@cennomi
|
Keyifli okumalar♡
Bir daha uyanmak istememek dedikleri bu olsa gerekti. Her yerim dayak yemiş gibi ağrıyordu. Birbirine zamklanmış gibi bir ağırlığa sahip olan kirpiklerimi zorlukla araladım. Tavandan gelen ve gözlerimi yakan ışıkla tekrar kapattım. Neler olduğunu algılamaya çalışan beynim, beni gözlerimi kapadığım anı hatırlamaya zorladı. Eğer öldüysen seni asla affetmeyeceğim. Kendimi asla affetmeyeceğim. Seni o gün bırakan adamı da, beni bugün Adana'da olmaya zorunlu kılan sebepleri de affetmeyeceğim. "Hayır," dedim fısıltıyla. Midemde bir şeyler birbirini boğazlıyormuş gibi bir savaş vardı. Galiba bağırsaklarım midemi boğuyorlardı. Bu acıyı ya da bedenimin bu duruma verdiği tepkiyi nasıl anlatabilirdim, nasıl tarif edebilirdim bilmiyorum. Sadece çok acıyor. Gözlerimi araladım. Hastane odasındaydım. Yatakta ağrıyan bedenimi zorla doğrultarak oturur konuma geldim. Etrafa donuk bakışlarla bakarak yutkundum. Kuruyan boğazım su için kıvranıyordu. "Bunu yaptığına inanamıyorum," diye homurdandım kendimce. Bir sese ya da sağır edici olmayan bir sessizliğe ihtiyacım vardı. Bir anda öyle bir umutsuzluk gelip kalbimi esir aldı ki boğulacak gibi hissettim. Dizlerimi kendime çekerek kollarımı dizlerime sardım. Ağlama, tüm kötü şeyler seni bulduğunda ardından mutlaka iyi bir şey gelir. Bunu atlatabilir miydim? Eski annemin kendisini benim yüzümden öldürmesini nasıl atlatacaktım ki? Hiç söylememişti ama çok sevmişti beni. Onun için çabaladığımı görmüştü ve hiç değilse hayatta kalmıştı. Şimdi ben gittim ve onun için çabalayan o kız olmadığında o da hayatta kalmak için daha fazla sebep bulamadı. Ben gittim ve o beni sonsuza kadar terk etti. Benim suçumdu. Nasıl bu kadar çabuk kabul etmiştim bu insanların yanına gelmeyi? Nasıl kendimi adadığım insanları bir anda gözden çıkarmıştım? Bu benim suçum değildi de kimin suçuydu? Ağlamaya başladım. Bay S'nin bana aşıladığı ve her durumda güçlü durmam için söylediği onlarca kelime uçtu gitti. Ben kimdim de güçlü olacaktım? Ben kimdim ki? Niye tanıdığım herkes zarar görüyordu? Sıradaki kimdi? Berkay mı? İldem mi? Karya annem mi? Vural babam mı? Kardeşlerim mi? Herkesi tek tek kaybedecek miydim? Hepsi benim yüzümden mi olacaktı? Varlığım mı zarar veriyordu yokluğum mu? Nasıl anlayacaktım? Avucumu dudaklarımın üzerine bastırarak sesimin çıkmasını engellemeye çalıştım. Bir işe yaramadı, hatta daha sesli ağlamaya başladım. Neden anne? Böyle mi olmak zorundaydı? Bana beni gördüğünü söylediğin an konuştuğumuz son an mı olacaktı? Ağrıyan bedenimi zorla yataktan indirerek etrafta telefonumu aradım ama yoktu. İldem'i aramalıydım. Yaşıyor mu, öğrenmek zorundaydım. Neredeydi bu şeftalisinin köküne sövdüğümün telefonu!? Kapı açılıp kapandığında bile umursamadan çekmeceleri karıştırmaya çalıştım. Açıp kapadığım iki çekmecede de kayda değer hiçbir halt yoktu. Hele telefon hiç yoktu! "Sakinleştiriciler senin deli kanına pek bir fayda etmemiş anlaşılan." "Telefonum nerede?" "İyi misin?" "Beni delirtme de konuşmayı kes!" Diye bağırarak ona döndüm. Bir insana tahammül edebilecek gibi değildim. Kendime bile tahammül edemiyordum şuan. "Akan'ın verdiği telefon nerede Mirza!?" Ne yapacağını bilemez bir ifadeyle gözlerime baktı. O zaman kazanmaya çalışıyor olabilirdi ama benim kaybedecek bir saniyem dahi yoktu. Gözlerini kapattı ve bir saniye içerisinde açtı. "Sana bakmaya geldiğimde arkadaşın arıyordu." Beklentiyle ona odaklandım. "Açtın değil mi? Ne söyledi?" "Alin..." bana doğru attığı temkinli adımlara bakarken kaşlarımı çattım. "Biz senin hep yanındayız, ne olursa olsun. Anlıyor musun?" "Hayır," diyerek hırsla onu ittim. "Hayır! Anlamıyorum, tamam