@cennomi
|
Keyifli okumalar♡ İki yıl önce. Akça Yalçınkaya.
Bilgisayar ekranına bakarken soğumaya yüz tutan kahvemden bir yudum aldım. Sıcakken içemiyordum. Dilim hassastı ve yaktığımda iki gün çekiyordum acısını. Sarı saçlarımın örgüsünü omzumdan arkaya ittim. Ekranda dönen ve Allah bilir kaçıncı kez izlediğim Harry Potter'ı izliyordum. Kim çocukluk aşkının başkasından olan çocuğunu korumak için kötü rolü yapardı ki? Saçları yağlı ve film boyunca günahım kadar sevmediğim adam, sonunda hüngür hüngür ağlamama neden olmuştu. Bu kadar duygusal olmak benim suçum değildi ki, tüm duyguları üst seviyelerde yaşıyordum. "Sen yine mi şu aptal büyücüleri izliyorsun?" Sevgilimin boynuma vuran nefesini hissettiğimde kalp atışlarım kendisini çoktan arşa çıkarmıştı. Huysuz çıkan sesine kahkahayı bastım. "Beni onlar kadar seviyor musun, emin değilim."
"Sevgimden şüphe mi ediyorsun?" Kaşlarımı çattım ve laptop'u kapattım. "Al işte, kapattım aptal büyücüleri!" Yatağa çıkarak kollarını belime doladığında küskünce gözlerimi karşıdaki duvara diktim. Ben ona bakmayınca derin bir iç çekerek dudaklarını şah damarıma bastırdı. Gözlerimi kapatarak boynumu omzuna ve bedenimi bedenine yaslama arzusuna karşı gelmeye çalıştım. "Benim bebeğim bana küstü mü?" Başımı salladım dudaklarımı büzerek. "Ama küsmesin bana." "Küssün sana," diye omuz silktim. Bu sefer dudaklarını ilerleterek enseme bastırdı. Sıcak nefesi saten geceliğin içine sızarak iki omzumun arasına ulaştı. "Mirza." "Söyle güzelim?" Elleri bel oyuntumda oyalanarak yavaş hareketlerle karnıma ulaştı. "Ne istiyorsun benimle barışmak için?" "Sevgimden şüphe ettiğin için özür dile," ona doğru hafifçe dönerek işaret parmağımı kaldırdım. "Ayrıca onlara aptal dediğin için de özür dileyeceksin. Çoğu zaman aptal ve hareketleri belirsiz insanlar da olsalar bunu söylemene izin vermiyorum." "Peki," bana ışıldayan gözlerle baktıktan sonra ona doğrulttuğum parmağımın ucuna bir öpücük kondurdu. Gülmemek için kendimi tuttum, temas bağımlısının tekiydi. "Sevginden asla şüphe etmedim, sadece hangimizi daha çok seviyorsun bazen anlamıyorum. Yine de özür dilerim." "Az önce onları kapattım ya!" Dedim isyanla. "Seni daha çok seviyorum!" "Hmm," muzip sesini duyduğumda kendimi birden yatakta sırtüstü uzanırken buldum. Üzerimde yükselerek dudaklarını dudaklarıma sürttü. Yok, kendimi tutamayarak ve üzerine atlayacaktım! Ve daha dün gece sevişmiş olmamız umrumda dahi olmayacaktı. "Duyamadım." "Bence gayet de iyi duydun," alnına dökülen nemli saçlarını iterek ellerimi ensesine kadar kaydırdım. Ona olan sevgim, kalbimden taşacaktı sanki. Ben bu denli derin hissederken onu, gözlerimden anlayabiliyor muydu acaba? "Bu akşam sinemaya gidelim mi?" İç çekerek bana baktıktan sonra dudaklarıma derin bir öpücük bıraktı. "Noir'e gitmem gerek, ama öncesinde gideriz." Heyecanlanarak gözlerimi büyüttüm. Dudaklarımda heyecanıma ve Mirza'ya olan sevgime bağlı olarak geniş bir gülümseme oluştu. "Tamam, vazgeçtim." "Ne?" Kaşları çatıldı. "Noir'e gideceğim diye vazgeçtiysen zaten on ikiden sonra gideceğim. İstiyorsan gidelim, vazgeçme." İşaret parmağımı iki kaşının ortasına bastırarak sırıttım. "Sinemaya gitmekten vazgeçtim çünkü daha ilginç bir yere gideceğiz." Mirza, benim sinemalara olan ilgimi bildiği için huysuzca birden kendisini üzerime bıraktı. Başını boynuma gömerek kolunu belime doladı ve kendisini yana kaydırdı. "Hayır, Polliana. Seni Noir'e götürmeyeceğim." Dudaklarımı büzerek başını omzumdan kaldırmaya çalıştım. Göz teması kurarsak ikna etmesi daha kolay olurdu. "Ama Mirza..." dedim nazlı nazlı. "Hayır." "Ama lütfen, lütfen, lütfen, lütfeeen!" Homurdandı. "Sana boşuna bebeğim demiyorum. Bebeksin, çocuk bile değil." "On sekiz yaşına girmek üzereyim!" Diye isyan ettim. "Ama on altılık ergen gibi görünüyorsun, ruhundan bahsetmiyorum bile." "Ben on altı yaşındayken çok aklı başında bir kızdım bir kere," dedim böbürlenerek. "Ayrıca yanımda sen olacaksın, sadece seni izlemek istiyorum. Seni izlemeye bayılıyorum, lütfen!" "Güzelim..." Dedi inlercesine. "Sevgilim..." dedim onu taklit ederek. "En fazla ne olabilir ki? Kıraç sen maçtayken benim güvende olmamı sağlar. Hem sen de bu maçı benim için kazanırsın, bugün zor birisi gelecek dememiş miydin?" "Kıraç'tan senin için video çekmesini isterim," dediğinde hâlâ beni ikna edebileceğine inanıyordu. Küçük bir çocuğu ikna etmek ister gibi gözlerle başını kaldırdı. "Kabül mü?" Dudaklarımı inadına büzerek çocuk gibi omuz silktim. "Canlı izlemek istiyorum, Mirza." "Dudaklarını büzmesen olmaz sanki," diye homurdandı ama hemen ardından uzanarak dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Bu sefer minicik olmasını engellemek için uzanarak onu yana ittim ve karnına oturarak dudaklarımızı tekrar birleştirdim. Hileli oynuyordum. Ama bunu o kadar uzun zamandır istiyordum ki. Ayrıca heyecana bayılırdım. Onu yıllarca susuz kalmış