@cennomi
|
Gecenin son bölümü şeftaliler, şimdiden kabussuz geceler🫡 Keyifli okumalar♡
Hayatımın hiçbir döneminde ya da şöyle tarif edeyim, hiçbir yaşımda huzurlu değildim. Hep maskelerle yaşadım, şeftali kabuklarıyla dolu bir dolabım vardı. Her gün birisini üzerime giyerdim. O kabuğu soyduğunuzda gerçek Alin ortaya çıkardı ama ben hiç çıkmasını istemedim. Sevmezler diye belki. Umursamamalıydım ama bu yaşıma kadar ailesi tarafından önemsenmeyen birisiydim. Bir gece, hayatımda gereken tüm acı ilk andan itibaren verilmeye başlanmıştı. Doğduğumda koyulduğum yanlış küvöz, her şeyin başlangıcıydı. Bir gece, hayatıma öyle bir daldı ki ben ne olduğunu anladığımda büyümüştüm. Yedi yaşımda uyandım, korktum ve gecenin bir vakti çantama oyuncaklarımı doldurarak kaçtım evden. Bir adam tanıdım. İlk defa tek kelime etmeden, kızmadan ya da söylenmeden saçlarımı ördü. İsmini öğrendim, onunla konuştum. Öğretmenimi annemden gelecek iki kelimeyi dinler gibi dinlerdim. Ama onun söylediklerine rağmen Yavuz'a ismimi söyledim. Sonra o öldü. Ya da sadece ben öyle sandım. Bir köpek, saçlarıma benim kadar güzel davranan o adamın yasını tutarken donup ölmemem için ısıttı beni. Başımın üzerine yasladı başını. Benim bile annem bana sarılmamışken bir köpeğin bana olan merhameti, şimdi bile düşündükçe ağlamak istememe neden oluyordu. Ona elimden geldiğince baktım. Oyunlar oynadık, güldüm bile hatta onunla. Ama mevsim tekrar kışa bile dönmeden öldü. Kafası gözlerimin önünde parçalandı. O araba durmadan yoluna devam etti ama o görüntü hâlâ benim zihnimde tekrar tekrar oynuyor. Beyni patlamış, gözleri pörtlemiş, derisi etinden sıyrılacak duruma gelmişti. Üzerime sıçrayan kanlarla öylece ona bakarken sıklaşan nefes seslerimin kulaklarımda çınladığını hissediyordum. İki ölüm, yedi yaşım için çok fazlaydı. Ama ondan bile sonra ben başımı kaldırıp gülümsedim. Zaman aldı, nasıl oldu hatırlayamıyorum bile ama yaptım işte. O yaşta nasıl bu kadar olgun düşündüm de güçlü olmam gerektiğine karar verdim, inanın bilmiyorum. Sonra on yaşımda bir adam daha tanıdım. Kavgalar ettik, yüzünü göstermedi. Beni zorla dövüştürdü. Gözlerimi bağladı ve görünmeyen bir canavara karşı savaşmamı istedi. On altı yaşımda da siktir olup gitti işte. Ağladığımda zerre acımadı, yalvardığımda daha sert davrandı. Ama gülümsediğimde, istediğim her şeyi yaptı. Hem de kahkaha attıysam yapamayacağı bir şey yoktu. Ondan cesaret aldım. Ben bugünki Alin isem onlar sayesindeydi. Hayatımın içine şeftali dilimlemiş olmaları, bunu değiştirmezdi. Ya da ben geriye dönerek bunları değiştiremezdim. Sonrasını biliyorsunuz. Bazen saçmalığın daniskası olan şeyler yaptım ama pişman mıyım? Hayır. Bazen utansam da pişman değilim. Annem pişman mıydı acaba? O benim saçlarıma dokunmamıştı bile, neden ölmüştü? Bu, bu laneti ortadan kaldırıyor muydu? Mirza da yaşıyordu. Ve hatta Burhan bile saçlarıma dokunmasına rağmen hayattaydı. Nefes aldım. Konuşmak istediğim çok fazla zaman olmuştu ama şimdilerde bu en zor şeydi. Bazen birisine bir şey anlatırken bunun önemli ya da komik olmasına çok dikkat ederdim. Sırf bana susmamı söylemesinler diye. Güçlü olabilirim, güçlüymüş gibi davranabilirim, güçlü olmaya çalışabilirim. Ama ben bir yerlerde hâlâ sesinin kesilmesi istenen o küçük kızım. Onu kalbime belki de derinlere sakladım. Bir yerden sonra patlak verdi ve zihnimde kendisine ait bir resim oluşturdu. Duvarın sadece eşiğine gelebildiği bir oda yarattı. Beni hiç bırakmadı. Her zaman, oradaydı. Şimdi önündeki manzaraya bakarken çenesini iki avucuna yaslamış ve dirseklerini yere bastırmış bir şekilde merakla izliyordu. Bizi gördü mü sence? Diye seslendi bana. Aylin bizi gördüğü için mi çocuklarına döndü? Belki de çocuklarının bizim gibi bir yıkıma dönüşmesini istememiştir, diye düşündüm. Küçük Alin, gözlerini kırpıştırarak ayağa kalktı. Resim çekmecesini açarak çıkardığı resim, Asil ve Sumru'nun annesinin öldüğünü düşündüğümüzde bir kalp içinde yaptığı resimdi. Resmi yırttı. Onların acıları geçecek, saklamama gerek yok. Kendisini yatağa atarak yorganı üzerine çekti ve ortadan ikiye ayrılmış kağıdı öylece halının üzerinde bıraktı. Onun kırgınlığıyla ilgilenemezdim şuan. Kabullenmesi gereken şey, bizim kalbimizi kıran şeyin gitmiş ve bir daha gelemeyecek olmasıydı. O bunu düzeltemezdi. Onların acısı geçecekse geçecekti, bizimki geçmiyor diye kimseye kırılamazdık. "Ne demek bulamıyorlar!?" Aylin abla birden kontrolünü kaybederek bağırmaya başladı. "Sen nasıl sorumsuz birisinin!? Eskiden de böyleydin!" "Ne!?" Dedi birden gözleri kocaman açılan Efnan abla. "Ben nereden bilebilirdim bir tane daha doğurduğunu? Ben ne yapayım yani sen ölüyken bile doğuruyorsan!?" "Haklı," diye fısıldadı Sumru. Umarsamazca onları izliyor gibi görünse de annesinin tek arkadaşını görmüş olmak merakını cezbetmiş olmalıydı. O, annesiyle aynı evdeydi ama onun hakkında doğru düzgün bir şey bilmiyordu. Hangisi daha acıydı? Annenle aynı yerde olmak ama onu tanıyamamak mı yoksa annen tarafından hiç umursanmamak mı? Aslında bir daha onların evine gitmeyeceğim demiştim ama kaybetme korkusu sözlerden üstün gelmişti. "Ben tıp okuyorum," diye mırıldanan Akan acaba tıp okuduğunu unutmamak için mi hayatının her anında bunu söylüyordu, merak etmiştim. Ağzına benim aksime on çatal ardı ardına pasta tıktı. Önümde dalaşan ikiliye bakarken keyifle ağzıma yaş pastadan bir çatal daha attım. Tadı nefisti. Efnan abla işini biliyordu. Onu aldatan kocasını dolandırıp da oğlunu yanına alması hakkında düşünmeyecektim. Hele de yaşadığını öğrendiği an, arkadaşını kaçırtıp çocuğunun birisini evde unutmasını hiç düşünmeyecektim. Nota'yı bay S'nin kaçırdığını da söylese miydim ki?