mı!? İstemiyorum! Telefonumu ver bana! İldem'i arayacağım ben!" İnkar, şuanda hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. O... Gerçekten beni bırakıp gitmişti. Hayır. Mirza beni kandırıyor olmalıydı. Şaka yapıyor olmalıydı. "Alin," derken elleri bana ulaşmaya çalıştı çaresizce. Ama ne uzlaşmacı ve sakinleştirici sesi, ne de güven vermeye çalışan hareketleri zihnimde bir anlam ifade etmedi. "Sakin ol, bu geçecek. Biz senin yanındayız." "Ne geçecek lan!?" Omuzlarına vurarak kendimden ittim onu. Tüm hırsımı, tüm acımı çıkarmak için vahşi yanım devreye girmişti ve o çok yanlış zamanda buradaydı. "Siz kimsiniz? İki hafta evinizde kaldım diye aile mi olduk yani? Acımı mı paylaşacaksınız? Öyle mi olacak zannediyorsunuz? Bir ay kaldı lan, bir ay sonra yüzümü bile göremeyeceksiniz! Ne yanımda olması!?" "Yanlış yapıyorsun," dedi ciddiyetle. Bana yaklaştı, ona vurmak için kaldırdığım ellerimi bileklerimden tutarak beni kendisine çekti. "Bir gün, bir hafta ya da bir ay. Her neyse, biz bir aileyiz ve aileler birbirlerinin en kötü günlerinde birbirlerinin yanında olurlar. Bir ay sonra hiçbir yere gitmene izin vermem." "Yeni mi anladın aile olduğumuzu?" Dişlerimi birbirine bastırarak bileklerimi ondan kurtarmaya çalıştım ama daha sıkı tutarak buna izin vermedi. "Biz hiç aile olmadık ve olamayacağız da! Al sana hayatının gerçeği, kimse acını yaşarken yanında olamaz." "Sana yardım etmeye çalışıyorum, aptal!" Benim gibi bağırarak kontrollü olmayı da acıma karşı alttan almayı da bıraktı. "Artık annen olmayan bir kadın öldü diye düştüğün şu hale bile saygı göstermeye çalışıyorum ama anlaşılan sen başkaları için aileni harcamaya çok meraklısın! Sinirli misin? Olmalısın çünkü o kadın ölürken bile seni arayıp tüm yükü senin omuzlarına bırakmış! Sonsuza kadar böyle kalamayacağını ikimiz de biliyoruz, unutacaksın. İnsansın sen, geçecek." "Psikolog olmaya mı karar verdin?" Dedim kayıtsızca. "Siktir git başımdan. Kişisel gelişimle alakalı cümlelerine ihtiyacım yok." "Şu aptal tribini kes, herkes senin için endişelendi." "İyi," zor da olsa bileklerimi ondan kurtardım. "Yaşadığımı söyleyebilirsin o zaman." "Taburcu olacaksın ve eve gideceğiz. Biraz olsun iyi olmak için çabala. O öldü ve yapabileceğin hiçbir şey yok. Olması gerekiyormuş ve oldu, kadere meydan okuyamazsın." "Yer altında ölen kızın da ölmesi gerekiyordu o halde." Diyerek ona döndüm. Suçlayıcı gözlerle onu süzdüm. Kaşları çatıldı ve birden yüzünde ürkütücü bir ifade oluştu. Ama korkacak kadar duygulu hissetmiyordum kendimi. "Kim söyledi?" "Orada feda ettiğin kişi o muydu? Nasıl öldü?" Üzerine gittim. Canım yandıkça can yakmak istedim. "O cehennem çukuru dediğin yerde koruyamadın mı onu? Sana mı güvenmişti? Seviyor muydu seni? O bunca işkenceyi çekerken sen ne halt ediyordun? Sana güvenen birisi o hale gelmişken benden sana güvenmemi mi bekliyorsun?" Gözlerime bir dakika kadar baktıktan sonra çenesi gerildi. "Haklısın, bana asla güvenmemelisin." Ve çekip gitti. Kapıyı çarptığı an gözlerim tekrar doldu. Dudaklarım aralandı ve kontrolsüz nefesler almaya başladım. Öldü. Bir kelime nasıl onca şeyi ifade edebilir? Duvara tutundum. Titreyen bacaklarım beni tutamadı. Dizlerimin üzerine düştüm ve olabildiğince sessiz bir şekilde ağlamaya başladım. Gözlerimden çıkan her yaş, sıcak tenime değerek yakıyor yere eğdiğim başım yüzünden yere damlıyordu. İç çekişlerim dışında tek bir ses yoktu. Böyle mi olacaktı? Bundan sonra yardım etmek isteyen herkesi yarasından mı vuracaktım? Ben böyle birisi miydim? Daha önce bu kadar acıdığını hatırlamıyordum. Ben bir yıkımdım. Yedi yaşımda da, on yedi yaşımda da işe yaramaz aptalın tekiydim. Acıyla yoğrulmayı hak ediyordum.