gibi öperken karnımın bir türlü açıklayamadığım o hisle çalkalandığını hissettim. Onu öyle bir seviyordum ki, bu gözlerimin dolmasına neden oluyordu. Bir karıncayı bile incitsem oturup cenaze töreni hazırlayabilecek birisiyken, onun canı yanarsa bu şehri yakabileceğimi hissediyordum. Aşk, ya da Mirza'ya aşık olmak fantastik bir düş gibiydi. Onsuz olamazdım. Şimdi dudakları dudaklarımı talan ederken, ensemden kayarak saçlarıma karışan ellerini hissederken ve belimdeki eli tenimi karıncalandırırken bile öylesine bir özlem duyuyordum ki ona... Anlatamazdım büyüklüğünü. "Sensiz yapamam Akça," dedi nefes nefese alnımı alnına yasladığımda. "Beni sakın sensiz bırakma." "Sen de beni," dedim burnumu çekerek. Ona olan hislerimin yoğunluğu kalbimden taşıyor demiştim, şimdiyse yokluğunun düşüncesi bile ağlatmaya yetmişti beni. "Sakın bırakma beni, Mirza." "Asla," burnunu burnuma sürterek eliyle gözlerimi sildi. "Ağlama benim güzel bebeğim." "Ama sen beni Noir'e götürmüyorsun." Bana küfretmek ister gibi baktıktan sonra birden konumumuzu değiştirdi. Bu sefer tepeden bakan kişi oydu ve... Siktir, saten kumaştan onu çok net hissedebiliyorum. Kendime engel olamadan nefeslerim hızlanmaya başladı ve beklentiyle ona baktım. "Ne istiyorum biliyor musun?" "Söyle güzeline," dedim alt dudağıma dişlerimi geçirerek. Sanki biraz önce ağlayan ben değilmişim gibi şehvetle dolmuştum. Tüm bedenim onun için ihtiyaçla kıvranıyordu. "Evlen benimle." Tanrım. "Seviş benimle." Güldü. "Üniversiten biter bitmez, ya da bitmesine bile gerek yok. Lise bitince, evlen benimle." Dudaklarını yanağıma bastırarak ıslak öpücüklerini boynuma kadar indirdi. Ardından dilini köprücük kemiklerimin oyuntusunda hissettim. Kendime engel olamayarak dudaklarımın arasından kısık bir inilti döktüm. Sanki onunla evlenmeyi reddedecekmişim gibi beni ikna etmeyi amaçlayan ısırıklar bıraktı tenimde. Ondan önce yaşıyor muydum sahi? Onu nasıl reddedebilirdim ki? Bu bir ihtimal bile değildi. "Evet," dedim arzu ve sevgi ile dolup taşan bir sesle. "Her zaman evet." Dudaklarının tenimin üzerinde gerildiğini ve gülümsediğini hissettim. Saten kumaşı çekiştirerek sütyensiz duran ve daha şimdiden hassaslaşmış göğüslerimi açıkta bıraktı. Dudakları rotasını bozmadan göğüs oluğumdan ilerledi. Sıcak nefesi her geçen saniye daha da fazla aklımı bulandırıyordu. Dudaklarını kanıma bastırdığında daha aşağılara inmek yerine orada oyalandı. Bir, çizgi çizen gibi öpücüklerini karnıma yoğunlaştırıyordu. "Ne yapıyorsun?" "Burada," diye fısıldadığında başını kaldırarak gözlerime baktı. Çenesini göbeğime yaslayarak alnına dökülen sarıya çalan tutamların arasından bana parlayan bakışlar hediye etti. "Bize ait bir parça olsun istiyorum. Bir bebeğimiz olsun ve benim iki bebeğim olmuş olsun." İçimde dolan ve neredeyse beni ağlatacak hale getiren bu hissin bir ismi var mıydı? "Daha on yedi yaşındayım!" Diye isyan ettim dolu gözlerle. "Şu internette çıkan videolardan sonra bir de karşıma sen çıktın! Henüz çok gencim." "Az önce ön sekizdin sanki," diye güldü. "Hem annem ve babam da evlendiğinde annem on sekizini yeni bitirmiş. Her şeyi birlikte yapmışlar, babam şirketi kurarken o ikisi hep berabermiş. Annem doktorluk okurken de, Koralp abimi aynı anda büyütüyorlarmış. En fazla ne kadar zor olabilir ki?" "Ama senin abinin bir sürü amcası ve halası varmış, onlar bakmıştır." "Bizim kızımızın da olacak," bana böyle bakmaya devam ederse, hemen şuan bir tane doğurabilirdim. Sırf o parlayan bakışlar için. "Koralp amcası ona mükemmel bakar. O her zaman pozitiftir ve herkese en iyi şekilde yaklaşır. Akan amcası var, tıbbı kazanınca bir havalara girdi ama hadi hayırlısı. Hmm, bir de Barlas amcası var. O kesin her gece kitap okuyacağım diye tutturur ama gitar çalacaksa gelebilir, kızıma ben masal anlatabilirim. Arya halası hakkında bir şey diyemeyeceğim." "Kızın olacağını da nereden biliyorsun?" "Bir his, ama senin bir parçan olduktan sonra cinsiyeti önemli değil." "Arya'yla aranız hâlâ bozuk mu?" Dedim üzüntüyle. Kardeşiyle küs olmasını istemiyordum. Benim hiç kardeşim olmamıştı ve onların bu fırsatı böyle kötü kullanmaları beni üzüyordu. "Sürekli ortadan kayboluyor, eve geç saatlerde geliyor. Neredesin diyoruz, saçma sapan şeyler uyduruyor. Ve daha on altı anca var!" "Belki de ergenlik hormonları yalnız kalmak istediğini söylüyordur," dedim iyi yönden bakmaya çalışarak. "Sana boş yere Pollianna demiyorum, yalnız kalmak istese söyler. Ağzına geleni söyleyen birisidir. Bir şeyler karıştırıyor ve bu öncekilerden daha tehlikeli." "Sence hâlâ Alisya'larla mı birlikte?" "Muhtemelen," iç çekti. "Onu bir kukla gibi oynatıyorlar ve o da buna izin veriyor. Sorsan asla kabul etmez." "Sıkma canını, o daha küçük." "Senden bir yaş falan küçük." "İki!" Diye çemkirdim sinirle saten üstümü çekerek. "Sevişmeyeceksek kalk üzerimden!" "Tamam, hadi çalışmalara başlayalım!" "Mirza!"