"Ne yapacağım ben?" Diye mırıldanan Aylin abla birden kendisini çaresizce koltuğa bıraktı. Alık alık onları izlerken Akan ve ben, kurulmuş bir robot gibi aynı anda çatalları ağzımıza götürdük. "Ya bir şey olduysa ona?" Bir şey, çok geniş bir tanım Aylin abla. Her şey olmuş olabilir bak. Yanımda şeftali de yoktu ki verseydim kadına. "Sakin ol, Aylin." Efnan abla alayı da şoku da bırakarak arkadaşının omzunu sıktı. "Gerekirse Adana'yı ayağa kaldırır yine de bulurum bebeğimizi." Efnan abla, ben yanlış anlıyorum. Sen masum söylemiş olsan bile öyle yani. "Akan," omzumla omzunu dürttüm. "Siz gerçekten güneşe mermi mi sıkıyorsunuz?" Bana mal mısın anlamına geldiğini düşündüğüm bir ifadeyle baktı. "Mermiyi Urfa'da sıksalar, Urfalılar güneşe mermi sıkar olurdu. Bir deli bizim Adana'ya denk gelmiş atmış, adımız çıktı." "Nereden biliyorsun?" Gözlerimi kıstım. Efnan abla da en son Nota'yı bulamayınca güneşe mi kurşun sıkacaktı? "Sanki üç gün önce oldu." "Benim kişisel görüşüm, ve iddiasına varım kesinlikle haklıyım. Neden hepimizi güneşe silah sıkan deliler olarak değerlendiriyorsun?" Ben buna benzer bir konuşma hatırlıyordum sanki ama neyse. "Seninle baş edilmez," başımı hüsranla iki yana salladığımda Efnan abla'nın birisini aradığını gördüm. "Alo, Asil?" Bir süre sustu. "Ben annenin arkadaşıyım-" telefonu kulağından çekerek şaşkınlıkla ekrana baktı. Gözleri bize ve Aylin ablaya döndü. "Yüzüme kapattı." "Olur öyle şeyler ya," dedim pastamın son parçasını ağzıma atarak. "Mesaj at." Her ne içinse. "Benim yüzüme telefonu kapattı!" Tahammülsüzce ayağa kalktı. Kendisine hakaret edilmiş gibi tepki gösteriyordu. "Aylin oğlun telefonu yüzüme kapattı!" "Teyze dram yapma, seni aldatmış gibi tepki vermesene." Akan bıkkınca tabağını kaldırdı. "Pasta var mı başka?" "Teyze senin nenendir," Efnan abla homurdanarak odadan çıktı. "Çocukları alıp geliyorum ben. Siz kahvaltıya başlayın." Omuz silktim. Nota'yı zaten bulamayacaktı. Aslında onları daha fazla endişelendirmemek için söyleyecektim ama Efnan abla'nın arkasından Aylin abla da gitti. Biz Mert'in önderliğinde masaya geçerken gözlerimi Akan'da tuttum. Mert harbi biraz fazla bakıyordu bana. Rahatsız hissederek dirseğimi Akan'ın koluna vurdum. Bana döndüğünde kocaman gülümseyerek koluna girdim. "Ben pek acıkmadım sevgilim, sen acıktın mı?" Ona sıkıysa yalanımı açığa çıkar bakışı attım. Yüzü şaşkınlıktan çok dehşetle aydınlandı. Ben onun için sevgilisi rolü yapmıştım o da biraz benim için yapsındı. Burada onu ifşa edecek kimse de yoktu. Jeton kısa sürede düştügünde kaşlarını kaldırarak Mert'e döndü. "Hayır." Ne? İyi de bu yedi yirmi dört açtı ki. Ne demek hayır? "Emin misin?" "Eminim güzelim, gel oturalım biz." Bu seferki gülümsemem tamamen içtendi. Onunla ne kadar dalaşsak da beni korumak istiyordu. "Yemeseniz de oturun," diye seslendi Mert. "Annem herkesin sofrada olmasını ister." Akan'ın gözleri bana döndüğünde omuz silktim. Çocuğun bir şey yapacağını düşünmüyordum, sadece bakması rahatsız etmişti. Zaten bir şey de yapamazdı. Masaya geçip oturduk ama ikimiz de aç olmamıza rağmen tek bir şey yemedik. Hatta Akan, bir süre sonra kulağıma eğildi. "O pastayı çıkarmak istiyorum." "İğrençleşme," dişlerimin arasından homurdandım. Sırıtarak kolunu omzuma attı ve beni kendisine çekip başımı omzuna yasladı. İzin verdim. Aylin abla, kederli gözlerle gelip masaya oturduğunda, onun sadece Efnan ablayla bir şeyler konuşmak için gittiğini düşündüm. "Aylin abla?" "Efendim?" "Nota güvende." Birden başını kaldırarak kaşlarını çattı. "Nereden biliyorsun?" Gülümsedim. "Güven bana, ne zaman yalan söyledim?" Onlar için yaptıklarımı düşünerek bir süre yüzümü izledi. Başını salladı yenilgiyle. "Peki, nerede?" Ha şey ya... Bilmiyorum ki. "Güvenli bir yerde, biz evden çıkınca onu size getiririm." Başını salladı.
