iste git anandan iste

Siz: Adam sandıklarınız vardı..

Siz: Aman be tıpçı dedik bağrımıza bastık satıcı çıktı

Daktır sular Akan: İyi be alırız dırdır etme daha az önce masadan kalktım yemek yemem lazım çabuk gel

Siz: Dandik bir şey istemiyorum ha güzelinden olsun

Daktır sular Akan: Yav tamam he he anlamıyorum ben açım

Siz: -_-

Siz: İyi aç kapıyı geliyorum içeri

Mecburen haber vermek için mafya Burhan'ın telefonunu açmıştım. O kargaşada telefonunu vermeyi unutmuştum. Ben de haber vermek amacıyla son kez kullanmıştım.

Hattımı çıkardım ve tekrar sıfırlayıp yanından geçtiğim konteynıra attım. Eve gidince söyleyeceğim yalan hazırdı. Erkenden eve gelip üstümü değiştirip çıkmış olacaktım.

Bir sorun vardı gerçi, Ardıç neredeydi?

Annemlere bir şey söylediyse yalanım tutmazdı. Neden Ardıç'ı atlattığımı söyleyemezdim.

Ya da sadece takip edilmekten hoşlanmadığımı söyleyebilirdim.

 

🍑

 

"Doğruyu söyle, neredeydin?" Diyen Mirza'ya atabileceğim en ters bakışı attım.

"Sanane!"

"Bak görmüşler diyorum, haberin geldi diyorum. Karakollarda geziyormuşsun diyorum. Ne işin vardı kızım senin karakolda?"

"Ay yeter, bunaldım ama ya!" Diye çıkıştım Akan'a. "Ne var yani gördülerse? Size hesap mı vereceğim?"

Tüm Adana akraba derken yanılmıyormuşum galiba. Beni nereden görüp tanıdı, hangi it haber uçurdu bilmiyorum ama çok fena kinlendim şuan.

Üç erkek, sorgu amiri gibi başıma dikilmişlerdi. Yemekten sonra hepsi birden beni Koralp'in odasına çekiştirmişti ve oradaki sandalyeye oturtup başıma dizilmişlerdi.

Koralp hariç. O yatağa oturmuş boş boş izliyordu.

"Vereceksin çünkü başına bir şey gelebilir!" Diye çıkıştı Mirza. Valla bunalıyordum. Sonra birden ifadesini yumuşattı. "Hadi güzelim, başında bir bela varsa söyle. Biz hallederiz."

Yok, kanmadım.

"Affedersiniz de," diyerek yalı çapkını moduma girdim. "Siz kimsiğiz? Siz kimsiğiz?"

"Adanalısın kızım sen, doğu şivesine nereden kaydın?" Dedi Akan yüzünü buruşturarak. Pes ederek yere oturdu ve sehpadaki meyve tabağını alıp sömürmeye başladı. Açtı, hep açtı.

Omuz silktim.

"Konuyu saptırmayın," bir eliyle ensesini ovarak Koralp'in yanına oturdu, Mirza. "Bak Alin, sen ne kadar kısıtlanmayı sevmesen de bizim bu konuda yaralarımız var. Hemen iyileşmesini bekleyemezsin, insanın içindeki şüpheleri hemen silemiyorsun."

Çünkü sadece sizin yaralarınız var. Benim hiç yok, öyle değil mi?

Koralp, elini onun omzuna koyarak susturdu. Daha anlayışlı bir ifadeyle bana döndü.

"Amacımız, asla seni kısıtlamak değil. Sadece Arya oldukça yalan söyleyen bir kızdı ve yaptığı şeyleri sineye çektikçe zarar vermeye devam etti. Bir kardeşin vereceği türden zararlar değildi. Biz de seninle yeniden kız kardeşimizin olmasının nasıl bir duygu olduğunu tadarken tekrar başa dönmek istemiyoruz. Korkularımızı bastırmanın tek yolu bize karşı dürüst olman. Anlıyor musun? Sana güvenmek istiyoruz."

Harika, yine Arya ile karşılaştırılıyordum.

"Arya ne yaptı size bu kadar büyük?" Dedim merakla. Neden aramızdaki tüm duvarların sebebi o kızdı? Ne yapmış olabilirdi ki?

"Belki bir gün, Alin. Güven her şeyden önce gelir, değil mi?" Sana güvenmeden acılarımızı açamayız demek oluyordu bu galiba.

Ama Akan güveniyordu da Yaren olayını bana açmıştı demek ki. Belki de beni test ediyordu?

Dertli bir nefes aldım. "Takdir edersiniz ki, size bir başkasının sırrını veremem. Sadece, bir kadını kurtarmaya yardım ettiğimi bilseniz yeterli. Kötü bir şey yapmadım," bakışlarım Mirza'ya değdi. "Sizi utandıracak bir şey yapmam merak etmeyin."

Lisenin ilk günü erkek kılığına girdiğimde beni rezil edeceksin diyen Mirza gelmişti aklıma. Ne kadar umursamıyor gibi yapsam da evet, en başından beri kardeş olmak en büyük hayalimdi.

Ben, sevilmeyi istiyordum galiba. Anne yüzünden yaralıydım, baba tarafım zaten delik deşikti. Ama hiç kardeşim olmamıştı ve ben olduğunda çok güzel olacağını düşünmüştüm hep.

Gerçek annem, iyileştiriyordu. Çabalıyordu annem olabilmek için. Aradaki on yedi yıllık arayı kapatamazdı ama çabalıyordu işte.

Gerçek babam da öyleydi. İlk defa baba kavramı hayat doluydu ve acı vermiyordu zihnime. Babam olabilmek için çabalıyordu o da.

En önemlisi de buydu ya zaten, birileri benim için çabalıyordu.

"Sana güvenmeyi seçiyorum," diyerek ayağa kalktı ve yanıma geldi Koralp. Omzumdan destek alarak eğildi ve şakağıma her zamanki öpücüğünden kondurdu. "Bu arada, arkadaşlarının aileleriyle konuştum. Her şey tamam, tatilde Yeni Zelenda'dasınız."

"Teşekkür ederim," diye fısıldadım. Gözlerime bakarak gülümsedi ve doğrulup odadaki başka bir kapıya ilerledi. Kravatını çıkarmasından üstünü değiştireceği izlenimine vardım.

