Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24_✧ Hayallerimsin

@cennomi

Keyifli okumalar♡

 

"Sen ne yapıyorsun öyle?" Diyen Sumru'yla kafamı uzattığım kapıdan kendimi içeriye çektim.

"Saklanıyorum."

Yüzünde karmaşık bir ifade belirdi. Omzunda çantasıyla birlikte ilk ders zili çalmadan önce ikimiz de lavabodaydık ama benim aksime o neden burada olduğunu bilmiyordu.

"İyi de kimden?"

"Abinden."

"Niye? Abimden niye saklanasın ki?"

Ona bakarken herşeyi ortaya yumurtlayacağım der gibi bir yüz ifadesi takındım. "Kanka ben dün abini öptüm."

İlk başta bana bomboş baktı. Tepki bile göstermedi. Ardından söylediklerimi idrak edince kaşları çatıldı. "Ne yaptın?"

"Ya bak ben öptüm ama o da öptü," derdim neydi benim? Ben salak mıydım? Düştüğüm hale bak ya! "Seviyor musun dedim, ne sanıyorsun dedi. Öpeyim dedi öp dedim. Ben öptüm, o öptü."

İyice detaya gir, Alin. Kız belki abisinin tüm aşk hayatını bilmek istiyordur. En ince detaylarına kadar hemde, he? Ne dersin?

"Siz," derken yüzü bocaladı. Ağzı bir karış açık kaldı. Şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş olabilirdi. "Siz ne acayip şeysiniz be?"

"Niye ya? Asıl bombayı söylemedim," telefonumu açarak şeftali kafamla çekildiğim fotoğrafı onun yüzüne tuttum. "Beni öperken ben bu tipleydim! Rezillik!"

Bir daha asla İldem'i dinlemeyecektim, nokta. Kız ilk öpüşmemin kafam bir şeftaliyken gerçekleşmesine neden olmuştu.

Gerçi güzel de olmuştu yani.

Ben utançtan onu orada bırakıp ormanı koşarak diğer taraftan kendimi evde bulmasam daha da güzel olacaktı.

Ama işte hararetimi anca atmıştım.

"Bu yüzden mi tüm gece sırıttı?" Diye homurdandı.

Dudaklarımı birbirine bastırarak sırıtışımı engellemeye çalıştım ama nafileydi. Benim kafa leylaydı. "Harbi mi? Çok mu sırıttı?"

"Bana bak," derken birden üzerime geldi ve kolumu tuttu. Yüzünde huysuz bir çocuğun ifadesi vardı. "Ben abimi paylaşmak falan istemiyorum, düzelt geri şunu."

"E ben bozmadım ki?"

"Ya ayarları bozulmuş diyorum!"

"Ben tamirci miyim!?"

"Sen bozdun ama!"

"Hı," dedim yine sırıtma gelirken. "Ben bozdum dimi."

"Siz bozuksunuz," diyerek iğrentiyle benden uzaklaştı. "İkinizin de ayarları bozulmuş. Ben istemiyorum böyle bozuk şey."

"Şimdi Sumrucuğum, senin kararın olmuyor bu. Şak, bir bakıyorsun aşıksın. Şak, bir bakıyorsun öpüşmüşsün."

"Üçüncü şakda çocuk yaparsanız kendimi taş köprü'den atarım!"

"Kıskanma canım," koluna girerek onu lavabodan çıkardım. "Abin yine abin, bir farkla. Artık yarısı benim."

Somurttu. "Sana asla yenge demem."

"İyi yönünden bakalım," sinir bozucu bir ifadeyle sırıttım. "Çabuk alışıyorsun."

"Alin bak seni döverim," kısık sesle kızdığını sanıyorsa yanılıyordu çünkü burada okula reklam olmamıza saniyler vardı. Alisya ve tayfasına malum olurdu böyle şeyler. "Uğraşma benimle!"

"Aman iyi be," diye homurdanarak sınıfa girdiğiminzde gözlerim sıramıza değdi.

Küçük, turuncu bir kutu vardı. Hayırdır inşallah diyerek sıraya yürüdüm. Çantamı sıraya koyup oturduğumda ve kutuyu elime aldığımda içinden çıkan şeyle ağzım bir karış açıldı.

İçinde şeftalili bir ruj vardı.

Ve bir not.

Sen sür, ben silerim.

Ohaaaaaa, diye yükseldi kalbimin ardında bekleyen arsız Alin. O ne ara oraya yerleşmişti bilmiyordum. Bu ne lan, uçuyor bu!

Kafamı sıraya vurur gibi yasladığımda notu avucumda tutuyordum. Benim buradan kurtuluşum yoktu valla.

 

🍑

 

"Hocam ama yine mi ya?" Diye homurdanırken elimdeki süslerle öylece yılbaşı ağacı gibi dikiliyordum. "Bakın şunun şurasında festivale üç gün var, yormayın be bizi."

Kendi kazdığın kuyuya düşmek demek, bu demekti.

"Sus," dedi İshak müdür bey amcam. "Devam edin üç gün içinde her şey bitmiş olacak."

"Hocam ama geriye ne kaldı ki?" Diye söylendi çakma draco cloie. "Vallahi annem bunu duyacak."

Bu sefer nefesimi bile tüketmedim.

"Ve size bir süprizimiz var," dediğinde kaşlarımı çattım. Tamam, bu her neyse benim başımın altından çıkmamıştı. "Festivalin etresi günü sizi iki günlük bir kampa götüreceğiz. Katılım zorunludur."

"Nasıl zorunlu ya?" Dedik hep bir ağızdan. Ya bananeydi. Festivali karne günü yapıyorduk ve ben sonra Koralp'in verdiği tatil hediyesiyle Yeni Zelanda'ya gidiyordum. "Ama tatildeyiz o zaman!"

Müdür bey İshak amca tüm salona ölümcül bir ifadeyle baktı. "Zengin olmanız umurumda bile değil, ben de zenginim. O yüzden ya okulumdan siktir olup gideceksiniz ya da şu kampa geleceksiniz."

Yalnız siz ne kadar güzel örnek oluyorsunuz öyle hocam?

"Sizi milli eğitime şikayet edeceğim!" Diye söylendi Hakan. "Bunu yapma hakkınız yok!"

"İstediğini yap, geleceksin Hakan. Ben çoktan ailelerimizi aradım. Çoğunun umrunda bile olmadı." Yalnız vur yüzümüze sen de ne kadar güzel ailelere sahip olduğumuzu.

"Her neyse," dedim somurtup arkamı dönerken. "Şu işi bitirip gidelim. Kampsa kamp, gideriz."

"Ben hiçbir yere gidemem," diye homurdandı birden İldem. Yanı başımda o da vardı. "Ben bu okulun öğrencisi bile sayılmam!"

"Sussana kızıl," Berkay onu kolunun altına aldı. "Beraber kamp yapacağız! Bir daha nerede bulacağız bu fırsatı?"

"Ha unutmadan," dedi gitmeden önce müdür bey İshak amca. "Kamp yapacağımız ormanda kar yağıyor olacak, o yüzden valizlerinizi sıkı hazırlayın."

Lan kar yağıyorsa nasıl kamp yapacaktık?

Delirme, Alin. Yok bir şey.

"Alin," Berkay, koluma girdiğinde diğer koluna da İldem'i aldığını gördüm. "Konuşsan mı acaba şu çocukla?"

"Niye ilk Alin gidiyor?" İldem'in kaşları çatılınca ondan önce atıldım.

"İldem, ne olur karışma bak. İlk öpüşmemde kafam şeftaliydi ve bu mecazen değildi!"

İldem sırıttı. "İyi ya işte, o halde seni öptüyse bundan sonra iflah olmaz. Net seviyor, anladık işte."

Berkay ona hayretle baktı. "Kız sen ne ara böyle cadaloz oldun?"

"Ya İldem," derken ona yan bir bakış attım. "Ben dün de anlattım, teyit ettik onu. Sonuç değişmiyor ama ulan! Utançtan tüm gün kaçtım ordan oraya!"

"Ya niye?!" Diye dellendi Berkay. "Lan ben de biraz seni vermeye meraklı gibi görünüyor olabilirim ama değilim. Sadece salaklığın yüzünden ileride pişman olma diye uğraşıyorum."

Berkay, debelenme. Yerim.

"Ya beni bir boşver," derken ikisine döndüm iyice. "Berkay senin teyzen boşanıyordu."

"Sorma," derken yüzünü buruşturdu. "Ortam çok gergin. Kuzenlerimin de kafa terelelli oldu. Hayır soruyoruz teyze niye boşanıyorsunuz diye, sadece anlaşamadık diyor kadın. Ya ben bir günden bir güne kavga ettiklerini bile görmedim ki."

"İçlerini bilemezsin sonuçta, belki birbirlerine olan sevgileri bitmiştir." Diyen İldem'e ters bir bakış attım.

"Sevgi yemek mi ya? Niye bitsin?"

"Korkma korkma, seninkinin sevgisi de aşkı da yerli yerinde," derken başıyla arkamı işaret etti. Orada mıydı? Kalbimin hem heyecan hem de beklentiye ritmini şaşırdığını hissettim.

Bu daha önce de böyle hissettiriyordu da ben mi fark etmemiştim?

Ben arkamı dönemeden bir kol belime sarıldı ve açıklayamadığım kokusu burnuma nüfuz etti. Ardından yanağıma gelen öpücükle dengem bozuldu.