🍑
Daha ne kadar bu masada oturacaktık, bilmiyordum ama Efnan abla'yı bekleyeceksek akşam olurdu. Biz buraya gelene kadar bile sabah olmuştu. Tabii, bizim geri dönüş yolunu bilmenizi engellemek için yapılmadıysa. Ama adım kadar emindim, bizim kim olduğumuzu bilmiyorlardı ve buraya gelirken yolu bulamamamızı istiyorlardı. Çok uzun bir yol gelmiş olduğumuzu ve hatta şehir değiştirmiş olduğumuzu düşünmemizi istemişlerdi. Belki de yolda öğrenmişlerdi kim olduğumuzu ama umurlarında olmamıştı. Kapı açılıp kapandığında sert adım sesleri koridorda yankılandı. Asil, çatık kaşlarla içeriye girdi, annesini ve Sumru'yu gördüğünde bile ifadesinden bir şey eksilmedi. Adımları kesilmeden onlara ilerledi. Annesinin ve kardeşinin başını göğsüne yaslayarak ikisinin de başlarının üzerinden öptü. "İyi misiniz?" Efnan abla da somurtarak içeriye girdi. "Yok, kankama işkence yaptım." Sabır çekercesine bir nefesle masaya oturdu. "Ya bu çocuk küçükken beni severdi, ne ara bu kadar sinir bozucu oldu?" "O zamanlar iki yaşındaydım," dediğinde aklıma vampir şerefsiz mafya Burhan'ın söyledikleri geldi. O iki yaşındayken herkes birbirini seviyordu. Gerçekten hatırlıyor muydu acaba? Mümkün müydü? "Gidelim buradan." "Ay yok canım," Efnan abla eliyle küçük bir çember çizdi. "Arkadaşımı hiçbir yere götüremezsin. Bu evden çıkmak yok." "Bu zamana kadar neredeydi aklın?" "Öldüğünü zannediyordum!" "Sumru doğana kadar neredeydin?" Baskın bir sesle kaşlarını kaldırdı. Onu daha önce hiç bu kadar kızgın görmemiştim. "O doğarken ölü olarak bile bilinmiyordu, şimdi de gelip yıllar sonra kimseye sahip çıkamazsın. O senin arkadaşın değil, benim annem." "Şeftali var mı?" Diye seslendim birden. O an, herkesin bakışları bana döndü. Asil'in kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı. "Onu da mı kaçırdın!?" Diye döndü Efnan abla'ya. "Kışın ortasında mı?" Şaşkınlıkla bakışlarını bana dikti Mert. Omuz silktim. Akan gülerek başını iki yana salladı. Sumru bana bayık bakışlar attı. "Ben kaçtım," dedim suçu üzerime alarak. Bakışlar yine bana döndü. Efnan abla kendine engel olamayarak gülmeye başladı. Akan başını sallayarak beni onayladı. "Biz kaçtık," bana gözlerini kısarak baktı, Akan. "Hiçbir şey anlamadım ama galiba öyle oldu." Elimi omzuna koydum. "Sen tıp okuyorsun, boşver." Başını salladı. Asil'in bakışları bir süre üzerimde oyalandıktan sonra, "gidelim." Dedi. "Nota'yı aramam lazım." "Onu da bu kaçırmış," dedi birden ispiyoncu Mert, beni işaret ederek. "Anneme kızıyordun, al o da müzik çocuğu kaçırmış." Kaşlarım çatıldı ve herkesten önce benim sesim duyuldu. "Onun ismi Nota. Biz sana savaş meydanında kullanılan terim çocuğu diyor muyuz?" "Tamam, Nota olsun." Dedi bozuntuya vermeden. "Öyle zaten," diye homurdandım. Çocuk zaten ismiyle dalga geçerim diye bana bile zor söylemişti. "İyi," dedi Asil. "Başkası kaçırmasın da, o kaçırsın." Ya ama... Vallahi ergen gibi oturup kocaman sırıtasım vardı. Aslında kaçırmamıştım bile. "Telefonum nerede?" Diye seslendim. O olmadan Bay S'ye ulaşamaz ve Nota'yı getirmesini isteyemezdim. "Biz onu attık ya," dedi Efnan abla. Yanımdaki Akan'ın gözleri oldukça yavaş bir şekilde ona döndü. "Ne yaptınız?" Benim telefonu Akan almıştı. Benimkini atmışlarsa Akan'ınkini de atmışlar demekti ve iki telefon kaybı yaşıyordu. Akan, anlıyorum seni. Çok zor ama sen zenginsin, koymaz sana. "Attık." "Parasını istiyorum," dedi birden Akan. "Verin lan parasını." "Kaçırıldığınız yerdelelermiş," dedi Efnan abla. "Lan ne parası?" Dedim şaşkınlıkla ona dönüp. "Zenginsin sen, rezil etmesene insanı! Zengin olmasan ben de isterim ama sen zenginsin!" "Her fırsatta zenginsin demesene!" Derken o da bana döndü. "Ben zenginsem sen de zenginsin ulan, anamız babamız aynı bizim!" "Ana değil day ayısı," dedim Sezgi halam gibi bir tonlamayla. "Anne." "Ana." Dedi üstüne bastıra bastıra. "Nasıl senin annen onun annesi?" Şaşkınlıkla bize bakan Mert, birden ayaklandı. "Hani siz sevgiliydiniz!?" "Ne sevgilisi lan?" Asil, çatık kaşlarla Mert'e döndü. "Kardeşler." "Beni kandırdınız o zaman," derken garip bir şekilde sırıttı. Bana bakarken ellerini saçlarından geçirdiğinde gülmemek için kendimi sıkmam gerekti. "Sevgilin olmadığına göre flört edebiliriz." "Senin ben-" diyerek Mert'in üzerine yürüyen Asil'i ayağa kalkan Akan durdurdu. "Yavaş ol aslanım abisi var burada. Sen kıskançlık krizine ertesi gün tek başına girersin," onu çekerek kazağının kollarını dirseklerini kadar sıyırdı. Mert'e sakin ve konrtollü bir ifadeyle döndü. "Bak şimdi koçum, ben tıp okuyorum. Benim asabımı bozma, bizim okulda kimse parazitlerden hoşlanmaz. Hiçbir doktor kötü parazit sevmez, anlatabiliyor muyum yoksa sen topuklu giyen küçük aklınla bunu anlayabildin mi?" Yalnız var ya, ben daha önce hiç tıbbı bu yönden düşünmemiştim. Şimdi