💌
"Annemler seni yemeğe çağırıyorlar," dediğinde elimdeki diş fırçası yere düştü. Aynadan kendimle göz göze geldiğimde köpürmüş bir ağızla hızla Mirza'ya döndüm. "Ne?" "Sanırım seni anlamam için sesini duymama gerek yok ama macunu yutmadan önce tükürsen daha sağlıklı olur," ben utançla lavaboya eğilip ağzımı çalkalarken o arkamdan gelerek belime sarıldı. "Anneme senden bahsettim ve hemen yemeğe çağırdı." "Tamam, tamam," başımı göğsüne yaslayarak aynadaki yansımasının gözlerine baktım. "Bugün olmaz, Hilal'le buluşacağım. Yarın? Hayır! Yarın olmaz, ertesi gün! Olur mu? Kaç günde hazırlanırım!?" Gülerek dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Nefes al, annemle zaten tanıştın. Sadece yemekte bizimle olacaksın." "Hayır, o sayılmaz. Tanıştığımızda ben senin sadece sınıf arkadaşındım, ama şimdi kadının gelini olacağım!" "Fark etmez ki, annem seni o zamanda seviyordu şimdi de sevecektir." "Yaa," dedim yumuş yumuş. "Karya abla ya." "Anne." "Ne?" "Falında gördüm, üç vakte kadar annen olacakmış." "Falımda üç vakte kadar beyaz bir kumaş giyeceğim yazıyordu," dedim ters ters bakarak. "Ne alaka?" "E tamam işte, gelinlik o. Benden başka kiminle evleceksin? Benimsin." "Asıl sen benimsin!" Bir an sonra aklıma gelenlerle kollarını belimden çözerek içeriye geçtim. Komidindeki çantamdan çıkardığım beyaz zarfı arkamdan gelen Mirza'ya uzattım. "Bu ne şimdi? Beni kullandın ve şimdi de para mı veriyorsun? Ben neyim? Hatırlatırım ama ben zaten zenginim ve seni bırakmaya da niyetim yok." Kahkaha attım. "Saçmalama. İçinde bir mektup var. Eğer bir gün olurda beni asla bulamazsan bunu aç." Çatılan kaşlarına bakarak iç çektim. "mesela yetmiş yaşına geldiğimizde senden önce ölürsem-" "Benden önce ölmeyeceksin," diyen kararlı sesini duyduğumda kahkaha attım. "Ne yapayım? Azraile de dur daha vaktim var mı diyeyim?" Benim muzip sesime karşın o çok ciddiydi. Aldırmadım. "Gerçekten, bir gün beni bulamazsan açarsın. Daha öncesinde sakın açma. Ölmemden bahsetmiyorum, beni bulamadığın ve asla da bulamayacağın bir zaman aç." "Benden gidecek misin?" "Senden gidemem ama olur da bir gün gitmek zorunda kalırsam, umutsuzluğa kapılma. Bu mektubu oku, sevgilim."
💌
"Hoşgeldin, Akça." Masadaki adama kısa bir bakış atarak karşısındaki sandalyeye oturdum. "Nasılsın?" Huzursuzca kaşlarımı çattım. Mirza'ya yalan söyleyerek geldiğim bu buluşma, oldukça rahatsız ediyordu beni. O arkadaşımla buluşacağımı zannederken ben burada bu adamla buluşuyordum. "Uzatma, söyle bakalım ne istiyorsun hilekar dayıcığım?" Annem yoktu. Babam yoktu. Kardeşim yoktu. Benim Mirza'dan ve kendimden başka kimsem yoktu ve bu adam çıkmış bana dayım olduğunu söylüyordu. "Bir kardeşin var," dediğinde gözüm seğirdi. Benimle oyun mu oynuyordu? Amacı neydi? Ailemden kalan o eski köşkü mü istiyordu? "Ve daha bir yaşında." "Neden onca yıl sonra çıktın karşıma?" Dişlerimi sıkarak buz saçaklarını fırlatan gözlerimi onun deniz mavisi gözlerine diktim. "Bir çocuk doğurabildiklerine göre hala anne ve babam yaşıyor. Problem basit," elbimi masaya yasladım. "Ben sorunlu çocuktum ve istenmedim. Şimdi sorunsuz bir çocuk yapmışlar ve mutlu olabilirler. Ben niye bunları bilmek zorunda olayım ki?" "Aileler çocuklarını ya hiç sevmediklerinden ya da çok sevdiklerinden bırakırlar. Şimdi onu da senin gibi bırakmak istiyorlar, onu senin korumanı istiyorlar." "Bunu neden yapacakmışım?" "Çünkü onlar seni korumak için sensiz kalmayı göze aldılar. Sen tek başına büyüdün ve onun da mı tek büyümesini istiyorsun? Senin gibi mi büyüsün?" Dişlerimi sıkarak çantamı omzuma aldım ve ayağa kalktım. "Onlara söyle eğer koruyamayacaklarsa çocuklarını, kendileri korunsunlar. Bu onlara yaptığım ilk ve son iyilik olacak."
