Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29_彡Yeni Zelanda

@cennomi

Diğer bölüm 13 bin kelime anca düzenlerim. Yetişirse bu gece yetişmezse yarın gelir.

Keyifli okumalar♡

 

Bazen, hayatınızda işte bu dediğiniz bir olay yaşarsınız. Kendinizden son derece eminsinizdir. Düşündüğünüz şey olacaktır, doğru olan aklınızdaki olmalıdır.

Ama bazen kısmı işin içine girdiğinde kendinize olan güvenininizle söylediğiniz şey, evrenle birleşip size güzel bir nah çeker.

Tıpkı şimdi benim durumumda olduğu gibi.

"Buna inanamıyorum," diye homurdanan Katya odanın içinde dört dönüyordu. Sert adım sesleri yere çarpıp tok sesler çıkarıyordu. "Bu çok saçma!"

Tatile Katya'yla gitmem diyordum ama evren bana bir nah çekmişti.

Elimdeki turuncu elbiseye dudak büzerek katladım. Gönül isterdi ki üzerinde şeftali desenleri olsun ama kolay değildi bulması. "Biraz daha ayağını yere vurursan bizi otelden kovacaklar."

"Ben zaten burada olmak istemiyorum ki!" Diye bağırdı ve elindeki telefonu yan yana olan iki yataktan birine fırlattı. "Gitmek istiyorum zaten!"

"Yanlız canım sesine dikkat edersen," diye rica ettim. "Baban gelene kadar başıma kaldın. Yorma beni bak. Şurda kısa bir süre katlanacağız birbirimize."

Ürperdi. "Sen bile daha iyi bir seçeneksin."

"Pardon?" Şaşkınlıkla elimi belime koydum. "Benim neyim var?"

Raskol Rus abi, bu kız hak etmiyor abi. Sen gel on yıl ara kızını. Sonra seni reddetsin. Şaka falan ama, duysa çok üzülürdü.

"Bana neyin olmadığını sor, çok daha kolay."

"Hepiniz bir oldunuz, üstüme geliyorsunuz!" Yerleştirmeye üşendiğim bavulu kıyafet odasının kapısından içeriye ittim. Ardından Katya'yı orada bırakıp yatak odasından çıktım.

Abim resmen bize Yeni Zelanda'da küçük bir daire tutmuştu. Otelin her bir odası süitken, küçük bile diyemezdim aslında. Hem iç tarasımı, hem mimarisi, hem de manzarası muhteşem ötesiydi.

Raskol Rus abi'ye ulaşamadığım için son anda olan bir değişiklikle Katya'yı da tatil planlarıma dahil etmiş, o benim emanetim olduğu için de başka bir odada kalmasına güvenemeyerek Koralp abimi arayarak odamı iki kişilik ayırtmasını rica etmiştim.

Beni kırmayıp tatil için tekrar organize etmişti. Bizden farklı olmaması için getireceğim diğer iki misafirin ve Barlasla Mirza'nın da odalarını iki kişilik ayırmıştı.

Tabii ki de kankalarımı getirmiştim.

Ama burada şimdi şu manzarada Asil'le olmak da vardı. O da başka bir hayaldi.

Sıkıntıyla bir nefes alarak salona geçtim. Tamamı camdan oluşan duvarın önündeki rahat koltuğa gömülerek gözlerimi manzaraya çevirdim. Etraftaki yeşile karışan denizin rengine.

Gerçi bir süre sonra artık manzarayı görmüyordum. Oraya bakıyor olabilirdim ama gördüğüm şey düşüncelerimdi.

Raskol Rus abi önemli bir işi olduğunu söyleyerek bırakmıştı Katya'yı bana. Bu çok büyük bir şey olmasaydı asla Katya'yı bırakmayacağını biliyordum. Yıllar sonra kızını bulmuştu ve henüz daha onunla hasret giderememişken, daha ona babası olduğunu bile kabullendirememişken ortadan öylece kaybolmazdı.

Kesinlikle bir şey olmuştu.

Ben duygularıma kapılarak unutmuş gibi yapsam da aklımın kaldığı bir üçlü de vardı. Yavuz, Savaş ve Burhan da gözüme hiç görünmemişlerdi. Asil benden sonra onlara her ne yaptıysa bana ulaşmamışlardı.

Sorsam bile bana onların yerini söyleyeceğini zannetmiyordum, hem de benim kollarında çaresizce sayıklayarak bayıldığımı gördükten sonra pek de söyleme yanlısı olmayacaktı. Onları benden sakladığı ihtimali dönüp duruyordu zihnimde.