oturup da harbi bu çocuk tıp okuyor diyebilirdim. Kitap okuyor olsam ne düşerdim ben bu sahneye be. Mert somurttu. "Sizin gibilerine kalmadım. Anladık." "Yavşaklık yapacağına git dersine çalış," dedi birden Asil. "Bizim gibilere kalmamışmış. Götünden büyük egosu var. İt." "Aylin oğlun küfrediyor," Efnan abla olaylara zerre karışmadan çayını höpürdetti. "Senin oğlun da Alin'e yavşıyor," diye karşılık verdi Aylin abla. Helal be, Aylinciğim. "Ay," derken bileğindeki saate baktı ve acaleyle sandalyeden doğruldu. "Aylin benim toplantım vardı, çocuklara söyleyeyim sizi eve bıraksınlar. Çıkışta kahveye gelirim canım." Az önce bırakmam demiyor muydu bu? "Olur," dedi Aylin abla bozuntuya vermeden. "Ama bir daha böyle bir halt yersen elimden bir kaza çıkacak." "Bilmez miyim?" Diye sırıttı Efnan abla. "Neyse geç kalıyorum ben." "Bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösterirmiş," Asil, annesini ve Sumru'yu kaldırarak kapıya yöneldi. Bana dönerek hafifçe dirseğime dokundu. "Şeftali, gelsene." "Gelsene ne be?" Diye çemkirdim ortamın gerginliğiyle. "Kibar olsana!" "Lütfen gelir misin, şeftali?" Akan'a dönüp kirpiklerimi kırpıştırdım. "Gelelim bari." "Oha…" şaşkınlıkla bana baktı Akan. "Kız lütfen diyince kedi oluyor." Omzuna yumruğumu yapıştırdım. "Sensin kedi, dağ kedisi." "Senin dağ başıyla derdin ne?" Arkamdan ilerlerken elini belime attı. "Ayrıca söylüyorum, bana büyük boy bir pizza borçlusun." "Aç hayvan," diye homurdansam bile ciddi değildim.
🍑
Akan ile birlikte eve girdiğimizde ev sessizdi. Saat kaçtı bilmiyordum ama evde kimse yoktu galiba. Hem benim hem de Akan'ın olmadığını fark ettiklerinde ikimizin birlikte çıktığını düşünmüş olsalar gerekti. "Ben şu telefonları halledeyim," ona kafamı sallayarak merdivenleri çıkmaya başladım. "Keyfine göre takıl, bana da iki tuval alabilir misin? Biraz da boya?" "Tabii." Odama geçerek kendimi yatağa attım. Gözlerimi yorgunlukla kapayarak biraz sessizliğin çığlığını dinledim. Ama sonra rahatsız olarak yatağa girdim. Gözlerimi kapayarak uyumak istedim. Hayal meyal biraz daldığımı fark ettiğimdeyse bir elin omzuma dokunduğunu hissettim. Refleksle elini tutarak onu kendime doğru çektim ve bedenimi kullanarak ağırlığını yatağa ittim. Her şeyden önce bir eli gözlerime kapandı. "Kolunu kırabilirdim," onu görmemem için gözlerini kapatan tek kişi Bay S'ydi. "Tehkeli sularda yüzüyorsun." "Sana yüzmeyi ben öğrettim, küçük." Elini gözlerimden uzaklaştırdığında benim gözlerim zaten kapanmıştı. Bana güveniyordu. Açmayacağıma dair her zaman güvenmişti. "Boğulmam." Doğrularak yatağın ucuna oturdum. "Niye geldin?" "Çocuğu eve bıraktım. Ve kendi çocuğuma bakmaya geldim." Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Ben senin çocuğun değilim." "Öylesin," elleri bana uzanarak belime dolandı ve kendisine çekti. Beni bir baba şefkatiyle sararken hiçbir şey diyemedim. Kokusunu soludum ve geçmek bilmeyecek gibi duvar ardında saklanan acımla ona sokuldum. "Sen benim küçük çocuğumsun. Ben büyüttüm seni." "Çocuklar babalarının yüzünü görürler ama," diye huysuzlandım. "Hem çocuk dediğin öyle ağlayınca kızarak mı büyütülür?" Güler gibi oldu. Göğsünde olduğum için bir tık sarsıldım. Bir tık ama yani. "Ağlamanı sevmediğimi biliyorsun ama üç gündür ağlayıp duruyorsun." "Ne yapayım?" Diye çemkirdim onu iterken. "Annem öldü, zil takıp oynasa mıydım?" "Ağlama sadece," büyük ve kemikli ellerini yanaklarımda hissettim. "Kızıyorum. Huysuzlanıyorum ve bu koca adam huysuzken küçük bir savaş başlatabilir." "Bilmez miyim?" Diye homurdandım. Elini yanağımdan iterek ondan daha uzağa kaydım. "İyi, gördüğüne göre gidebilirsin. Yıllar önceki gibi." "Mecburdum." "Değildin," diye diklendim. Şimdi kitap karakterlerinin nasıl tıslarcasına konuştuğunu anlayabiliyordum. Öfke değildi içimdeki, kırgındım ben ona. "Ne olursa olsun, bir çaresi bulunurdu." Beni bırakmayacağına inandığım tek kişi öylece bırakıp gitmişti. Dilimi ısırdım. Ben dizlerimin üzerinde ona gitmemesi için ağlarken o sadece gitmem gerek diyerek gitmişti. Bir daha kimseye gitmemesi için ağlamayacaktım. Hem de hiç kimseye. Ben herkese kırgındım. Ama ona bir tık daha fazla çünkü kimse beni onun gibi hiç gitmeyeceğine inandırmamıştı. Bir gün o olmayacakmış gibi beni büyütmüş olabilirdi ama bana olan tavırları sadece öldüğunde beni bırakırmış gibiydi. Sonuçta kırgınlıklarla doluydum. "Anlamak için hâlâ küçüksün," diyerek yakınıma geldi. Yine ondan uzağa kaydım. Aramızda mesafe olmazsa kaybedecekmişim gibi hissediyordum. "Hâlâ büyümedin, küçük kız." "Yanlış," ayağa kalkarak ona arkamı döndüm ve gözlerimi açtım. Karanlıkta ve gözlerim kapalıyken bile yolumu her zaman bulurdum. "Ben çoktan büyüdüm ve artık senin bıraktığın kız değilim. Bana asla güvenme çünkü ben artık sana