Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26_۝ Yüzleş benimle

@cennomi

🚨​​​​​KIRMIZI ALARM! DİĞER BÖLÜMÜN YARISI YOK! Ya benim taslağımda ya da hesabımda hiçbir şekilde görünmüyor ama wattpadde başkaları okuyabiliyor. Ben nasıl bulacağım 2bin küsür kelimeyi? Ne yazdığımı da hatırlamıyorum ki tekrar yazsam.

Keyifli okumalar♡

"Annem," yanağına sulu sulu bir öpücük kondurarak aceleyle tezgahtaki salatalıklardan ağzıma attım. "Ben koşuya çıkıyorum, oradan da okula geçerim. Yolda bir şeyler yerim merak etme, öptüm!"

Arkamdan bir şeyler söylese de evden çıkıp kulaklıklarımı taktım. Her sabah yaptığım ama buraya geldiğimden beri aksattığım koşuyu yapmam gerekiyordu.

Bugün festival vardı ve benim gidip kontrol etmem gerekiyordu. Öğleden sonra tamamen ziyarete açık hale gelecekti. Ve ardından iki günlük kampa gidecektik.

Bu müdür bey İshak amca son dakika gollerini seviyor olmalıydı ama ona sinir olmamış değildim.

Müzikle birlikte koşarken aydınlanan hava, şimdiden sıcacık yapmıştı ortalığı. Uzun bir süre koşar adımlarla yürüdüğümde bir yürüyüş parkı bularak bir süre de orada oyalandım. En sonunda sık nefesler alarak kendimi banka atmıştım. Bir şişe suyu içip bitirirken, aynı zamanda da gökyüzüne bakıyordum.

Sınava az bir zaman kalmıştı. Deneme çözmeyi sıkılaştırmam gerekiyordu. Bu yüzden büyük bir ihtimalle Yeni Zelanda'ya gittiğimde de yanımda deneme götürmeliydim.

Okulun son günüydü, daha önce okulun son günü okula gittiğimi bile hatırlamıyordum. Telefonumu çıkararak sürekli aklımda olan şey için rehperime girdim.

Nare'nin isminin üzerinde durakladı parmaklarım. Derin bir nefes aldım, onu aramanın vakti gelmişti. Biraz olsun kendime iyi gelmek istiyordum.

"Nare?"

"Günaydın, şeftali ağacı. Ne var ne yok?"

"Günaydın. Neredesin?"

"Hâlâ Adana'dayım. Biliyor musun," heyecanlı bir sesle devam ettiğinde onun adına gülümsedim. "Buradaki bir klinikte işe başladım. Arkadaşımın bir yakınıydı. Yani bir süre daha başındayım."

"Sana gelebilir miyim?" Derin bir nefes alarak dudaklarımı dişledim. "İyileşmek istiyorum."

"Konum atıyorum."

 

🍑

 

"Bilmiyorum Nare," avucumu yenilenmiş sıcak salepe sardım. "Söylediklerinde haklı olabilirsin. Ama ne bileyim işte."

"Bence cevabı biliyorsun," diye gülümsedi bana. "Sadece henüz görmemişsin. Beraber ödevlendirme yapalım. Bu senin için de daha iyi olacaktır. Diğer seansımıza kadar sana iyi gelen insanları ve aktiviteleri ve neden iyi geldiklerini düşünmeni istiyorum. Bunu yapabilir misin?"

"Elbette," kendimi bulabilirsem eğer sana da haber veririm Nare.

"Güzel, o zaman seansı burada bitiriyorum. Benimle kendini paylaştığın için sana teşekkür ederim, bu sefer başarabileceğimizi biliyorum."

"Umarım," diye gülümsedim. Beraber normal havadan sudan bir sohpet eşliğinde saleplerimizi içtik . Ardından okula gitmem gerektiğini hatırlayıp Nare'ye teşekkür ederek evden çıktım. Otobüs durağına giderken gözüme çarpan fırınla oraya yöneldim.

Düşündüm, neden fırına yönelmiştim? Canım simit istemişti. Simiti seviyor muydum peki? Evet.

Aman ya, bu Nare benim ayarlarımla oynamıştı. Alt tarafı bir simitti. Canım istemişti ve yiyecektim.

Simit ve poğaça alarak otobüse bindim. Sakin saatlere denk gelmiştim. İstanbul'da genelde bu saatlerde bile çok fazla insan olurdu ama bu otobüs şimdilik sakindi. Belki de hafta içi olmasından kaynaklıydı. Cam kenarına oturarak akıp giden yolu izlemeye başladım.

İnsanlar. Karya annemi seviyordum. Çünkü benim için çabalıyordu. Aynı şey babam için de geçerliydi.

Ve abilerim içinde. Onlara sinir olsam da beni sevdiklerini ve daima yanımda olduklarını biliyordum. Bu biraz onlara güveniyorum demekti.

İldem ve Berkay benim için birer kardeşti. Onları seviyordum. Çünkü, bilmiyordum çünküsü yoktu. Bir arkadaştan daha fazlasıydılar. Ne zaman bir bok yesem ardımda izleri olurdu.

Asil. Onu tanımlayamıyordum. O kimse bana inanmasa bile bana inanacakmış gibi hissettirenimdi. Bana kızmayan, yargılamayan, seven ve olduğum gibi kabullenendi.

Onu seviyordum çünkü kalbim onu seçmişti. Zihinsel bahaneler onda geçerliliğini kaybediyordu. Zaman beni ona itmişti. Sanki zaten kaderimde olan oydu.

Son durağa geldiğimizi fark ettiğimde inerek okula yürümeye başladım. Okul zaten son gün olduğu için boştu. Spor solonuna geldiğimde görevli birçok öğrencinin burada olduğunu görebiliyordum.

"Merhaba," bir kız yanıma gelerek bana elini uzattı. "Sena ben."

İsim tanıdık gelirken elini sıktım. "Alin."

"Akşam çok eğlenceli olacak bence, her şey neredeyse tamam. Yemekler için bir restoranla anlaştık. Okul festivali için güzel şeyler hazırlayacaklar. Akşam olmadan burada olurlar. Yapacak pek bir şey de yok, son konrtolleri yapıyoruz."

"Sevinmişe benziyorsun."

"Evet, organizasyonları severim. Peki sen? Fikrin senden çıktığını duydum."

"Bak ya. Kesin Hakan iti yumurtladı dimi?" Başını salladı. "Yok onun o cloe ve draco malfoy tavırlı beynini alıp eline vereceğim, görecek. Adımız çıkıyor dokuza inmiyor sekize."

"Bence güzel bir şey yapmışsın," diye gülümsedi. "Aklını biraz olsun dağıtmak için gayet masum bir eğlence."

Omuz silktim. "İnsalar kafasını dağıtsın diye değil, kavgaya girenlerin başına bela olmak için yapmıştım."

Gözlerimdeki donuk havadan kurtulmak istiyordum. İç çekerek kafamı dağıtmak amacıyla çantamdaki kitabı çıkarıp havuza gitmek için spor salonundan çıktım.

İki kanatlı kapıyı açtığımda ışıkları yakarak havuza baktım. Dudaklarımda bir gülümseme oldu. Nare'nin evinde duş alıp üzerimi değiştirmiştim. Üzerimdekilere baktım, ince bir badi ve kot pantolonum vardı.

Ve yanımda yüzmek için mayo taşımıyordum.

Çantamı kenardaki oturma kısmına bırakarak havuzun ucuna kadar ilerledim. Suya bakarak o günü hayal ettim. İçine düşüşümü. Anılarımın içinde gezinirken başım omzuma eğildi. Suyun içerisinde anılarımın yansımasını izliyormuş gibiydim.

"Şeftali'm?"

O kadar dalmıştım ki irkilerek arkamı döndüm. "Asil?"

"Ne yapıyorsun?" Yanıma gelerek bir elini belime kaydırdı. Avucunu omurumun üzerine yaslayarak şakaklarımdan öptü. Öpücüğünün etkisiyle gözlerimi kapatmamak için kendimi zor tuttum.

"Günaydın, havuzu izliyordum."

"İyi öğlenler falan diyecektin sanırım," dedi keyifli gözlerle. "Öğlen oldu da. Neden havuzu izliyorsun?"

"Hiç."

"Biliyor musun? Bu havuz bana kırgın olduğun o günü hatırlatıyor," gözleri dudaklarıma kaydı. "Neden buraya daha güzel bir hatıra bırakmıyoruz?"

Gözlerim büyüdü. Ellerimi göğsüne yaslayarak onu itmeye çalıştığımda diğer elini de belime sararak buna engel oldu. "Okuldayız!"

"Okulu sevecek bir neden ver işte bana," beni de kendisiyle birlikte havuza çektiğinde nefesimi tuttum. O altta, ben üstte suyun içine daldığımızda gözlerimi aralayarak ona baktım. Suyun içerisinde bile bana ne denli güzel baktığını anlayabiliyordum.