🍑
İki gün sonra. "Biraz konuşalım mı?" Diyen Nare'ye zorlukla başımı iki yana salladım. Hastaneden geldiğimden beri kimseyle iki kelime konuşmamıştım. Öylece odama çıkmış ve yatağa uzanmıştım. Yorganın içine gömülmüş kaybolmayı bekliyordum. Yan bir şekilde yatarken gözlerimi öylece boşluğa dikmiştim. Kendimi toparlanamayacak bir enkaz gibi hissediyordum. On yıldır büyüttüğüm ruhum bir gecede yerle bir olmuştu. Ben kimseyle konuşmayınca beni arayanlarla da annemler konuşmuş olmalıydı. Yoksa Nare'ye evin adresini kim verecekti ki? Neyse. Çok da önemli değildi zaten. "Beni buraya konuşmak için sen çağırdın ve şimdi de susuyor musun? Beni kandırdın!" Diye isyan etti. Amacı aklımı dağıtmaksa yanlış yoldaydı. "Seni aradığımda çocukken karıştırıldığı için Adana'ya gelen ve iyileşmek için yardım istemeye hazır birisiydim. Şimdiyse geçmişinden geriye kalan tek kişiyi de kaybetmiş bomboş birisiyim." İlk defa konuştuğum için rahatladığını hissediyordum. Ama ben buradan sonra toparlanamaz bir binaydım. Yıkılmaktan başka çarem yoktu. Yoksa içimde yaşayanları da tehlikeye atacaktım. Ben hasarlıydım. "Bak, Alin. Seninle şimdiye kadar hiç derinlere inemedik. Hiç bana doğru düzgün ne hissettiğini anlatmadın. Kafanın içindeki anılar koridorunda bana bir kilit vermedin. Açmamız gereken kapılar kilitliydi ve sen onları saklamıştın. Şimdi o kilitleri bulmak zorundayız. Bana yardım et, hadi." Göz bebeklerimi oynatarak ona baktım. Çalışma masasından çektiği sandalyeye oturmuştu ve bana dönük bir beklentiyle doluydu hareleri. Kızıl saçları sıkı bir at kuyruğuyla toplanmıştı. "Üç gün oldu, Nare." Dedim zorlukla. Kuruyan boğazım su için yakarıyordu. "Bırak da biraz kendime geleyim." "Ama kendini tüketiyorsun. Burada öylece yatarak yorganın altında gerçeklerden saklanamazsın. Bunu kabullenmelisin. Eninde sonunda geçecek." "Bana her zaman duygularımı dizginlemememi söyledin." Dedim diğer tarafıma dönerek. "Şimdi de acıyı görmezden gelmemi mi istiyorsun?" Orada öylece duruyordu işte. Neyi görmezden gelecektim? "Öyle olsun." Dediğinde gitmek için ayağa kalktığını anladım. "Şimdi gidiyorum ve sana bir hafta veriyorum. Bir hafta sonra bana her şeyi anlatacaksın. Ne hissettiğini ve ne hissediyor olacağını bilmek istiyorum. Anlaştık mı?" Yanağımı yastığa bastırdım. "Kaybol, kızıl şeytan." "Bunun hesabını da vereceksin, şeftali gövdesi." Dizlerimi kendime çekerek unutmak için uykuya sığınmayı seçtim. Herkesin sürekli söylediği gibi sonsuza kadar kaçamasam da bir süre de olsa saklanabilirdim. Beynimin içinde susmak bilmeyen delici sesssizlik ya da fazla düşüncelerin birbirine girerek oluşturduğu yankılı uğultu uzun bir süre uyumama müsaade etmedi. Bir ara daldığımı hissediyordum. "Alin." Rüyayla gerçeklik arasında duyduğum bir sesle zaten hiç uyumamışım gibi hissederek gözlerimi araladım. "Hadi biraz yemek ye anneciğim," anneme iç çekerek baktım. İlkini kaybetmiştim. Onu da bırakıp gittiğimde o da kaybolsun istemiyordum. Gerçi Karya annemin benden başka tutunabileceği insanlar vardı. Meryem annemin ise yoktu. Onun yalvaran ses tonuna kıyamayarak kendimi zorladım. Yatakta doğrularak tepsiyi dizlerimin üzerine çektim. "Kendim yerim, sen git istersen. Teşekkür ederim." "Olmaz öyle," diyerek reddetti beni. Çorbayı içerken de ne olduğunu bile düşünmekten beynimin algılayamadığı yemeği yerken de beni kendisi yedirmek ister gibi sabırsızlıkla izledi. Bitirdiğimde tepsiyi aldı ve masaya koydu. "Benden istediğin bir şey var mı, kızım?" "Teşekkür ederim ama hayır." Tekrar yatağa gömüldüm. Sonsuza kadar uyuyamaz mıydım? Bunun için bir ilaç yok muydu? Şimdi uyusaydım ve bu acı geçmeye karar verdiğinde tekrar uyansaydım. Uyku ilacı isteyebilirdim belki. Ama konuşmak zor geldi. Bir süre içeride bekledikten sonra yorganı üzerime çekerek şakağıma bir öpücük kondurdu. "Unutma güzelim, biz ihtiyacın olduğu her an yanındayız." Ölüm sizin için geldiğinde ve size ihtiyacım olduğunda nasıl yanımda olacaksınız? Ve ben size kızamayacağım bile çünkü bu sizin seçiminiz olmayacak. Her şeye rağmen o kapıdan çıktığında gözlerim tekrar doldu. Hiçbir şey hissetmeden yavaşça akıttım onları. Ne zaman biteceklerdi? Son bulamaz mıydı? Komidindeki telefonu alarak saate baktım. 19:28. Gün neden geçmiyordu? Ben bu çocuksu soruları kime soracaktım peki? Kimim vardı benim? Gözlerimi kapattım. Uzun bir süre akan yaşlarım sonunda yorgunluktan dindiğinde yastığı çevirdim ve soğuk kumaşa yüzümü bastırdım. Öylece karanlığa gözlerimi kapatıp açarken uyuyakaldım.
🍑
"Bu durumun bilimsel bir adı varmış biliyor musun?" Diyen İldem'e öylece baktım. Benim yüzümden buraya gelmişti. Tahminimce öğlene yaklaşıyor olmalıydık. "Duygusal yoksunluk, bak ne diyor. sonsuza dek yalnız kalma, hiç bir zaman duyulmayacak olma ve hiç bir zaman anlaşılmayacak olma hissi ile ilgilidir. Duygusal yoksunluk bazı şeylerin eksik olduğunu hissettirir. Boşluk hissidir." "İldem," dedim zorlukla. "Bu bana pek yardımcı olmuyor." "Ah, tamam. Ben bu konularda pek iyi değilim, biliyorsun." Dudaklarını birbirine bastırdı çekingen bir şekilde. Onu bile tedirgin ediyorsam bok gibi görünüyor olmalıydım. "Berkay'ı çağırmamı ister misin?" "Hayır, getirme o manyağı." Diye homurdandım. "Sürükleyerek çıkarır beni. Ve yataktan çıkarsam ruh sağlığınız için söz veremem." "Bırak da onu biz düşünelim. Herkesi düşünmek zorunda değilsin." Yanıma yaklaşarak masadan aldığı kitabı bana uzattı. "Bunu ikizin gönderdi. Okumak istersen komidine koyuyorum. Sana şeftali bulmamı ister misin?" "Hayır." Dedim ve diğer tarafıma döndüm. Gitsindi artık. Konuşmak zordu işte, öylece durmak bile zor gelirken sürekli konuşmak zorunda kalıyordum. "Alin?" Dedi tedirginlikle. "Ne?" "İyi olacak mısın?" İç çektim. "Muhtemelen." O çıktıktan sonra yatakta doğruldum. Etrafa bakarak komidindeki telefonumu aldım. Bir sürü mesaj vardı. Dün geceden beri kimse bakmamıştı anlaşılan. Bilinmeyen bir numaradan gelen mesajlara girdim. Başın sağ olsun. O kadını zaten sevmiyordum, boşver üzülme. Ağlamandan hoşlanmadığımı biliyorsun. Biraz evden çık ve nefes al. Sana bir resim defteri alacağım.