"Asil mermi atsaydın!" Derken zorlukla doğruldum. Eli bel oyuntumdayken hem belimden hem de diğer eliyle kolumdan tutarak doğrulmama yardım etti. "Hayır, böyle vurulmadık da. Ondan diyorum. Ben düşman askeri miyim ya?"

Saçmalıyordum.

Telaştan saçma sapan şeyler söylemeseydim bari.

Ya bana ne oluyordu onu da anlamıyordum ki.

Asil başıyla hem Berkay'a hem de İldem'e selam verdi. "Nasılsınız?"

Berkay sırıttı. "Ben razıyım."

Asil'in duraksadığını hissettim. "Nasıl?"

İldem, Berkay'a ters bir bakış atarak, "enişteye razıyım diyor. İyiyiz, sağol." Dedi.

Siz ne düzenbaz insanlarsınız ya. Ben utanıyorum diyorum bunlar da enişteeee diye bağıracak az kaldı.

İldem, Berkay'ı çekiştirdi. "Berkay bana süt alsana! Hadi canım çok istedi! Yürü!"

"Biberon da alayım kankasının gülü." Diye homurdandı Berkay. İt, seviyorduk çocuğu.

Asil'in yüzünün bana döndüğünü ve bedenini de bana konumlandırdığını hissedince başımı kaldırıp yüzüne bakayım dedim ama böyle çok durursam ben net boyun fıtığı olurdum.

Asil'in boyunu sormayı bir kenara not ettim.

"Şeftali'm?" Yok bayılayım diye yapıyordu. Kendimi şuracığa bırakacaktım ramak vardı. Sahiplik eki de gelmişti, benim akıl hadi bana müsade diyerek ortamdan ayrılmıştı. Gözleri dudaklarıma kayınca karıncalandıklarını hissettim sanki. "Hani senin rujun?"

"Ya bir git," derken omuzundan itmeye çalıştım. Yok arkadaşım, bir kere öpünce çocuk gaza basmış uçuyordu. "Aklın fikrin öpüşmekte!"

Sırıttı. "Ben rujunu sordum sen ne anladıysan onu söyledin." Diğer eli de belime giderken tam önümde durdu. Gözleri dudaklarıma kaydı. "Demekki aklı fikri orada olan sensin." Ben böyle işin... Asil'in kaşları çatıldı. "Dün birden kaçıp gittin, bir şey demedim. Tüm gün seni aradım, benden kaçtığını tahmin edebiliyorum. Yine bir şey demiyorum. Sadece... Niye benden kaçıyorsun? Yanlış bir şey mi yaptım?"

Ya hayır ama ya. Kalbini yerdim ben bu çocuğun.

Ellerimi beline dolayarak kafamı göğsüne gömdüm. "Hayır, hayır, düşünme bile. Sadece biraz... Utandım ben de."

Elinin birisi enseme gitti. Ben onu uyardığım için saçlarıma hiç dokunmuyordu. Parmakları ensemde oyalanırken iç çekti.

"Olmamış gibi yapabilirim, benden utandıysan eğer unut gitsin. Ben unutabilir miyim orası muamma ama."

İnler gibi bir ses çıkararak belindeki parmaklarımın uçlarını tenine geçirdim. "Ya hayır! Ne senden utanacağım? Ben sadece, yani, ilkti ve biraz... Yani ya anla işte!"

Ensemdeki parmakları dondu. Ensemden tutarak beni hızla bedeninden ayırdı ve gözlerimin içine baktı. "İlk miydi?"

"Hı hı."

"Ama," derken gözlerinin nasıl parladığından haberi var mıydı acaba? "Daha önce de sevgilin olmuştu sanki?"

"Asil," dedim somurtarak. "Çocuk gaydi."

Ben salaklığıma yanıyordum o konuda. Başka bir şey yoktu.

Kocaman sırıtırken ensemden itip tekrar göğsüne sakladı beni. "Benimki de."

"Seninki de, ne?" Senin ki de mi gaydi?

"İlkti güzelim."

Uçak kalkışa hazır. 3,2,0!

"Ya," beyimiz tabii Mirza ve Barlas yok diye keyfini çıkarıyordu sarılmanın. Neredelerdi bilmiyordum ama burada olmadıkları kesindi. Başımı kaldırıp yüzüne baktım."Ben biliyordum ki."

Kaşları havalandı ve dudağının kenarı kıvrıldı. "Öyle mi?"

"Öyle."

Hafifçe yüzüme eğilerek göz kırptı. "Nereden?"

"Şey ya," derken ellerimi omuzlarına yerleştirip ondan ayrılmaya çalıştım. Kaçmaya çalıştığımı anlayınca belimdeki elini sıkılaştırdı. "Duydum."

"Niye? İnsanlar yedi yirmi dört başımdalarmıymış ki biliyorlarmış kimseyi öpmediğimi?"

"Asil..." Diye sızlandım.

"Söyle."

"Neyi?"

"Merak ettim, sordum de. Duydum diyorsun bir de."

"Asil ben gidiyorum ya, bırak beni!" Diyerek onu iyice itmeye çalışınca elini ilerleterek kolunu belime doladı ve bedenim havalandı. Yüzlerimiz artık aynı hizadaydı. Kucağındayken boy farkı falan hak getireydi.

"Söylesene."

"Asil bak ayaklarım havada, lazım yerlerin de açıkta."

"Sadece bana mı lazım?"

"İmdat diye bağıracağım!"

"Bağırsana, öpeyim."

"Bana bak sen cozuttun ha."

"Hmm," gözlerini gözlerimden bir saniye olsun ayırmadan mırıldandı. "Yakından anlatsana, nasıl cozuttum?"

Daha yakını iç içe geçmemizdi yani.

"Asil, bak aklım başka çalışıyor. İndir beni."

"Benim aklım da."

"Asil, derhal indir beni!" Derken iyice debelenmeye başladım. Hayır, benim kankalarım neredeydi? İnsan gelir bir el atar. "Bak vallahi-"

"N'oluyor lan!?" Duduğum sesle ellerim Asil'in omuzlarında durdu ve debelenmeye kestim. Gözlerim Asil'in gözlerine kilitlenirken aklımdan bahaneler gelip geçiyordu.

Barlas vallahi açıklayamam. Durum vahim.

"Şimdi de indirme de göreyim," derken gözlerimi kıstım.

"Zorlama istersen," dediğinde ayaklarım yere değdi. Hızla ondan ayrılıp canım ikizime döndüm.

"Yerde böcek vardı."

"Sen onu benim külahıma anlat," somurtarak beni kolumdan çekti. Boş bulunduğum için sendeyerek ondan tarafa kaydım. "Babama söyleyeyim de gör."

Tam o sırada arkasındaki kapıdan gerçekten de elinde sütle gelen İldem'i gördüm. Somurtarak pipetten soluksuz yudumlar alıyordu.

"İldem," diye seslendim. "Sende." Barlas'ı işaret ettiğimde yüzünde küfretmek ister gibi bir ifade oluştu. Berkay sırıtırken kahkaha atmamak için kendini tutuyor gibiydi.

Ama canım arkadaşım yine de bana kıyamayarak gelip Barlas'ın kolunu tuttu. "Yürü," diyerek benim kolumu tutan elini çekip ayırdı.

"Ha ben de hemen geleceğim?" Yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Pardon da burada ikizim-"

"Aynen," diye sıkılmışlıkla gözlerini devirdi İldem. "Sevgilisiyle birlikte falan filan. Ne olmuş? Çok kıskandıysan sen de kendine bir tane yapmayı dene."

"Ben gelmiyorum, Alin'i de tek bırakmam ben burada."

Gözlerim parladı. Zihnimde önümdeki kareyi büyüttüğümde oraya bir yere beynimin kalp çizdiğini görebiliyordum.

Barlas ve İldem. Evet, shipim buydu.

"Ne istiyorsun?" Ciddiyetle Barlas'ın kolunda emanet gibi duran elini kendisine çekti. "Sonsuza kadar bu kız sizinle mi kalacak? Doğru düzgün kabullenmiş miydiniz siz Alin'i? İlişkisi devam eder veya etmez, bu da seni ilgilendirmez. İkiziysen ikizisin. Sınırını bil."

"Hem yalnız falan değil," diyerek kolunu omzuma attı Berkay. "Biz onun için en iyisini biliriz."

Ya ortada fol yoktu yumurta yoktu tavuk yoktu, bunlar niye yumurtlamışlardı hemen ilişkisi var diye.

Berkay ve İldem, benim gerçekten her şeyimdiler.

Barlas tekrar ağzını açacakken İldem oflayarak onu itti. "Yeter, sus artık. Bu görev bana verildiği için çığlık atmak istiyorum, o sesi duymayın bence."

İldem, Barlas'ı çekiştirirken Berkay da fırsattan istifade benim koluma girdiği gibi uzaklaştırdı. "Ee," dedi koridora çıktığımıza. "N'aptınız?"

"Bu çocuk eskiden de böyle miydi ya?" Derken yürümeye devam ettim. "Ayrı bir cesaret gelmiş."

"Belki de izin vermek yerine ilk sen öptüğün içindir," sırıtan suratına yapıştırmak istiyordum. Ben aşırı gergindim. "Sonuçta sadece öpmesine izin de verebilirdin."