Uzanarak dudaklarımızı birleştirdi. Beni suyun içerisinde öperken hiç rahatsız değildi.

Bu çok acıydı ama sanırım ikimiz de su altında nefessiz kalmaya alışıktık. İkimiz adında gözlerimden düşen bir damla yaş, suya karıştı.

Alt dudağımı dudakları arasında sıkıştırarak çekiştirdiğinde ilkel bir dürtüyle bir inilti döktüm. Su iniltimi yutarak kaybetti.

Bir eli belime sarılarak beni kendisine daha çok çekerken ellerimi yanaklarına yaslayarak başını kendime daha çok çektiğimde diğer eli enseme tutunup daha çok bastırdı kendisine.

Yumuşacık dudaklarının dudaklarıma her dokunuşu kendimden geçmeme neden oluyordu. Suyun içinde yükselmeye çalışarak bacaklarımı beline doladım.

Daha önce hiç böyle hissetmedim. Bundan emindim. Kitap sahnelerini okurken bu denli güzel mi hissettiriyordu diye düşünmek istedim ama aklım bir tek Asil'e çalışıyordu şuan.

Sıcacık dilini alt dudağımda hissettiğimde o ilkel dürtü yeniden belirdi. Tırnaklarımı ensesine geçirerek onu daha fazla hissedebilmek için çabaladım.

Nefesimi kesildiğini hissederken Asil birden ikimizi de suyun yüzeyine çekti. Sırtım havuzun kenarına yaslandı. Kıyafetlerim üzerime yapışmıştı.

Her yerimizden sular akarken ıslanan ve alnını kapatan saçlarını geriye ittim. Ben nasıl bakıyordum bilmiyordum ama o büyülenmiş gibiydi.

İlk defa suyun içerisinde bu kadar erken nefesim kesilmişti. Bilmiyordum, belki de erken bile değildi ama zamanı takip edecek kadar aklım başımda değildi.

"Özür dilerim," alnını alnıma yaslayarak dudaklarını ıslattı diliyle. "Nefesinin kesileceğini akıl edemedim."

Seni kim kesmiş diyerek onu şaşırtma dürtüme zorlukla engel oldum.

Yalnız nefesim öpüşürken kesilmişti. Ne yapacaktı acaba, nefesim kesilir diye öpmeyecek miydi?

Aman bunu ona söylemeye gelmezdi. Yapmaya falan kalkardı. Kabus gibiydi.

İki eli belimin kenarlarını sardı ve beni tek hamlede kaldırıp havuzun kenarına oturttu. Bacaklarımı aralayarak iki bacağımın arasına girdiğinde nefeslerim hâlâ çok sıktı.

"Tüh," dedi yalancı bir üzüntüyle. "Islandık. Ne yapsak? Soyunalım bari, hasta oluruz."

Kendime engel olamayarak güldüğümde bir elimle omzunu sıktım. Çenesini karnıma yaslayarak bana baktı. Ona üstten bakmak hoşuma gitmişti. Boyu uzun olduğu için hep alttan bakıyordum. Islak saçlarına parmaklarımı geçirip oynamaya başladım.

"Buradan bakınca çok tatlı görünüyorsun," Asil'in kelimelerine bağışıklık için ilaç aranıyor diye ilan asacaktım. Kalbim dayanmıyordu benim bu çocuğa. "Kızarmış ve şişmiş dudakların hafif aralık, kenarlarında taşıdıkları o güzel gülümsemeyle bana bakıyorlar. Gözlerin benim üzerimde. İçinde parıldayan yıldızları taşıyormuşsun gibi güzeller. Ama en önemlisi sen bana böyle bakarken, ben kendimi gözlerindeki o galaksiymişim gibi hissediyorum. Tüm o parıltıların yansıması benmişim gibi."

Zaten sensin. O parıltının yansıması sensin. Sen kendini karanlıkta zannediyorsun ama hayır, sen gözlerime yansıyan o yıldızlarla parlayan galaksisin.

Kendime engel olamayarak eğildim ve çenesinin altından tutup başını hafifçe kaldırdım. Dudaklarına dudaklarımı bastırıp iç çekerek geriye çekildim.

Dudakları kıvrıldı.

"Güzel bakmayı bilen, güzeli görür." Yanağını okşadım. İçimden taşan sevgi selinin bir açıklaması olmalıydı. "Ben senin kadar güzel bakmayı bilmiyorum, kelimelerle kendimi anlatamıyorum. Ama senin beni anlayacağını biliyorum."

"Bana her zaman böyle bak yeter," diye mırıldandı. "Ben her zaman gözlerine bakacağım. Sen anlatamasan da seni anlamaya çalışacağım."

Bunu zaten yapıyorsun. En kırılmış anımda bir gülümsüyorsun, o kırıklardan geriye kalan birkaç parça toz oluyor. Bu bile yetiyor.

"Hadi kalk Adanalı," dedim sırıtarak. "Biz soğuğa alışığız da siz hasta olursanız biz naparız?"

Bana bakarken duraksadı. Gözlerime hiçbir şey söylemeden bakarken ne olduğunu anlayamadım. Havuzdan çıkarak benim gibi ayağa kalktı. Beni kolları arasına alarak sarıldığında ne olduğunu bilmesem de kollarımı beline sardım.

"Asil," diyeceğim sırada dudaklarını kulağımın altındaki o hassas noktaya değdirmesiyle tiz bir ses çıkarıp kollarından sıyrılmaya çalıştım. "Ya ne yapıyorsun? Tikim var orada!"

"Ciddi misin?" Şaşkın bir bakışla parmaklarını oraya ilerletip kulağımın altındaki kısma dokundurdu. Başım boynuma doğru bükülürken eline vurmaya çalıştım. Delirecektim, tikim var dedikçe elini iyice bastırıyordu.

"Ya zevk mi alıyorsun, manyak!" Elinden kurtulup havuzun diğer tarafına doğru koşmaya başladım. "Boynum ikiye bükülecek göreceksin!"

"Yüz ifaden çok hoşuma gitti," diyerek benimle eğlenirken benim aksime yavaşça havuzun etrafından yürümeye başladı. "Bir daha dokunacağım."

"Kafayı yiyeceğim!" Diye bağırırken havuz kapısına doğru koştum. "Ben burada kıvranıyorum, o da hoşuma gitti diyor ya! Gidiyorum ben! Akşam görüşürüz."

 

🍑

 

Aşk, bir aldatmacadır. Karşınızdaki insanı size kusurlarını saklayarak gösterir. Doğruyu söyleyelim, beyniniz kusursuz insanı bulmak istiyordu ve birisini seçip kusurlarını görmezden geldi. Yani siz salak değildiniz.

"Yok," diyerek yanımdaki ablaya geri verdim. Oturduğu yerde beni yan gözle süzdü. Şüpheli bir bakış attıktan sonra önündeki desteden bir kağıt daha çekti.

Hayat, her zaman yolunda gitmez. Bazen o yolda yanında yürüyen insanlar da aslında yolda değildir. Bırak kendi yollarına gitsinler, senin yolunda gereksiz çok fazla ayak izi bıraktılar.

"Abla yok bu da değil," diye cıklayarak ona geri uzattım. Kaşları çatıldı ve agresif bir tavırla kağıdı destenin içine koydu.

"Ne o zaman senin derdin ya?" Dedi pes ederek. Dudaklarımı büzerek omuz silktim. İşlek bir yerde oturduğum bankta boş boş etrafı seğrederken bu abla gelip yanıma oturmuş, derdimi elindeki kartlarla bulacağına dair bahse girmişti.

"Akşama okul festivali gibi bir şey var, ne giysem diye düşünüyordum." Dediğimde yüzü aydınlandı ve desteden bir kağıt çıkardı.

Ne giyeceğim diye düşünme,

Gelecek sana güzel bir elbise,

Kraliçeler gördüğünde kıskanacak seni içinde,

Takma kafana böyle şeyleri be.

 

"Abla oturup konu düşündükten sonra da kağıtlara mı yazdın?" Ciddiyetle ona döndüm. "Sırf herkese şunları gösterebilmek için oturup bunları mı yazdın?"

"Ama canım ne yapayım? Kaç gündür otur otur içim baydı. Benim bey şehir dışına çıktı. Ee, çoluk çocuk da yok. İşten de yıllık izne ayrılmıştım tam. Kaldım böyle bomboş. Yatmak da içime sinmedi. Orurdum yazdım, çıktım sokağa."

"İyi yapmışsın abla da," gülmememek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Neden bu işi kırk yıldır yapıyormuşsun gibi davranıyorsun?"

Eliyle güneşi gösterdi. "Görmüyor musun sen güneşi? Bu güneşin altında tam beş saattir kırk kişinin derdini dinledim. Artık bu işi parayla yapacağım. Çok kazanırdım ben buradan, çok."