💌
"Demir! Demir! Demir!" Yüzümü buruşturarak Kıraç'a döndüm. "Bunlar hep böyle et bekleyen ayı gibiler midir?" Kahkaha attı. "kesinlikle evet. Şimdi senin ayı çıksın ringe de gör sen kargaşayı." Ringin içerisinde Azap lakaplı birisi gözlerini tünele dikmişti. Çehresinde ölümün taze izleri vardı sanki. Azraille aynı nefesi solumuş gibiydi. Gözlerim adamdan ringin yukarısına kaydı. Demir kafes olduğundan daha büyük göründü gözüme. Kafes dövüşü yapmak zorundalar mıydı? En sonunda Mirza ringe çıkan parkurun ucunda göründüğünde kulakları sağır eden ıslıklar çalınmaya başladı. Onun çıplak göğsüne bakarken dudaklarımı dişledim. Hemen sonra gözlerim etrafa döndü. Harika. Benim dışımda da dudak ısıran birkaç kişiyi net bir şekilde görebiliyordum. Birisinin erkek olması umrumda dahi değildi. Mirza'yı eve kapatsam ne olurdu? Bir tek ben görsem? Mirza'nın gözleri yüzlerce hatta belki de binlerce kişi arasından bana döndüğünde, ona kısık bakışlar atarak çenemle üzerini gösterdim. Omuz silkerek sinir eden bir gülümseme oluşturdu dudaklarında. İç çektim. Bana bak bey amca, yanımda benimle birlikte Mirza'yı kesiyorsun ama gerçekten elimden bir kaza çıkacak. Çek gözlerini benimkinden! Mirza ringe girdi ve kafes ağır ağır aşağıya bırakıldı. Mirza ve Azap lakaplı kişi karşı karşıya geldiklerinde birbirlerinin gözlerinin içine bakarak el sıkıştılar. "Bir kardeşim varmış Kıraç," dedim gözlerim ringdeyken. Onu bir abi gibi görüyordum. Şaşkın bakışları bana döndü. "Mirza'ya söyleyemedim daha. Birisi aradı ve dayım olduğunu söyledi, bir kardeşim olduğunu. Onu yanıma alacağım." "Senin seçimin ama bence Mirza'ya söylemek için daha fazla geç kalma," kolunu omzuma atarak başımın üzerine bir öpücük kondurdu. "Unutma bücür, Kıraç abin her zaman senin arkanda." "Unutmam," dedim kocaman bir gülümsemeyle. Ringe dönmeden önce bir anda birisinin elini kolumda hissettim. "Bizimle geliyorsun," diyen adama kaşlarımı çattım. "Neden?" "Zorundasın." "Değilim, bırak beni!" Gözlerim Kıraç'ı aradığında onu birden ayaklarımın dibinde baygın görmem, içimde yatan korkuyu tetiklemişti. Ne oluyordu? Korkuyla kolumu adamın elinden kurtarmak için çekiştirdim. "Bıraksana ya!" "Yürü be, seninle mı uğraşacağım?" Birden kolumu sıkarak kendisine çektiğinde avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. Mirza'nın istediği savunma derslerini ertelememem gerekirdi. Çığlıklarıma dönen onlarca kişi, yanımdaki adamı görür görmez tekrar önlerine dönüyorlardı. "Kes sesini!" "Kimsin sen!? Bırak beni!" Beni sürüklerken bedenimi yere atarak çırpınmaya başladım. Kot pantolonum yere sürtünerek parçalandı, dizlerim kanamaya başladı. Umursamadan çığlığımı birine duyurmak için çabaladım. Ve onca ses arasında tek bir ses ulaştı kulaklarıma. "Bırak lan onu! Yedi ceddini siktiğimin çocuğu, dokunma lan ona!" Mirza'nın sesinin ardından kafese vurulan darbelerin sesi geldi kulaklarıma. Onun sesini duymamla yaşlanan ama sırf bu adam yüzünden ağlamadığım gözlerimle etrafa baktım. Sürüklendiğim yerde birden bedenimi döndürerek ayağımı adamın hayalarına geçirdim. Küfrederek beni bıraktı ve eğildi. Başımı ona çevirmeden önce çok kısa bir zamanım olduğunu bilerek koşmaya başladım. Ringin olduğu toplanma alanından çıkmadan önce gördüğüm son şey, Azap'ın kasları gerinerek onu zorlayan kafesi kaldırdığı o minik aralıktan Mirza'nın geçmek için sırt üstü uzanmasıydı. Dövüşü yarım bırakıyorlardı. İkisi de. Mirza benim için, Azap ise bilmediğim bir sebepten Mirza'ya yardım etmek için. Dönmedim. Bakmadım. Daha doğrusu bakamadım çünkü alnıma yaslanan o soğuk silahın sahibi donup kalmama sebep oldu. "Sevgili yeğenim? Bu ne güzel bir süpriz?" "Sende bir iş olduğunu biliyordum!" Kendime engel olamayarak Mirza'dan alışkanlık kalan küfürlerden bir tanesi dudaklarımdan döküldü. "Beni kandırdın değil mi!?" "Yo," dedi gevşek gevşek gülerek. "Gerçekten dayınım ve gerçekten bir kardeşin var. Ama bilmediğin bir şey var," yüzüme eğildi. "Annenlerin sizi korumaya çalıştığı o kötü adam benim, süpriz!" Enseme yediğim darbeyle daha şoku atlatamadan bilincimin kapandığını hissettim. Bedenime değen kolları zihnimde tiksinerek iteledim ama bir faydası olmadı. Beni yutan o karanlığa çekildiğimde artık her şey için çok geçti. Gözlerim açıldığında toprak bir zeminin üzerinde oturuyordum