"Ama yeter, çok baskı altındayım. Ben de öpmek istiyormuşum işte," kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Sen kimin arkadaşısın ya?"

Ellerini teslim olur gibi kaldırdı. "Gerçeklerin."

"Defol git, gerçekler senin için erkek kılığına girsin!"

 

🍑

 

İldem, Berkay ve ben odamda toplanmış birbirimizden bağımsız takılırken beynimin kazan olduğunu hissediyordum. Yemekten sonra gelmişlerdi ve o saatten beri deneme çözüyordum.

Başımı kronometreye çevirdiğimde dört saat olduğunu gördüm.

Berkay telefonuyla ilgilenirken, İldem bir programlama dili üzerinde çalışıyordu.

Son soruyu da çözüp denemeleri konrtol ettiğimde uzun bir süre programımdan şaşmama rağmen gerilemediğimi ve hatta beklediğimden iyi olduğumu görmüştüm.

İçim rahatlayarak Barlas'ın bana İldem'le geçenlerde gönderdiği kitabı elime aldım.

Masadaki çikolatalı kurabilelerden birisini alıp bir ısırık aldım. Hepimiz için birer tabak hazırlamıştı annem.

Kapak çok güzeldi. İlgiyle arkayı çevirdiğimde okumaya başladım.

Kurtları, vampirleri ya da daha farklı klanları her yerden duymuşsunuzdur. Hepsiyle alakalı bir şeyler az çok okumuşsunuzdur.

Peki ya, bunların hiçbirinin olmadığı bir evrende, onlara inanan bir kızın başına neler gelebileceğini okudunuz mu?

Hayır, okuduğu bir kitaba girip evren değiştirmeyecek.

Hayır, onun evreninde sihirli hiçbir şey yok.

Ve hayır, o sıradan birisi.

Gerçekten.

 

Kaşlarım çatıldı. Ee, heyecanı neredeydi o zaman? Madem kurtlar yoktu, madem fantastik değildi arka kapakta neden bahsetmişlerdi?

Kafa karışıklığıyla ilk sayfayı açtım. Hitap kısmında kandırılanlara, yazıyordu. Bazı girişler gerçekten insana iç çektiriyordu.

 

Diğer sayfayı açtığımda sırıtmadan edemedim.

Kandırdım! Serinin ilk kitabı size kimseye güvenmemeyi öğretecek. Bambaşka bir evrene geçeceğiz. Unutmayın, bazen okuduğunuz ve en sevdiğiniz yazarlar bile sizi kandırabilir.

Hiçbir şeye inanmayın tam anlamıyla. Çünkü herkes kendisini korumak için yalan söyleyecek.

Çünkü bazen yalanlar, sizi korumak için en güvenli yoldur.

 

Hissediyorum, ağzıma şeftali dilimlemeye geliyordu bu kitap benim.

Bir süre kitabı okudum.

Kız kitap okurken bir anda uykusu geliyordu ve başı kitaba düştüğünde kendisini en son okuduğu sahnede karların içinde bir savaşta buluyordu. Kitabın devamını bilmediği için ve kitaptaki tehlikeleri bildiği için korkuyordu.

İlk bölümü bitirdiğimde gözümün içine sokulan telefonla kitabı masaya bırakıp Berkay'a ters bir bakış attım.

"Ne?"

"Bu akımı Asil'de denemezsen hakkımı helal etmem," şaka mı yapıyor diye ona bakarken yüzü gayet de ciddiydi. "Benim deneyebileceğim bir sevgilim yok, ne bakıyorsun öyle?"

"Lan benim var mı?"

"Hıı, bendim dimi elalemle öpüşüp koklaşan?" hayretle dudaklarım aralandığında ne diyeceğimi bile bilemedim.

"Lan siz gaz verdiniz bana!"

Omuz silkti. "Biz öp demedik ama. Beni ilgilendirmez, deneyeceksin."

Ona küfretmek ister gibi bakıp sertçe telefonu elime aldım. "İyi de bu abimin arkadaşı akımı?"

"Mirza'nın arkadaşı, aynı şey."

"Siz yine ne boş işler peşindesiniz?" Derken laptopunu kapatarak yanımıza geldi, İldem. "Ha şu akım mı? Bak merak ettim şimdi."

"Çok merak ettiysen sana Barlas'ın numarasını vereyim, arkadaşımın ikizi akımı başlat." Diye homurdandığımda yüzünü buruşturdu.

"Kalsın." Niye ya? İkizim güzel çocuktur. Kitap okuyor, gitar çalıyor, kibar, nazik. Daha ne sayayım?

"İyi," diyerek telefonumu çıkarıp Asil'in ismine tıkladım. Kalbimin hızlandığını daha nektari soyu, yazısını gördüğümde hissederken kendimi boğmak istiyordum.

Duvar ardında saklanan yedi yaşım bana anlayışla gülümsedi. Olsun, diye mırıldandı. Minik elleriyle pileli eteğini düzeltti. Hem benim de resim yapmam gerekiyordu. Ayrıca bence bizi çok güzel sever.

"Ne yazacağım?" Dedim yutkunarak. Elim klavyeye gitti.

Siz: Aklım sende kalıyor gözden uzak olunca

"Tamam her şey tamam, ama neden ebru?" Derken üçümüz de yatağa oturup Asil'in mesaj atmasını beklemeye başladık.

"Ne bileyim? Buradaki böyle yapmış işte."

"Zamanını şunlara izlemeye verdiğine inanamıyorum," diye söylendi İldem. "Gerçekten israf ediyorsun zamanı."

"Ya bana felsefe yapma," derken aydınlanan telefon ekranımla hızla kafasını ekrana eğdi. "Felsefe mi onu da bilmiyorum ama olsun. Bak bakim."

Nektari soyu: Gelmemi ister misin?

Siz: Omuzunda uyusam bütün ömrüm boyunca

Nektari soyu: Nasıl istersen

Siz: Kaderime ağladım, tükendi genç çağlarım

Nektari soyu: Bence hâlâ genciz, birçok şey için

Siz: Bırak eskisi gibi olalım

Nektari soyu: Oolmaz işte

Nemteri soyu: Ben birkez tattım seni, bırakmam

Nektari soyu: Üzgün değilim, başına bela aldın

Telefonu göğsüme yaslayarak baş başa verdiğim kankalarıma baktım. "Yalnız özel mözel kalmadı ha. Ayıp denen bir şey var."

"Yerim ayıbını," diyen İldem telefonu birden göğsümden çekince ona şokla baktım. O çoktan kendisini kaptırmıştı.

Siz: Allah özelini güzelini yazsın alnıma

Nektari soyu: Amin

Nektari soyu: De

Nektari soyu: Sen niye bana şarkı sözü yazıyorsun?

"Arkadaşlar," derken dudaklarımı birbirine bastırdım. "Biz ya fazla salağız ya da elalemin telefonu yok sanıyoruz, şarkıyı biliyormuş ya."

"Olsun," diyen Berkay umarsızca sıradaki cümleyi gösterdi. "Sen şarkıya sadık kal."

Siz: Onu bulduğumda mutluluktan gel de ağlama

Nektari soyu: Sen iyi misin, şeftali'm? Geleyim mi yanına?

Yüzümde kocaman bir gülüş oluşurken kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. "Yok, arkadaşlar tövbe haşa ama ben daha önce hiç sevilmemiş olabilir miyim?"

"Bu salak iki söze kaportayı yamulttu," Berkay'a ters bir bakış attım. "Bak kızıl deham, sen sakın aşık olurum deme. Ben bunun bir versiyonunu daha çekemem."

"Ben devam edemeyeceğim," derken telefonu tekrar elime aldım.

"Yok öyle bir dünya, zaten iki cümle kaldı."

Siz: Sonu çabuk olur umut olur hiç korkmayasın (Asil, Berkay ve İldem beni akıma zorluyorlar. Haberin olsun, iyiyim. Sen nasılsın?)

Nektari soyu: Olur korkmam. (Baya kurban olduk yani şimdi? Soy adımızı değiştirmek için mahkemeye başvurduk.)

Siz: Çünkü varlığınla yokluğunla sen harikasın (🥲İsim önereyim mii??)

Nektari soyu: Sen her zaman öylesin (öner bakalım)

Siz: Aklıma gelmedi of

Siz: Tam zamanında hep kayboluyorlar

Nektari soyu: Sorun yok, zaten mahkemede annemin eski soy ismini isteyeceğiz. Dedeminkini.

Siz: Dedenin soy ismi ne ki?

Nektari soyu: Votkacı

Siz: Ne?

Siz: Şaka mı yapıyorsun?

Nektari soyu: Evet

Siz: -_- ayıp ayıp hem de votka yani ekstra ayıp

Nektari soyu: Kimliği getirir gösteririm

Siz: Asillll

Nektari soyu: Şeftaliiii

Siz: kampa gelecek misiniz?

Nektari soyu: Sen geliyor musun?

Siz: Evet.

Nektari soyu: Geliyoruz.

Nektari soyu: Annemleri kampa yakın bir otele yerleştiririm. İlyas hoca kırmaz da konum atarsa otel bakarım gitmeden önce. Aklım da onlarda kalmaz.

Siz: O zaman Nota da gelecek dimi?

Nektari soyu: Benim gelmemden çok sevindin? Kardeşimiz de şimdi, yabancı değil ki atalım bir yerden

Siz: Nota'ya laf yok

Siz: Neyse ben bizimkileri uğurlayayım, ayaklandılar

Siz: sonra da yatarım

Nektari soyu: Kabussuz geceler, Nota hep söyler.