En fazla ne yapabilirdi ki?

Kamp dönüşünde bir seans daha yapmıştık Sare'yle. Zihnimi kurcalayanın da bu olduğunu biliyordum bir nevi. Benden düşünmemi istemişti. Çantamda bir kağıt kalemle gezmemi, mutlu olduğum şeyleri oraya yazmamı istemişti.

Bir çileği yerken mutlu mu oldum? Listeye madde ekleyecektim: Çilek bana iyi hissettirdi.

Arkadaşlarımlayken kahkaha mı atmıştım? Yeni madde: Arkadaşlarım beni gülümsetiyor.

Aynısını bana kötü hissettiren şeyler için de yapmamı istemişti. Tatilden döndüğümde hepsini konuşacaktık.

Başımı koltuğun sırtına yatırarak iyice kendimi gömdüm. Telefonu elimden bırakarak saçlarımın diplerine parmaklarımla baskı uygulamaya başladım. İyi düşünürsem iyi olurdu, stres yapmayı bırakmam gerekiyordu. Ama kendimi huzursuz hissetmeme de engel olamıyordum.

Bu tatil bana iyi gelmeliydi. İyi gelmek zorundaydı.

Ruhumun kendi sancısıyla kavrulduğunu hissedebiliyordum. Kendime bile belli etmeden, gizlice geçmesini dilediğim o acının orada olduğunu biliyordum. Kendimi hissetmek, ruhumun saklanan acısından kurtulmak için bir şeyler yapmak zorunda hissediyordum.

Sıkışıp kaldığımı hissedebiliyordum. Uzun zaman tepkisiz kalmış ve bir anda patlamaya hazır olan bir volkan gibiydim.

Uyanmak istemiyordum.

Karanlık salonda parlayan telefonumun ışığı gözlerimi acıttı. Dün kamptan geldiğimizden beri Akan'ın kaprisleriyle uğraşıyordum. Onu aramamışım, neymiş o tıp okuduğu için aramamış ben niye aramamışım. Beyefendi beni ilkokul zannediyordu galiba. Ben de sınava hazırlanıyordum ama her şeyimi de yetiştiriyordum.

Arayanın Akan olduğunu düşünerek ekrana baktım. Yanılmıştım.

Nektari soyu'm arıyor...

Sondaki sahiplik bu sabah eklenmişti. Telefonu dudaklarımda tatlı bir tebessümle açtım ve kulağıma yaslayarak başımı koltuğa yatırdım. "Efendim?"

"Güzel bir klişe söylemek isterdim buraya, biliyor musun? Ama onun yerine ne zaman döneceğini soracağım çünkü şimdiden çok özledim."

"Ben hiç özlemedim, kafa dinliyorum burada."

"Ben kafanı mı ütülüyorum senin?"

"Asil ben leylek olsaydım beni sever miydin?"

"Bu evet demek miydi?"

"Bu hayır demek miydi?"

"Güzelim," diye söylendiğinde onunla uğraşmaktan zevk alarak dudağımı ısırdım. "Leylek olsan da severdim desem, ben leylek değilim diyeceksin diye korkuyorum."

Kendime engel olamayarak kahkaha atacakken hızlıca sesimi kapatıp gülmeye başladım. "Şeftali'm?" Asil'in sesini duyduğumda sesimi ciddileştirerek kapattığım sesi açtım.

"Leylek olsam beni sevmez miydin yani?"

Hattın diğer tarafında bir sessizlik oldu. "Dua et uzaktasın," dedi konuşabildiğinde.

"Allah Allah, yakınında olsam ne olacak acaba?"

"Yanımda olsaydın gösterirdim."

"Asil bak benim kafam biraz garip çalışıyor, biraz tersinden anlamış olabilirim."

"Öyle anlamanı istemiş olabilirim." Sesindeki imayla yanaklarım kızardı. O masum düşünmüyorsa da ben fesat düşünmüştüm bile. Çok geçti.

O son kitabı okumayacaktım ben.

Aynen, kitap okurken baya bilgileniyorum. Kültürleniyorum.

"Ne zaman döneceksin?" Diye tekrarladı.

"Haftaya, tatilin son günü."

"Çok geç," dedi huysuzca. "O zamana kadar sensiz ne yapacağım?"

"Nota'yı parka götürebilirsin. Herkesi orada eğlendirebilirsin. Ya da," diyerek cilveli bir sesle ekledim. "Aileni tatil bahanesiyle buraya getirebilirsin."