güvenmeyeceğim. Gözlerimi açtım, ister inan ister inanma. Hemen gitmezsen sana döneceğim." "Bunu yapamazsın," sesindeki güvene birden kahkaha atmak istedim. "Neden?" Sesimin oldukça rahat çıkmasına ben bile şaşırırken ona onun tanıdığı kız olmadığımı göstermek istedim. "Sen benim güvenimi sarstın, ben neden hâlâ sana sadakat gösterecekmişim?" "Şimdi değil," onu arkamda hissettim. Elini omzuma koydu. "Bir gün beni anlarsın elbet." Kulağıma eğildi, gözlerimi kırpmadım. "Ağlarsan, dünyayı yakarım. Gülersen, ne istersen yaparım. Ölürsen, ölürüm. Eskisinden farklısın, evet. Daha güçlüsün. Daha karşı konulamazsın." Yavaşça uzaklaştığında. Sancılı bir nefes aldım. Teras kapısından çıktığını duyduğumda bir süre bekledim. Gözlerimden akan bir damla yaşla bedenen olmasa da ruhen diz çöktüm. Onu özlemiştim. Ondan intikam almak istiyordum. Ona kırgındım. Bir süre aynadan kendimi izledim ve anlık bir kararla kalkıp çantadaki defteri çıkardım. Günlük tutmaya çok küçükken başlamıştım. Bir kitap okumuştum ve oradaki kızın acılarını bir defter yazdığını görünce ben de denemek istemiştim. Zamanla kendime ait bir alfabe geliştirmiştim. Zor değildi ama ilk bakışta bir insanın vazgeçmesini sağlayacak kadar karmaşıktı. Bir damla yaşı, okyanus kadar ağır olduğunda kork o insandan. Çünkü bunu taşıyabiliyorsa kimsenin verdiği zararı umursamaz. Bazı yaralar iyileşmez ve kabul bağlar. Biliyorum, çünkü canım acıyor. Anne, biliyorum. Daha fazla konuşamıyorum. Ben iyiyim. Biraz boyaya ihtiyacım var. Biraz delirmeye. Biraz kendimden geçmeye. Biraz ritme. Ve işte, şimdi eskisi gibiyim. Kalemi bırakarak net bir ifadeyle ilerleyip perdeleri açtım. Terasa çıktığımda kaşlarım havalandı. "Bu ne lan? Güneş açmış, sabah hava kapalı değil miydi?" Kendi kendime havaya şaşırarak içeriye girdim. Eski kıyafetlerimden giyerek saçlarımı topladım. Odamdan çıkarken Akan'ı elinde tuvaller ve poşetlerle merdivenleri çıkarken gördüm. Uzanıp poşetleri aldım, "teşekkür ederim." "Kızım ellerim koptu, ressam olmazsan ben yapacağımı biliyorum sana." "İnadına gidip doktor olmam yok mu? Hem de senden daha iyisi." "Salak, sen eşit ağırlıksın." Derken telefonumu cebime attı. "Olabilir, sınava sayısaldan girerim. Bendeki motivasyon sende olsa başbakan bile olursun." "Benden daha iyisi olamazsın," kibrine şeftaliler tükürsün Akan. "Ben her zaman en yakışıklı ve en iyisi olacağım." Ona kısık gözlerle bakarken odama girdim. "İnsanın aklına durduk yere cinsiyet amaliyatını sokma, senden daha yakışıklı olur gelirim bak." "Ama sikin olmaz," açıkça ve utanmadan yüzüme vurmasıyla gözlerimi şaşkınca kırpıştırdım. Kapıyı yüzüme kapatmadan önce sırıttı. "Orjinal Akan Durular varken kim ne yapsın çakma erkek Alin Durular'ı?" Bak şimdi gururum kırıldı. Gözlerimi devirerek şövaleyi kurdum. Vallahi boğasım geliyordu benim bu Akan'ı. Telefonu çıkarıp hareketli bir müzik açtım ve ritme ayak uydururken zihnimin duvarlarında beliren görüntüyü tuvale akıtmaya başladım. Bir sürü boya vardı. Bu kadar boyayı ne yapacaksam? Beş tane de tuval vardı. Ve yine bolca fırça. Her şeyden bolca almıştı. Duvar ardında sakladığım yedi yaşımın kocaman gülümsediğini düşündüm. Akan'ı gerçekten seviyordu. Boya ellerime bulaştı. Elimdeki boyalara bakarken nabzı yüksek olan şarkıya bir cümleyle eşlik edip bedenimi kıvırdım. Dolabım karşısına geçerek ellerimin nasibini aldığı boyayla yüzümü de boyadım. Dudaklarımda kocaman bir gülümseme oluştu. Yüzüme bakarken kahkahamı zorlukla sakladım. "Şeftali oldum," saçlarımın boya olmasını önemsemeden yeşil bir fuları başıma bağlayarak uçlarını alnıma yakın bir yerde fiyonk haline getirdim. Dudaklarımdan bir gülücük kaçtı. "Gerçekten şeftali oldum." Telefondan bir fotoğrafımı çekerken yanaklarımı ağrıtan gülümsemem hâlâ oradaydı. Tekrar tuvalin başına geçtim. Saatler sonunda önümde beliren şeyin güzelliğine ben bile şaşırmıştım. Aslında güzel olan tuvaldeki gözlerin sahibi miydi yoksa benim elimden çıkması mıydı, emin olamamıştım. Tuvaldeli ela gözlere bakarken ellerimi dertli dertli başıma yasladım. "Ben boku yedim," dedim sansürlemeden. "Bende sik kadar akıl yok." Ben ne ara Asil'in gözlerini bu kadar incelemiştim? Görsel hafızam bu kadar kuvvetli miydi benim? Burnumu çektim. Telefonuma uzanarak Berkay'ın numarasını tuşladım. Çok geçmeden açıldı. "Kanka," dedim ağlamaklı ağlamaklı. "Ben büyük bir bok yedim." "İyi halt yedin," dedi hiç duraksamadan. Hiç garipsemeden. Hiç sorgulamadan. Sanki herkesin iyi olacaksın naralarından sıkıldığımı bilir gibi. "Evde misin?" "Hı hı, yetiş." Yerdeki tuvali kendime çekerek bu sefer bir cin ali çizdim. Yere çimenler, havaya ilkokuldaki gibi tomurcuklu bulutlar ve çizgi halinde ışıklar saçan bir güneş. İlk çizilen resimler gibi bir resim çizdim. Öylesine acemi işi ve öylesine beceriksizce.