"Ona psikolog deniyor, okulunu okuyup daha doğru bir yol göstermen iyi olmaz mı?"

"Aman be ablacım," dedi umursamazca. "Kırk yıldır bu işi yapmıyorsak da, okulu okumadıysak da hiç mi bizim de tecrübemiz olmadı? Bak annesi ölen mi dersin, nişan arifesinde aldatılan mı bilmem. Üç çocuğuyla sokakta kalanından sigara içtiği için ailesi kızınca evden kaçanına kadar gördüm bir günde. Ben artık evliyayım, evliya."

"Abla," dedim gülmekle ağlamak arası bir yüzle. "O işler öyle yürümüyor ya."

"Niye ablam? Ülkede deli mi yok? Bulurum beş on kişi. Temizinden iki bin cepte. Okula da gerek yok maaş derdine de."

"Aman be abla sen de," gülerek önüme döndüğümde omzuyla omzuma vurdu.

"Hadi hadi, senin derdin elbise işi değil. Anlat bakalım bu ablacığına, çözelim derdini. Hem bir daha nerede göreceksin beni? Tanımam etmem seni."

"Yani abla şimdi tanımaman normal de ilerde tanımayacağın anlamına gelmez bu, her an akrabam çıkabilirsin. Ben çok şüpheleniyorum."

"Niye ya?"

"Abla beni bebekken karıştırmışlar, ta buralardan İstanbullara gitmişim. Başıma gelmeyen halt kalmadı. Şimdi de her şey normalmiş gibi festivalde ne giyeceğimi düşünüyorum, senin psikoloji beni kaldırır mı bilmem."

"Ben böyle bir haber okumuştum kız," diyerek elini heyecanlı bir ifadeyle dizime vurdu. Benim dizime? "Dizilerde de çok çıkıyor, şirret karının teki çocukları karıştırıveriyor."

"Abla beni erkek bir hemşire karıştırmış, benden türk dizisi çıkar mı bilmem. Aldatma falan da yok işin içinde."

"Ay öyle deme," sırıttı. "Bak şimdi ben senden nasıl üç sezon dizi çıkarıyorum. Senin karıştırıldığını anladıklarında gerçek ailen seni istiyor, diğer ailen vermiyor ama. Gerçek ailenin çocukları öldüğü için gerçek kızlarını istiyorlar. Kavga çıkıyor. Bak ilk bölüm bitti bile, sonra o kavga sonucunda sen reşit olmadığın için ailen seni mahkeme kararıyla evine yani buraya getiriyor. Sen tabii, sıcaktan yanıyorsun falan ama garibanım hâlâ şoktasın. Ağlıyorsun falan böyle. Ailenle varsa abilerin, ablalarınla kavga ediyorsun. Onlar seni istemiyor, sen onları. Sonra senin eğlence düşkünü saf salak bir arkadaşın var. O buraya geliyor, aileni ikna edip seni bara götürüyor. Tabii sen orada da rahat duramıyorsun, niye? Götünde kurt var. Arka kapıya çıkıyorsun ki bir de ne göresin? Bir mafya birisini öldürüyor. Tabii, mafya da seni görüyor. Seni kaçırıyor."

"Abla dur," dedim bir karış açık kalan ağzımla. "Bir nefes al, su iç kurban olayım. O ne öyle? Kaç tane dizi izledin? Seni senarist olarak alırlar bence."

"Dimi kız? Senaryo mu yazsam? İyi para vardır o işte."

Abla, kurban olayım dur. Valla dur. Tamam, dur.

"Tabii abla," elimdeki cam şişeyi ona uzattım. "Sen bir su iç, nefes al."

"Dur kız," suyu aceleyle içtikten sonra tekrar bana döndü. "Sen asıl devamını dinle. Sen tabii dişli kız çıkıyorsun, mafyayı öldürüp evine dönüyorsun. O sırada bu mafyanın da düşmanları sizin evi basıp sana teşekkür ediyorlar. Sen bu mafyanın mirasçı oğluyla çarpışıyorsun. Kavga falan ediyorsunuz ama sonra oğlan sana aşık oluyor. Sonra bu oğlan senin babanı öldürüyor."

"Ya abla annemi zaten yeni kaybettim, ne diye öldürdün herkesi sen?"

"Oy kuzum kıyamam," eliyle yanağımı acıklı bir ifadeyle okşadı. Hemen ardından da yüzünü düzeltip anlatmaya devam etti. "Büyüyünce unutursun. Neyse sen çocuktan nefret etmeye başlıyorsun, intikam almak istiyorsun ama çocuk bin pişman. Özürler diliyor sen yine de affetmiyorsun, dediğin dedik, intikam alacaksın. Kapıya gelen diğer mafyayı da öldürüyorsun."

"Abla," dedim acıklı bir ifadeyle. Bu kadının beni taktığı yoktu. "Ben eve gideyim he? Olmaz mı? Ben gideyim. Daha kıyafet bulacağım."

"Tamam tamam, hadi git. Benden tavsiye ama elbiseye para verme, birisi sana elbise getirecek." Abla ben sana bu saatten sonra pek güvenemem. Falcı mısın nesin hem, kart

çekip çektiğin karta inanıyorsun. Hayır o değil, kartta yazanları da sen uydurmuşsun.

"Tamam," diye geçiştirerek ayaklandım. "Hadi kendine iyi bak abla."

"Hadi kuzum sen de."

Titreyen telefonumu elime alarak yürümeye başladım.

 

Hayatın şeftaliyi tersten gösterdikleri

Şehirdem: Kafayı yememe ramak kaldı, elbise bulamıyorum!

 

Şehirdem:

Siz: İyi bari ne giyeceğini bilmeyen tek kişi ben değilmişim

Siz: Ama bakın hata bizde, bugün olacağı belli şey için ne diye kombin yapmadıysak?

Berkaio:

 

Berkaio: Ya siz manyak mısınız

Berkaio: Kota tişörte kramp mı girdi

Berkaio: Ne diye elbise giyiyorsunuz

Siz: Ne yani sen şimdi takım elbise giymeyecek misin?

Berkaio: ????

Berkaio: Zorlasanız gömleği bile giymem ne takım elbisesi saçmalamayın lan

Şehirdem: Güzel şakaydı, şimdi gidip beyaz bir gömlek giyiyorsun. Altına siyah bir takım altı. Beni delirtme, neler yapabileceğime henüz şahit olmadın.

Şehirdem: Ya dediklerimi giyersin ya da ben yapacağımı biliyorum Berkay efendi.

Siz: Berkay bence giy, hem bak ne diyeceğim giyersen sana çeyrek alırım

Berkaio: Cimri şey, insan bir adana burması alır

Berkaio: Neyse yine de giyeceğim, çeyreği vermezsen saçlarını yolarım

 

Tam yine cevap vereceğim sırada kolumdan yan sokağa çekilmemle diğer elimi kaldırıp adamın yüzüne yandan bir yumruk attım.

Yumruğun etkisiyle adımları durdu. Öylece dururken kim olduğunu bilmediğim adama bu sefer de tekme attım. Elini kolumdan ayırmadığında ise gözlerim kısıldı. Kolumdaki elini tutup kendime çektim. Hızla bana döndüğünde ise kafamı burnuna gömdüm.

"Siktir," Savaş'ın sesini duymamla ağrıyan alnımı ovaladım. Elini kolumdan çekerek duvara yaslandı ve kanayan burnunu tuttu. "Formda olman daha önce hiç bu kadar morelimi bozmamıştı."

"Ne yapıyorsun acaba?" Dedim ters bir sesle. "Ne bekliyorsun? Durduk yere yürürken beni bir sokak arasına çekiyorsun ama ben öylece durayım mı?"

"Konuşmak istemiştim." Kanayan burnu yüzünden sesi boğuk geliyordu.

"Tabii, Alin zaten kukla ya. Siz istediğinizde sizinle konuşur, siz istediğinizde sizi bırakır, siz istediğinizde gelir. Konuşmuyorum ben sizinle."

Hızlı adımlarla sokaktan çıkıp yürümeye başladım. Kimseyi dinlemeyecektim. Biraz olsun iyi hissettiğim an çıkıp gelip de her şeyi batırmaya hakları yoktu.

Benim ardımdan sokaktan çıktı. "Konuşacağız." Sinirle ona dönüp nah çektim.

"Al buna konuş!" Ardından çantama uzanarak küçük bölmede hazır bekleyen biber gazını çıkardım. Bunu gördüğünde elime yapıştı.

"Sakın," diyerek kaşlarını havalandırdı. Etrafta gelip geçen insanlar bize bakıyorlardı.

"Çığlık atarım," diye uyardım. "Yemin ederim çığlık atarım. Beni rahatsız etmeyi bırak yoksa güzel bir meydan dayağı yersin."

"Sadece on dakika," dedi. "On dakika sonra kalk git. On dakika dinle beni bir."