"Yakında çıkar kokusu, kesin bir haltlar yedi bu deli." Diye homurdandı Mirza. Akan'ın elindeki meyve tabağından büyük bir savaş vererek bir dilim mandalina kaptı. "Versene ulan, annem seni aç mı bırakıyor!?"

"Asıl annem seni küçükken çok aç bırakmış," tabağını kendine çekerek Mirza'dan uzak bir yere geçti. "Sen salaksın, sınıfta kaldın. Defol yeme meyvelerimi."

"Devamsızlıkltan kaldım!" Dedi isyan eder gibi. Kendisini yatağa attı. "Ve asıl küçükken aç bırakılan sensin. Doyumsuz!"

"Ben tıp okuyorum, yerim!" Diye çıkıştı Akan. Ağzına iki dilim elma sıkıştırdı. "Sen ne okuyorsun? Sınıfta kaldın işte. Annemler kredi kartını da bloke ettiler. Hem fakirsin, hem sınıfta kalmışsın."

Fakirlikten girme Akan, çocuk dertli.

"Üff, bir haftadır galeriler ne araba veriyor ne motor. Satın alacak olsam yine vermiyorlar. Annem tüm Adana'yı aramış galiba. Hiçbir yarışa gidemedim."

"Ya, iyi olmuş." Dedim nispet yapar gibi. "Aslında ben kendim gidip motor alabilir, sonra da onu sana verebilirdim ama kinliyim sana. O yüzden avucunu yala. En başında ters yapmayacaktın valla."

Ayağa kalkarak odanın çıkışına yöneldim. "Neyse, bir sınav öğrencisi olarak sürünmem gereken konular var. Okuyup da ne olacağım bilmiyorum valla."

Bimde kasiyer olursam ne gülerim ama.

"Beraber çalışalım mı?" Öyle masum sorma, Barlas. Ben bu gece bay S'yi bekleyeceğim. Seninle nasıl bekleyeyim?

"Bu gece değil, belki yarın." Daha fazla onlarla muhattap olmadan odama geçtim. Üzerimdeki Sumru'nun kıyafetlerini çıkararak dikkatlice katladım. Kuru temizlemeye verip ona geri görürebilirdim. Ki öyle de yapmalıydım.

Pijamalarımı giydiğimde stok kutumdan bir jelibon pakedi daha çıkardım ve o gelene kadar ders çalışmak için masaya oturdum. Önce matematikten çözeceğim konunun ders notlarına göz atarak bir süre ezber yaptım.

Eşit ağırlıkçı olduğum için matematik çözmem beni sıralamada öne atacaktı. Bu yüzden matematiğe de ağırlık veriyordum.

Kendimi kaptırdığım uzun bir süre boyunca test çözmeye çabaladım. Ama bir süre sonra okuduğumu anlamadığımı fark ettim. Bir türlü odaklanamıyordum. Bugün o kadar çok yorulmuştum ki bayılacaktım.

Ama onu da beklemeliydim.

Başımı problemlerin açık olduğu test kitabına yasladığımda dudaklarımda minik bir tebessüm vardı.

Asil'in sözlerime değil de gözlerime inanması istemsizce içime işliyordu. Cümlelerim onu yaralasa bile, onlara değil gözlerime inanmayı seçmişti.

İyi mi yaptı bilmiyorum ama bu saatten sonra onu bırakmak istediğimde yine gözlerimi okursa inanmazdı. İnanmamalıydı da.

Sonra aklıma arsızca çocuğa beni yıkamasını söylediğim an geldi. Aptalca sırıtarak kendime işkence etmek ister gibi onun cümlelerini döndürdüm aklımda.

Ona gelmemi söylediğinde ve ben inat ettiğimde bana doğru gelmişti. Ama benim gelebilmem için mesafe bırakmıştı.

Ona gelmemi istemişti. Yardım etmişti ama o son adımı benim atmamı istemişti.

İç çektim. Belki de tüm o kargaşada birisinin gelip sarılmasına ihtiyacı vardı.

Bir kaç tıkırtı sesi duyduğumda rahatsızca kıpırdandım. Aldırış etmesem de çok geçmeden aynı tondaki tıkırtılar tekrar duyuldu.

Tık. Tık. Tık.

Sanki birisi kapıyı çalıyordu. Kaşlarım çatıldığında huzursuzca masadan kalktım. S. miydi acaba? Ama o gelecek olsa haber verme gereği duymazdı ki.

Sessiz odada yankı yapan sesin kaynağını aradım istemsizce. Bir insan değildi bu sesi yapan. Belliydi. Bir şey, aynı tonda ve ısrarla çarpıyordu bir yere.

Daha dikkatli dinlediğimde sesin teras tarafından geldiğini fark ettim. Elim kapalı perdeye gittiğinde gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım.

O geldiğinde gözlerimi kapatırdım. O geldiyse kapalı olmalıydı. Yara izlerimi görürsen korkarsın, küçük kız. Korkma, görmeden de hissedebilirsin, dene sadece.

Korkacağımdan değildi kapatmam gözlerimi, istediği içindi. Sadece istiyor diye yedi yıldır kapalıydı gözlerim.

Perdenin bir kısmını avucumda hapsedip sıkarken bir anda açtım tümünü. Önce kalbimi durduran bir süre bekledim. Bir şey olmamıştı. El yordamıyla kapıyı açtığımda pervane gibi bir ses kulaklarıma doldu.

O değildi. Gözlerimi açtım.

Bir dron, üzerine bağlı bir kağıtla karşımda süzülüyordu. Kağıdı çözerken hayal kırıklığımı saklayamadım. Neden gelmemişti ki? Gerçekten sonsuza kadar bırakmış olsa beni, yer altına indiğim gün göstermezdi kendisini gölgelerden.

Ne yapıyordu böyle?

On yaşımda gelmiş, bana kendimi korumam gerektiğini söylemişti. Güçlü olmalıydın, zeki olmalıydın, hayatta kalmalıydın.

Ve bir seçim hakkın yoktu.