🍑
"Oha," kapıyı açtığı anda tuvaldeki resimle yüzleşen Berkay, deri cekedini çıkarıp sandalyenin sırtına bıraktı. "E bu çok güzel olmuş?" "Sorun da bu," dedim oturduğum yerden. Ağlamaklı gözlerle ona baktım. "Kanka bu ne biliyor musun?" "Göz?" Dedi bön bön bakarak. Başımı salladım. Çocuk gibi dudaklarım büzüldü. "Ama Asil'in gözleri." Duraksadı. Gözleri bir tuvalde bir bende dolaştı. Kaşları çatıldı. "Bana bak, boğarım seni." "Allah aşkına, boğ beni." Kollarımı açarak dramatikçe kendimi yere bıraktım. "Bu salaklığım için özellikle kalbimi bir bıçakla yerinden sök ve en acımasız canavarlara yem et." Kapı bir anda tekrar açıldığında kızıl saçları yüzüne dökülen bir adet İldem, kapıya yaslanarak nefes nefese bize baktı. "Burası neden sıcak? Kıştayız! Ayrıca ben neden iki kilometre yolu taksi bulamadığım için koşarak geldim?" "Bu mal âşık olmuş!" Diye yumurtladı Berkay. Sinirle yatağa oturdu. "Kızım biz sizinle anlaşmadık mı, âşık olmak yok diye?" "Ah," dedim şiir okuyan bir tiyatrocu gibi. "Kalbin dili olsa da ona söz geçse." "Ne?" Olayı yeni idrak eden İldem, kapıyı kapatarak üzerindeki cekedi fırlatıp çıkardı. Yüzüne yapışan saçları ensesinde topladı. "Ne olmuş?" "Aşık oldum," efsunlu efsunlu dudaklarımdan dökülen kelimelere hayret ettim. Ben az önce neydim, şimdi ne olmuştum? "İyi bok yedin," diye çemkirdi. Şimdi ikisi de yatağın ucunda oturup yatağın önünde yatarak tavana ağlamaklı gözlerle izleyen beni izliyorlardı. Ayaklarının önünde uzanırken tipimi fark eden Berkay, gülmeye başladı. "Salağa bak, şeftali olmuş." "Âşık şeftali," derken İldem de gülmeye başladı. Bir anda hepimiz kahkahalara boğulduk. "Teyzem eniştemi boşayacakmış," dedi nefes nefese Berkay. "Abimi birisiyle öpüşürken bastım," diye katıldı İldem. "Ulan ben onu Nota'nın öğretmenine alacaktım," derken minik bir hayal kırıklığı okundu sesimden. Ama gülmeyi kesmedim. Uzun zamandır onlarla ilgilenemediğimi fark ettiğimde içim pişmanlıkla doldu. Kendi dertlerime o kadar dalmıştım ki onları ihmal etmiştim. Onlarla bol verimli bir sohpet ederek konuşurken sonunda özüme döndüğümü düşündüm. İki farkla. Artık aşık bir şeftaliydim. Artık biraz daha yaralıydım. Konu tekrar benim salaklığıma geldiğinde somurttum. "Bakma öyle, Berkay. Elimde değil ki." "Ulan niye o zaman sevinle evlenirim dedin?" Diye çemkirdi bana. "Ben nasıl zengin olacağım şimdi?" İldem'i gösterdim şak diye. "Onunla evlen." Yüzü buruştu. "Fakir kızım bu, aşireti falan yok bunun." "Sensin fakir," İldem, Berkay'ın omzuna yumruğunu geçirerek onun yatağa yığılmasına neden oldu. Bana döndü ciddiyetle. "Alin, boşver sen bu şeyi. Seni paylaşmak istemiyor, ondan bu tavırları. Ben senin için çok mutlu oldum." "Neyine mutlu oluyorsun? Çocuğun beni sevdiği ne malum? Ben platonik takılmaya dayanamam ki!" Berkay, kafasını yataktan kaldırıp bana yan yan baktı. "Hayır, bir insan en fazla bu kadar salak olabilir? Çocuk daha ne yapsın? Mikrofonu alıp, aşığım ulan diye bağırsın mı?" Sırıtasım geldi. "Aşık diyorsun?" "Test edelim mi?" Telefonumu alarak her zaman değişmeyen şifremi girdi ve bir yerleri karıştırdı. Ayağa kalktı. Cin Ali resminin önünde durarak onu çekti. "Ne yapıyorsun lan?" Derken ayağa kalktım. "Saçma salak işler yapma bak!" Telefonu elinden çekip aldığımda ağzım şaşkınlıkla aralandı. "Lan niye cin Alimi attın, Asil'e?" "İzle ve gör." Gözlerim ekrana kaydı. Siz: Resim yaptım. "Yok çişimi de yaptım anne, uyuyacağım deseydin!" Yatakta çatlama noktasına kadar gelen İldem'e kaşlarımı çattım. "Sen ne gülüyorsun ya orada? Tutsana şu arkadaşını!" Bir anda telefon elimde titredi. Görüldü oldu. Bir süre çevrimiçi olduktan sonra birden çevrimdışı oldu. "Görüldü," diye mırıldandım garip bir hisle. Bir anda tüm morelim yerle bir oldu. "Al sana aşık işte, siz arkadaşım olduğunuz için avutuyorsunuz beni." "Nasıl görüldü lan?" Berkay şaşkınlıkla telefonu elimden aldı. "İki ihtimal olmalıydı, ya dalga geçmeliydi ya da seni avutmalıydı." "Pardon?" Diye araya girdi İldem. "Neden direkt sormuyorsun çocuğa?" "Neyi?" Derken ona döndüm bir hışım. "İldemciğim sen anlamıyorusn herhalde, rezil mi olayım?" "Sevmenin neresi rezillik?" Sessiz