"Ya ne değişecek?" Elinden kurtularak onu kendimden ittim. Gözlerimden bir damla yaş bile akmıyordu be benim. Ağlayamıyordum bile. "Ne değişecek? Benim çocukluğum bitti, gençliğim bitti ne değişecek!? Ne kaldı lan geriye? Ne istiyorsunuz siz benden? Bir rahat bırakın, yapıştınız kaldınız yakama! Konuştuğumuzda benim heba olan yıllarım geri mi gelecek?"

"En azından denemedim demezsin," dedi yavaşça. "En azından denedim ama olmadı. Dinledim ama anlamadım dersin. Hayatında bir şey için daha keşke demezsin."

Ona kibirle gözlerimi kıstım. Bu benim koruma kalkanımdı belki de. "Sen mi benim keşkem olacaksın?"

"Buraya gel, küçük kız." Diyerek eliyle yan taraftaki kafeyi gösterdi. "Omuzların düşüyor, dikleştir onları. Bana bile düşüremezsin onları. Kaldır başını, kibirli gözlerini rakibine dik."

Histerik bir gülüş çıktı dudaklarımdan. "ya sen benimle dalga mı geçiyorsun? İyi mi senin kafan?"

"İçeriye," diye yinelediğinde arkamı döndüm. Gitmeye hazırlandığım an kulağıma eğildi.

"Bazı insanların yara izleri görünmez, yüzümde yaralar yok diye bana küsemezsin." Yaptığım şey bu değildi. Yaralı olmadığı için küsmek değildi ki bu. Beni kandırdığı için kırgındım ben.

Sinirle ona doğru dönerken aynı anda da onu göğsünden itmiştim. Hırsla göğsüne vurdum. Avuç içlerim acıyacak kadar sert vurmuştum.

"Ya sen neyden bahsediyorsun? Bu çocuk işi mi!? Ben sana mı küstüm! Sen ne yaptığının farkında mısın? Salak mısın rol mü yapıyorsun? Ben var ya sırf utanma diye gözlerim bağlı olmasa bile gözlerimi kapattım! Ve bunun hiçbir anlamı yokmuş." Sesim gittikçe kısıldı. Bağırdığımda beni anlamayacaktı ki.

Gerçi normalde de anlamazdı.

"Anlatacağım."

"Pardon ama sadece meraktan soruyorum," dedim alayla. "Söyleyebileceğin herhangi bir şey, geçmişi değiştirebilir mi?"

"Hayata böyle bakarsan hiçbir zaman geçmişinden kurtulamazsın, huzurlu olamazsın."

"Güleyim bari, hâlâ beni kızın mı sanıyorsun sen? Benim bir babam var."

Kaşları havalandı. "Şimdiye kadar neredeydi?"

"Seni ilgilendirmez. Seni benim hayatım bundan sonra asla ilgilendirmez. Hani senden Vampir şerefsiz mafya Burhan'ı öldürmeni istemiştim ya, yapma. Ben kendim hallerim. Sana ihtiyacım yok."

"Kendini kara murat mı sanıyorsun bilmem de, sınav senendesin. Hatırlatayım diyorum. İçeriye geçelim, sana şeftalili kek ısmarlayayım. Burada mı konuşacağız?"

"Git sen bu numaralarla Yavuz'u kandır," diyerek cafe'ye girdim. Boş olan ilk masaya otururken derin nefesler alıyordum. Sakin kalmalıydım. Her ne söylerse söylesin, beni kandırmasına izin vermeyecektim.

Dakikalar sonra önümde hem şeftalili meyve suyu hem de şeftalili kek vardı. Kekten bir dilim alırken gözlerimi ona diktim. "Anlatsana."

"Biraz karışık," diye yanıtladı.masadaki peçeteyi kanayan burnuna yasladı "Sen sor ben cevaplayayım."

"En baştan başlayalım o zaman," arkama yaslandım ciddiyetle. "O gece Yavuz'u sen mi yaraladın?"

"Evet."

"Niye?"

"Bizden önemli bir şeyi çalmıştı."

"Siz mi? Siz kimsiniz?"

"Bir tür tarikat ya da kartel." Harbi oha ama şimdi. Nah inanırım.

"Neden benim için geri döndün?"

"Senin için geri dönmedim ben," dedi acımasızca. "Amacım hiçbir zaman sen olmamıştın. Biz Yavuz'u ve çevresindeki iletişim kurduğu herkesi gözetliyorduk. Ailesiyle ara sıra iletişim kuruyordu. Ama seni ilk defa görmüştük yanında. Bu işlerin büyüğü küçüğü olmaz, sana değer verdiğini ve belki de bizden çaldığı şeyi sana verdiğini düşündüm. Seni yakın takibe almam gerekiyordu."

"Peki beni neden bıraktın?"

"Ben kendi başıma iş yapamam. Kartel benim ailemdir. Seni yakın takibe aldığım süre boyunca ülkedeki başka görevlerle de ilgileniyordum. Onlar seni sadece takip ettiğimi sanarken ben gizli bir şekilde seni eğitiyordum. Neden her zaman ormanda eğitim yaptığımızı sanıyordun?"

"Cevabımı alamadım," diye yineledim.

"Senden bir şey çıkmayacağını söylediler, Yavuz seninle dokuz yıldır iletişim kurmamıştı. Bize herhangi bir yeni bilgi vermiyordun. Kısacası, onların gözünde işe yaramazdın. Yeni görevlendirmeyle beni Kanada'ya gönderdiler."

"Peki Yavuz'u bulamıyor muydunuz? Sonuçta anlattığına göre baya büyük bir kartelden bahsediyoruz. Onu bulmanız gerekirdi."

"Onu tebrik edeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi ama iyi saklanıyor it. Ne zaman ailesine geleceği belli olmuyor. Ailesine söylediğinin aksine asla yerleşik bir hayatta değil."

"Kim beni öldürcekti peki? Yıllarca kimden korudun sen beni? Kime karşı eğittin?"

"Peşimizdeki adamlara karşı," dedi derin bir nefes alarak. "Biricik amcan Rus mafyalarına kazık attığı için aranıyor. Ülke ülke, şehir şehir geziyor. Ben de onların bir üyesiyim asıl adım Savaş Alexandra Volkov."

"Peşinizdekiler kim?" Dedim zerre şaşırmayarak. Tamam, biraz şaşırmıştım ama bunu belli etmemiştim. "Ve hiç Rus aksanın olduğunu fark etmemiştim."

"Kendi kartelim. Ayrıca bizi çok küçükken eğitmeye başlarlar. Birçok dil öğrendiğimiz için hangi aksanın daha belirgin olduğu belli olmaz."

"Kendinle çelişiyorsun, demek karteline sadıksın ama onlar senin peşine düştü. Doğru mu anladım? Bunun benimle ne ilgisi var? Madem benim işe yaramayacağımı anladılar, neden beni öldürmek istesinler?"

Bu iş harbi harbi şeftaliye sarıyordu. Bir şeftaliler dönüyordu.

Söylediği şeyler doğruysa bile, bu benim için bir şeyi değiştirmeyecekti. Zaten dikkatli bir şekilde geziyordum.

Ama eğer bunca zaman zaten peşimdelerse neden fark edememiştim?

"İz bırakmak istemiyorlar," sıkıntılı bir nefes alarak gözleriyle etrafı kontrol etti. Her an tetikte olduğu belliydi. "Seni eğittiğimi öğrendiler. Onlardan birisi değilsen, onlar gibi eğitilemezsin. Onlardan gideni geri getirmeyeceksen, işe yaramazsın. Bunca zaman bundan korkmuştum, ya seni eğittiğimi öğrenirlerse ve sen kendini korumayı daha öğrenmeden onların eline düşersen? O zaman ne yapabilirdim?"

"Tabii," diye dalga geçtim. "Mafya filmindeyiz. Amerika, New York karıştı. Biz de dünyayı kurtaracağız. Tom Cruise da var mı bari?"

"Tom lower işini görür galiba, Cruise sadece actör. Gerçekte her zaman iyiler kazanmaz. Dinle, bundan sonra daha dikkatli olmalısın. Asil çevrendeyken ona da zarar verebilirsin. O yanındayken seni kaçırmaya çalışırlarsa, onu da alırlar. Ve ikiniz de buna engel olamazsınız." Derin bir nefes aldı. Omuzları alaycı yüz ifademe karşı çöktü. "Anlamıyorsun, değil mi? Ciddiye bile almıyorsun."

"Hayır," diyerek masaya eğildim. Dudaklarımda çarpık bir gülümseme oluştu. "Bu benim zaten ciddiye almış halim. Yavuz kartelinden ne çaldı?"

"Bunu sana söyleyemem."

"Ağlarım," diye kaşlarımı kaldırdığımda onunkiler çatıldı. Sert ifadesi yerine gelirken dudakları gerildi.