Siz: 。⁠◕⁠‿⁠◕⁠。

Siz: Kabussuz geceler o zaman.

 

🍑

 

Sabaha karnımdaki mükemmel ağrıyla uyanınca somurtarak yataktan kalktım. Başıma gelen derdi tahmin edebiliyordum. Eğer regl olduysam kampa da böyle gitmek benim için büyük bir eziyet olacaktı.

Evet, olmuştum.

Saat henüz altı olduğu için yatakta ağrının sıcakla bedenimi gevşetmesini umdum.

Somurta somurta hazırlanırken ara ara yoklayan ağrı yüzünden iki büklüm olmakla meşguldüm. Yüzümde güller açarak kahvaltıya indiğimde kendimi sandalyeye bırakıp, "günaydın anne," diye mırıldandım.

"Günaydın, güzelim. Bir sorun mu var?" Masaya bıraktığı salatalıklarla birlikte yanımdaki sandalyeye oturarak sıcak avucunu dizime koydu. "Hâlâ atlatamadıysan bir psikolog ayarlayalım, Nare'yi çağırayım? Tatile gitmek ister misin peki?"

"Yok, anne. Ben aştım onu, tramva falan bana koymaz da boşluğuma geldi." Ne kadar içim içimi yese de ona gülümsedim. Dizimdeki elinin üzerine elimi koyarak elini baş parmağımla okşadım. Onu daha fazla üzmek istemiyordum. "Üzülme, ben her zaman bir yolunu bulurum. Sadece bugün özel günümdeyim de, ağrım var."

"Geçiştirme," kaşlarını çattı ama o güzel yüzüne gülümsemek daha çok yakışıyordu. Bu kadını hep gülümsetmeliydim. "İyi değilsin."

Başımı salladım yenilgiyle. "Ama olacağım."

Beni kendisine çekip başımı göğsüne yasladığında burnumu boyun girintisine yaslayıp kokusunu içime çektim. Benim bu kadını üzmeye hakkım yoktu ki. Kapanan göz kapaklarımın ardında yaşların biriktiğini hissettim.

"Anne," dedim fısıltıyla. "Sen babama aşık olduğunu nasıl anlamıştın?"

"Hmm, " sesine biraz neşe bulaşmıştı. "Aslında baban çok belli ediyordu. Ben aptal numarasına yatıp anlamıyormuş gibi yapıyordum. Tabii, hemen anlayamıyorsun öyle. Hoşuna giden hareketleri oluyor ilk önce, atışmayı seviyorsun mesela, ona güvendiğini de hissettiysen işte o zaman aşık oldun demektir."

"Babam daha önce sevmişti o zaman?"

"O her şeye önce başlar zaten," diyerek sırıttı. "İlk tanışmamızdan belliydi aslında peşimi bırakmayacağı."

"Sen kızımla beni mi çekiştiriyorsun bakayım?" Diyen babam yine kravatıyla uğraşarak bize doğru geliyordu. Yanımıza geldiğinde önce annemin sonra da benim şakağıma birer öpücük kondurup annemin yanından bir sandalye çekip oturdu. Çenesini annemin omzuna yaslayarak gözlerini bana dikti. "Ne anlattıysa yalan, o hep benim peşinden koştu."

"Belki sevgili olmadan önceki iki hafta," diye kabullendi annem. Ama dirseğini de babamın karnına geçirmişti. Babam gülerken annemin elini tutup öptü. "O da kalbini kırdım diye."

"Gerçekten kırmıştın ama," başını yana yatırarak anneme baktı. "Yine de kıran sendin, bir başkası değil. O yüzden burada sana sarılabiliyorum."

Annem hafifçe gülümsedi.

Aradan yıllar geçmesine rağmen hiç birbirlerinden bıkmamışlardı. Babam hâlâ annemin tenine dokunmaya bağımlıymış gibi yakınında duruyordu. Anneme sataşıyor, iltifat ederek utandırıyor, sözleriyle yüceltiyor ve ne olursa olsun onu hep seviyordu.

Vural Durular, gerçekten o mükemmel erkeklerdendi.

Karnıma giren ani krampla yüzüm buruştu ve elim karnıma gitti. Bundan nefret ediyordum ama altı gün boyunca bunu çekmek zorundaydım. İlaç içemiyordum. İlaçlar her vücutta aynı değildi, bana bu anlarda fayda sağlamıyordu.

"Alin?" Diyen babamın endişeli sesi kulaklarıma ulaştığında onun yanıma geldiğini anca fark ederek göz kapaklarımı araladım. "Ne oldu? İyi misin? Hastaneye gidelim mi? Benimki de soru, gidiyoruz tabii ki."

Kendimi gülmeye zorlayarak koluma yönelen elini tuttum. "Baba sakin ol, hastanelik bir şey yok."

"O zaman neden yüzün böyle?"

"Vural," diye uyardı annem. "Kocam rahat bıraksana kızı."

"Niye rahat bırakıyormuşum?" Elleri beline giderek ikimize de tip tip baktı. "Canı acıyor, farkında mısınız?"

"Baba," diye sızlandım kendime engel olamayarak. "O iş öyle değil."

Ya adam, üstelemesene.

"Ha," derken dudakları aralandı. Aydınlanmış bir ifadeyle gözleri bana döndü. Hareleri yumuşadı ve dudaklarında ufak bir tebessüm oluştu. "Ha sen günündesin."

"Vural!"

"Baba!"

"Ne?"

"Kalk, git ekmek al!"

"Ne dedim karım ya?"

"Vural!"

"Tamam güzelim."

 

🍑

 

"Kızım abartmasana, her ay olduğun şey." Diyen Akan'a küfretmek ister gibi baktım. "Karışma be bana! Bir daha kızım dersen babamı ararım, beni dövdü derim. Kafamı da duvara vururum, Akan yaptı derim görürsün."

"Yemin ederim iftira atmaya yer arıyor!"

"Ya defol git!" Diye bağırarak sırtımdaki yastıklardan birini hızla üzerine attım. Babam kahvaltıdan sonra okula gitmemi yasaklamış ve odama gidip yatmamı söylemişti. Ardından bu yaratık gelip dalga geçmeye başlamıştı. "Okulun yok mu senin ya, git başımdan!"

Tamam, onu seviyordum ama çok sinir bozucuydu.

Akan, ona attığım yastıkla bir adım gerileyip gözlerini şokla bana dikti. "Sen ne yedin ne içtin lan? Şu cılız haline bu kadar güç nereden depolanıyor?" Ardından hiç acımadan yastığı sertçe kafama attı.

"Hayvan!" Diye bağırdığımda bana çocuk gibi dil çıkarıp odadan kaçtı.

Vallahi bu sefer ağrıdan kıvranıyordum. Normalden daha fazla ağrıyordu.

Bir süre sonra kapı çalınmadan açıldı ve mahkeme suratlı kızıl arkadaşım çantasını ve ince polarını sandalyeye sertçe koyup üzerimdeki yorganı açtı.

"Kay kenara," bu sabah grupta mesajlaştığımız için aynı dertten muzdarip olduğumuzu biliyorduk. "Şu illet yüzünden ve senin yüzünden on beş dercelik Adana havasında yorgana sarılacağım çünkü ilaç etki etmemek için direniyor."

Onunki benimkinden daha ağır geçerdi.

"Abimi öldüreceğim," derken gözleri ciddiyetle kısıldı. "Sabahtan beri beş kez aradı, ikisi İstanbul'a gelip ışığını kapatmam ile ilgiliydi!"

Elimde olmadan kahkaha atınca İldem'in sert bakışları bana döndü. "Gülme, seni de gebertirim! Ya annem bu çocuğu bana eziyet diye doğurmuş gerçekten!"

"Beni ışığı kapatmaya çağırsalar ben benimkileri boğarım."

"Ne yapayım? Bu polis olmak için beş yıl kas çalıştı, ne bekliyorsun? Boğayım desem kendimi öteki tarafta bulurum."

"Onu da sen düşün be," dediğimde kapı tıklatıldı. Barlas'ın kafası kapı aralığından sızdı.

"Gireyim mi? Sakin misiniz?"

"Ne alaka?"

"Ya şimdi kadınlar bu dönemlerinde adam öldürürse, yüzde elli indirim mi ne alıyorlarmış. Bir yerde gördüm. Gaza gelip beni kurban seçmenizi istemiyorum," içeriye girdiğinde elinde iki kitap tutuyordu. "Babam okula gitmeyeceğini söyleyince kitap getireyim sıkılma dedim," bana uzattığı epik kurgu kitabını elime aldım. Elindeki kitaba kısa bir bakış attığında yüzündeki tedirginliği gördüm. Eli ensesine gitti. "Sana kitap getirirken İldem'i de gördüm," kitabı uzattı. "Alin anlatırken aklımda kalmış, bu tür şeylere ilgin olduğunu hatırlıyorum."

Sonunda yumurtladın be ikiz.

Yalnız ben sizi ne shipledim he.

Gözlerim İldem'in elindeki Yazılım ve Kodlama distopyası isimli kitaptan yüzüne kaydı.

"Teşekkürler," diye mırıldandı ve arka kapağı okumaya başladı. Onu tanımayan birisi umursamaz ve ilgisizce sadece baktığını düşünebilirdi ancak ben bunun hoşuna gittiğini anlamıştım.