Ben şeytanla mı iş birliği yapıyordum, neydim?

"Bilemedim," dedi sahte bir kararsızlıkla. "Sumru da Mısır'ı görmek istiyordu sanki."

"Ben konuşurum onunla abisi," sesimi hülyalı bir tonda çıkardım. "Keşke şimdi burada olabilsen."

"Alin."

"Ne oldu?"

"Oraya geliyorum."

"Ne?" Dedim şaşkınlıkla. "Ne zaman? Niye?"

"Nasıl niye? Keşke dedin, ben senin içinde keşke bırakmam." Ya biz şimdi şaka yapmıyor muyduk? Ne ara döndük ciddiyete?

Karşımda olsa mal mal bakardım. Şimdi de mal mal susmakla yetindim. Çünkü ne söyleyeceğim hakkında zerre fikrim yoktu.

"Bana bir şeyler söylesene."

"Ne gibi?" Kararsızlıkla mırıldandım. Gözlerim tavanda dolanıyordu ve zihnimde şimdi benimle konuşurken ne halde olduğunu resmetmeye çalışıyordum.

Odasında mıydı? Yer altında? Belki bahçede ya da bir spor salonunda.

"Yanına gelene kadar bana tutunacak bir şey ver. Aramızdaki bu kilometre farkına sinir oluyorum çünkü motora atlayıp dakiklar içinde yanına gelemem."

Düşündüm. Onu mutlu edecek, heyecanlandıracak bir şey olsun istedim.

"Sana pasta yapayım mı?" Dedim kararsızca. "Daha önce yapmadım, emin değilim güzel olur mu ama aklıma geldi. Yapayım mı? Yer misin ki? Bilet aldığın gün haber verirsin yaparım, akşam da buluşuruz. Neli seversin? Yapabilirim umarım."

"Güzelim," diye iç çekti. "Sen benim için bir şey yapacaksın ve ben beğenmeyecek miyim? Ne haddime?" Derin bir nefes aldığında gözlerini kaçırmış bir halde canlandı zihnimde. "Sen neli seviyorsan öyle yap. Severim ben."

Kalbimin parçalara ayrıldığını hissettim. Pastayı neli sevdiğini bile bilmiyordu. Pastaları neye göre seçtiğini tahmin edebiliyordum. Ailesi için, onların sevdiklerinden seçiyordu ve onları her zaman kendisinden öne koyuyordu. Önceliği ailesiydi.

"Tamam," diye mırıldandım. "Geldiğinde sarhoş olalım mı?"

"Sen beni yoldan çıkarmaya mı çalışıyorsun?" Dedi şüpheyle.

"Seni sarhoş Alin'le tanıştıracağım," diye kıkırdadım. "İnanamazsın. Ben bile ben olmaktan çıkıyorum! Daha önce iki kez oldum ve birisinde kendimi deniz kenarında diğerinde bir hastanenin çatısında buldum."

"Şimdiden sabırsızlandım," dedi gülümseyen bir sesle. Bir insanın sesi gülümser miydi bilmiyordum ama o benimle konuşurken sesi hep gülümsüyordu. Buna bayılıyordum. Onunla ilgili her şeye bayılıyordum. "Sana gelirken ne getireyim? Ne istiyorsun?"

Tatile giden mükemmel kurgusal babanın sorduğu o muhteşem soru.

Acaba ben belle gibi gül ya da dal mı isteseydim? Memleketim de memleketim şimdi. Dört mevsimli yengeç meridyeninden geçen memleketim.

O son soruyu çözmeyecektim.

"Nota'yı getirsene?" Dedim hevesle. Yerimden doğrulmuş gözlerimi önümdeki manzaraya dikmiştim. Onu birkaç haftadır göremiyordum hiç.

"Ne?"

"Nota," birkaç saniye boyunca ses gelmediğinde kapandı mı diye kontrol ettim ama hâlâ aramadaydı. "Asil duyuyor musun? Nota'yı istiyorum."

"O cüceyi yurda bırakayım da gör!" Diye çıkışınca gözlerimi kırpıştırdım. "Kardeş falan dinlemem sallandırırım pencereden! Gelmiyor, yok sana Nota falan!"

Telefon kapandığında şaşkınlıkla ekrana bakakaldım. Bu beni kardeşinden mi kıskanmıştı şimdi? Sekiz yaşındaki çocukla alıp veremediği neydi?