"Dene bakalım, ne yapıyorum."

"O zaman söyle, ne çaldı?"

"Gizli bir bilgi. Sana veremem."

"Hani kartelin senin peşineydi? Neden senin peşindeler? Seni öldürmek mi istiyorlar?"

"Öldürmek için değilse bile süründürmek için arıyorlardır. Tek yaptığım seni eğitmek değildi. Yavuz liderin kızını kaçırdı."

"Hay ben bu işin şeftalisini," derken yerimde dikleştim. "DNA testini geçen ay yaptırmasak şimdi olay bana bağlanacak derdim. Kim o kız? Kaç yaşında?"

"Şuanda on altı yaşında olmalı. İsmi Katya." Derin bir nefes aldı ve hesabı istedi. "Hadi seni eve bırakayım. Daha fazla bilgi veremem sana. Ne kadar çok şey bilirsen o kadar çok tehlikede olursun. Sadece bundan sonra çok daha dikkatli olman gerektiğini bil. Yavuz sizin eve çok fazla girip çıkmaya başladı. Ve bu sefer bunu gizlemiyor da. Bir amacı var ama ne olduğunu çözemedim. Burada bir eve taşınması da cabası. Ayrıca benimle görünmen de tehlikeli."

"Sıçsam da tehlikeli mi?" Diye homurdandım. "Ne yapayım? Asil'le görüşmeyeyim, arkadaşlarımla da buluşmayayım çünkü hepsi benim yanımdayken tehlikede olurlar. Eve de gitmeyeyim. Yavuz gelir falan. Ee, tamam diyelim ki ben bunların hepsini yaptım. Seni ne yapacağız?" Ayağa kalkarak bedenimi masaya eğdim. Ellerimi masaya dayararak oturduğu için ona üstten bakabildim. "Sen beni bir bıraksana. Gerçek anlamda ama bak. Çık hayatımdan. Kartelin, Yavuz'un kaçırdığı kız, sen ya da ikinizle alakalı olan hiçbir şey umrumda değil. Bu yüzden hayatımda boş alan kaplamaktan vazgeçin. Çocukluğumu zaten sizinle heba ettim ben. Gençliğimi bari bana bırakın."

Anlayana çok şey anlatıyordum.

"Alin," diyerek kısık sesle bana karşı çıkmaya çalıştı ama "bekle," diyerek cüzdanımdan çıkardığım parayı garsonun getirdiği hesap kağıdının arasına sıkıştırdım.

"Beni sen büyüttün ama unutma, insanlar bazen canavarlarını büyütürler. Beni istemediğim şeyleri yapmak zorunda bırakmayın." Garson adama dönerek gülümsedim. Benden olsa olsa birkaç yaş büyüktü. "Kolay gelsin kardeşim, iyi günler."

Çantamı sırtıma takarak cafe'den çıktım. Kaldırıma inen merdivenlerde kenara çekilerek bir süre etrafı izledim. Güneşe gözlerimi kapatarak gülümsedim.

İyiydim.

İyiydim.

Yüzleşmek iyi gelmişti.

Anne, beni çok uzaklardan görüyorsan eğer hâlâ mutluyum. Ağlamayacağım, söz veriyorum. Ben senin gurur duyduğun o çocuk olmaya devam edeceğim.

Ben iyiydim. Kimse yüzünden kötü olmak istemiyordum.

Henüz neredeyse on sekiz yaşındaydım. Hata yapabilirdim. Ben insandım. Daha hayatımın yarısında bile değildim belki. Nare haklıydı, hata yaparım korkusuyla yaşayamazdım. Hatalarımı kabul etmeliydim. Ben insandım ve insanlar mükemmel olamazdı. Kim mükemmeldi de ben mükemmel olacaktım?

Hata yapabilirim, sorun değil. Bunun için kendimi affediyorum.

Kimseyi affetmezsem bu bana ağır gelirdi. Bazen affetmeliydik.

Hepinizi affediyorum, benim ruhumda ağırlık olmayın yeter. Helallik için karşıma gelmeyin hiçbir zaman.

​​​​​

🍑

 

"Emin misiniz? Bunu mu giyeyim?" İldem ve Berkay'a çekingen bir bakış attım. "Biraz abartı değil mi?"

Üzerimde siyah bir elbise vardı. Kare yakalı kolları uzundu. Bacağımdaki yırtmaç dışında aslında gayet de normaldi.

 

 

 

"Hiç de bile," ildem beni beğeniyle süzdü. O da yeşil bir elbise giymişti. "Çok güzel oldun. Hem ne bekliyorsun? Kolejdeki bir festivale eşofmanla mı gidecektik?"

 

"Ben kota da razıyım," diye somurttu Berkay. Benim aynamın önünde durmuş sürekli boynundaki kravatla oynuyordu. Bence kravatsız da yakışıklı duruyordu ama İldem zorla takmıştı. Çocuk içinde boğuluyor gibiydi resmen. "Ya bari şunu çıkarayım. Bakın çeyrekten de vazgeçtim. Çıkarayım ben bu kravatı."

"Hayır," dedi kesin bir dille İldem. "Çıkarmayacaksın. Onu boynunda göreceğim."

"Ya bak benim robotik zekam, kızıl güneşim. Kurbanınız olayım kim takım giymiştir ya? Festival bu, rahat olanından hani?"

"Berkay, hadi boşa nefesini tüketme koçum. Hadi bakalım, iniyoruz aşağıya." Diyerek ikimize de konuşma fırsatı vermeden bizi odamdan itekleyerek çıkardı. Kapının önünde Barlas ile karşılaştığımızda ben topuklularımı giyme bahanesiyle oturma köşesine geçtim. Tekli koltuğa oturup sağ ayakkabımı ayağıma geçirdim.

"Alin," diye seslendi Barlas. "Küs müsün?"

"A-a," şaşırmış gibi gözlerimi büyüterek ona baktım. O kadar yapmacıktım ki, dalga geçtiğimi herkes anlardı. "Niye ki?"

"Dün gece için."

"Barlas, bak tamam bir şeftali yedin de insan bir özür dilemeye de mi gelmez ya?" Diğerini de giyerek ayağa kalktığımda birkaç adım önümdeki Barlas ile aynı boydaydım. "Bak inkar etme evresine hiç girme çünkü ben biliyorum kimin ne mal olduğunu. Neden onları buraya getirdiğini de bilmiyorum, öğrenmek de istemiyorum. Tamam mı? Küs değiliz. Affettim ben seni. Hadi görüşürüz."

Çocuk değilsin, çocuk gibi küsemezsin Alin.

Yanından geçip gideceğim sırada kolumu tuttu. İldem ve Berkay bize mahremiyet sağlamak için aşağıya inmiş olmalılardı. "Konuşalım mı?"

"Ya ikiz inanmazsın, tam böyle yarım saat içinde festivale yetişmem lazım. Müdür bey İshak amcamın gözleri beni aramıştır şimdi."

"Alin, bundan kaçamazsın." Derin bir nefes alarak bana döndüğünde göz göze geldik. "Yüzleşmek zorundasın."

"Niye?" Kolumu elinden kurtararak sert bakışlarımı ona diktim. "Ben sizin canınız istediğinde oynayacağınız bir oyuncak, istediğiniz yere hareket edecek bir kukla değilim. Anlıyor musun? Hiçbiriniz bu saatten sonra zerre umrunda değilsiniz. Gel dediğinde gelip git dediğinizde gitmem. Hiçbir şeyiniz için beni zorlayamazsınız." Derin bir nefes aldım. Bakışlarım biraz yumuşadı ya da daha çok donuklaştı, emin olamadım. "Biliyor musun? Seninle gerçekten kardeş olabiliriz sanmıştım."

"Hâlâ olabiliriz, hâlâ kardeşin olmak istiyorum. Beni dinlemiyorsun."

"Bak," elimi kaldırarak boyun hizamda bir çizgi çektim. "Burama kadar doldum, anlayabiliyor musun? Konuştuğunuz tek bir an istemiyorum. Kimseyi dinlemek istemiyorum. Bilmem anlatabildim mi?"

"Bu bizi cezalandırma şeklin mi?"

"Hayır," diyerek karşı çıktım. "Bu kendimi iyileştirme sürecim." Sizi intikam almayacağıma inandıracağım. Sizin için herhangi bir planım yokmuş gibi davranacağım. Siz tam beni vazgeçmiş zannederken ben asıl darbeyi o zaman vuracağım.

Beni kandırdığınız gibi sizi alaya alacağım. Bundan sonra beni daha fazla ağlatamayacaksınız. Daha fazla canımı acıtmayacaksınız.

Buna izin vermeyeceğim.

Siz sadece bu yaptığımın bir cezalandırma yöntemi olduğunu düşünün, ben gerçek son için zemin hazırlıyor olacağım.