kaldım. Aşırı duygularla hareket ediyordum. Berkay'ın gülme sesiyle kaşlarım havalandı. Ona döndüm, sırıtarak telefonu bana uzattı. "Ben demiştim." Nektari soyu:*fotoğraf* Nektari soyu: Nota da bunu yapmış bugün. Nektari soyu: Bence ikiniz birleşip bir sergi açın Fotoğrafı açarak gözlerimi gezdirdim. O da cin ali çizmişti ama üzerinde altı kişi vardı. Herkesin ismini üzerine yazmıştı. Ortada Aylin hanım vardı. Sağında Sumru, Nota ve Nota'nın ellerini tutan kişi Ece'ydi. Solunda ise Asil ve ben vardım. İkimiz el ele çizmişti. Dişlerim dudaklarımı ezerken gülümsememi saklayamadım. "Bak bak," diye homurdandı Berkay. "Sırıtışa bak." Siz: Dalga geçmesene Nektari soyu: Geçmiyorum, ikinizin de resim yeteneği beni büyüledi Nektari soyu: Nota'nın resmini duvara asacağım getir seninkini de asayım Siz: Asillll Nektari soyu: şeftali? Siz: Yok bir şey Nektari soyu çevrimiçi... Nektari soyu: Yanına geliyorum Siz: Ne? Niye? Nektari soyu: Göresim geldi Nektari soyu çevrimdışı... "Sıçtım," diye fısıldadığımda Berkay ve İldem'le göz göze geldim. "Buraya geliyor." "Ne?" Diye bağırdı Berkay. "Bu tipinle mi? Lan iki saatte düzeltemeyiz ki seni?" "Niye ya?" Dedim ağlamaklı ağlamaklı. "Neyim var?" "Her yerin boya! Ve kafan bir şeftali kafası!" Beni itekledi. "Kalk, banyoya gir!" "Hayır," dedi İldem ciddiyetle. "Banyoya girersen seni boğarım." "Asıl girmezse ben ikinizi de boğarım! Ne demek girmesin!" "Onu görmek istiyorsa böyle kabul etsin." "Robotik zekam," diyen Berkay şefkatle elini İldem'in saçlarına götürdü. "Anlıyorum, onu her haliyle sevsin diyorsun ama şimdi boş yere rezil olmaya ne gerek var? He gülüm?" "Dediğimi yap," diyerek Berkay'ın elini itti İldem. "Daha önce birisiyle normal bir sevgilik yaşadım. Ama bir kez beni farklı gördü diye bağırıp çağırıp bitti dedi." Ona melül bir bakış attığımda omuz silkti. Berkay'la göz göze geldik. Omuz silkerek İldem'in üzerine atladık ve ona kocaman sarıldık. "Kaybedenler utansın, siz benim güzellerimsiniz," diyen Berkay ile ikimiz de güldük. "Tamam," diye başımı salladım. "İyi böyle gideceğim ama bari üzerimdekini değiştirip şeftalili rujumu süreyim." "İyi," diye kabullendi İldem. Bunun üzerine odada yine bir kargaşa oldu. Ne giyeceğime bir türlü karar veremediler. Ama en sonunda yatağa mavi bir kot ve beyaz üzerine siyah çizgileri olan bir kazak bıraktılar. "Sade," dedi Berkay. "Ama güzel," diye tamamladı İldem. "Şimdi giyin!" Onlar çıktı ve hızlıca üzerimi giydim. Daha önce zaten Asil'le yakın olduğumu fark ettim. Sadece şimdi içimde bunun bir ismi vardı. Gerçekten aşık mı olmuştum yani ben? Telefonum çaldığında aramayı yanıtlayarak hoparlöre verdim ve şeftalili rujumu dudaklarıma yedirdim. "Arkadaki ormana gelebilir misin?" "Neden orman?" Derken kaşlarım havalandı. "Öylesine, orayı görünce oraya girdim. Gelemem diyorsan evin önüne geleyim." "Sorun değil," derken aynadaki yüzüme baktım. "Gelirim. Ama yüzüm biraz ilginç." "Maske mi yaptın?" Diye sordu. Sesindeki ilgiye kalbim ısındı. "İstersen bekleyebilirim." "Sayılır, on dakikaya oradayım." Evde kimsenin olmamasından yararlanarak Akan'ın odasına girdim. Derse gitmiş olmalıydı. Odada değildi. Gitmeden önce İldem ve Berkay'dan onay almıştım. Yine yatağın altına girerek tünele girdim. Sensörlü lambalar hareketi algıladıklarında etrafı aydınlattılar. Derin bir nefes alarak kendi kalbimin aptallığına kızdım ve tırnaklarımı avucuma geçirerek tüneli tükettim. Merdivenleri tırmanırken aynı anda da söylenmeye başladım. "Hayır, sanki şu tüneli bu kadar derin yapmasanız olmuyor." Üzerimdeki kare kapağı ittim. "Huh, temiz hava. Hayır git git bitmiyor da upuzun." "Şeftali?" Asil'in şaşkın sesiyle onun neden bu kadar derine geldiğini anlayamadım. Ormanın baya içerisindeydi burası. Motoruyla beraber gelmişti ve üzerinde oturuyordu. Üzerinde siyah bir kazak ve siyah bir pantolon vardı sadece. "Hı?" Kendimi çekerek delikten çıktım. "Ay dur, yoruldum." "Farkında mısın?" Derken yüzünde bir sırıtış oldu. "Hortladın az önce." "Mezardan dimi?" Derken yanına ilerledim. "Arada diriliyorum ben, hoşuma gidiyor. Aşırı zevkli, sen de denesene." "Mutlaka," diye mırıldandı. Onun