On altı'mdaysa terk edip gitmişti. Öyle yazdığı gibi zor falan da değildi, gitmem gerekiyor, demişti sadece. Gitmeliyim, hayatta kal.

Ve ben öğrettiklerini unutacağım korkusuyla neredeyse tüm paramı kurslara yatırmıştım. Neredeyse altı ay boyunca fark etmemiştim kurslardan bir şey kazanmadığımı.

Tabii, sonra dank etmişti. Parayı biriktirmeye çalışmıştım ve kendim antrenman yapar olmuştum. Ciğerlerim alışkındı çimen ve kar kokusuna.

S. S, garip bir adamdı. Sesi her yerdeydi, varlığı her yerdeydi ancak kendisi bir hayalet kadar bile yoktu.

Ruhumun derin girdabında saklanıyordu ruhu, bilmiyordu çıkışlar kapalı, görmüyordu yollar dikenli, haberi yoktu ben zehrin ta kendisiydim.

Katlanmış kağıdı açarak yorgunlukla ayatağa oturdum.

Alin DURULAR.

İnadına yaptın değil mi? Sırf yapma dedim diye yaptın değil mi? Sana bir kere de beladan uzak durmanı söylüyorum, bu en fazla ne kadar zor olabilir asi kız!?

Yanına gelemem. Bu gece değil. Sinirliyim. Zarar vermek istemiyorum. Siktir, ya bir şey olsaydı? Bir şey, bir şey oldu.

Sana ne yaptığını öğrendiğim ilk an, nefes aldığı son an olacak. Sana baktığı her an için onu binlerce kez öldüreceğim zihnimde.

Bir kez olsun, uslu bir kız olmanı söyledim. Bir kez. Cezasını kimlerin çekeceğine dair bir fikrin var mı?

Yok. Olmasın da zaten.

Seni ve onu gördüm. Ormanda. Sev, Alin. Arkanda olacağım. Sevmeyi dene. Ama senin için sağlıklı olanı sevmeyi dene. Kendi yaralarına merhem olamamışken bir başkasının acılarını nasıl iyileştirebilirsin? Bu seni zehirlemek olmaz mı?

Neyin peşinde olduğunu biliyorum, küçük hanım. Neyi istediğini de. Ama bu seferlik aptala yatacağım, sadece bir seferlik. İstediğini yapacağım.

Sen de karşılığında bu hafta uslu duracaksın. Anlıyor musun? Uslu dur. Belaya bulaşma. Kimse için kendini feda etme.

Unutma.

Zaaflar yok. Acı yok. Acımıyor dizlerin.

Burası merkez değil, merkezi bulana kadar ölemezsin, anlıyor musun?

Üzgünüm, yaşadıkça merkezi bulama diye uğraşacağım.

S.S.

Dudağımı ısırarak kağıdı yastığın altına sıkıştırdım. Ölmememi istiyordu ama bazen ölmenin en iyi seçenek olduğunu göremiyordu.

İnsan, bazen öyle bir raddeye geliyordu ki ölmek onun için en iyi seçenek halini alıyordu.

Dron'a bakarken sinirle soludum. "Ama bu haksızlık! Sen beni görebiliyorsun!" Hızla yatağın üzerindeki ince pikeyi aldım. "Sen şimdi görürsün, git defol. Gelme zaten, istemiyorum!" Pikeyi dron'un üzerine fırlatırken dışarıdan ne kadar komik olduğum umrumda bile değildi.

Sinirlerim bozuldu ya. Ben o kadar gelecek diye bekleyip uyumayayım o bana dron göndersin.

Dron, iyice yükselerek tavana yaklaştığında gözlerimi kısarak yatağa çıktım.

"Gel ulan buraya," bir anda zıplayarak dronu yakaladığımda yere yapışmış bulundum. Ağrıyan kalçamla birlikte sızlanırken dron da kollarımın arasından sıyrılmıştı. "Ah!"

"Ne oluyor? Savaş mı çıkardın baş belası!" Çat diye odama giren Mirza'ya sızlanacak gücü bulamadım. Kendimi yere bırakarak yanağımı beyaz yumuşak halıya dayadım.

"Savaş çıktı ve ben öldüm."

"Sen en son odanı ne zaman temizledin?" Derken bana doğru ilerliyordu. "Bu ne ulan? Ben bile her gün temizliyorum odamı."

"İyi, temiz çocuk." Diye homurdandım iyice mayışarak. Bir anda uyku bastırmıştı. Bipolar olmuştum galiba. "Sana pasaklı bir kız bulacağım o zaman."

"Gerek yok," dediğinde bacağımın ve belimin üzerinde kollarını hissettim. Beni kaldırarak yatağa uzattı. Üzerimi de örttüğünde aklıma yer altında söyledikleri gelmişti.

"Saçlarıma dokunma, Mirza." Gözlerim, tüm yorgunluğuma rağmen aralandı. Ona neredeyse yalvaran bir bakış attım. Bugünki şeyler bedenimi de ruhumu da yormuştu. "Geceleri dokunuyormuşsun, dokunma. Her şeyi yap da, dokunma onlara."

"Alin..." ilk defa birbirimizle konuşurken bu kadar sakin ve merhametliydik. "Sen... Neden?"

"Hepsini kesmemi istemiyorsan dokunma," belki hâlâ bana ön yargılıydı. Belki hâlâ istemiyordu içten içe ama birisinin de tüm saçlarını kendisi yüzünden kazımasına göz yumar mıydı? Bilmiyordum, insanlığı ne kadardı? "Kazıtırım hepsini. Belki senin için bir şey ifade etmeyecek ama ben istemiyorum. İstemesem de yaparım. Sadece dokunma."

"Hiç mi dokunmayayım sana?" Derken sesinde hüzünlü bir tını vardı. "Bu kadar mı nefret ediyorsun benden? Affetmeyecek misin beni?"

"Konu affetmek değil, Mirza." Derken doğrularak sırtımı yatağa yasladım. "Konu sadece saçlarım. Onlara dokunma, hiç dokunma. Elime dokun, alnıma, koluma, omzuma dokun. Haber vermek ya da yanımda olduğunu söylemek için saçıma dokunmana gerek yok."