Barlas'ın gözleri birkaç saniye onun üzerinde oyalandıktan sonra bana döndü. Az önceki tedirginliğinin biraz azaldığını fark ettim.

"Alin bir şeyler getireyim mi? Sıcak su torbası falan? Annemin vardı galiba."

"Ya bu evde niye her şey bu kadar çabuk yayılıyor? Kim söyledi ya sana, doğru söyle?"

Kaşları havalandı. "Ben kadınların içseslerini okuyorum," gözlerinde bir gurur gördüğümde ise gerçekten haklı olduğunu fark ettim. "Neye nasıl tepki verirsiniz, hangi durumlarda nasıl bir ruh halinde olursunuz, biliyorum. Kimse söylemedi, seni yukarı çıkarken gördüm. Karnını tutuyordun."

Bu Barlas kitap okuya okuya medyum olacaktı herhalde.

"Sicilimi de çıkarsaydın," diye homurdanım.

İldem'in gözleri arka kapakta dolanırken dudaklarının kıvrıldığını gördüm. Her zaman mantıklı olan canım arkadaşımı zerre mantık işlemeyen aşk'la tanıştıracaktım.

Daha doğrusu bunu Barlas yapacaktı.

İldem'in kırık kalbine iyi gelmesini istiyordum. Onu kırmadan incitmeden sevsin istiyordum.

Çok mu şey istiyordum?

"Ne içersiniz?" Derken bizim için garsonluk görevini edinmiş gibi ciddiydi. "Çay? Türk kahvesi? sütlü kahve? Soğuk kahve? Sıcak çikolata? Sahlep?"

"Sıcak çikolata," dedim. "Ve İldem de-"

"Vişne suyu alabilir miyim?" Diye araya girdi İldem. "Seçenekler arasında yok ama?"

Barlas sadece başını sallayarak odadan çıktı. Bize karşı oldukça kibar ve anlayışlıydı.

Ben seviyordum be bu çocuğu.

Omzumla İldem'in omzuna vurdum. "Ne iş?"

"Ne ne iş?" Diyerek bilmezden geldi.

"Hoşuna gitti sanki."

"Evet," dediğinde kabullendiğini zannederek şaşırdım. "Kitap baya hoş."

Ama çabuk pes etmeyecektim.

Ben bu aşkın yoluna baş koymuştum.

O değil de Asil'im ne yapıyordu acaba benim?

 

🍑

 

Gerçekten benim ağrılar içinde kıvrandığım an tüm kardeşler ve kardeşlerin arkadaşları olarak toplanmış olmamız mükemmeldi.

Oyun gecesi gibi bir şey düzenlemişlerdi kendilerince. Ve Annemleri de yemek rezarvasyonu'nun ardından üç saatlik bir filme göndermişlerdi. Onları nasıl ikna ettiklerini bilmek istemiyordum.

Koralp'in iki arkadaşı gelmişti. Uraz ve Pusat.

Akan arkadaş falan getirmemişti. Elinde ders kitabıyla ben böyle gayet mutluyum, dese de ben onun arkadaşı olma görevini üstlenmiştim.

Mirza, Batuhan, Bars ve adını bilmediğim iki kişiyle birlikte gelmişti.

Barlas kimi çağırdığını söylemiyordu. Süprizmiş.

Ben ise malum olarak, İldem ve Berkay ile birlikte buradaydım ama neden bilmiyordum.

Umarım değerli vaktimi boşa harcamazlardı. Sabah biyolojik saatim sağolsun altıda hortlyacağım için erken uyumak istiyordum.

"Ee," dedim somurtarak. "Napcaz şimdi? Kazık kadar adamlar toplandık doğruluk cesaret mi oynayacağız?"

Ben bu işin sonunu biliyordum arkadaş. Hep bu oyunla bitiyordu olay.

Hepimiz üst kattaki biz evin çocuklarına özel olarak yapıldığını düşündüğüm oturma alanındaydık. Ben ve kankilerim üçlü koltukta otururken hem benim hem de İldem'in ağrısı şimdilik yoktu ancak her an yoklayabilirdi.

Barlas sayesinde biraz hafiflemişti. Sıcak su torbalarını her yarım saate bir yenilemiş, bize küçük çocuklar gibi bakmıştı.

Gerçi ben bu durumdan şikayetçi değildim. Vallahi beş yıldır en sakin dönemimdi.

Koralp ve arkadaşları diğer üçlü koltuktayken Mirza'nın odasından getirilen L koltuğa da diğerleri sığmıştı.

"Belki," diyen Barlas ayağa kalktı. "Ama önce tabu oynayalım."

O odasına yönelirken Koralp'in yanındaki Uraz ofladı. "Abi bizi çocuk oyunları için mi getirttin be buraya?"

Koralp, kaşlarını çatarak Uraz'ın ensesine geçirdi. "Kırk yıldır adamsın da haberimiz mi yok Uraz? İki saat oyna işte."

"Alp, sen de hemen koru kardeşlerini," Uraz evli çiftler gibi Koralp'e sırtını dönerek yanındaki Pusat'a döndü. Uraz ikisinin ortasında oturuyordu. "Görüyor musun Pusat? Neler yapıyor arkadaşın? Sen ne yapıyorsun?" Kafasını Pusat'ın elindeki telefona eğdi ve her ne gördüyse telefonu kaptığı gibi ayağa fırladı. "Yeter artık be, Yine mi Keriman! Benimle ilgilen azıcık ya, benim ismim daha güzel ondan."

"Uraz belanı," derken ayaklanmış olan Pusat ortamdaki biz liselilere kısa bir bakış atarak arkadaşına döndü sinirle. Dişlerini sıkarak gülümsedi. "Severim kardeşim. Ver şu telefonu! Kıza da Keriman diyip durma, ismi Rana!"

"Keriman Rana," dedikten sonra ortamdaki bizlere bakıp gülmemizi beklemiş olacak ki, yüzünü buruşturup, "bu yaşta ruhları ölmüş," diye söylendi.

Uraz uzun boylu, mavi gözlü kumral ve yapılı birisiydi. Ama buna karşın belli ki şakasever bir kişiliğe sahipti.

Ayağa kalkıp odamdan tokamı almaya gidecekken Uraz birden koşmaya başladı. Arkasında da Pusat onu kovalıyordu.

Ne ara bu işe karıştığımı bilmiyordum.

Yemin ederim, hiç anlamadım nasıl olduğunu.

Telefon benim elime ne ara gelmişti ve ben ne ara Uraz'ın, "koş kız! Aferin koş, yakalamasın bak! Kerimanı kaçır," destekli nidalarıyla koşmaya başlamıştım bilmiyordum.

Ben neden böyle bir halt yediğimi de bilmiyordum.

Koralp, "Alin bırak şu salakları!" Diye seslendiğinde telefon benim elimden başka birisine geçti. Ve beni en çok şaşırtan da bu kişinin Mirza olmasıydı.

"Kolaysa yakala Pusat abi!" Derken sırıtarak üst katın koridorlarında koşmaya başladılar. Kare şeklindeki koridoru turlarlarken ben de merdivenlerin başladığı yerde durmuş Mirza'nın bana ulaşmasını bekliyordum.

Pusat abi'nin gerçekten yaratıcı küfürleri vardı.

"Gelin ulan buraya, Mirza ver şunu! Yakalarsam buradan bağdata kadar sikerim oğlum senin belanı!"

"Küfretti!" Diye bağırırken bana ulaşan Mirza'nın eline beşlik çakıp telefonu kaptığım gibi merdivenleri üçer beşer inmeye başladım. O sırada çalan zille kapıya doğru yöneldim. "Küfreden kaybeder, ben kazandım!"

Ben iyi değildim bakın, söylüyorum kafayı sıyırdım.

"Çocuk işte, tıp okusaydılar böyle mi olurlardı?" Diyen Akan'ın sesi kulaklarıma ritmi artan kalp atışlarımın arasında ulaştı.

"Kes ulan, başlayacağım tıbbına!" Koralp'in de arkamızdan geldiğini adım seslerinden fark ettim. "Birisi tutsun şunları!"

Ben ise kapıya ulaşmış kim olduğuna bakmadan aceleyle kapıyı açmıştım. Karşımda beliren yüz ağzımın kulaklarıma ulaşmasına sebep olurken kollarımı hızla beline sarıp onun arkasına geçtim.

Bu sırada da telefonu ceplemiştim.

"Asil!"

"Şeftali?" Onun da elleri karnına sardığım ellerime gitti. Sesinden hiçbir şeyi anlamadığını anlamıştım ama yine de bana uyum sağlamıştı.

Ben seviyordum be bu adamı.

"Vallahi geliyor izbandut," elimi çocuk gibi sarıldığım bedeninden çekip sırtında küçülmeyi bekledim. Benden kalıplı ve uzun olduğu için görülmemeyi umuyordum. Sırtına iyice yaklaşıp kafamı iki omzunun arasına yasladım."Şşt, ben aslında burada yokum."

Ben baya kaslarını elledim ama yavrum bak, İnşallah nikahtan önce olmaz felsefesine inanmıyorsundur.

"O salak orada görünmediğini mi sanıyor?" Pusat'ın sesini duyduğumda içimden gülmek geldi. Yok, ne kadar saklanırsan saklan bir şekilde görünüyordun.