Kapanan ekran tekrar aydınlandı.

Nektari soyu'm arıyor...

"Ne var?"

"Şeftali'm, bir daha kontrol ettim. Geliyormuş."

"Yaa," dedim gülmemek için kendimi zor tutarken. "Ne güzel."

"Gece maçtan çıktım," farkında değildi ama beklenti dolu bir sesle mırıldanıyordu. "Yanağımda ufak bir morluk var. Kazandım."

"Aferin sana," dedim gülümseyerek. "Hiç gitmeni istemezdim ama sen bana özgürlük tanıyorken benim seni kısıtlamam doğru olmaz. Seninle gurur duyuyorum, aferin sana." Hemen ardından kaşlarım çatıldı. "Sen gece mi dedin? Asil saat kaç orada?"

"Sabah."

"Sabah olduğunu tahmin edebiliyorum," dedim dişlerimin arasından. "Saat kaç?"

"Üç."

"Telefonu kapatıp uyuyorsun hemen, başka bir şey yapmayacaksın. Ya da dur, kapatma." Ayağa kalkıp odama yürümeye başladım. "Yatağa uzanır mısın?"

"Güzelim, hiç gerek yok. Çocuk değilim ya uyurum."

"Huysuzlanma," odamdaki pikeyi ve yastığı aldıktan sonra Katya'ya salonda uyuyacağımı söyledim. Koltuğa oturduğumda yastığı düzelterek pikeyi üzerime çektim ve uzandım. "Uzandın mı?"

"Alin..."

"Asil."

"Tamam," diye söylendiğinde hışırtı sesleri yükseldi. Yeni Zelanda ve Türkiye arasında dokuz saate yakın bir fark vardı. Onunla beraber uyumak için normal saatimden daha erken uyuyacaktım.

Türkiye'de kışken şuan burada yaz ayıydı. Oldukça da sıcaktı hava ama dairenin içi klimayla soğutulduğu için üşütmek istemiyordum.

"Uzandım."

"Üzerini ört ve gözlerini kapat."

"Bunu gerçekten yapmak zorunda mıyım?"

"Seninle uyuyacağım, lütfen gözlerini kapatır mısın?" Ardından sinirle nefesimi verdim. "Uyu be adam!"

"Benimle mi?"

"Şuanda uzanıyorum, gözlerini kapatıp yanında uyuduğumu düşünür müsün?"

"Oraya geldiğimde benimle uyuyacak mısın?"

"Tamam ulan! Uyuyacağım ama kapat artık gözlerini."

"Bana lan dedin."

"Özür dilerim, artık uyuyabilir miyiz?" Ben ne hale düşmüştüm böyle. Resmen Asil'le rolleri değiştirmiştik.

"Uyuyabiliriz." Uysal gelen sesiyle sinirle güldüm. Delirmeseydim keşke.

"Uyu artık aşkım."

"Neyin?" Gelen hışırtı sesleriyle yataktan hışımla doğrulduğunu anladım. Bir elim burun kemiğime gittiğinde derin bir nefes aldım. "Tekrar söyle, neyin?"

"Geldiğinde söylerim, şunu baştan alalım mı? Uyuyoruz!"

"Tamam."

 

🍑🍑🍑

 

"Anne gerçekten çok iyiyim, sorun yok. Hastaneden izin almana da gerek yok, arkadaşlarımlayım."

Annem merak etmiş uçaktan indiğimiz günün sabahı hemen bizi aramıştı. Bilgisayardan görüntülü konuşurken endişeli gözleri bizde dolaşıyordu.

"Hiç abini sayma," diye homurdandı Mirza. "Anne ben de buradayım."

"İkizini unuttu," aynı tonlamayla araya girip oturduğum koltuğun arkasına geçerek anneme el salladı. "Naber anne?"

"Ben sizi unuttuydum çocuğum," annem omzuna yaslandığı babama baktı. "Kocam sen hatırlıyor musun bunları, kim bunlar?"

"Hanım tanımıyorum. Bizim çocuk sayısı azaldı bir anda. Yenisini yapalım."

"Ohaa!" Diye bağırdım. "Yavaş be!"

"Hemen de dolduruyor lan yerimizi!" Yanımdan kalkarak kapıya yöneldi. "Gidiyorum ben, atacağım kendimi otelin tepesinden!"

"Anneciğim tutun o deliyi, atlar şimdi." Sakince verdiği emir Barlas tarafından karşılandı. Barlas arkamdan ayrılırken annemin kaşları çatıldı. "Barlas niye yamuk yürüyor?"