Gözlerimi kaçırarak derin bir nefes aldım. "Nefret etmiyorum ama seni affetmeyeceğim de. Belki ilk gün fark etmen gereken şeyi, insanların hepsinin aynı olmadığını sonradan fark ettin ya da ne bileyim. Sonradan gerçekten kardeş falan olmak istedin bilemiyorum, ama söylediklerini unutacağımı zannetmiyorum. Elimde değil, ben affetmeyi bilmiyorum." Güldüm. "Bak, bir gün seni tamamen affedersem kork ama. Çünkü affersem silerim, anlıyor musun? Hiç var olmamış gibi."

Başını salladı. "Anladım. Uyu sen."

"Gitmeyecek misin?"

"Gitmeyeceğim."

Nedense kelimesinin altında farklı bir şey sezmiştim. Omuz silkerek yatağa uzandım. Yorganı üzerime çektiğimde onun terasa çıkan kapıyı kapattığını gördüm. Dronun gittiğinden emindim.

Gözlerimi kapattım.

Bir süre sonra üzerimdeki yorganın belimdeki ucunu tutup boynuma kadar çektiğini hissettim. Çabalamaya devam etmeliydi, etmeliydik.

Kardeş olabilmek için ikimiz de daha çok çabalamalıydık. Tüm suçu ona yıkamazdım. Ne ben nasıl kardeş olunacağını biliyordum, ne de o yaşadıklarını hemen atlatabiliyordu.

Bugün fark ettiğim şeylerden birisi de elimdekilerin kıymetini bilmem gerektiğiydi.

Küçükken, annem kardeşimi benim yüzümden aldırdı zannederek ne kadar ağladığımı biliyordum. Şimdi iyi ya da kötü onlara sahip olmuşken bencillik yapamazdım. Mirza'nın yaptıkları çizgiyi biraz aşmıştı belki ama görmezden gelemeyeceğim kadar değildi.

Her şeyi ruhumda tutarak ağırlığını taşıyamazdım ya.

"İyi geceler," diye fısıldadım.

"İyi geceler, Alin."

Özür dilerim, çocukluğum. Bugün sınırlarımızı çok zorladım. Bizi kurtaracağım diye çok çabaladım ama her seferinde daha da batıyormuş gibi hissediyorum. İyi olsun gecelerin.

 

🍑

 

"Senin gibi kurdeleyi," diye homurdamarak elimdeki kurdaleyi silkeledim. "Ne yapışkan şeysin ulan sen? Japon yapıştırıcısı ağlıyor şuan."

En sonunda kurdaleyi elimden ayırabildiğimde standın üzerine yapıştırdım ve geriye çekilerek şaheserime baktım.

Festival için yemek standını düzenliyordum. Uzun yemek standının tüm yemeklerini bizim hazırlayacağımız aklıma geldikçe fenalık geçirecek gibi oluyordum.

Hayır fikir babası da bendim, sövemiyordum.

Erkekler ağır işleri hallederken biz kızlar da daha ince işleri üstlenmiştik. Güvenememiştik süsleme için. Normalde sadece Sumru ve ben görevliydik ama birkaç kişi daha gönüllü olmuştu kızlardan. Enayiler miydiler neydiler?

Müdür bey amca okula gelir gelmez yavrusunu tutan kedi gibi beni ensemden yakalamış okulun arkasındaki kapalı etkinlik alanına sürüklemişti. İlginç bir şekilde okulun arkasında kocaman bir salon vardı. İki okulun öğrencisi sığardı buraya.

Zaten hocalarla konuşmuşmuşta, ders işlemeyeceklermiş de. Of ama ya of. Köle oldum burada.

"Amcam bunu duyacak," diye homurdanan Hakan da balon şişiriyordu. "Ben evde çatal bile taşımıyorum ki!"

"Ay tamam çakma Draco," diyerek ellerim belimde ona yandan bir bakış attım. "Sabahtan beri anladık, sülalen duyacak."

"Sen konuşma be zilli!" Bana önündeki kutudan aldığı bir avuç balonu fırlattı. Ağladı ağlayacak gibi bir hali vardı. "Hepsi senin yüzünden bunların!"

"Üstüme iyilik sağlık, ben ne alaka be?"

"Biliyorum ben, biliyorum." Yere oturmuş bacaklarını uzatmış bir şekilde çocuk gibi sızlanıyordu. "En son sen çıktın müdürün odasından, kesin sen verdin bu aklı o şişkoya. Her gün kebap yiyor zaten bizi de köle gibi çalıştırıyor."

"Alinn!" Şaşkın ifadem dumura uğrarken arkamdan gelen saldırı teşebbüsüyle yere yapıştım. "Ben geldim, bebeğim!"

"Alin!" Diyen bir iki ses duydum ama arkamdaki beden üzerimden çekilince önemsemedim.

"Sen kimsin a..."

"Şşt, küfür yok şeftali kafa."

"Ne?" Şaşkınlıkla ayağa kalkıp ona döndüm. Gördüğüm beden donakalmama sebep oldu. "Berkay?"

"Bebeğim?"

"Gerizekalı!" diyerek ensesine yapıştırdım. Aynı anda da ondan bir darbe aldım enseme. "Ne bebeğim bebeğim, iki saattir?"

"Şşt, iki saattir izliyorum. Seni dikizliyor şu ikisi. Seviyorlar mı yoksa beğeniyorlar mı, anlamaya çalışıyorum."

"Hani nerede? Kim o?" Üç yüz altmış derece dönerek etrafa göz attım ve tekrar Berkay'a döndüm. "Kim ya göremedim?"

"Salak, yemin ederim salak." Diyerek elini alnına vurduğunda ne var dercesine omuz silktim. "En fazla bu kadar belli edebilirdin gerçekten."

"Ne var ya? Hani göster anlamadım kim?"

Kolunu omzuma atarak beni çevirdi. "Gözlerini yere dik, düşünüyor gibi yap."

"Hee," bir anda dank etmiş gibi bir ifade takındım. O anda gözlerim Asil ile kesişti. Ona hafif bir tebessüm ederek gözlerimi tekrar Berkay'a diktim. "Anladım, Asil'i diyorsun sen."

"Neyse işte, bu seni tam olarak izlemiyor. Arada bakıp işine dönüyor. Ama bakıyor ya, ben bile yükseldim."