"Ağzını topla," Diye tersledi Asil. Bence çok güzel kokuyordu. "O aslında burada yok."

"Nasıl ya?"

"Baya."

"Saçmalma be arkanda işte."

"Geçmiş olsun," Asil'in benim cümlelerime bu kadar kolay uyum sağlaması gülmek istememe neden oldu. Burada yokum dediysem, onun için burada değilim demekti. "Şizofren de olmuşuz bakıyorum. Baya geçmiş olsun çünkü arkamda bir tek kız kardeşim var."

O bunu söyler söylemez dan diye arkamı dönüp kollarını göğsüne birleştirip duvar suratı ifadesiyle bizi izleyen Sumru'ya öpücük attım.

"Lan aha orada, ne diye maniplüe etmeye çalışıyorsun adamı?"

"Nasıl orada?" Asil kaşlarını çatarak arkasına, yani bana döndü. Göz göze geldiğimizde omuz silktim masumca. O ise yemedim der gibi parıltılı gözlerle bana baktıktan sonra kardeşine döndü. "Sumru sen görüyor musun kimseyi, abim?"

"Hayır," dedi gayet de ciddiyetle. Şimdi Pusat kendinden de şüphe ediyor gibi bakıyordu.

Ayrıca Sumru'nun elindeki kedi de neydi? Kafesinin içinde uslu uslu oturan beyaz bir kedi vardı elinde.

"Lan saçmalamayın," hararetle beni gösterdi. "Görmüyor musunuz şimdi siz bunu?"

"Hayır," ikisi aynı anda konuştuğunda ben bile varlığımdan şüphe etmeye başladım. Aslında burada mıydım yoksa rüyada mıydım?

"Varal?" Barlas'ın sesi araya girdiğinde ona şokla baktım. Çünkü son anda beyin hücrelerim devreye girmişti. Asil'i ve Sumru'yu o çağırmıştı.

Bu gece belki oynarız dediği doğruluk cesareti mutlaka oynatacak, ve soru cevap ikimize gelene kadar oyunu devam ettirmenin bir yolunu bulduktan sonra Mirza'ya Asil'i boğdurtacaktı.

Ya da ben iyice paranoyak olmuştum.

"Barlas," Asil başını hafifçe eğerek selam verdi.

"Hoşgeldiniz."

"Gelemiyoruz, kapıda kaldık."

"Pusat abi çekilsene," Barlas Pusat'ın kolundan tutup kapının önünden çekti. "Gelin içeriye."

Asil içeriye girerken ben hâlâ orada yokmuşum gibi Asil'in arkasından içeriye girdim. Ellerimle üzerindeki siyah kazağın bel kısmını bir çocuk misali tutup onun ayakkabısı çıkarmasını bekledim.

Boy da küçük olunca anca belini tutuyorduk.

"Bu ne yapıyor arkanda?" Diyen Barlas'ın şaşkın sesine tepki vermemek için kendimi tuttum. Sonuçta ben burada yoktum.

"Kim?" Asil kafasını kaldırıp Barlas'a baktı. Aynı zamanda da ona uzatılan siyah terlikleri giymiş ve doğrulmuştu.

"Alin?"

"Ne Alin'i?" Başını çevirip yine gözlerimin içine baktığında tekrar masum masum omuz silktim. Eğlenceyle parlayan gözleri kısıldı. "Nerede?"

"Ya bakıyorsun ya işte!" Diye isyan etti hem Barlas hem de Pusat.

"Lan tek gören ben değilim ki delirdim diyeyim!" Pusat hızla Barlas'ı öne itti. "Bu kurtçuk da görüyor!"

"Abi ama ne kurtçuğu?" Barlas, Pusat'a dönüp teessüf dolu bir bakış attı. "Tüm ambiansı bozdun."

"Ben sana yaratacağım ambians," derken tehlikeli bir ifadeyle başını salladı. "Hadi bu kız telefonumu vermesin, ben hem Mirza'ya, hem Uraz'a hem de siz ikizlere güzel bir şeyler bulacağım."

"Ne telefonu?" Diyerek araya girdi Asil. Bu sefer yok sayılmamıştım ve tüm gözler bana dönmüştü.

Ayağımı çocuk gibi yere vurdum. "Ama Asil hani ben yoktum!"

"Güzelim, sen beş saniye ol. Sonra tekrar ben yok ederim seni."

"Ama of ya!"

"Telefonu sen mi aldın?"

"Hm hm," diye mırıldandım isteksizce. Bananeydi. Ben niye var sayılmıştım yine şimdi. Yoktum ben ne güzel.

"Niye aldın?"

"Ne bileyim?" Diye tersleyip arka cebimdeki telefonu hızla Pusat'ın eline bırakıp yukarıya çıktım. Eski yerime otururken yerlerin bir tık karışmış olduğu görmüştüm.

"Ne oldu?" Dedi yanımdaki Mirza. İldem şu anda burada değildi. Banyoya falan gitmiş olmalıydı. Berkay ise Uraz'la oturmuş bir şeyler konuşuyorlardı. "Yakaladı mı?"

"Yok ama sonuca bakarsak telefonunu geri aldı," diye somurttum.

"Olsun," kolunu omzuma atarak beni kendisine çekti. Hâlâ somurtuyor olsam da ona tepki göstermedim. "Bir dahakine Akan'ın yemek tabağını çalarız."

Gözlerimin parladığını hissederek heyecanla ona döndüm. "Ciddi misin?"

"Evet."

"Söz ama bak."

"Söz vermeyeyim," diyerek iç çektiğinde bu konuyu karıştırmamam gerektiğini hissettim. "Ama yine de yapalım."

Ama yine de bu kurcalamayacağım anlamına gelmezdi.

Merdivenlerden çıkan dörtlüye gözüm kaydığında Sumru tek bir mimik sergilemeden kediyi getirip kucağıma bıraktı. Ellerim şaşkınlıkla kedi kafesine giderken gözlerim bir ona bir Sumru'ya kaydı.

"Bu ne?"

Bana bomboş baktı. "Kedi."

"Herhalde kedi olduğunu ben de biliyorum, niye bende?"

"Hediye."

"Kedi mi?"

Başını salladı. "Kedi."

"Tamam," derken ona gülümsedim. Bana niye durduk yere kedi getirmişti bu kız şimdi? "Teşekkür ederim, Sumru."

Şş, kedi? Uyuz ya da kuduz değilsin dimi?

"Psikoloğu tanıdığı ya da değer verdiği insanlara hediye vermesini söylemiş," kısık sesle yanımdan geçerken bilgi verdi, Asil.

Demek Sumru bana değer veriyordu.

Ben bu buzdolabı kızı yerdim.

Kafesi kaldırıp kediyle göz göze geldim. Ön patileri üzerine yatmış etrafa umursamaz bakışlar atıyordu. Gözlerime baktığı iki saniye içinde kafası diğer tarafa çevirip yatmaya devam etti.

O bana göz mü devirmişti?

"Sumru kedin göz deviriyor," Sumru'ya hemen şikayet ederek kafesi koltuğun kenarına koydum. Odaya götürürsem sıkılırdı belki. Böyle biraz bizi izleyebilirdi.

Umarım uyurken saçlarıma dokunmazdı.

Bir hayvanın daha gözlerimin önünde o hale düşmesine dayanamayabilirdim.

Benim de bir sınırım vardı. Her zaman güçlü olamazdım.

Bazen yıkılabildiğimi en acı şekilde öğrenmiştim.

"O senin kedin," Sumru üstüne bile alınmadan L koltuğun kenarına oturdu. Hemen yanında Berkay vardı.

Şimdi ben bunları Berkay'la shiplerdim ama küçük bir sorunum vardı. Sumru aşık olmadığı birisiyle konuşacak bir tip değildi.

Berkay ise herkesle konuşabilecek bir tipti.

Arkadaşım diye onun tarafında olacak değildim, Berkay Sumru'yu üzerdi.

Sumru'nun tekrar tekrar kırılmasını istemiyordum.

Biz ikimiz zaten baba sevgisini hiç görmeden büyümüştük. Onun gördüğü sevgi hastalıklıyken benimki vicdan azabı veriyordu.

Ama onu kendimle kıyasalayamazdım. Ben en azından eninde sonunda bir babaya sahip olmuştum.

Sumru'nun ise büyüyene kadar abisinden başka yanında olanı yoktu.

Asil'e sanırım bu yüzden biraz hayrandım. O kaosun içerisinde yine de kardeşlerine gerçek bir sevgi verebilmişti.

Ben razıydım.

"Hadi herkes geldiyse başlayalım," dedi Akan. "Bugün üç saat çalıştım, en azından erken bitirilelim de iki saat falan daha çalışayım."

"Allah sabır versin kardeşim," Berkay acıklı bir ifadeyle Akan'ın dizine iki kez elini vurdu. "Sana dua edeceğim, sınavlar kolay gelsin."

"Ben üç ay çalışıp yetmişi zor alıyorum," Akan da acıklı bir ifadeyle Berkay'ın ensesine bir tane yapıştırdı. Ardından kaşları çatıldı. "O elini çek, yoksa neşterle senin sinir sistemini tek hamlede parçalarım."

"Çocuk sırf katil olmak için okuyor herhalde tıbbı," Uraz, Akan'a ters bir bakış attı. "Bu normalde de böyle mi yoksa sadece biz gelince mi böyle?"