Bugün Çık şu evden artık! Boş yere yas tutup durma. Sana güçlü olmayı öğrettim ben, hâlâ ağlıyorsan kes şunu. Burhan konusunu da kafana takma, çocuklara koruma ayarladım. Haberleri olmadan onları izliyorlar. Senin için bir şeyler yapıyorum ama yas tutmaya devam edersen bırakırım. Kes şunu, yatakta saklanarak nereye varacaksın? Çok konuştum, inanamıyorum. Dışarıya çık, yarın da çıkmazsan kendime hakim olamayabilirim. İyi ol, küçük kız. Kötü olmana katlanamıyorum.
Ne bekliyorsun benden?
Bir canım kaldı, tamam mı?
Asıl sen kes, kolay mı sanıyorsun?
Ben bayılıyor muyum acı çekmeye!?
Senin hiç annen olmadı mı!? Biraz olsun anlayamaz mısın beni ya?
Umrumda değilsin, gidip Yavuz ile ilgili öldürme hayalleri kurmaya devam et.
Bırak da bir kez olsun kötü olayım.
Diğer mesajlara girip bakmaya bile mecalim kalmadı. Tekrar ağlamaya başladım. Bir süre sonra kendime engel olmadan tebessüm ettim. "En azından acıya tepki veriyorum, umarım bu iyi bir şeydir." Delirmiş miydim yani sonunda? Bu kadar kolay mıydı? Yataktan kalktım. Aynalı gardropta kendimle göz göze geldim. "Şeftaliciğim, iğrenç görünüyorsun." Diye homurdanırken gözlerimin altını silerek banyoya gitmek için odadan çıktım. Zaten sadece tuvalet ihtiyacımı gidermek için çıkıyordum. Banyoda işimi hallettikten sonra ellerimi yıkarken gözlerim tekrar aynadaki yansımama takıldı. Şaka bir yana gerçekten berbat ötesi görünüyordum. Saçlarım dağılmış, göz altlarım şişmiş, durup durup ağladığım içinse gözlerim küçülmüştü. Bundan sonra hep hiçbir şeyi hak etmediğimi mi hissedecektim? "Kendine gelmek zorundasın," kararlılıkla gözlerime baktım. "Hayatını bok götürüyor olabilir, dibe batmış olabilirsin, kendini kaybetmiş ya da ölecekmiş gibi hissediyor olabilirsin. Hepsine tamam, Alin. Ama herkesin söylediği şey doğru, sonsuza kadar böyle hissetmeyeceksin. Bir gün dönüp baktığında acının hafiflemiş olduğunu görüp şaşıracaksın." Gözlerim tekrar doldu. "Onu unutamayacaksın çünkü büyük bir acı bırakarak gitti. Olsun, hem o da birileri tarafından hatırlanmayı hak ediyor. İyi veya kötü, o kişi sen olabilirsin." İç çektim. Dudaklarımı birbirine bastırarak biraz daha kendime baktıktan sonra bileğimdeki tokayı çıkarıp saçlarımı topladım. "Eh, hiç yoktan iyidir." Kapıyı açtığımda takım elbisesinin kol düğmesini takan Koralp ile karşılaştım. Üzerindeki siyah takımın içinde beyaz bir gömlek vardı. Kravatı öylece omzuna asılmıştı. "Alin," dedi başıyla selam vererek. "Gidiyor muydun?" Sırf sormak için umarsızca dilimden döküldü kelimeler. "Ben seni tutmayayım o zaman." "Aslında yeni geldim," ellerini pantolonun ceblerine soktu. "Ve mümkünse seni bir yarım saat tutmayı düşünüyorum." Omuz silktim. Ne yaparsa yapsındı ama benden pek bir şey olmaz gibiydi. "Bir işine yaramam ama ne yapacaksın görelim." "İyi o zaman, odama gidelim." Onu takip ederek odasına girdim. Takım elbisesinin cekedini çıkarıp yatağa koydu. Kol düğmelerini de çıkartarak komidine koydu ve kapıya göre sağda kalan duvardaki bir kapıyı araladı. MaşAllahtı yani, adamın odasında odası vardı. Bir şey sormak yerine onunla birlikte kapıdan girdim. Burası çalışma odasıydı galiba. Çizimler, teknolojik zımbırtılar ve ismini bilmediğim aletler vardı. Bir köşede de tuval vardı. "Burası çalışma odam," diyerek masaya ilerledi ve döner sandalyeye oturdu. "Gel bakalım." Benim için bir sandalye daha çekti. Bezgin adımlarla ilerleyip oturdum ve o an, sandalyenin yumuşak dokusunun içine gömülmek istedim. Kaybolmak. "Burada böyle oturup ne yapacağız?" Arkama yaslanarak gözlerimi ona çevirdim. "Sabırlı ol," çekmeceden bir eskriz defteri çıkardığında kaşlarım havalandı. Ardından sulu boya takımı da çıkardığında ne yapmaya çalıştığını anlayamadım. "İnsan için zor bir kavram ama denemeye değer." "Beni resim yaparak iyileştirmeyi mi düşünüyorsun?" Bana