"Oha," dedim hayretle. "Harbi mi? Nasıl bakıyor?"

"Valla çözemedim. Başka bir yere bakarken donuk olduğundan anladığım kadarıyla bu çocukta var bir şeyler." Tekrar çevirdi beni. "Bak bu sürekli bakıyor ama. Resmen yedi seni, gidip bir tane çakacaktım da dedim dur. Alin şoktan gider şimdi."

İç çektiğimde, avucu omzuma iki kez vurdu. Çok olmazdı, ben de sürekli engellemek için etrafta her şey hazır bir şekilde gezerdim ama bayıldığım oluyordu. Ayda yılda bir de olsa sinirlerimi bozuyordu.

"Bak ben bu çocuktan watty erkeği vibe aldım. Ama şerefsiz eski sevgili vibe'ı." Güldüm. Doğukan'dı bu. Neden beni izlediğini bilmiyor... kaşlarımı çattım aklıma gelenlerle.

Mirza'nın bir arkadaşı telefonumu hackleyerek bizi dinlemişti. Hangisi olduğunu niye sormamıştım hiç? Doğukan olabilir miydi?

"Kanka bundan hacker vibe alıyor musun? Bir bak bakayım?"

"Harbi mi?" Dedi şaşkınlıkla bana dönerek. "Lan bu it mi dinlemiş bizi?"

"Ne bileyim? Aklıma geldi bak bakayım."

"Aha, valla nasıl izliyor, bak bak bak." Gözleri dizideki yılan karakteri izler gibi kısıldı. "Kanka hackerlık falan bilemeyeceğim de var bunda bir şey."

Sonra birden doğrularak tekrar yönümüzü çevirdi. "Bak köşede üçlü bir kız takımı var, pempeli pispis bakıyor."

"Alisya ve dedikodu tayfası onlar. Ben bir kazık attım, sonra da kendimi havuza attım. Baya böyle kinlendi falan, havuza da o attı."

"Sen bensiz nasıl bu kadar entrikaya gömülebilirsin ya?" Diye isyan etti. "Neyse, bak bir kumral var şurda."

"Kanka seni gömer üstüne de Adana kebap gömer o kız," dedim Sumru'ya bakarken. "Hiç kendini tehlikeye atma bence."

Zaten Sumru ve Asil bugün okula neden geldi anlamıyordum. Dün yaşadıkları olay öyle kolay bir şey değildi. Üstüne hâlâ okula gelmeleri sanki yaşadıkları her şeyi gömeceklermiş gibi hissetmeme neden olmuştu.

Kim bilir neler olmuştu da onlar arkalarında bırakıp gelmişlerdi okula.

"Kanka sen harbi koşarak mı geldin? Nasıl gelebildin ya?"

"Saçmalama be. Salak mıyım ben koşayım? Uçakla geldim, al faturası. Sana kestirdim." Bir bana uzattığı kağıda bir de ona baktım. Sinirle kağıdı çekip cebime attım. Çocuk bu aşiret olma olayını abartmış uçak parasını da bana ödetiyordu ya!

"Bıraksana ya, bırak!" Diye bir bağırış kopunca birbirimizden sıyrılıp arbedeye döndük. "Ya bırak, ben döveceğim bu çocuğu, bırak! Ya sen gerizekalı mısın!? Adattın beni, aldattın! Nasıl hala bana hediye gönderiyorsun mal!?"

Oo, durum harbi kritik. Tü sana ama.

"Kanka bunlar gönüllülerden," diyerek durum bilgisi geçtim Berkay'a. Yanımıza birkaç beden daha gelmişti ama ben pür dikkat izlemekteydim arbedeyi.

Aldatılan ama hala hediye alan kız, sinirle arkadaşından kolunu kurtarmaya çalışıyordu. Diğer gariban kız da koluna yapışmış bir çare sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Ne olmuş?" Yanımdaki kişiye bakmadan cevap verdim. Bir çekirdeğim eksikti.

"Aldatılmış ama hala hediye gönderiyormuş çocuk kıza. Yüzsüzlüğün de bir leveli olur ama dimi?"

"Evet."

"Ama işte. Bazı insanlar var, yüzsüzlüğün kitabını yazıyorlar. Cık cık cık, hayır anlamıyorum da. Mantıklı bir yönü de yok."

"Aynen öyle."

"Banu bırak, yapıştıracağım ben o gerizekalıya bir tane! İçim rahatlasın bak, söz veriyorum sakin olacağım."

"Sena ben sana hiç güvenmiyorum kanka. Boşver Allah'ından bulsun ya, hediyeyi de atalım çöpe."

"Ay hediye deme, hediye deme!" Diye çığlığı bastı Sena. Bu isimler bana bir yerlerden tanıdık geliyorlardı ama nereden? "Bir de engeli kaldır demiş! Yok ben yedireceğim o kutuyu ona! Aptal! Hadsiz, kimsin sen ya? Kim?"

Katılıyorum, yedir Sena. Hadsiz işte.

Başımı çevirip kankamla dedikodu yapmak için Berkay'a bakacakken duraksadım. Boş boş izledim boşluğu.

Kankam yoktu. Valla yemişti birisi bu arbedede.

"Ay Berkay?" Diye seslendim. "Yediler mi lan seni? Hayalet mi oldun yoksa? Ben dedim ama hayaletler var diye, bak kıyımda köşemdeysen ses ver."

Diğer tarafımı döndüğümde Asil ile karşılaşınca gözlerimi kırpıştırdım. Bu çocuk niye hep bir yerlerden pırtlıyordu ya?

"Kimi arıyorsun?" Diye sorunca iki saattir dedikodu döndürdüğüm kişinin o olduğunu anladım. Yüzünde nört bir ifade vardı.

"Berkay'ı."

"Berkay, şu üzerine atlayan ama sonra senin koluna girip konuştuğun ve sonra da abinlerin ben seni oyalarken kenarda sıkıştırdığı çocuk mu?" Umursamazca eliyle bir yeri işaret etti. "Eğer öyleyse, geçmiş olsun."

"Deme," dedim elimi alnıma vurarak. Onun yüzündeki ifadeyi es geçmiştim. "Yiyecekler çocuğu."