"Festivalde görüşürüz," derken elimle siyah gömleğinin yakasını sanki bir toz varmış gibi hafifçe temizledim. "Ve unutma, kötülük yaparken iki kez düşünmelisin. Herkes susup kenara çekilmez, yaptığımız her şeyin bir karşılığı olur."

Ardından İldem gelmeden hemen odama girdim. İldem'in zorla koluma taktığı ufacık çantaya bir şok cihazı sıkıştırdım. Yırtmacın sakladığı bacağıma bir alet kemeri takarken ceplerine küçük çakılar ve uyuşturucu iğne koydum. Etrafa daha dikkatli baktığımda bana emanet olan avuç içim büyüklüğündeki sersemletici silahı da takarak eteğimi indirdim. Dikkatlice baktım, üst baldırımda olduğu için elbisenin eteği gizliyordu ve uzaktan bakınca da belli olmuyordu.

Eğer Savaş'ın anlattıkları doğruysa her an için hazırlıklı olmalıydım. Makyajımı aynadan kontrol ettikten sonra kendime gülümseyip evden çıktım.

Kapıdan çıktığımda İldem ve Berkay'ı birisiyle konuşurken görmüştüm ama arabanın yanan farları yüzünden şuanda onu görmüyordum. Yaklaştığımda ve daha dikkatli baktığımda ise bir değil iki kişi olduklarını ve Asil ile Babam olduğunu görmüştüm.

Şimdi benim bir tık şeftalim tutuşmadı değil.

Yanlarına yaklaştığımda topuk selserimi duydular ve bana döndüler. "Baba," diyerek kollarımı boynuna sardım. Şakaklarıma bir öpücük kondururken bir koluyla belimi sardı. Beni sağ tarafına çekti. Belimi bırakmadı ve kendisinden uzaklaştırmadı.

"Ne güzel olmuş benim kızım," gülümsediğinde ben de dudaklarımı birbirine bastırarak gülümsedim. "Seni ben bırakayım mı festivale? Asil zaten Mirza'ları almaya gelmiş. Onlar Asil'le gider. Arkadaşların için de sorun olmazsa onunla gitsinler."

Öyle miymiş? Asil Mirza'ları mı almaya gelmiş?

Bundan sonra onu Mirza öpsündü o zaman!

Burada çocuğu öpen bizdik ama arabayla festivale götürülen Mirza'ydı. Hayatımın içine böyle dalıyorlardı işte benim.

"Yok Vural amcam," diyerek hemen sözü aldı İldem. Büyüklerle çoğu zaman iyi anlaşır, kimin gönlünü nasıl alacağını bilir, kimin gözüne nasıl gireceğini ise çok iyi bilirdi. "Sorun olmaz tabii ki, biz beraber gideriz. Siz baba kız biraz vakit geçirin."

Babam ona gülümseyerek bana döndü. Başımı salladım. "Gidelim ama önce bir Mirza'ya bir şey soracaktım. Sen geç arabada bekle istersen."

Başını sallayarak yanağımdan makas aldı. Ardından garaja doğru gitti. O gittiğinde Asil'e dönerek kaşlarımı kaldırdım. "Mirza'yı almaya geldin? Öyle mi?"

Ben masumum der gibi omuzlarını silkti. "Baban Mirza'lara mı geldin dedi, diyemedim kızınla ilişkideyiz onu almaya geldim."

"İyi diyemediysen," diyerek başımı çevirdim ve kollarımı göğsümde birleştirdim. "Git bundan sonra Mirza öpsün seni."

"Lan sen manyak mısın? Ben ne diye bu bermuda şeytanını öpüyorum?" Diye söylenerek gelen Mirza bana ters bir bakış atarak gömleğinin kol düğmesini bağlıyordu. "Durduk yere insanı çileden çıkartırsın. Akan abim gerçekten haklı, seninle on dakika aynı odada kalan insan seni boğmamak için özel bir çaba sarf ediyor olmalı."

"Ya doğruyu söyle," dedim şımarık bir çocuk gibi sırıtarak. "Seviyorsunuz dimi beni. O yüzden bu kadar çekilmez it kopuk gibi tavırlarınız."

"Bak kendini öveyim derken bizi gömdün, fark ettim. Ayrıca nereden çıkardın seni sevdiğimizi? İşte ne olsun, zorunluluktan katlanıyoruz."

"İyi," diyerek ona da triplendim. Bugünü kendi adıma trip günü ilan ediyordum. "Bir daha hiçbirinizi sevmeyeyim de görün. Zorunlu," derken ellerimi kaldırarak işaret ve orta oarmağımla tırnak işareti yaptım. "Abilerim. Gidiyorum ben ya, zaten bir babam seviyor adam gibi. Hepiniz aynı haltsınız," Asil'e dönerek işaret parmağımi salladım. "Sen de git Mirza'yı öp. Hatta git Berkay'ı öp!"

Asil gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken Mirza ve Berkay aynı anda küfrettiler. Ardından göz göze gelerek tekrar küfrettiler.

"Bana bak saçlarını sen uyurken keserim görürsün," Mirza'ya dil çıkardım. Ardımda bıraktığım Asil hâlâ eğleniyordu.

Yani bana da öyle geliyor olabilir ama bence ben bu çocuğun ömrünü uzatıyordum.

Onları kendi halinde bırakırken içimde çocuksu bir sevinçle babamın sürücü koltuğunda oturduğu arbaya ilerledim. Ön koltuğa binerek kemerimi bagladığımda babam arabayı çalıştırdı.

"Kızım," dediğinde ona döndüm. "Çok güzel olmuşsun, biliyor musun? Annenle ilk gerçek randevumuza çıktığımızda buna benzer bir elbise giyiyordu. Benimle çıktığı için kara günü ilan ettiğini ve bu yüzden siyah giydiğini söylemişti." Güldü çarpıkça. "Anlamadım sanki, seviyordu da naz yapıyordu."

"Annem çok şanslı," diyerek gülümsedim. "Abilerim, Barlas ve ben de çok şanslıyız. Sen çok iyi bir eş ve babasın. Çevremde gördüğüm en iyi eş ve babasın hatta."

"Arada bunu o eşşek sıpalarına da anlat, bu çocuklar büyüyünce sevilmiyor. Eskiden ne güzel alıyordun kucağına, zaten toplasan beş kilo zor geliyor. İstediğin kadar mıncıkla, bir şey diyemiyordu. Agudan da biz anlamıyorduk." Güldü. "Bu Koralp var ya, eskiden böyle sakin falan değildi. Bebekken fırlamanın tekiydi, evin içinde kaybedip duruyorduk. Çocuk emeklemeye basladığı an biz ipin ucunu kaçırdık. Lisede ayrı zibidiydi, hele görsen nasıl arkadaşları vardı."

"Koralp abim mi?" Dedim şaşkınlıkla. "Baya baya Koralp yani?"

"İnanmazsın tabii," diye başını salladı. "Çok normal. Sen bu halini biliyorsun. Son sınıfta bir haller oldu, başladı çalışmaya. Sakinleşti, durgunlaştı. Biz de endişelendik annenle, neden bir anda böyle oldu diye. Bir derdi var da bizimle mi konuşamıyor diye çok düşündük. Onunla da konuştuk, artık geleceğine yön vermek istediğini söyledi." Omuz silkti. "Biz onların sadece ebeveynleriyiz. Onları hayata hazırlıyoruz, seçimler onların. Fikirlerine saygı duymalıyız ki kendi başına bir birey olmaya alışsınlar."

Ben terapi mi alıyordum durduk yere? Babam buradan sonra nereden girecekti acaba? Olmadığım tam olarak yirmi yedi yılı anlatmayı düşünüyorsa eğer bizim bir geceyi tamamen ayırmamız gerekiyordu.

"Ben birşey soracağım," dedim aklıma gelenlerle. "Siz hani baya ünlü bir teknoloji şirketinin sahibisiniz. Bir şeyler üretiyorsunuz sonuçta, biliniyorsunuz ülkede. Niye hiç korumayla gezmiyorsunuz? Bana Ardıç'ı verdiniz ama daha önce görmedim ben sizin yanınızda. Ayrıca Ardıç da görünmüyor kaç zamandır, hasta falan mı?"

"Arkana bak," diyerek dikiz aynasını işaret ettiğinde gözlerim oraya kaydı. Akamızda üç siyah araç bizi takip ediyordu.

Siktir, gerçekten bayağı dikkatsizleşmiştim. Bizi takip eden üç aracı fark edemiyorsam kendimi takip eden insanları hiç fark edemezdim.

Daha dikkatli olmalıydım.

"Ne kadar güvenliğimizi düşünsek de biz de rahat etmek istiyoruz. Yedi yirmi dört yanında bir korumayla birlikte olmak hepinizi gerer." Kasları çatıldı ve yoldaki bakışları bir an için bana döndü. "Ne dedin sen? Ardıç yok mu?"