döndü. "Öyle bir niyetim yok." "O zaman ne yapmaya çalışıyorsun?" "Seni iyileştirecek şeyi bulmanı sağlamaya çalışıyorum," bedenini bana döndürerek elimi avucunun içine aldı. Parmakları arasında tuttuğu fırçayı avucuma bıraktı. "Beni gör, ruhumu dinle ve aynısını kendi ruhuna yapmaya çalış." "Felsefeci olacak adammışsın ha," derken sandalyeyi ayağımla çekerek masaya yaklaştım. Defteri açarak yarım kalmış bir resimde durdu. Onu kendisine doğru çekerek benim de görmemi sağladı. Bu resim, bir çiçeğin resmiydi. Yemyeşil bir çayırda onlarca çiçek vardı ve hepsi aynıydı. Henüz bitmemişti. "Neden tek bir çiçek var?" "Bu çiçeğin adı, İris çiçeği. Anlamı umut demek." Resme parmağını dokundurdu. "Bizim için bir çayır dolusu umut yetiştirdim." "İçine biraz mutluluk ve yaşam da serpiştirseydin keşke," dedim muzip bir sesle. "Onları zaten çizdim, duyguların birbirine girmesini sevmem." Fırçayı önce suya sonra da yeşil boyaya daldırdı. "Arka rafta bir gramafon var, neden bir plak seçip bize eşlik etmesi için müzik açmıyorsun?" Şaşkınlıkla ona baktım. "Gerçek bir gramafon mu?" Omuz silkti. "Evet, eski şeyleri severim." Ayağa kalkarak dediği gibi rafta duran gramafonu aldım ve yan taraftaki masaya koydum. "Plaklar çekmecede." Çekmeceyi açtığımda bir yığın dolusu plakla karşılaştım. Bir tanesini çektiğimde Sezen Aksu'yla karşılaştım. Müslüm gürses. Bergen. Ferdi Tayfur. Fatih Kısaparmak. İbrahim Tatlıses. Ajda Pekkan. "Arabesk hayranı gibisin." "Plak dinleyeceksem doksanlı yılları tercih ederim. Seç birini." Parmaklarımı rastgele plakların üzerinde gezdirerek birisinde durdum. Çektim. Müslüm Gürses, Nilüfer. Plağı yerleştirdim ve iğnesini üzerine bıraktım. Ben de az film izlememiştim, biliyorduk bir iki bir şey. Harika, normal dramım yetmiyormuş gibi bir de Müslüm üzerine geliyordu. Zamanın eli değdi bize, çoktan değişti her şey. Aynı değiliz ikimizde. "Biliyor musun? Şarkıları ve resimleri dinleyiş tarzımız hayattaki benliklerimizle alakalıdır." Gramafondan gözlerimi çekerek ona döndüm. "Şarkı konusunda Barlas gibi olamam, o hisseder. Şarkıyı ruhuna karıştırır ve söyler. Bu yüzden mi bilmem ama o hep en düşüncelimiz oldu." Artık geri ver. Geri veremezsin, aldıklarını. "Ben küçükken sık sık bir yerlere giderdik. Ama hatırladığım ve hiç unutmadığım tek bir şey var. Hiç mutlu olmazdım, arabanın penceresinden dışarıyı izler ve bir şeyler olmasını beklerdim." Sustu ve resme devam etti. Her şeyi al, bir şansım olsun. "Bir şeyler oldu mu peki?" Ben de bekliyordum bir şeyler olmasını. Acının kendi kendine geçmesini. "Olmadı," başını resimden kaldırdı ve bana baktı. "Oldurdum. Öylece pencereyi izleyerek hiçbir halt olmadığını fark ettim ve ben de kendimi mutlu etmek için gereken şeyi buldum. Belki kahkahalara boğulmuyordum, ama huzurluydum. Resim çizebilmek kimseye anlatamadığım şeyleri öylece salıvermemi sağladı." Çalışma masasının kenarlarındaki çekmeceleri açmaya başladı. Hepsi ama hepsi defterlere doluydu. "Onlar benim günlüklerim oldu. Hissettiğim ne varsa, onlara çizdim." Ayağa kalktı ve karşıma geçti. "Bak, Alin. Hiçbir zaman kelimelerle aram iyi olmadı. Ben hep çizmeyi sevdim. Bu yüzden afilli kelimelerle sana değer verdiğimi anlatamam. Sana iyileşmen için ruhunu rahatlatacak cümleler kuramam. Bunu yapamam." Elime az önce çizdiği resmi bıraktı. "Sadece sana günlüğümden bir sayfa verebilirim." Bana şimdiye kadar gördüğüm en saf merhametle gülümsediğinde dişlerimi yanağıma bastırdım. "Sadece iyi olmanı umut edebilirim. Umarım iyi olursun, güzelim." "Teşekkür ederim." Gözlerim nemlendi ve uzanarak ona sarıldım. Benim sarılmamı bekliyormuş gibi bir kolunu belime, diğerini de omzuma sardı. "Teşekküre gerek yok." Belki de... Bir ay sonra defolup gitmezdim. Belki de beni iyileştiren onlar olabilirdi. Belki de bu şehir bana iyi gelecekti.