Onun gösterdiği yere doğru ilerleyecekken önüme geçti. Durdum. Kaşlarımı kaldırdım histerik bir şekilde. Ani hareketlerden hoşlanmadığımı söylemiştim, değil mi?

"Yo, yo, yo. Gidemezsin."

"Pardon?"

"Sadece konuşuyorlar."

"Yani? Benim yanımda konuşamıyorlar mıymış? Seni de gardiyan diye mi diktiler başıma?" Tek kaşımı kaldırarak ona bariz bir şeyi anlamıyormuş gibi baktım.

"Ne oldu? Arkadaş önemli galiba." Hadi be, derdi bu muydu? Bizim Berkay da saf garibanım, çocuk böyle güzel bakıyor böyle iyi falan diyordu.

Kaşlarım eski haline geldiğinde dudaklarım aralandı. "Sen kıskandın mı?"

"Evet," inkar edeceğini düşünürken patlatmasın mı bombayı? Bu sefer o çok barizmiş gibi omuz silkti. Bir adım geriye çekilerek durgun ifadesini benden çekti. "Ama zarar verecek kadar değil yani, hastalıklı değil. Korkma sakın."

Ulan ben napayım? Ben napayım? Isırayım mı ama?

"Yok, korktuğumdan değil." Derken ifadem baya baya yumuşamıştı. "Ama bir şey soracağım?"

Başını sallayarak onayladı. "Sor."

"Sen gay değilsin dimi?" Durdu. Durgun bakışları sekteye uğradı. Kirpiklerini kırpıştırarak gözlerini gözlerime odakladı.

"Ne?"

Ya ama şey. Benim travma ya bu. Benim eski sevgili o kadar uğraştıktan sonra öyle şey yapınca. Ne bileyim? İnsan bir şüpheye düşmüyor da değil hani.

Bakışlarımı kaçırdım. "Ya benim eski sevgilim, bir erkek arkadaşla aldattı beni de. Bir de gözümün önünde öpünce ben bir şey oldum."

Güzel açıklama, Alin. Sen en rezil anını anlat da insanlar kaçsın senden zaten.

İkimiz de sustuk. O an için Berkay falan çıktı aklımdan. Uçtu yani çocuk. Neyse dayak yiyecek hali de yoktu ya.

Bana işkence gibi gelen sessizliğimiz onun gülme sesiyle son buldu. Şaşkınlıkla bakışlarımı ona diktim. Ne vardı yani, ben aldatılamaz mıydım? Niye gülüyordu?

"Ay yok, niye gülüyorsun sen?" Somurtarak geriye çekildim. "Ne var ya?"

"Tamam, gülmedim. Asma yüzünü."

"Güldün ya, gördüm ben!"

"Tamam," ciddileşti. "Bana o çocuğun ismini soy ismini versene sen bir."

"Niye?"

"İhtiyaç."

"Aha ben biliyordum başıma geleceği," dertli bir ifadeyle gözlerimi parkeye diktim. "Bizim bad boy demişti ama bana sen kimseyi alamayacaksın diye. Ne bu benim kaderimden çektiğim? Hayır, amacım isyan etmek ya da kimsenin seçimlerini yargılamak değil ama böyle biriysen bana gelme kardeşim, gelme!"

"Şeftali."

"Ama biliyordum ben ya, yok dediler bana güvenme falan diye de. Ya saf masum Betül bile film izlerken uyuya kalma faslına geçti ben hala normal insan arıyorum!"

"Şeftali!?"

"Hı, ne hani nerede?" Diyebildim girdiğim transtan çıkarak. Asil bana gülmek ve şaşırmak arasında bir ifadeyle bakıyordu. Bir adım yaklaştı.

"Değilim gay falan, göstermemi ister misin?" Tövbe. Bu iyice masumca yürümeyi bırakmış uçuyordu.

"Neyi göstereceksin?" Ben fazla mı kitap okumuştum? Aklım gidiyordu benim. Mafyalar.. patronlar.. sadistler..

"Kanka!" Diyen Berkay'ın sesi araya girdiğinde hatırlayabildim onu. Tam sıyrılıp geçecekken tekrar önüme geçti.

"Neden önemli?" Gözlerine baktığımda derin bir nefes aldım. Ben yumurtlayacaktım galiba her şeyi.

"Çünkü kan kardeşim? Çünkü arkadaşım? Çünkü başımıza bir şey gelirse yapanların şeftalisini belleriz." Uyarıyı aldın umarım, Asil. "Ve sen beni engellerken onun kılına bile zarar gelirse, kendimi kaybedeceğim."

Geriye çekilmek yerine arkasını dönerek onlara ilerlemeye başladı. Onun arkasından garip bir bakış atsam da konu Berkay'dı yani. Arkasında yürüyeceğim iki kişiden birisiydi. Diğeri İldem'di.

"Bırak, bırak. Geliyor." Diyen Asil'e ters bir bakış attım. Mirza, Barlas, Doğukan ve Bars; Berkay'ı duvar kenarına sıkıştırmışlardı. Berkay huysuz huysuz bakıyordu önündeki dörtlüye.

"Ulan bir kızı oyalayamadın mı iki dakika?" Diyen Mirza ile durdum. Bir iki adım arkalarındaydım. "Hay senin, ben."

"Sizi Alin'e söyleyeceğim!" Diye çıkıştı Berkay. "Diyeceğim ki beni dövdüler."

"Ulan benim asabımı bozma," diyerek yumruğunu kaldırdığında elimi uzatarak araya girdim.

"Dokunursan, kırarım. Zorlama bence," şirince gülümsedim. Berkay beni görünce sırıtarak koluma girdi.

"Alin, bunlar beni dövecekti! Sevmedim ben bunları," arkama geçerek eliyle Mirza'ları işaret etti. "Sen döv bunları."

"Bak küfredeğim, kimsin oğlum sen!?" Diye bağırarak üzerine yürüyen Mirza doğal olarak benim de üzerime yürümüş oldu. "Ne işin var senin kardeşimin arkasında şerefsiz!?"

"Sensin ulan o domates çorbası, draco kafalı!" Diye çemkirdi Berkay. "Alin bana ne dedi duydun mu?"