bir iki adım ötesinde dikildiğimi gördüğünde uzanarak beni kendisine çekti. Bir elimi tutarak kendisine yaklaştırdığında eli elimden belime kaydı. Resmini çizdiğim ela gözleriyle gözlerimin içine baktı. "Aklıma bir şey takıldı benim." "Bunun için mi buraya kadar geldin?" "Bu da bir sebep," dudaklarını diliyle ıslattığında oraya bakmamak için kendimi sıktım. Ben coştum, arkadaşlar. Ben kendimi kaybettim, siz bensiz devam edin. Beynimi hissedemiyorum. "Neyi merak ettin?" "Mert denen çocuk seni rahatsız mı etti?" "Yani," dedim dumura uğrayarak. Ne alakaydı? "Rahatsız hissetmek diyelim. Ama Akan'la hallettik biz onu." "Bana söyleyebilirsin bir dahaki sefere," elinin birisi belimdeyken diğeri yanağıma çıktı. Baş parmağı orayı okşadı. "Gerçek bir şeftali olmuşsun." "Önceden sahte miydim?" "Şu meyveyi seviyor musun, sevmiyor musun?" Derken kaşları arasında bir çukur oluştu. "Dilinde hep var, şimdi yüzünde de var ama bana sevmediğini söyledin." O gün ağlarken yakalamıştı beni. İç çektim, omuz silktim. "Hiç şeftali masalını dinledin mi?" Gözlerine bakarken elimi dizine koydum. İlgiyle beni dinliyordu. Tek kelimemi kaçırmaktan korkar gibi. "Bir ağaç kovuğunda minik sincap uyuduğunda yaşlı bir kadın şeftali yıkıyormuş. Yıkadığı şeftaliyi eşine götürerek iki parçaya bölmüş. İkiye bölünen şeftalinin çekirdeğinden minicik bir bebek çıkmış." "Sadece masal," gözlerimde her ne gördüyse başını omzuna eğdi. "Ama sen buna inanıyorsan bir daha şeftali çekirdeklerini hiç atmam." "Ne yapacaksın ki? Ömrünün sonuna kadar biriktirerek misin?" "Öyle yapacağım," dedi kararlılıkla. "Küçükken sevmezdim," dedim birden. "Sonra bu masalı bana birisi anlattı ve şeftalileri yıkamam gerektiğini söyledi. Üzerine yeni şeyler geldi." "Bu bir sebep değil," dedi kafa karışıklığıyla. "Acılar merkezindir," dedim ezbere. "Acını merkeze koyarsan ve merkezi hiç bulamazsan hiç acı çekmezsin." Hiçbir şey anlamadı belki, ya da çok şey anladı. Belime kolunu sararak bedenimi bedenine çekti. Yine göğsüne saklandığımda kirpiklerim titredi. Beni sevmese bana bu kadar güzel bakar mıydı? Teninden gelen kokuyu anlamlandıramayarak gözlerimi ona kaydırdım. Hafifçe sıyrıldım kollarından. "Sana bir şey soracağım," kirpiklerimi altından ona baktım. Boy bir altmış iki olunca zor oluyordu ya. Ne yapacaktım ben? "Ve biraz cesurca davaranacağım. Eğer cevabın hayırsa konuşmanı istemiyorum." Bana bakarken gözleri kısıldı. Başını salladı. "Beni seviyor musun?" Gülümsedi. Sorum onu hiç şaşırtmadı. Belimden tutarak kendisine çekti. Başını eğerek alnını alnıma yasladı. Nefesi dudaklarıma döküldü. "Ne sanıyordun?" "Ben..." "Seni öpmeme izin ver," dedi ihtiyaçla. Sesindeki muhtaçlık kalbimi deldi. "Yine bu kadar yaklaşmışken uzaklaşmak istemiyorum. Aslında hep yanımda olmanı istiyorum." "Asil," fısıltımı zorlukla duydum. Nefesinin değdiği dudaklarım uyuştu. Duvar ardındaki kız gözlerini kapatırken aynı anda da kulaklarını kapatmanın yolunu aradı. Hey, diyordu. Ben daha çocuğum! Ayrıca bu gürültü de neyin nesi!? Ben arsızlaşmıştım. Umursamadım. "Seni öpmeme izin ver," dedi tekrardan. Ben izin vermeden dokunmayacaktı dudaklarıma. Kıvranır gibi parmaklarını belime bastırdı. "Söz veriyorum, ne istersen yapacağım." "Öp beni," dizine bastırdığım elimle yükselerek birden dudaklarına yapıştım. Diğer elim ensesine gitti. Dudaklarının dudaklarıma dokunuş anı, rüyaya dalmak gibi hissettirdi. Dokundu, hissettirdi. Acemiceydi. İlk defa dudaklarım birisinin dudaklarıyla buluşuyordu. Daha önce yüzlerce öpüşme okumuş olsam da acemi ve utangaç hissettim. Güler gibi bir ses çıkararak belimden kendine çekti. Alt dudağımı dudaklarınının arasına alarak emdiğinde, karnım sızladı. Tenimin kor gibi yandığını hissettim. Dudaklarımdan dökülen nefesi nefesine hapsetti. Dudaklarımız hafifçe ayrıldı. Gülümsedi. "Dudakların bile şeftali tadında, sen sevmesen bile benim artık en sevdiğim meyve bu." Gülümsedim nefes nefese. İşte bu be, diye haykırdı bir yanım. İşte bu lan bu! Bulduk ulan doğru kişiyi!
Şu bölüm sonu sorularını cevaplayın bakın daha final vermedik, ne halt edeceğim belli olmaz benim xkakxkka Allah'a emanet 💅🏻 |
0% |