🍑
Şimdilerde her şey zor geliyor. Öylece durup uzanmak bile oldukça zor. Bir günlük tutmak istedim çünkü kimseye anlatamadıklarımı bir şekilde atlatmak zorundayım. Vampir şerefsiz mafya Burhan doğru söylemiş, herkes benden bir şey bekliyor. Herkes olanları unutup iyi olmamı istiyor. Bunu yapmak kendi içimde uzun sürecek. İnsanlara iyiyim diyeceğim ve iyiymiş gibi davranacağım. Böylece buna kendim de inanabilirim. Onu kaybettim. İstanbul'a dönüp mezarına gitmek istiyorum çünkü benden başka gidecek kimsesi yok. Arya gider mi bilmiyorum, eski kocası gider belki. Onu seviyordu sonuçta. Zehirli olsa bile en azından onu seviyordu. Umarım onu sevdiği adamın yanına gömmüşlerdir. Böyle olmasını isterdi. Orada olsam öyle olmasını sağlardım. Ama arada kilometreler varken tükenmiş hissediyorum. Çabalamak zor geliyor. Aşk, insanı öldürüyor mu? Eğer Meryem annem gibi olacaksan bunu istemiyorum. Karya annem gibi olacaksa belki. Seni özleyeceğim anne. Çünkü beni sevdin ve benim için hayatta kaldın. Çünkü seni sevdim ve senin yerine de yaşayacağım. Beni gökyüzünden izlerken mutlu görürsen gurur duy, çünkü eskisi gibi olmayı başardığımda ben kendimle gurur duyacağım. Beni aramanın üzerinden dört gün geçti. Saat gece on iki'ye geliyor. Anne... Çok utanıyorum. Senin acını unutursam bana kızar mısın? Acın geçerse kırılır mısın? Yapma. Başka çarem yok. Bu kadar düşünmek bile tüketiyor beni. Onlarca şarkı dinledim. Hareketli ya da değil, geçmedi. Neyse. İyi olacağım. İyi olacağım. İyi olacağım. İyi olacağım. İyi olacağım. Odama gelmeyen bir Yavuz falan kaldı herhalde. Bay S. De gelmedi. Gerçi ağlarsam asla gelmez. Ağladığımda bana bile acımasız oluyor. Koralp, Akan, Mirza, Barlas, annem, babam, Nare, İldem ve Berkay. İyi ki varsınız. Sürekli gelip sırayla başımı ütüleseniz de en azından varsınız. Hiç bir şey bilmesen bile beni merak ettiğine dair mesaj attığın için sen de iyi ki varsın Asil. Dediğiniz gibiymiş. İhtiyacım olduğunda buradasınız. Sizin için de çabalayacağım. İyi olacağım. Okula gideceğim ve her şey normalmiş gibi davranacağım.
Kalem elimde öylece defterin sayfasına baktım. Tekrar ve tekrar okudum yazdıklarımı. Evet, iyi gelmişti bunu yapmak. Ve ne yapacağıma karar vermemi sağlamıştı. Bu şey öldürmüyorsa beni güçlendirmek zorundaydı. Başka çaresi yoktu. Defteri kapatarak çantaya koydum. Aklıma okuduğum genç kurgu kitapları gelse de umursamadım. Kim ne yapacaktı bir sayfalık günlüğü? Telefonu elime alarak Bay S'nin bilinmeyen numaradan yazdığı sekmeye girdim. Siz: Tahminen resim defterimi ne zaman alabilirim? (00:12.) Bilinmeyen numara: Dışarıya çıkıp gülümsediğinde. (00:20) Siz: -_- Bilinmeyen numara: :) Siz: •_• Bilinmeyen numara: -_^ Siz: ?_? Bilinmeyen numara: Yeter. Yat zıbar. Sonra da gülümse. Siz: Çok kibarsın-_- Bilinmeyen numara: Kötü müsün? Siz: Olmamak için çabalamaya karar verdim Bilinmeyen numara: İyi ol. Siz: Emredersiniz(!) Bilinmeyen numara: Unutma, öldürmeyen acı güçlendirir. Yas tutmaya devam edemezsin, daha fazlasına izin vermem. Siz: Uyumak istiyorum ve uyuyorum kendi kendine ne yapıyorsan yap Siz: Ayrıca sen edebiyat öğretmeni falan mısın ya ne bu noktalama işaretleri Bilinmeyen numara: Belki. Siz: Yemedin dimi? Bilinmeyen numara: Cık, hadi bakalım küçük kızlar için uyku vakti. Siz: Bunun hesabını vereceksin
Telefonu komidine bırakarak yatağa gömüldüm. Bir süre öylece aynalı gardropan karanlık silüetime baktım. Gözlerim kapanmaya başladığında telefonumun zil sesi kaşlarımı çatmama neden oldu. Elimi atarak ekranı yüzüme çevirdim. Karanlığa alışan gözlerim ışıkla kısıldı. Kayıtlı olmayan bir numaraydı. Tam boşverip geri koyacağım sırada bir şey beni engelledi. Gecenin bu saatinde arıyorsa bir nedeni olmalıydı. Her kimse haklı bir sebebi olsa iyi ederdi. "Alo?" "Karargah?" Diyen Nota'nın sesini duyduğumda hızla yatakta doğruldum. "Ajan junior şeftali? Durum nedir?" Telefonu hoparlöre vererek ışığı açtım. Üzerimdeki aptal kedi desenli pijamaya bakarken zaman kaybetmemem gerektiğine karar vererek üzerime bir ceket aldım ve aşağıya inmeye başladım. "Ben uyuyordum, komutanım. Ama dalmışım vallahi, evi koruyordum ben. Abim uyandırdı ve ablamla annemin nerede olduğunu sordu. Gece bir yere gitmişti galiba. Birkaç gündür sürekli gidip geliyor. Onlar galiba kayboldu. Abim de onları aramaya gitti." "Bir dakika," dedim kaşlarımı çatarak. "Sen evde tek misin şuan?" "Evet." "Neredesin?" "Odamdayım." "Tamam," telaşla