Kaşlarımı kaldırarak boş bir ifadeyle önümdeki bedeni ittim. "Dayılık taslama okul serserisi. Kimse kim? Ne yapacaksın, nikahına mı alacaksın?"

Asil tabi asıl olayı öğrendi rahat rahat yaslandı izliyor kargaşayı. Ben kan kardeşim olduğunu söyleyen dilimi seveyim.

"Ben almam kız bu şeyi," dedi Berkay. "Bunun sinirsel problemleri var. Deli bu. Bana kötü kötü şeyler söyledi. Az daha bayılacaktım fazla erkekten."

Başımı arkaya çevirdim. "Dokundu mu bunlar sana?"

"Hayır, yerinde namusum. Elletmedim kimseye."

"Saçmalama lan, dövmek manasında."

"Ha, yok. Ama gelmeseydin yiyordum naneyi. Ben senin öğrettiklerini unuttum hep."

"İlk ve son kez söyleyeceğim, Berkay'a dokunana azraille görüşme ayarlarım." Berkay ismini duyan Barlas bıyık altından güldü. Birkaç kez masada ismi geçmişti ve hatırlıyordu belli ki.

"Aa," diyerek yanımıza geldi Barlas. "Hoşgeldin Berkay kardeş, gel okulu gezdireyim ben sana. Niye demiyorsun Alin'inki olduğunu?"

Berkay, Barlas'a temkinli bir bakış atarak eliyle kendini gösterdi. "Kim? Ben miyim Alininki?"

"Alin'inki ne ulan!?" Dedi Mirza. "O nasıl bir dil bilgisi şeysi!? Yok yakışmadı o." Barlas'a ters bir bakış attı. "Sen kimin tarafındasın lan?"

Barlas, elini Mirza'dan tarafa salladı. "Fakirlerle konuşmuyorum ben."

"Barlas zararsız, merak etme." Diyerek Berkay'ı ittim. "Bir şey yapacak olursa çığlık at."

"Oha yoksa bu da Selim gibi-"

"Saçmalama be, gerçi bilmiyorum ama yapmaz yani bir şey."

Telefonsuz da gün geçmiyordu. Diğerlerine kısa bir bakış atarak arkamı döndüm ve işime devam etmek için yemek standına yürüdüm. Mirza'nın sinirle salondan çıktığını gördüğümde burun kıvırdım.

Barlas, Berkay'ın kim olduğu söyleyebilirdi ama Mirza'yı sinir etmeyi seçmişti. Kutudaki yemek etiketlerinden birini alarak yapıştırdım.

Normalde bir iki günde hazırlanabilecek şeylerdi bunlar. Ama anlaşmalar için şimdiden başlamalıydık. Birkaç kişi bağlantılarından yararlanarak bir şirketle anlaşacaktı.

Ama kiminle anlaşırsak anlaşalım tüm işi biz yapmak zorundaydık.

"Kolay gelsin," diyerek yanıma gelen Asil de kutuyu kaldırıp masaya koydu.

"Sağol."

Bir süre sessizce standı hazırlamaya devam ettim. Beynim ise bu süre boyunca durmaksızın düşünüyordu. Dilime gelen cümleyi yutup durdum. Defalarca ucuna kadar geldi ama yuttum.

Ama sonra kustum tabii. "Siz neden bugün okula geldiniz?"

Bakışlarım ona döndüğünde o kollarını bağlamış duvara yaslanarak yeri izliyordu. "Annemi eve götürdüm bu sabah."

Yutkundum. Boğazıma takılı kalan şey her neyse yırtıp geçti sanki. Yaptığım şeyden pişman değildim ancak bir şey rahatsız ediyordu.

Ne olduğunu bilmiyordum ama bir şey, bu konuda ruhuma ağırlık yapıyordu.

"Zor bir durum. Gelmezsiniz diye düşünmüştüm." Diyebildim, sırf konuşmuş olmak için.

"Annemi ve kardeşlerimi aldığım eve getirebildiğimde gece yarısını geçmişti," diyerek başını duvara yasladı ve gözlerini üzerimde gezdirdi. Bir yere bakmış olmak içindi galiba. "Annem kendisini odaya kapattı. Nota şaşkındı ama aramızda mutlu olan tek kişi o'ydu. Tamamen kurtulduğumuzu ve annemi arkadaşıyla tanıştıracağını söylüyordu. Sumru sadece oturdu. Uyumadı bile. Sabaha kadar annemin kapısının önünde bekledim çıksın diye." Hafifçe kıvrıldı dudağının sağ kenarı. "Tabii, çıkınca sinir krizi geçirip bizi evden atması beklediğim bir şey değildi."

Yutkundum. Aylin abla'nın psikolojisinin yerinde olması zaten beklenemezdi. Onca şeyi yaşayıp da delirmemiş olması bile bir mucizeydi. Ufak tefek krizleri görmezden gelmelilerdi ama sonuçta bunu yaşayan kişiler onlardı. Hepsi yaşamıştı bu cehennemi. Birbirlerine destek olmalılardı.

"Ve siz de hemen çıktınız mı? Sinir krizi anında insan onlarca şey söyleyebilir ve gitmenizi istemişse bile gitmemelisiniz. Siz ihtiyacı olabilirdi."

"Elinde bıçakla pek bizi istiyor gibi değildi açıkcası." Diyerek başını çevirdiğinde ben de işime döndüm. Aylin abla, napisın napisın? Bıçak nedir hatun?

"Bugün çıkışta size geleceğim, bana adresini yazsana."

"Neden? Bak yardıma ihtiyacımız olduğunu falan-"

Başımı iki yana salladım. "Alakası bile yok, Aylin abla'ya bakacağım. Ayrıca kağıda yazman lazım telefonum bozuldu."

"Teşekkür ederim."

"Niye?"

"Hiç, öylesine."

 

🍑

 

Bugün de bulutlu bir gün olduğu için bahçe oldukça akşam üstü havasına bürünmüştü. Kasvetli ve soğuktu.

Pencerenin önünden yıldızları izlediğiniz o karanlık ve huzurlu kış geceleri gibiydi. Gerçi artık, fazla ışıklandırmadan onlar da doğru dürüst görülemiyordu. İç çektim ve beklemeye devam ettim.