ve ellerim zincirlerle yukarıya kaldırılmıştı. Boynuma giren acıyla inleyerek kafamı doğrulttum. Tam karşımda gördüğüm Arya, nefesimi tutarak kalp atışlarımın hızlanmasına neden oldu. Onu okuldan tanıyordum. "Bu da ne demek?" "Bazen," yavaşça sarı saçlarımdan bir tutam alarak parmağına doladı. Durgunca kıvırdığı saçlarıma baktı. "İnsanlar yengelerini düşmanlarına vermek zorunda kalabilirler." "Sen..." derken kekeledim. Zihnim hâlâ bana gereken algılama yetisini vermemişti. "...Ne yaptın?" "Özür dilerim," dedi ama gözlerindeki pişmanlıktan öte olan o duyguyu seçmiştim. Gururdu bu, gurur duyuyordu yaptığıyla. "Dayınla çok kârlı bir anlaşma yaptım. Bu yüzden seni ona veriyorum, keyfini çıkar. Gitmeliyim, annemler merak eder." Ayağa kalktı ve demir parmaklıkların ardındaki çıkışa yöneldi. "Buraya gel!" Diye bağırdım. "Buraya gel ve hesap ver! Nasıl yaparsın bunu bana!?" Omzunun üzerinden bana bomboş bir bakış attı. "Ben kendi annemi babamı satmışım, seni mi koruyacaktım? Kimsin ki sen?" Geriye dönerek önümde eğildi. "Bunların tek bir kelimesinden abime bahsedecek olursan seni kendi ellerimle öldürmekten gocunmam." "Sen böyle birisi değilsin," dedim çaresizlikle. "Kendine gel." Burnunu çekti. Gözlerini büyütüp dudaklarını büzerek ağlar gibi bir ses çıkarttı. "Evet, ilaç da yazacak mısınız psikiatrist hanım?" "Dalga geçme." "Her neyse," diyerek ayağa kalktığında parmaklıkların ardında gördüğüm zincirlerle bağlanmış kişi, kalbimin korkuyla atmasına neden oldu. "Sanırım abin her şeyi duydu, Arya." Dedi Mirza halsiz bir şekilde. İlaç falan mı vermişlerdi ona? "Eğer onun saçının teline tek bir zarar gelirse, sakın seni bulmama izin verme. Çünkü ben o zaman ben olmayacağım." Arya yutkunarak abisine baktıktan sonra bir hışım çıktı bu havasız yerden. Ayakları üzerinde duramayan ve neredeyse sürüyerek iki adamın getirdiği Mirza'yı ise yan mahzene attılar. "İyi misin?" Diye fısıldadığında gözleri kayıyordu. Sabit tutamıyordu. Onu yasladıkları duvarda zorlukla sabit duruyordu. "İyiyim, sevgilim." Daha fazlası yoktu. Gözleri kaydı ve bedeni sertçe yere düştü. "Sen iyiysen." Evet. O fotoğraftaki işkence görmüş, kemikleri vücudundan fırlamış, dövmenin yetmediği ve bir de üstüne göğsüne sıkılan bir kurşunla ölmeyi bekleyen, ama bu cezayı ölmeye saniyeler kala hayatı tek bir kurşunla sonlandırılan kız benim. Çok işkence gördüm ama sizin görmenizi istemiyorum. Kırılan kemiklerim önemli değildi, öldüm ve unuttum. Moraran tenim, duvara her vurulduğunda aldığı darbelerle kana bulanan sarı saçlarım ve hatta ters dönüp etimi parçalayarak dışarıya çıkan kol kemiğim bile önemli değildi çünkü öldüm ve unuttum. Ama ruhum hâlâ haykırıyor, mezarımın başında bekliyor. Kimsesi yok diye ağıtlar yakıyor. Bir kez beni duydunuz mu? Beni anladınız mı? Lütfen, anlamayın. Ben anlaşılmadan da devam edebilirim ama kimse beni anlamasın. Kimse benim yaşadıklarımın tek bir anını bile yaşamasın. Mirza ile olan aşk dolu anlar hariç, sevebilmenizi dileyebilirim çünkü daha önce böyle güzel bir duygu tatmadım. Üç gün boyunca kan kaybından ölmedim ama... Daha önce hiç ölmediğime pişman olmamıştım. Sadece işkence görsem bile dayanırdım belki. Ama beni attıkları o toprak zindanda, parmaklıkların ardında tüm işkenceleri izlemek zorunda kalan Mirza'nın yüz ifadesine dayanamıyordum. Ellerimde zincirler vardı. Mirza'ya senin yüzünden değildi diyemedim. Çünkü konuşacak kadar bilincim yerinde değildi. Dayaktan, kırılan kemiklerimin acısından, kan kaybından kaç kere bayıldığımı bile hatırlamıyordum. Ben öldüm. Çünkü beni korumak için terk eden ailem beni daha büyük bir kimsesizliğe attıklarını bilmiyorlardı. Belki de Mirza'ya yalan söylemeseydim ve dayı olayını anlatsaydım o araştırıp gerçeği öğrenebilirdi. Biz bu halde olmazdık. Çok fazla işkence gördüm. Ama size anlatamam. Benim bile bilincim acıyla açık kalıyordu. Bazı sırlar, bir tohumken dallanır ve sarmaşık olup da sizi boğduğunda her şey için geç kalmışsınızdır. Bazı sırların da öldürebileceğini öğrendiğinizde belki de tıpkı benim gibi ölmüştünüz. Belki de ruhunuz ölmüştü. Sevgilim, demek isterdim. Cennette veya cehennemde. Ya da Araf veya varsa başka bir yerde, mümkünse senin bir parçanı içimde taşımayı çok isterdim. Orada beni bul olur mu? Ben seni burada bulamam.
💌
Aylar sonra.