etrafıma bakarak ayakkabılarımı aradım. "Ben şimdi geliyorum. Kapını kilitle ve bir yere saklan. Eğer olurda birisi gelirse diye telefonunun sesini kıs. Sakın korkma tamam mı? Bir şey olmayacak. Benim sesimi ya da abinin sesini duymadan sakın çıkma. Bak bakalım etrafına neler var?" "Alin abla?" Dedi ağlamaklı bir sesle. Asker olmayı bir kenara atmıştı. "Annemlere bir şey mi oldu? Ben uyudum ya koruyamadım onları. Uyumadan önce evdeydiler ama." "Şşt, sakin ol Nota. Onlara hiçbir şey olmayacak. Ve bu senin suçun değil. Sen yapabileceğin tek şeyi şuan yaptın. Şimdi bize yardım etmek istiyorsan kendini korumalısın." İç çektim. "Beni dinle, Nota. Sakın evden ya da odandan çıkma. Ben gelip alacağım seni. Şimdi bak bakalım odana, saklambaç için nereye saklanabilirsin? Ama zor olsun. Benden başka kimse bulamasın." "Dolap var," dedi burnunu çekerek. Mahsun sesi içimdeki bir çaresizlik hissini tetikledi. "Yatağın altı var. Bilmiyorum, fazla eşya yok." "Tamam, gardroba gir. Dediklerimi unutma, ses çıkarma. Odanın kapısını kilitle, duyduğun hiçbir sese karşılık verme. Orada olacağım, telefonun sesini kıs." "Çabuk ol, Alin abla." Dedi fısıltıyla. "Tamam, sakin ol. Tamam mı? Şimdi telefonu kapatmam gerekiyor. Sakın korkma, orada olacağım." "Tamam." Hızla rehperden Ahmet abinin numarasını buldum. "Aç şunu, aç!" "Alin?" "Abi hemen bir polis ekibi çıkarman lazım. Burhan'ın kaçtığını biliyorum, Nota aradı. Annesi ve ablası yokmuş. Abisi onları aramaya çıkmış, evde tek! Bak ben zaten yola çıktım ama polis olsa-" "Alin! Bir nefes al, ben Adana'da değilim ki." Yutkundum. Hızla çıktığım eve geri yürümeye başladım. "Boktan olan her zamanda her yerdesin ama konu önemli bir işe gelince yoksun! Neyse, tamam kapat." Eve tekrar girerek hızla basamakları çıktım ve Akan'ın odasına daldım. Masada ders çalışıyordu. Benim neredeyse öfkeli olabilecek halime bakarken hızla ayağa kalktı. "Sen iyi misin? Ne oldu? Birisi bir şey mi söyledi?" "Boşver beni," uzanarak onun elini tuttum ve çekiştirmeye başladım. "Motorla beni bir yere bırakacaksın. Ve bu hayati bir mesele." "Neler oluyor? Bekle de anahtarı alayım." Odasına girerek birkaç saniye içinde bir ceketle birlikte çıktı. "Bana ne olduğunu söylecek misin?" "Bak," ona dönerek anlamasını ister gibi anlayışla baktım. "Bu çok önemli ve kaybedecek saniyelerim dahi yok. Bu iş bittiğinde sana anlatırım ama lütfen, bunu benim için yap." Kaşları çatıldığında gözlerime odaklandı. Başını salladı. Benden önce merdivenleri inmeye başladığında omuz silkerek peşine takıldım. Garaja geçtik ve motorun yanına geldiğimizde bana kaskı uzatarak kendisininkini taktı ve hemen binip çalıştırdı. Kaskı takarak arkasına atladım. Dakikalar içerisinde eve gelmiştik. Akan'ın ışık hızında gittiğine dair şüphelerim vardı. Burada İstanbul trafiği olmadığı için daha rahat gelmiştik. Büyük ihtimal binlerce liralık da ceza yemiştik. Makas atmak, kırmızı ışıkta geçmek, toplum kurallarına bilmem ne yapmak falan filan. Suratımdaki kaskı sökercesine çıkararak motorun üzerine bıraktım ve bahçeye daldım. Kapı açıktı. Hasşeftali, kapı sonuna kadar açıktı. Kendimi Nota'nın iyi olduğuna ikna etmeye çalışarak eve girdim. "Nota!" Alt kattaki odalara girerek tek tek bakmak yerine üst kata çıktım. Sumru'nun odası yukarıdaysa Nota'nınki de ona yakın olmalıydı. "Nota! Ben geldim, çık dışarıya!" Telefonumu çıkararak beni aradığı numarayı aramaya başladım. Aradığınız kişiye şuanda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz. Tüm odaları tek tek gezdim ama tek bir kilitli kapıyla karşılaşamadım. Kalbime baskı yapan bir şeyler olduğunu hissettim. Nefesimi kesiyor ve sanki başımı döndürüyordu. "Nota!" Diye bağırdım son çare. Sık nefesler almaya başlamıştım. Kulaklarım uğulduyordu. "Neredesin?" "Alin?" Diyen Akan'ın sesi denizin derinliklerinden gelir gibi uğultuluydu. "Bana bak! Ne oluyor? Panik atağa benziyor, Alin? Bana bak abim!" Ellerinin yanaklarıma dokunduğunu hissettiğimde bedenimi taşıyamayarak yere çöktüm. Dudaklarımı aralayarak daha fazla oksijen için dilenircesine nefesler almaya başladım. Hayır, şimdi kötü olamazdım. Nota yoktu, onu bulmalıydım. Bir kişiyi daha kaybedemezdim. "Hayır," derken nefes nefese elimi Akan'ın koluna koydum. Dudakları oynuyor, bana bir şeyler söylüyordu ama bir türlü duyamıyordum. "İyiyim, küçük bir çocuk olmalı. Onu bulmalıyız." İki avucunu da yanaklarıma yerleşerek