"Evet, senin haberin yok mu? Birkaç gündür ortalıklarda yok."

"Hayır, ama merak etme araştıracağım ben. O zamana kadar sana yeni bir koruma buluruz. Bu gece kardeşlerinin yanından çok uzaklaşma. Dikkatli ol, tamam mı?"

"Niye öyle söyledin? Bir sorun mu var?"

"Genelde haber vermeden ortadan kaybolmazlar," sıkıntıyla bir nefes verdi ve arabayı okulun önünde durdurdu. "Bir şeyler geliyor aklıma ama sen dert etme. Ben hallederim. Hadi eğlenmene bak. Görüşürüz, kızım."

"Görüşürüz," diye mırıldandığımda arabadan indim. Zincir askılı siyah çantayı omzuma atarak bir süre babamın arabasını izledim. Ardından kırmızı halı ve ışıklarla yön gösterilen yolda ilerlemeye başladım.

Babam Ardıç'ın kaçırıldığından şüpheleniyordu ve eğer savaş haklıysa çok doğru düşünüyor olabilirdi. Bana ulaşmak için Ardıç'ı aradaki bir engel olarak görmüş olabilirlerdi.

Umarım ona zarar vermemişlerdir.

Kapının önünde yabancıların girişini önlemek için bir güvenlik isim listesiyle bekliyordu. Adımı vererek içeriye girdiğimde klasik bir müzik çalıyordu. Çoğu kişi zaten gelmişti. Biz geç kalmıştık.

Çantamı bir kokteyl masasına koyarak beklemeye başladığımda çok geçmeden kapıda bizimkiler görünmüştü. İçeriye gelip beni gördüklerinde yanıma geldiler. Sumru'nun üzerinde de siyah bir elbise vardı. O genel olarak bu rengi seviyordu galiba.

Müdür bey amca o sırada sahneye çıktı. Girişin ardından salonda karışık olarak dağılmış birçok kokteyl masası vardı. Sandalyeler yoktu, bunun yerine spor salonundaki banklar ve duvar kenarlarına yerleştirilen koltuklar vardı. Ortadaki bir alan özellikle dans için boş bırakılmıştı ve boş alanın hemen önünde küçük bir platform vardı. Burada hem canlı müzik hem de duyuru yapılacaktı.

"Evet Durular kolejinin öğrencileri, bir dönemi daha bu günle bitirmiş bulunuyoruz. Diğer senelerin aksine bu gece karnelerinizi bir oyunla sizin bulmanızı isteyeceğiz. Herkese bir bilmece verilecek, bilmeceleri çözen hem karnelerine hem de ödüllerine kavuşacak. Ama ondan önce bir enerjinizi atın değil mi, gençler?" Aman be müdür amca gençlik mi kaldı? Sınavdan, stresten, baskıdan bittik tükendik.

Hemen ardından bu aralar çok dinlenen KÖFN şarkılarından birisi çalmaya başladı.

Birçok kişi şarkıya eşlik etmeye başlarken Mirza'yı arkadaşları çağırdı. Barlas'da yanında getirdiği bir kitabı alarak üzerinde büyük puntolarla kütüphane yazan odaya girdi. Ses yalıtımlı olarak ayarladığımız odaydı orası. Kütüphane değildi ama ders çalışmak ya da kitap okumak isteyenler için bir alternatifti.

Arkadaşlarıma gülümseyerek Asil'e döndüm. "Beni takip et," arkamı dönüp salonun diğer çıkışına ilerledim. Burası sınıfların olduğu koridora bağlanıyordu. Sessiz ve ışıkların da kapalı olduğu koridorda topuk seslerim yankılanmaya başladı. Bir dakika geçmeden Asil'in de tok adım sesleri benimkilere karıştı.

Dudaklarım kıvrılırken önüme çıkan ilk sınıftan içeriye girdim. Arkamdan gelerek sınıfın kapısını kapattı. Hemen ardından bana dönerek kolunu belime sardı. Beni ilerleterek duvara yasladığında dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Ellerim şaşkınlıkla kollarının üzerinde kalırken gözlerim benden izinsiz kapandı.

Dudaklarımın üzerinde saniyelerce bekleyerek kokumu içine çekti. Onun gibi kokusunu içime çektim.

Dudaklarımdan kayan dudakları çene hattıma ilerledi. Çeneme dudaklarını bastırdı. Bir eli belimdeyken diğeri boynuma çıktı. Ensemi saran eliyle başımı yönlendiriyordu.

Kalbimin sesi kulaklarımı delip geçmek için çırpınıyordu. Kirpiklerim titriyor, kalbim ona asla dayanamıyordu.

Dudakları teninden ayrılmadan sürtünerek yanağıma çıktı. Dudaklarını yanağıma da bastırdığında, "ne kadar güzel oduğun hakkında bir fikrin yok," diye mırıldandı. "Senin gözlerin ya da bir baskasının gözleri benim gördüğüm bu derin güzelliği göremez." Kokumu içine çektiğini hissettiğimde tırnaklarımı koluna bastırdım. "Bu bir uyarıysa, davet olarak algılıyorum. Haberin olsun."

Hafifçe geriye çekildiğinde aklım söylemek istediğim şeyi zihnime getirdi. "Asil, benim sana bir şey söylemem lazım."

"Söyle," derken dudaklarını boynuma bastırdı. Eli belimden kayarak yırtmacın olmadığı bacağıma dokunduğunda gerildim. Kemere dokunmuştu. Eli orada duraksadı. Dudakları da başı da boynumdan uzaklaştığında loş karanlıkta kaşları çatıldı. "Bu ne?"

Eteğimin altında şeftali ağacı taşıyordum da benim mi haberim yoktu? Ne demek bu ne?

"Kemer," diye yanıtladığımda eli yırtmaçlı eteği kavradı. Yırtmacın olmadığı taraftaki bacağıma bakabilmek için eteği kaldırmaya başladı ama bedenim çok farklı bir tepki veriyordu. Başımı duvara yaslayarak alt dudağını ısırdım.

"Hmm, kesici alet, silah, iğne. Neye hazırlanıyoruz bugün? Bilmediğim bir şey mi var?"

"Rus mafyaları beni arıyor."

"Ne yapıyor?" Derken başı hızla bana döndü. "Ve kim yapıyor? Bir tekrar alayım. Yanlış duymuş olmak istiyorum da."

"Tamam mafya değiller galiba ama Rus kartelinden birileri beni arıyor olabilir." Diyerek düzensiz nefeslerim arasında konuştum. "Asil elin biraz daha orada kalırsa-"

Uyarım pek dikkate alınacak gibi olmamamalı ya da o uyarımı dinlemeyecek kadar gergin olmalıydı.

Eli ben daha onu uyaramadan eteği bırakarak bacağımı kavradı. Parmaklarını bacağımın iç bölgesine kaydırdığında ise cümlem yarım kaldı.

"Ne yaptığını tekrarlasana," dudaklarını dudaklarıma yaklaştırarak bekledi. Sıcak nefesi dudaklarıma vurarak beni gerçek anlamda dünyadan soyutluyordu.

"Ben yapmadım, vallahi." Kısasa kısas diyerek elimle üzerindeki siyah gömleğin yakasını kavrayıp kendime çektim. Dudaklarına fısıldadım masum gözlerle. "Tehlikedesin."

"Şuan mı? Evet."

"Hayır," diyerek güldüm. "Sen yanımdayken seni de bulurlar. Benimleyken şuan ve sonrasında tehlikede olacaksın."

"Bu fikirlerimi değiştirmiyor, söyleyeceğin hiçbir şey sana olan duygularımı değiştiremez. Kendinden vazgeçirmeye çalışmaktan vazgeç artık." Bedenini bana bastırarak kafasını boynuma eğdi. Huylandığım noktaya bilerek nefesini üfleyerek kulağıma doğru konuştu. "Sana söyledim, benim sınırım sensin. Sen bile o sınırı geçemezsin. Denemekten vazgeç."

"Yavuz zamanında onlardan liderin kızını çalmış, onunla bağlantısı olan herkesi listeye eklemişler. O zamanlar Yavuz'u izleyen Savaş'ı da benim peşime takmışlar. Savaş da kazık atınca şimdi üçümüzü de arıyorlar."

Derin bir nefes aldığında salondan kulaklarımza gelen müzik sesi değişti. Bir dans müziği çalıyordu.

Gözlerime bakarak benden biraz uzaklaştı. Bacağımdaki eli bedenimden uzaklaştığında kendimi hissettiğim boşluk içten içe şaşırmama neden oldu. Elini bana uzatarak hafifçe eğildi. "Benimle dans eder misin?"

"Çok sırar ettin, edeyim bari." Diyerek avuçlarına elimi bıraktım ama kalbim hâlâ çok hızlı atıyordu.

Papatya gibisin, beyaz ve ince, dedi Tuğkan.