Ateş kızılı saçları uzanarak beline kadar dökülen kız, yüzünü buruşturarak kadehe baktı. Gözleri şimdiden kayıyordu, körkütük sarhoş demek onun için az kalırdı. "Ne zaman sevişeceğiz?" "Kadehini bitir," diye karşılık verdi Mirza. Kız umrunda bile değildi. Sevgilisinin bir kardeşi vardı ve onu korumak istiyorsa boktan bir insan gibi davranmalıydı. Okuldan rasgele aldığı bir kızı körkütük sarhoş yapmıştı. Gözleri yerdeki halıdan yataktaki kıza kaydı. Üzerine yapışan zümrüt yeşili mini bir gece elbisesi giymişti. Oldukça cüretkar bir elbiseydi. Mide bulantısıyla başını çevirdi ve otelin geniş penceresinden görünen dolunaya dikti gözlerini. Unutma sevgilim, yazmıştı mektupta. Ben her çıkan dolunayda sana kocaman gülümsüyor olacağım. Eğer ölüm beni çok erken bulduysa, unutma ama ben geçmiş olayım sende. Sakın peşimden gelmeyi deneme. Kolaydı sanki, diye isyan etti içinde. Kolay mıydı ulan seni geçirmek? Yataktaki kızın neredeyse sızmak üzere olduğunu fark ettiğinde ayağa kalkarak kıza ilerledi. Üzerine çıkarak komidindeki telefonu aldı. Kız gözlerini zorlukla araldı. "Sonunda." "Ben senin sonunda diyemeyeceğin kadar berbat bir adamım, kızıl." Yatağa uzandı ve kızı göğsüne çekerek telefonu onun yüzüne tuttu. Yüz tanıma programı kızı gördüğünde kilidi açtı. "Al bakalım bir fotoğrafımızı çek." Kız onun dediğini yaparak bir fotoğraf çektikten sonra birden pili biten oyuncak gibi öylece yığılıverdi. Mirza hemen yataktan çıktı ve telefonundan Ayliz'i aradı. "Gelebilirsin." Kızın telefonunu komidine koydu ve oradan da terasa çıktı. Bu gece dolunayın altında uyuyacaktı. Sevgilisinin gülüşünün altında. Ya da sadece dolunayı izlerdi tüm gece. Daha önce böyle bir acı hissettiğini hatırlamıyordu. Onu koruyamamıştı. Canı çok yanmıştı, çok ağlamış ve çok haykırmıştı ama Mirza onun acısını dindirememişti işte. Daha önce çaresizliği böylesine tattığını hatırlayamıyordu bile. Annesinin sıcak koynunda günlerce ağlamak ve o gitti anne, diye sayıklamak istiyordu. Annesinin iki yaşındaki hayata dair korkuları olan o küçücük çocuğu gibi hissediyordu. Anne, demek istiyordu. Anne ben bir kızı çok sevdim ve o öldü. Öylece gitmedi, üç günlük bir acıyla gitti. Anne, ben bir kızı çok sevdim. Gülüşü yaşadığımı hissettirdi ama artık ölmüş gibi hissediyorum. "Benim işim bitti," diye seslendi Ayliz. Omzunu terasa çıkan kapıya yaslamıştı. "Tamam, parayı hesabına atarım." Diyerek ayağa kalktı. Hayır, sabaha kadar bu kızın olduğu dairede kalmayacaktı. Çıkmadan önce yatakta çıplak omuzları açıkta kalan kıza sadece bir bakış atarak çıktı. Kız sabah çıplak uyandığında seviştiklerini ama hiç hatırlamadığını düşünecekti. Üzerine yataktaki fotoğrafı da görünce bu düşüncesi güçlenecekti. Herkese de düşünce olmadığını gerçek olduğunu söyleyecekti. Motora bindi. Kaskı kafasına yerleştirmeden önce derin bir nefes alma ihtiyacı duydu. Çalıştırdı ve gaza bastı. Tenini yalayan keskin rüzgar, gazı her arttırdığında acı bir çığlık misali çıkan sesle artıyordu. Elinin altındaki gaza bir daha yüklendiğinde motor, keskin bir sesle öne atıldı. İbrenin de tekerleklerin de sonu zorladığını hissedebiliyordu. Ölmek istedi. En azından bu dikkatsizlikten ya da aşırı hızdan olmuş olacaktı. Ama annesine kıyamadı. Sevgilisine de kıyamadı. Normal hıza düştüğünde kısa bir süre sonra çoktan eve gelmişti. Başının döndüğünü hissetti. Kaç kadeh içmişti yine? Zorlukla ayakkabılarını çıkardı eve girince. Merdivenlere gelince durdu. Bu gece annesini isteyen bir çocuk gibi hissediyordu. Annesini çağırsa onunla uyur muydu? Ona sarılıp geçecek der miydi? Geriye dönerek annesiyle babasının yatak odasına ilerledi. Kapıyı tıklattı ve bir süre bekleyerek içeriye girdi. Kapalı ışıkları yaktı. Saat kaçtı bilmiyordu ama onlar çoktan uyumuştu. Gece yarısını geçmiş olmalıydı. Karya'nın ve Vural'ın gözleri aralandı. Aynı anda ne olduğunu anlamadan doğruldular. "Ne oldu oğlum?" Dedi annesi. Buna bile ağlayacakmış gibi hissetti. Derin bir nefes aldı ve söyledi. "Benimle uyur musun anne?" "Karımı mı çalıyorsun?" Diyen Vural oğlunun halini görmüştü ve şakaya vuruyordu. Kendisini yatağa attı, oğullarıyla olan sorunları genelde Karya çözerdi. Karya'ya daha düşkünlerdi ve içlerini açacakları birisi varsa bu kişi de Karya'ydı. "İyi, ben de yastıklara sarılırım." "Tamam," dedi Karya şaşkınca. Mirza'nın ardı sıra ilerleyerek onun odasına girdi. Yatağa uzandı ve yorganı aralayıp kolunu ona uzattı. Mirza tıpkı bundan on sene öncesinde de olduğu gibi annesinin kolları arasına girip başını göğsüne yasladı. Kolunu beline sardı. Tamam Mirza, güvenli bölgedesin işte. Güvendesin annenin kollarında. Hiç büyümedin, hiç sevmedin ve hiç acı çekmedin. Sen annenin göğsünde soluklanan minik bir bebeksin şimdi ve en güvenli yer burası. Kendine engel olamadı ve annesin güvenli kollarını hissettiği an, gözlerinden bir damla koptu. Karya, göğsüne düşen damlaları hissettiğinde donup kaldı. "Oğlum..." "Anne," dedi fısıltıya karışan büyük bir acıyla. "Canım acıyor. Anne, canım çok acıyor." "Biz her zaman ne deriz bebeğim?" Dediğinde o da kendisini on yıl önceki Karya gibi hissetti. Ama bir fark vardı, o zamanlar oğlunun canının neden acıdığını bilirdi. "Doğanın kanunu budur: canın acıyabilir, aşık olabilirsin, mutlu olabilirsin, korkabilirsin. Bunların hepsi insan için. Ama en sonunda-" "Hepsi bir anı olarak geride kalır." Kalır mıydı gerçekten? "Evet," Karya ellerini oğlunun saçları arasında gezdirmeye devam etti. Ne yapacağını bilemedi. Anne canım çok acıyor çünkü ben bir kızı sevdim ve o artık yok. Benim yüzümden.