ona odaklanma için baskı uyguladı. Zorlukla gözlerimi gözlerine çevirdim. "Bana bak, sakin ol! Bulacağız onu, tamam mı?" Gözlerine bakmaya devam ederken başımı salladım. "Tamam, bulalım ama." Ondan tutunarak ayağa kalktım. Kendimi telkin ederek nefeslerimi düzenlemeye ve düşüncelerimin daha kötü yerlere gitmesini engellemeye çalıştım. Telefonum çalmaya başladığında sulanan gözlerimi kırpıştırarak ekrana baktım. Gizli numara. Kaşlarım çatıldı ve telefonu açtım. "Eğer biraz olsun film izlemişsem, Nota sende. Onu istiyorum." "O güvende ama senin için aynı şeyi söyleyemem," diyen Bay S'nin sesini duyduğumda daha da huzursuzlandım. "Biliyor musun? Bir kereliğini mahsus bundan senin kurtulmanı bekleyeceğim. Sen işini bitirdiğinde Nota'yı sana getiririm. Çok uslu bir çocuğa benziyor." "Bunca yıl sonra ortaya çıkıp yaptıklarının zerre mantıkla alakası yok, onun başına bir şey gelirse benim de gelir. Şakam yok, iyi bak ona." Telefonu kapatarak merdivenleri inmeye başladım. "Gidiyoruz." "Bana ne olduğunu söyelyece- dikkat et!" "Ne?" Demeye kalmadan beni duvarın arkasına çekti. "Ne var?" "Bak ne diyeceğim? İşimiz bitti. Salonda beşten fazla eli silahlı adam var." Öfke yüklü gözlerini gözlerime dikerek fısıltıyla kızdı. "Bizi nereye getirdin sen, baş belası?" "Ya desene silahlı adamlar diye," diyerek onu ittim ve sırıttım. Boşver dercesine elimi salladım ve merdivenlere döndüm. "Aman efendim, gereksiz yere şerefsizlik verdiniz. Hoşgeldiniz fakirhanemize. Kahve ister misiniz?" Bana dönen yedi namluyla sırıtarak düşünür gibi bir ifade takındım. "Gerçi evdeki hiçbir şeyin yerini bilmiyorum ama olsun. Buluruz size tabak çanak." "Kaldır ellerini!" Dedi elebaşı tipli adam. Yüzündeki kar maskesine burnunu kırıştırdım. "O şeyin modası geçmedi mi? Hem biz Adana çukurovadayız! Ne kar maskesi? Kar bile yok burada, anca yağmur yağıyor." "Kes sesini ve teslim ol, bizimle geliyorsunuz!" "Şuanda kaçırılıyor muyuz?" Diye sordum merakla. Arkamdaki Akan'ın acıklı bir sesle bittik biz, bittik biz, bittik biz, vesveselerini duymazdan geldim. "Öyle de denebilir," dedi elebaşı tipli adam, kafa karışıklığıyla. "Ee, patronunuz kim sizin? Yakışıklı mı bari? Mafya mı?" Gözlerimi büyüterek onlara yaklaştım. "Şirketi de var mı? Lütfen var de!" Ama bununla ilgilenmediğimi hissettim. Derinlerde buna tercih edeceğim bir şey olduğunu. "Abi," dedi yanındaki adam. Namlunun ucuyla beni gösterdi ve omzunu elebaşına değdirdi. "Biz buna hiç bulaşmasak mı?" "O da ne demek?" Dedim kızgın bir ifadeyle. "Vallahi darılırım. Hayatımda bir kez kaçırılmadan ölürsem vallahi gözüm arkada kalır. Benim en az üç kez kaçırılmam lazım." "İlhan haklı abi, boşver biz gidelim." Diyen diğer taraftaki ne bu sefer ayakkabımı dizine yedi. "Kesin lan! Bir ağız tadıyla kaçırttırmadınız insanı. Siz nasıl emir kulusunuz? Çoktan benim ether falan koklamam gerekmiyor mu?" "Alın şu gevezeyi!" Dedi sonunda elebaşı. "Bağlayın ikisini de, telefonlarını alın bırakın buraya." Bu vaziyetler hayra alamet değilde durdum düşündüm, Diye fısıldadı Sıla zihnimde. Harbi hayra alamet değildi. İkişer kişi hem beni hem de Akan'ı bağlarken ondan olabilecek en ters bakışları kapmıştım. Biraz da hak etmedik değil hani. Biz şimdi harbi harbi kaçırılıyor muyduk? İç sesimde sorduğum soru, birkaç dakika sonra boynumdan bastırılarak elim kolum iplerle bağlı bir şekilde siyah mafya minibüsüne bindirilince cevaplandı. "İyi bok yedin!" Dedi Akan hararetle. "Adamlar salacaktı, ama sen yok. Hanımefendi illa bir kez kaçırılacak! Bunu yaparken yanında benim de olduğumun farkında değil misin la sen!" "Şşt," dedim gülerken. "Sakin ol Adanalı senin şive Ankara'ya kaydı. Ben sana çıkışta bir bol acılı Adana dürüm söyleyeyim, anlaşalım." "Sen gerçekten dengesizsin," diye homurdandı. "Sabah beni odandan kovdun gecesinde eski haline döndün. Sana bir psikolog şart oldu." "Hey hey, benim bir psikoloğum var zaten!" "Demek ki yeterli değil." "Neyse sonra konuşuruz," heyecanla ön tarafa odaklandım. "Şuan kaslı dark romance mafyama gidiyoruz!" "Nereye gidiyoruz!?" "Kitappad'e!" "Orası neresi lan! Delirdi vallahi!" Nihahahahahaha! İçimden de kendime kötü kadın kahkahası attığıma göre güzel ve iyi haberi size verebilirdim. İyi haber, sonunda kaçırıldım. Kötü haber, şehir dışına doğru gittiğimizi işaret eden bir tabela gördüm.
4320 kelime. Bölüm sorusu; Bir komplo teorinizi bırakabilir misiniz? Allah'a emanet 💅 |
0% |