Galiba sadece siz gelince.

Çünkü normalde yemek yemekle ve tıp okuduğunu söylemekle meşgul oluyor.

Koralp'in dudağının kenarı kıvrıldı. "Size özel bir kini var onun."

"Ya ne yaptık bir söyleseniz?" Diye İsyan etti Uraz. "Pusat sen söyle ne yaptık biz?"

"Hatırlamıyorum ki."

"Birilerini bekliyorum," diye araya girdi Barlas. "Onlar gelsin oynayabiliriz."

"Ya burada otuz kişi olduk!" Diye söylendi Mirza. "Hayır derdin neyde bizi topladın buraya?"

Barlas'ın gözleri bana kaydı. Gözlerindeki okuyamadığım ifade beni huzursuz etti. Yerimde kıpırdanarak gözlerimi Barlas'a diktim. O'ysa bana daha fazla bakmadan gözlerini Mirza'ya çevirdi.

"Eğlence olsun diye. Hem Alin'de bize iyice alışır, kız geldiğinden beri ev'le okul arasında gidip geliyor."

Öyle miymiş ya?

Ne şeftali yedin, Barlas?

Bu işin içinde bir şey vardı, adım kadar emindim. Belanın kokusunu iki kilometre öteden alırdım.

"Öyle olsun."

Barlas tabu kartlarını kendisi hazırlamıştı. Beklediği kişi kimdi bilmiyordum ama onlar gelene kadar kartları ortadaki sehpaya koymuş, cips ve kuruyemiş dolu tabakları dağıtmıştı.

Hissediyordum.

Bu gece Barlas sinirleneceğim bir şeyler yapmıştı.

 

🍑

 

Zil çaldığında gerildiğimi hissettim. Başımı İldem'in omzuna yaslayarak baş parmağımdaki eti çekiştirip durdum.

Barlas ayağa kalkıp kapıyı açmaya gitti. Gözlerim Asil'e kaydı, o ise zaten bana bakıyordu. Ona baktığımı gördüğünde dudağının kenarını kıvırarak bana göz kırptı.

Gözlerimi kaçırdım.

Yalnız bu anı tarihe yazın, Alin utandı.

Asil farkında değildi ama bir nebze olsun rahatlatmıştı bu yaptığıyla. Kalbime yerleşen endişeden kurtulamasam bile hâlâ güçlü olduğumu bana hatırlatmıştı.

Bazen sallanabilirdim. Yıkılabilirdim. Kaybolmuş hissedebilirdim. Ama her kabusun bir sonu, her yıkımın bir kuruluşu vardı. Ben yıkıldığım yerde parçalanan canımı toplayıp kenimi yeniden yapıştırırken bu sefer yalnız değildim.

Annem vardı.

Babam vardı.

Abilerim, ikizim vardı.

Kardeşten öte candaşlarım vardı.

Asil vardı.

Tedavi yöntemi kötü de olsa Bay S, vardı.

Herkese kırılabilirdim, ama unutmamam gereken bir şey vardı. Seviyorsam, kırılma ihtimalimi de göze alacaktım. İnsan en çok sevdiğine kırılırdı çünkü.

"İldem," diye mırıldandım. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu. Yarım saat içerisinde herkes kaynaşmıştı. Asil de sohpete katılsa da gözleri sürekli bana dönüyordu.

"Efendim?"

"İnsan neden hep sevdiğine kırılır?"

İç çekti. Elleri dizinin üzerine koyduğum parmaklarımla oynamaya başladı. Bu genelde onu rahatlatırdı.

"Çünkü en çok değeri ona verir. Kalbin bir parçası artık onun elindedir."

"Ama niye?" Diye üsteledim çocuk gibi. Ona şımarmayı hep sevmiştim. Kimse yokken bile şımarabildiğim tek insan o'ydu. "Her sevdiğimize kalbimizin bir parçasını verdiğimizde bize ne kalır ki?"

"Gerçekten sevenler," dedi. "Verdiğin kalbi parçalayanlar ve bir kenara atanlar senden hep bir parça götürürler. Mesela annen. Sen ona kalbinin bir parçasını vermiştin ama o, o parçayla birlikte toprağa karışmayı seçti. O parçan gitti ve sen yine büyüdün. Elinde ve benliğinde sadece kalbinin kendine ayırdığın parçası ve gerçekten sevenlerin elindekiler kaldı."

"İldem," gözlerimi kapattım çünkü ağlamak istemedim. Gözlerimin buğulandığını hissedebiliyordum. "Senin en mantıklımız olmanı seviyorum. Çünkü ben hiçbir şey bilmediğimde sığınabileceğim bir yerim olduğunu hep biliyorum."

"Alin," parmakları parmaklarıma dolandı. "Senin en deli dolumuz olmanı seviyorum. Çünkü en mutsuz anımda bile beni güldürebiliyorsun."

İldem'in hep kırık olduğunu biliyordum. Anlatmazdı pek ama bilirdiniz bir şeyi olduğunu. O bir şey onu üzmesin diye yanındayken çok çabalardım ama geceleri yastığa başını koyduğunda ona engel olamazdım ki.

O şeyle baş başa kalırdı.

"Lan bak atarım seni merdivenlerden rahat dur it!" Kulaklarımın duyduğu sesle kaşlarım çatıldı. Yok, o olamazdı. Karıştırıyor olmalıydım. "Barlas, inadına mı ikimizi aynı gün çağırdın!?"

"Yok Savaş abi, ne haddime?" Barlas çekingen bir sesle konuşurken onların merdivenlerde olduğunu adım seslerinden anlayabiliyordum.

"Savaş siktir git başımdan!" Bu bağıran Yavuz'du. Barlas'ın amacı neydi? "Senin yüzünden çekmediğim kalmadı, inan bana seni merdivenlerden itmek için senden daha büyük bir arzu duyuyorum!"

"Yavuz çok netim bak," dedi o ses yine. Sabrı sınanıyordu. "Seni öldürmüyorum çünkü küçük bir sebebim var. Sinirlerimle oynama benim, sebebi de yok sayarım."

Ama hayır, ben sesleri karıştırmazdım.

Çünkü gözlerim kapalı olsa da kulaklarım hep açıktı benim.

Kalp atışlarım yükseldi, yükseldi, yükseldi ve bozuk ritmi kulaklarıma ulaştı.

Sendeleyerek İldem'den ayrılıp ayağa kalktım ve merdivenlere döndüm. Ne görmeyi beklediğimi bilmiyordum.

Merdivenleri çıkan ikili beni gördüğüne bozguna uğradı. Bu tahmin edilebilirdi. Barlas onları buraya getirmek için benim burada olmadığımı söylemiş olmalıydı. Çünkü Bay S, onu görmemi istemezdi. Yavuz ise bana bir süre tanımış gibi kendimi toparlamamı bekliyordu.

Ama onların bozgunu hiçbir şeydi. Benimkinin yanında onlarınki neydi ki?

Beni kandırmıştı. Bay S olarak bildiğim, dibine kadar güvendiğim, ne olursa olsun onun için gözlerimi kapattığım adam bana yalan söylemişti.

Yüzünde yara yoktu. Ondan korkmamı gerektirecek tek bir şey yoktu yüzünde.

Tüm bedenimi geçmişin kandırılmışlığı sardı. Dışarıdan gelecek tüm seslere kapandı zihnim. Şimdi sadece kendimi duymak istiyordum.

Bizi bırakmaz dediklerimiz, bıraktı. Kandırmaz dediklerimiz, kandırdı. Güvendiklerimiz, yarı yolda bıraktı.

Ben onun için yıllarca gözlerimi kapatmışken o bana yalan söylemişti. Şimdi karşımdaki adamı ilk göz görüyor olabilirdim ama sesini her yerde tanırdım.

Çünkü gözlerimi onun için kapatmış, kulaklarımı onu dinlemek için açmıştım.

Her şey yalandan ibaretti oysa.

Gözlerime kırgınlığın her zerresinin işlendiğini hissettim. Yanan gözlerimden bir damla aktı. Akan damla çeneme kadar geldi.

Daha fazlasına izin vermedim ama.

"Gerçekten mi?" Diye fısıldadığımda kulağımdaki uğultu kayboldu. Dengem şaşmıştı. Bunu kime soruyordum bilmiyordum ama gözlerim merdivelerde görünen Barlas'a döndü. "Gerçekten sırf bunun için mi yakınsın bana? O mu anlattı sana? Dalga da geçiyor musunuz beraber?"

Sırf canımı yakmak için mi güvenmemi istiyorsunuz? Neden yapıyorsunuz bunu?

Acımdan ne kazanıyorsunuz? Ben çok şey kaybediyorum da merak ediyorum, siz ne kazanıyorsunuz?

"Alin," Savaş'a dur derecesine elimi kaldırdım.

"Sana konuşma hakkı vermedim," hıçkıra hıçkıra ağlayan, haykırışlarla ağıt yakan Alin'i de duvar ardına attım. Yedi yaşımla birlikte güzel anlaşırlardı. "Sen tam şu anda kaybettin her şeyi. Ben ikizime soruyorum."

Omuzlarımı hiç düşürmedim.

Gözlerimden bir damla daha akmasına izin vermedim.

Dik duruşumdan ödün vermedim.

"N'oluyor abiciğim?" Koralp'in elini sırtımda hissetiğimde bir adım ileri gittim.