🍑
Günümüz. Alin Durular. "Şaka yapıyor olmalısın," dedim dertli dertli önümdeki kıza bakarken. Örgülü saçları iki yanından önüne dökülüyordu ve ışıldayan gözlerle bağdaş kurmuş beni izliyordu. "Gerçekten mi?" Bana bakarken kocaman gülümsedi ve başını sağ omzuna eğerek kayboldu. Yedi yaşındaki Alin'in zihnimde bir duvar ardında yaşadığı yetmiyormuş gibi bir de şizofren gibi onu görmeye başlamam hayatın şeftalisine kadar sövme isteğimi körüklüyordu. "Kiminle konuşuyorsun be sen?" Dedi Akan. Ona bakarak omuz silktim. Hâlâ bindiğimiz minübüsün içerisinde yol alıyorduk. Bizi nereye götürdüklerine dair tek bir fikrim yoktu ancak arabanın camlarından giren şafak ışıklarına bakarsak saat çoktan altıyı geçmişti. Yani beş saate yakındır yoldaydık. "Sonunda kafayı yedin değil mi?" Sessiz kalarak gözlerimi karşıda bomboş bakışlarla gözlerini bize diken adama çevirdim. "Daha ne kadar gideceğiz?" Uykusuzluktan karnım ağrımaya başlamıştı. Genelde karnımda garip bir his oluşmasına neden oluyordu. Ama yanımda Akan varken uyumaya cesaret edemiyordum. O farkında değildi ama hem onun hem de bu canı acıyan benliğimin sorumluluğunu üsteliyordum. "Bir süre daha." Diye cevapladı. "Kızım sen bizi neye bulaştırdın böyle?" Derken sinirle elini çekiştirip kendine uygun bir pozisyon aradı. Arabanın kasasındaki zeminde ellerimiz arkadan bağlı bir şekilde bağdaş kurarak oturuyorduk. "Sana bir şey olmasına izin vermem," dedim yarım ağız alaylı bir sırıtmayla ona dönerek. "Benim peşimden geldin sonuçta." "Alin bak bugünki derse yetişemezsem kesin kalırım anatomiden," dediğinde derdine gülmek istedim. Biz burada kaçırılmıştık yahu! "Bizim acilen çıkmamız lazım buradan!" "Akan," dedim dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırarak. "Biz kaçırıldık ve muhtemelen birkaç hafta derslere giremeyeceksin, çünkü kitaplarda böyle olur." "Ne demek giremeyeceğim? Kaçırıldığım kayıtlara geçsin! Sınavlardan ve tezlerden muaf tutulmak zorundayım!" "Kaçırılmana bak," omzumla omzuna vurdum. "Buluruz bir çaresini." "Gerçekten bittik biz," dediğinde onun sızlanmalarına cevap vermemeye karar verdim. "Bu yakışıklılıkla kaçırırlar tabii, bir de zekiyim. Ya yüzümü ya beynimi çalacaklar." Kendime engel olamayarak "salak mısın?" Diye çemkirdim. "Yüzünü ya da beynini ne yapsınlar? Mafya bunlar, seninle ya da benimle evlenmek isteyecekler. Yani dark temada böyle oluyordu." Kafa karışıklığıyla Akan'a döndüm. "Babamın şirketi batıran bir borcu ya da ne bileyim çok borçlu olduğu birileri var mıydı?" Ciddi ciddi düşündü. "Hayır." "Nasıl ya?" Diye homurdandım. "Ee, biz cinayet işlerken de görmedik kimseyi. Bunlar bizi niye kaçırdı ki?" "Aklına kurban olayım," dedi birden gururla. "İşte şimdi normal bir insan gibi düşünmeye başladın." "Ben önce hayvan gibi mi düşünüyordum, Akan?" "Daha çok akıl hastanesinden kaçan birisi gibi." "Kesin sesinizi,'' diyen buz kalıbı adama döndük. "Geldik, inin." Sesimi kesmemi söyleyenleri sevmiyorum. Susmak zorunda değilim, onlar kulaklarını kapatsınlar. Bu adamla daha sonra ilgilenebilirdim. Mafyama gidiyordum. Vay be, kim derdi benim de bir mafyam olacak? Duran minibüsten ellerimiz arkamızda bağlı bir şekilde indik. Nota'nın güvende olduğunu bildiğim için rahatça eski Alin olmak için çabalayabilirdim. Bunu başarabilirdim. İyi olacağım. Karşımda gördüğüm saray yavrusu villayla ıslık çaldım. Bizi gerçekten dark romance mafyası kaçırmıştı galiba. Ama neden olduğunu çözememiştim. Ormanlık alanda kalan ve ağaçların etrafında siper olduğu yeşilliklerin içinde kalan ve oldukça güzel görünen bir evdi. Ev mi dedim? Tekrarlıyorum, saray yavrusu. "Akan," dedim eve yürümeye başlarken. "Birisi kafana silah dayamadan önce ilerle. Ve eğer mafya senin kim olduğunu soracak olursa benim abim olduğunu söyle." "Zaten öyleyim!" Diye isyan etmiş olmasını zerre şeftalime takmadan ilerledim. Kapıya geldiğimde buz kalıbı ve Akan hâlâ gerimdeydi. Önüme dönerek alnımı iki kere kapıya vurdum. Açan olmadı. Bu sefer de alnımı zile vurmayı düşündüm ama... zil boyumdan yüksekteydi be. Ya kim bir metre yetmiş santime kapı zili takardı ya? Belki benim boyum bir metre altmış iki santimetre ve ben oraya alnımı çakamayacağım? Ne vardı yani azıcık aşağıya taksalardı şu zili? Somurtarak duvara yaslandım ve onların gelmesini bekledim. Buz kalıbı ne yaptığımı görmüş bir gıcık olarak bana kibirli bir bakış attı ki, ne alakaydı? Uzanarak zili çaldı. Kısa bir süre sonra kapı açıldı. Kapıyı açan kız, filmlerdeki gibi siyah etek ve beyaz gömlek