Yıldızların bile ışığını söndürmüşlerdi.

Aklıma sabah kahvaltıda konuştuklarımız geldi. Bu gece yemeğe Yavuz gelecekti. Gelmek istememiş ama babam çok ısrar etmiş. Aslında sadece Yavuz da değildi gelecekler, babam tüm kardeşlerini yemeğe çağırmıştı. Benim artık ailesiyle tanışmamı istiyordu. Henüz babaannem'in gelip gelmeyeceği belli değildi. Yani Firuze'nin.

Aklıma da Sezen Aksu geliyordu, firuze dedikçe.

Ağla, ağla Firuze, ağla.

Anlat, bir zaman ne dayanılmaz güzellikte olduğunu.

Oldukça olaylı bir aile tanışması olacağını hissediyordum şimdiden.

Düşüncelerimde bile ne kadar kaçmaya çalışsam da gelmiştim ona. Yavuz'a.

Aslında bazen benim bile düşündükçe bir gün gördüğüm birisinin nasıl bu kadar aklımda ve hayatımda yer alabildiği sorusu yankı yapıyordu zihnimde.

Ancak sonra aynı yankı tarafından cevaplanıyordu soru.

Ben, biraz olsun sevildiğimi hissetseydim ilk merhamet gösteren kişiye ölmemesi için yalvarmazdım. Gördüğüm ilk sevgi kırıntısına ölecekmiş gibi tutunmazdım.

Yedi yaşına kadar bir gün olsun ailem bana beni sevdiğini hissettirseydi ben bu halde olmazdım. Yavuz'un yardım isteyen sesine bile koşmazdım belki de.

Yine de; böyle olabilmek için, büyüyebilmek için, bugünki Alin olabilmek için o kötü günlere ihtiyacım vardı. Ne kadar kanatsalar da ruhumu, ben onlar olmadan ben olamazdım.

Acı olmadan tam olarak büyüyemezdiniz, kötü şeyler yaşamadan ruhunuzu koruyamayı öğrenemezdiniz.

Ölmeden yaşamanın kıymetini bilemezdiniz.

Eğer sevgi dolu bir ailede yaşasaydım, Yavuz'un saçlarıma dokunmasını istemezdim. İlk defa gördüğüm bir adam için o kadar ağlamazdım. Bir gece vakti, kanlı kara sarılıp da donmayı dilemezdim.

Belki de, asıl tetikleyici olay benim için bay S'di. Belki bir yıl, bilemedim iki yıl sonra falan unutacaktım Yavuz'u da, Yavuz'a verdiğim sözü de. Ancak Bay S'nin gelişi, o olayın üzerinde olduğu için ve ben onun kim olduğunu bildiğim için asla ruhumdan silinmeyecek bir iz haline gelmişti.

Belki de bu akşam, Bay S'nin kim olduğunu öğrenmek için Yavuz'a o günü sorabilirdim ama o kadar cesaretli olduğumu sanmıyordum. Yavuz'u öldü sayarken gidip ona o günü soramazdım.

Ruhumu boğan bir karabasan vardı ve durmadan geziniyordu varlığımda.

"Alin?" İsmimi duyduğumda daldığım düşüncelerden sıyrıldım. "Beni neden çağırdın?"

Gözlerimi ona dikerek yaslandığım duvardan ayrıldım. Durgun, acelesiz ve dikkatli bakışlarla onu süzdüm. Bir eli pantolunun cebindeyken diğeri öylece duruyordu havada. Rahat, ve de ifadesizdi.

"Bir şeyi merak ediyordum," onun önüne geçerken aramızda birkaç adım mesafe bırakmıştım. "Cevaplayacağını umuyorum."

"Ne istersen, elimden geldiğince." Diye cevapladı beni. Onun da bakışları üzerimde geziniyordu ama dert etmiyordum.

Güzel bakana deli, kötü bakana bela olurduk yeri gelirse.

Kamyon arkası sözleri enter.

"Benim karışmış olmam hakkında ne düşünüyorsun?" Diyerek yemimi attım. "Yani, sonuçta Mirza'nın arkadaşısın. Düşüncelerin benim için önemli olabilir Doğukan."

Gözleri kısıldı. "İlginç bir olay."

"Yani? Bu kadar mı?"

"Vural amca'nın hastaneye dava açtığını biliyorum, haklı."

"Tamam," diyerek direkt konuya geçmeye karar verdim. Bunun anlatacağı falan yoktu. "O zaman asıl konuya gelelim, sen işsiz misin?"

Yüz ifadesi bocaladı. Kirpiklerini birkaç kez kırptı. "Çalışmam mı gerekiyordu?"

"Saçmalama be, direkt yani. Senin hiç hobin falan yok mu kardeşim? Ne elalemin telefonlarını hackliyorsun sen? Duramıyor musun? Git kitap oku, git ders çalış, futbol oyna, basketbol oyna ne bileyim, git bir hobi edin kardeşim!"

"Nereden kardeşin oluyorum ben senin?"

"Ha?" Dedim şaşkınca. Tüm söylediklerimi es geçip bu kelimeye takılmış olması acayipti. Ayrıca kafamda da internetteki kadının sesi çınlamıştı. Aptal, nerden kardeşin oluyorum ben senin? Nerden?

"Kardeşim diyip duruyorsun, nereden kardeşin oluyorum ben senin?"

"Adem'le Havva'dan?" Diyerek en makul cevabı verdim. Sonra durdum. "Sen bir kan tahlili versene, belki sen de karışmışsındır. Ne malum kardeş olmadığımız?"

"Ne malum olduğumuz?"

"Ay tamam be, ben anladım anlayacağımı. İnkar etmedin zaten, niye yaptın falan diyerek kendimi yoramam hiç. Bastığın yerlere dikkat et yalnız, artık bir adım önünde olacağım."

"Zevkle hanımefendi."

"Deli mi ne?" Diye homurdanarak Berkay'ı almak için okula ilerledim. İlk önce eve geçip oradan da Asil'lere gidecektik.

 


5002 kelime.

Her bölüme bir soru artık:

-kiminle olan sahneler daha hoşunuza gidiyor?

Allah'a emanet💅

 

Loading...
0%