"Sonra abi," birisine ilk defa abi dediğimi fark ettim ama bu ne beni ne de Koralp'i sevindirdi. Ben enayi yerine konulmuşluğumla, Koralp ise bilinmezlikle savaştaydı.

Barlas bana suçlu gözlerle baktığında amacını sormaktan da vazgeçtim. Yenilmişlik hissi kalbime yerleşirken bile anladım dercesine başımı salladım.

"Ne zannediyordun peki?" Gerçek bir merakla ona doğru bir adım daha attım. "Ben bunu öğrenecektim, sonra sakin kalacaktım. Ve hep beraber oyun mu oynayacaktık?"

"Alin bir dinle, n'olur? Bak-"

"Dur Barlas," diye sözünü kestim. "Ben artık daha fazla kimseyi dinlemem. Bir yalan daha kaldırmayacak artık benim bünyem."

Her şeye rağmen geriye döndüm ve arkadaşlarıma döndüm. Beni merak etmemeleri için iki çift kelime söyleme gereği duydum. "Biraz dolaşacağım."

İkisi de başını salladı. Bana ihtiyacım olan zamanı verceklerdi. Bir şeyler için zamana ihtiyacım olduğu ikisi de biliyordu.

Gözlerim Asil'e kaydı ama ne söylersem söyleyeyim peşimden geleceğini hissettim. Çünkü gözleri öyle bakıyordu. Deneme bile der gibi.

O her zaman gözlerime bakarak beni anlardı. Ben de ona gözlerimle teşekkür ettim.

"Merak etmeyin," sözüm Mirza'ya, Akan'a ve Koralp'eydi. "Akan acıkana kadar dönerim."

"Ben acıktım," dedi Akan.

Akan, bak mental çöküşteyim. Güldürme insanı.

"İyi git üç saat ders çalış, o zamana dönerim. Ya da siz gecenizi bozmayın, devam edin. O kadar toplandınız boşa gitmesin."

"Dikkatli ol," Mirza anlayışla başını salladı. "Geldiğinde seni bekliyor olacağız. Abilerin olarak."

Daha fazla orada kalırsam ağlayacaktım. Evden çıkarken sadece ayakkabılarımı aldım ama zaten üzerimde bir kazak vardı. Üşüyeceğimi düşünmüyordum.

Evden çıktım. Bahçe kapısındaki korumaları geçip kendimi evin arkasındaki ormana attım. Dışarıda sokaklarda bile yalnız olamayacaktım. En azından ormanda bir nebze de olsa yalnız kalırdım.

Asil'in adımlarını hemen arkamda hissediyordum.

Bomboş, içi boşaltılmış bir beden gibi hissizce yürürken en sonunda bundan da yorulup bir ağacın gövdesine sırtımı yasladım ve yere çöktüm. Dizlerimi kendime çektim, kollarımı dizlerime sarıp çenemi yasladım.

Adımları baş ucumda durduğunda hayalet gözlerimi ona çevirdim. Alttan alttan ona bakarken, "biliyor musun? Seni seviyorum ama bana yalan söylersen senden nefret ederim," dedim.

"Sana yalan söylemem," benim gibi eğildi ve diz çöktü. Dolunayın ışığıyla parlayan harelerine odaklandım. "Seni kırmam diyemem ama seni kıracak her şeyden uzak dururum. Seni kıracak ihtimalleri sıfırlarım." Baş ve işaret parmağıyla çenemi tutup başına yaklaştırdı. "Bana ne istediğini söyle."

Sanki git onları öldür desem, öldürecekmiş gibi bakıyordu.

"Böyle donuk bakma," diye iç çekti. Ama iç çekişine sanki dünyaları sığdırdı. "Seni nasıl mutlu edebilirim?"

"Asil," diye fısıldarken bir yandan da çocuk gibi burnumu çektim. "Öpsene beni. Sonra da sarıl kocaman. Olur mu?"

Cevap vermedi. Onun yerine uzanıp yumuşacık dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Bu öpücüğe tüm şefkatini sığdırdı sanki. Benden istediği tutku ya da sevgi değildi bu öpücükte, sadece iyileştirmek istiyordu yaralarımı.

Sanki öpeyim de geçsin der gibi ufak ufak öptü aralıklarla. Sonra üst dudağımı iki dudağının arasına alıp emdi. Ellerim dizlerimden kayıp yanaklarına tutundu. Parmaklarımı yanaklarına bastırıp şefkati de tutkuyu da aynı anda hissetiren o dudakları istedim.

Elleri belime kaydı. Beni kaldırıp kendi sırtını ağaca yasladı ve kucağına oturttu beni. Bir eli yüzüme ulaşırken baş parmağı yanağımı kırmaktan korkarcasına okşadı.

"Asil," diye fısıldadım dudaklarımızı ayırdığında. "Dudakların benim olsun mu?"

Güldü. "Olsun, şeftali'm."

Başımı omzuna yaslayıp bedenimi söylediğim gibi sıkıca sardı. Benimle birlikte sessizce bekledi. Ben onunla da yalnız kalabileceğimi fark edip daha da huzurla ona yaslandım.

"Anlatmak ister misin?"

Onu söylemeyecekti işte. Bunu söylediğinde birden ağlamaya başladım. Duvar ardına sakladığımı sandığım ağlak Alin geldi yaslandı içime.

"Dur," dedi telaşla. "Ne söyledim ki?"

"Ama çok anlayışlı sordun!" Burnumu çekip tüm suçu ona attım. "Bak anlatırım ama sonra yine ağlarım."

"Ağlamadan anlatsan?"

"Oldu paşam!" Triple onu itmeye çalıştım, bir işe yaramasa da en azından denemiştim. "Elimizde ondan kalmadı git o zaman!"

"Tamam ya ağla," direnmeyi bırakıp beni göğsüne yaslamasına izin verdim. "Nereye gidiyorum hem seni bırakıp? Ayrıca sen nereye gidiyorsun beni bırakıp?"

"Ağacı seveceğim ben bundan sonra," alnımı göğsüne vurdum huysuz huysuz. "Seni sevmeyeceğim."

"Adama ağacı kıskandırtıyorsun," diye homurdandı. "Saçmalama."

Sessiz kaldığımında tekrar konuştu. "Kimdi o adam?"

"Sana şeftalileri bana sevdiren birisini anlatmıştım ya, amcam çıktı. Yavuz'u biliyorsun. O işte. Sonra o gece ormanda ben birisiyle konuşuyordum seni o sanıp, o da bana dövüşmeyi öğreten Bay S'ydi. Gerçi adı da Savaşmış. Küçükken beni kandırırdı. Yüzünde yarası olduğu için gözlerimi kapatmamı, beni korkutmak istemediğini söylerdi. Ne bileyim, çocuk aklıyla güvendik işte. Ringde bizi koruyan da o'ydu. Yavuz'un yanındaki de o işte. Beni kandırmış. Kendimi enayi gibi hissediyorum."

"Enayi değil de, herkesin küçükken inandığı birisi vardır mesela. Sen de ona inanmışsın belli ki. Üzerine yılların eklendiği güvenini de böyle parçalaması seni kırmış. Enayi değilsin yani."

"Asil," diye kıkırdadım. "Baya rahatladım bak."

"Görevimiz."

"Seninki kimdi?"

"Ne?"

"Küçükken inandığın kişi kimdi?"

İç çekti. "Büyük Asil'e inanırdım."

"Nasıl yani?"

"Küçüktüm ve elimden hiçbir şey gelmiyordu. Büyüdüğümde hep bir kurtarıcı olacağımı hayal ederdim. Annemi koruyacağıma inanırdım. Kardeşimi koruyacağıma inanırdım. Onları babamdan kurtaracağıma inanırdım. Büyük Asil'in çok güçlü bir adam olduğuna inanırdım."

Çenemi göğsüne yaslayarak alttan alttan ona baktım. "Öylesin."

"Değilim," iç çekerek bana baktı. İçi gidiyormuş gibi. "Büyük Asil'de ne hayal ettiysem sende buldum ben."

"Hı?" Dedim boş bulunup. "Nasıl yani?"

"Bu saydıklarımın hepsi gerçekleşti. İnandığım ne varsa gerçek oldu. Ve bunu sen yaptın. Farkında bile değilsin bak." Parmağıyla yanağımı okşadı. "Bunları benim için yapmadın ama benim hayal ettiğim her şey sendin."

"Asil," adından başka bir şey dökülmüyordu dilimden.

"İsmimi daha sık söyle," dudağının kenarı kıvrıldı. "Dudaklarına çok yakışıyor. Bir şey daha yakışıyor, söyleyeyim mi?"

"Ya kalk," dedim tüm ambiansı falan bozup. Kucağından kalktım. Ben biliyordum gelecek olan özneyi. "Ağlamam falan kaçtı benim. Gidelim hadi."

"Patron sensin," ayağa kalkarak peşime takıldı. "Yalnız bizim bu öpüşmenin bir üst levelına geçmemiz lazım."

"Bir üst levelı ne Allah'ın cezası!?" Diye bağırıp adımlarımı hızlandırdım. "Yok sen azıttıkça azıtıyorsun!"

"Sebep olanlar utansın."

Aklım dağılsın diye benimle uğraştığını biliyordum. Ve işe de yarıyordu.


Ben bitiyorum be Asil'ime.

Bölümde en sevdiğiniz sahne?

Allah'a emanet💅🏻

 

Loading...
0%