giymişti. Bacım? MaşAllah, o bacak boyu ne öyle? Ben sana böyle bir aşağıdan bakıyorum da sen aldırma, benim bacak boyu altmış falan herhalde. "Hoşgeldiniz," hafif bir tebbessümle bizi içeriye alırken ellerimizin bağlı olmasını ya da üzerimdeki kedili pijamaları zerre dikkate almadı. Ardımızdan kapıyı kapattı ve saniyeler içinde topuklu ayakkabılarını tıkırdata tıkırdata kayboldu. Neden benim dark romance mafyamın evinde, türk dizilerindeki evin zengin çocuğuna göz koyan ve başrolle arasını bozan kızdan vardı? Eve kimseyi almaması lazım ya bunun, bana da 482992 gündür aşık olması lazım. Of ama ya, burasından ben hiç kitap havası alamadım. Boş yere mi kaçtım ben şimdi bunlara? Bizi salona yönlendirip oturttuklarında etrafı izledim. Salonun tüm duvarı kaplayan camından bahçeye çıkılıyordu. Koltuklar sütlü kahve rengindeydi. Merdivenlerden gelen topuk tıkırtılarıyla kaşlarım çatıldı. Bu sesler bir topuklu ayakkabı tıkırtısıydı. Bu da demek oluyordu ki... Gözlerim irileşti. "Dark romance mafyası kadın, sakın onu kızdırma Akan." "Ne?" Dedi bön bön bana bakarak. Ona dönerek temkinli ve ciddi bir şekilde konuştum. "Dinle, mafya kadın. Bu da o, senin kaderin demek oluyor. Eğer ona ayak uydurmazsan, biz biteriz. Büyük ihtimal yıllardır platonik ve sinir hastası. Onu kızdırmayı aklından bile geçirme." "Ne demek istiyorsun? Anlamıyorum? Ne kaderi?" "Tamam," sıkıntıyla merdivenlere baktım. "Sen sadece kadına iyi davran yeter." Gözlerim merdivenlerde bu sefer de Akan'ın mafyasını beklemeye başladım. Mafya Akan'a düştüyse bana ne düşüyordu? Derinlerden bir ses, ansızın fısıldadı. Lise bad boy'u, yer altı boksçusu. Gözlerimi kırpıştırarak kaşlarımı çattım. Nereden çıkmıştı şimdi bu? Merdivenlerden inen kişi, ikimizin de şoka girmesini sağladı. Benim yaşlarımda bir erkek, ayağında kırmızı parlak stilettolarla merdivenlerde gözleri kocaman açılmış bir şekilde bize bakmaya başladı. O an zaman durmuş gibi üçümüz de şaşkınlıkla birbirimize bakmaya başladık. Hepimiz, trene bakıyor gibiydik. Bu anı bozan şey, topuklu giyen çocuğun, "anne!" Haykırışıyla merdivenleri geri çıkmaya çalışmış olmasıydı. Topuğu kırılmasaydı gayet de güzel yürüyordu bence. Yalnız, buna bir peruk taksak benden güzel olurdu ya. Bu nasıl işti? Berkay da öyleydi, peruk ve makyajla afet oluyordu. Topuğu kırılınca merdivenlere kıç üstü oturmasına rağmen bize kısa bir bakış atarak topuklularını çıkardı. Onları kenara koyarak gayet de asil bir duruşla bize doğru ilerledi. Bir dakika, hayır bize değil bana. Önüme geldiğinde çapkın bir gülüşle elini bana uzattı. "Evime hoşgeldiniz, hanımefendi." Yavşama, beğen geç topuklu lise mafyası. "Ellerim bağlı," dedim ona tip tip bakarak. Şu sıralar canım birisine yavşamak istemiyordu. Malum annem falan öldü ya. "Ben hoş gelmedim ama," diyen Akan, tip tip bakarak ayağını kaldırdı ve bana uzanan eli itti. Ayağıyla. İtti. Çocuk, Akan'a kötü bir bakış atarak elini çekti. "...Tabii, sonra da mahkeme Mert'i bana verdi. Çocuk daha beş yaşında, sadık ve zengin anneye mı verilir yoksa aldatan ve tüm servetini kaybeden babaya mı?" Kuzgun karası saçları olan bir kadın, elinde iki kahve kupasıyla salona geldi. Hemen yanındaysa... Aylin abla? "Adamı dolandırıp boşamışsın, Efnan. Ben olsam büyük hayal kırıklığına uğrardım." Aylin abla? Sen kaçırılmadın mı? Yoksa sen de mi benim gibi bağışıklık kazandın? Ama benimki kitap bağışıklığıydı, Aylin abla neden kaçırıldığı evde bir kadınla aşırı samimiydi? Efnan denen kadın omuz silkti. "Beni sevmiyorsa boşamalıydı, aldatmamalıydı. Ayrıca, ne yapsaydım? Onun yüzünden üniversiteyi bile okumadım ben, tabii ki bunun bir bedeli olacaktı." Gözleri bize döndü. "Ah, çocuklar. Geldiniz mi?" "Uçak modundayız," Akan, ağzının içinde homurdanarak gayet de sakin olduğunu hatırlattı. "Aylin abla?" Dedim, tüm şaşkınlığımı sesime yansıtarak. "Sen kaçırılmamış mıydın?" Efnan geçip karşınızdaki koltuğa oturdu. "Yani, kısmen. Asil'i bulamadım evde ama bizimkilere Sumru'yla Aylin'i aldırttım. Uyuyorlardı, ben de etherle uyutup getirttim. Düşünsenize öldü zannettiğiniz arkadaşınız aslında yaşıyor, ne yaparsınız? Tabii ki kaçırırsınız." "Bir dakika," dedi Aylin abla şokla. "Nota'yı evde tek mı bıraktın? Hem de Burhan firariyken!?" Efnan watty mafya olmayan mafya dolandırıcı kadın dondu. "Sen bir tane daha mı doğurdun?" "Evet!"
Akça hep bir ukde kalacak galiba bende. Kısacık bir an okuduk ama etki bıraktı bende. Bölüm sorusu; Akça ve Mirza hakkında ne düşündünüz? Allah'aemanet 💅🏻
|
0% |