"Şeftali kokulu siyah papatyam," diye mırıldandı Asil. Dudaklarıma utangaç bir gülümseme kondu. Ellerimi ensesinde birleştirdiğimde onunkiler belimin iki yanına tutundu.

"Eziliyor ruhum seni görünce," dedim şarkıyla birlikte. Ardından topuğumla ayağına bastırdım. Alnı kırıştığında dudaklarımdan neşeli bir gülüş çıktı.

"Görünüşe göre ezilen şey benim ayağım."

Beni kendi etrafımda döndürerek tekrar kendisinde çekti. "İsmin dudaklarımı yakıyor, neden? Nedir bu çektiğim, senin elinden?"

"Bu bir isyan mı?" Dedim muzipçe.

"Ne haddimize kraliçem," dudaklarının kenarı kıvrıldı. "Biz çıkan isyanları bastırıyoruz emrinizle."

"Ah," dramatik bir edayla sol elimin tersini alnıma yasladım. Bir elimle ensesinden tutunarak belimi ve başımı arkaya doğru eğdim. "Kraliçenizin kalbine geldi bu sözler."

Beni tekrar kendisine çekti. "Gelmesin kalbine, kıyamayız biz ona." Dans etmeyi bırakarak dudaklarını alnıma bastırdı. Gözlerimi kapattım. "Sorun değil, güzelim. Sorun değil. Sen yanımda olduğun sürece hiçbir şey sorun değil. Beraber üstesinden geliriz. Sen buradayken yapamayacağım hiçbir şey yok. Daha dikkatli oluruz, güvenlik için korumalar tutarız. Evdeyken Mirza sana dikat eder. Nasıl dövüştüğünü ben biliyorum, yakın mesafede saldırmak isteyen olursa Mirza halleder. Okulda hep yanında olurum. Kamptayken çok fazla kişi olacağız, çadırında mutlaka birisiyle birlikte kalırsın. Orada da olmadı ben nöbet tutarım."

"Bu kadar kolay değil," diye fısıldadım. "Beni arıyorlarsa bulmaları asla uzun sürmez. Bir şeyi bekliyorlar. Uzun zamandır beni izliyor olmalılar, fark edemediğim ya da dikkat etmediğim birçok anda yanıbaşımda olabilirler. Beni bulmaları saatlerini bile almaz, bir nedenleri var. Beni bulup öldürmüyorlar çünkü işlerine yarayacağım. Ama nasıl? Neden böyle düşünüyorlar? Ve neyi bekliyorlar?"

"Buna izin vermem. Sebepleri neyse buluruz elbet. Hadi şimdi içeriye geçelim."

 

🍑

 

"Kanka," diyerek beni dürten Berkay'ın yüzündeki biz bir bok yiyelim ifadesini çok net kapmıştım. "Bu hocalar beni biraz baydı. Napsak? Disko mu yapsak burayı?"

"Benim zeki arkadaşım," samimiyetsizce gülümseyerek ona döndüm. "Onu nasıl yapacağız acaba? Bu kadar insanın içinde hem de? Onu da düşündün mü?"

"Ee, yani düşündük." Önündeki tabaktan aldığı bir çatal pastayı keyifle yedi. "İzle bakalım beni," hareketli şarkıya eşlik eder gibi davranarak dans edenlerin içerisinden sıyrılarak sahnenin arkasına geçtiğinde önümdeki şeftalili meyve kokteylini kafama dikerek arkasından ilerledim.

Ne yapacaksak beraberdi.

Sahnenin arkasına geçtiğimizde kırmızı bir örtünün altından siyah bir çanta çıkardı. İçinden kablolar çıkmaya basladığında elim belimde dudaklarım aralık bir şekilde ona bakakaldım.

"Oha, ne yapıyorsun?"

"Kendimize yeni bir sistem," renkli kabloları birleştirerek fişin ucunu elime tutuşturdu. "Beş dakika bekledikten sonra şu üçlü prize tak. Ben son eklemeleri yapacağım."

Bana açıklama bile yapmadan kalkıp gözden kaybolduğunda omuz silkerek saate baktım. Beş dakika geçene kadar prizlerle bakıştım.

"Sizin de işiniz zor, biz de ne yapalım işte. Delice işler peşindeyiz." Beş dakika dolduğunda fişi prize taktım.

Ortam birden renkli ışıklarla aydınlandı. Ortamdaki ışıklar sönmüş bir disko gibi olmuştu. Berkay bana sırıtarak el salladı. Sahneye ilerliyordu. Sahneye çıkarak mikrofonu eline aldı.

Benim bile bilmediğim marifetleri vardı beyefendinin.

"Güzel kadınlar ve centilmen beyefendiler, festival falan sıkmadı mı biraz? Hadi partileyelim. Ver müziği İldem," birkaç ıslık sesi eşliğinde hareketli bir yabancı şarkı çalmaya başladı. Melodi sesi yükseldiği an ıslıklar ve alkışlar duyuldu.

Berkay'ın diksiyonu ve sesi çok iyiydi. Bunu hobi olarak yapmasına rağmen bu işte çok iyiydi. Ara sıra bize küçük konserler yapsa da hiç bu işi kulanarak para kazandığını ya da övündüğünü görmemiştim.

Demek İldem'i de müzik sistemine sızdırmıştı.

Kafamı çevirdiğimde müdür bey İshak amcam öğretmenlere gülerek bir şeyler söylüyordu. Öğretmenler gülerek başlarını iki yana salladılar. Gözleri Berkay'a döndüğünde bu geceyi biz öğrencilere bıraktıkları belli oluyordu.

Rahat bir nefes alarak kendimi dans edenlerin içerisine attım. Gözlerime takılan İldem'e sırıtarak el salladıktan sonra nefes nefese kalana kadar, boğazım ağrıyana kadar dans ederek şarkı söyledim. Öğrencilerin modu yükselmiş, şarkıya eşlik ediyorlardı.

Berkay bir saate yakın yerli ve yabancı bir çok şarkı söyledi. Gözlerindeki ışıktan onun da çok eğlendiğini görebiliyordum. Ve saatler sonra yorgunlukla kendimi okulun arka kapısına doğru ilerlettim.

Biraz olsun nefes alabilmek için arka kapıdan kendimi dışarıya attığımda dudaklarımda izi kalmış bir gülümseme vardı. Serin hava tenime vurduğunda derin bir nefes çektim içime. Kalbim durmadan dans etmemden dolayı hızlı hızlı atıyordu.

Kafamı kaldırmamla kaşlarımı çatılması eş zamanlı olmuştu. Okulun arka tarafındaki konteynırların orada iki insan gölgesi görünüyordu. Dikkatli baktığımda bu gölgelerin de bir gölgeye tekme attıklarını görmüştüm.

Bu sabahki abla falcı değildi ama medyum ya da kahindi galiba.

Ablanın anlattığı hikaye aklıma gelince ürpererek gölgelere ilerlemeye başladım. Başıma bela almak istemiyordum ama aklıma o yerdeki gölgenin bir hayvan olabaileceği ihtimali gelmişti.

Ben önümdeki manzaraya odaklanmışken birden enseme bir şey battı. Elim enseme gittiğinde arkamı dönerek kim olduğuna bakmak, karşılık vermek istedim ama ne olduğunu bile anlayamadan bedenimin konrtolünü kaybederken birisi kollarımdan tutarak dengesi bozulan vücudumu bir yere çekti.

Hareketlerim çok yavaşlamıştı. Bedenim düğmesine basılan bir oyuncak gibi birden kapanmıştı sanki.

Gözlerim kapanıp açılıyordu. Hiçbir şey yapamıyordum. Birkaç saniye içinde bedenim tüm kontrolünü kaybetmişti. Açılıp kapanan gözlerimin önünde gökyüzü dönüyordu.

Sesler duyuyordum ama algılayamıyordum. Saniyeler içinde bilincim de kapandığında hiçbir şey bilmeden kendimi karanlığa teslim etmiştim.

Bana verdikleri şey her neyse, saniyeler içinde bilincimi yok etmişti.

Hayır, ben o kadar uğraşıp festival düzeneleyeyim daha adam gibi keyfini çıkarmadan elin manyakları gelsin beni kaçırsın. Morel falan bırakmıyorlardı insanda.


O kadar kaçırılma sahnesi okudum, başıma gelirse şunu yaparım diye plan yaptım ama yapabildiğim tek şey hiçbir şey yapmamak olmuştu.

Beni yine kim kaçırmıştı lan?

 


Hikayeyi yazarken soft böyle komedili bir ara kitap hayal etmiştim, gittikçe mafyatik bir şeye dönüşüyor ya rabbim. Neyse hayırlısı hdjlsdlah

​​​​​​

 


Diğer bölümün spoilerı xjskskkaksks ne anlarsınız bilmem

Allah'a emanet💅🏻

 

 

Loading...
0%