"Sabah ayağını vurdu," dedim yalan söylemekten nefret ederek. Onları kandırmak istemiyordum ama Barlas net bir dille bunu annemlerin bilmeyeceğini söylemişti. İki haftada toparlayacağını annemi telaşlandırıp aklının kalmasına sebep olmamıza gerek olmadığını söylemişti.

"Tamam o zaman, birbirinize dikkat edin. O iki kardeşine de söyle, birbirinize emanetsiniz. Abin gelir şimdi, yemeği hazırlayalım biz."

"Akan'ı doyurun ama unutmayın," dedim gülerek. Onun okulu ve bizim okulumuz biraz çelişiyordu, dersleri yüzünden bizimle gelmemişti. "Selam söyleyin ona."

"Tamam anneciğim, görüşürüz."

"Görüşürüz." Tek başıma kaldığım odaya bakarak derin bir nefes aldım. Bilgisayarın yanında sehpada duran şeftali desenli turuncu defteri aldım ve ilk sayfaya baktım.

Beni mutlu eden şeyler:

•Asil'le konuşmak

•Sumru'nun getirdiği kediyle oynamak

•Sabah uyandığımda gökyüzünü izlemek

•Ilık duş

Sadece yaptığım şeylerden gidiyordum. Öncesini değil şuan yaptıklarımın mutlu edip etmediğine karar vererek yazıyordum. Kalemi alarak yeni maddeyi ekledim. Karya annemin gülmesi.

Sayfayı çevirdim.

Beni mutsuz eden şeyler:

•Asil'in sevdiği pastayı bilmemesi

Beni mutsuz eden şeyin kaynağını bulamıyordum. Garipti ama neden olduğunu bilirken kaynağın ne olduğunu bilmiyordum.

Sadece tek bildiğim Asil'den esirgenen her şeyin beni hem öfkelendirip hem de üzdüğüydü. Ondan esirgenen her şeyi ben ona vermek istiyordum.

Titreyen telefonumla gözlerimi defterden çekerek onu elime aldım mesaj Asil'dendi.

Nektari soyu'm: Bu akşam

Nektari soyu'm: Biletleri aldım

Nektari soyu'm: Ve bizim için karşındaki daireyi tuttum

Siz: 

Siz: Karşımdaki daireyi? E ben sana adres atmamıştım ki?

Nektari soyu: :)

Siz: Tamam, sorgulamayacağım. Ben alışverişe gidiyorum o zaman

Nektari soyu'm: Neli yapacaksın

Siz: Süpriz:)

 

🍑🍑🍑

 

"Ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkında, ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkında." Ellerimi havaya kaldırıp kalçamı sallayarak şarkıya kendimce nitelik kazandırdım. "Ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında."

Yazıktı Nazım Hikmet'e. Nasıl arkadaştı o öyle? Ne demek sevdiğiyle buluşacakken polis çağırmak?

Dilimlediğim çileği simetrik bir şekilde son pastanın üzerine yerleştirdim. Ve sonunda geriye çekilerek eserlerimi konrtol ettim.

On iki çeşit pasta yapmıştım.

Şeftalili, çilekli, damla çikolatalı, muzlu, karışık meyveli, krokanlı, kivili, kahveli, fınfıklı, limonlu, vanilyalı ve kırmızı kadife pasta.

Asil'le konuştuğumuz sabah saatlerinden beri bu pastaları yapıyordum. Uzun zaman sürmüş, dikkatle yaptığım halde bazıları biraz yamuk olmuştu. Ama hepsini küçük porsiyonlar halinde yaptığım için israf olmayacağını düşünüyordum.

Umarım bugün hangisini daha çok sevdiğini bulabilirdi.

Asla ona kendi sevdiğim pastayı yapmayacaktım, aklımın ucundan bile geçmemişti. En başından beri aklımdaki şey tüm çeşitlerden yapmaktı. Biraz daha zorlayıp çeşit arttırabilirdim ama yemek de yapmam ve hazırlanmam lazımdı.

Resepsiyondan Asil'in rezervasyonunu göstererek oda kartını almış ve tüm malzemeleri alıp oraya geçmiştim.

Katya'yı, Berkay ve İldem'e emanet etmekle iyi mi yoksa kötü mü yapmıştım bilmiyordum. O ikisi benim için bu gece bizim dairede uyuyacaklardı.

Pastaları aynı hizada ada tezgahına dizdim ve hemen ocağın başına geçtim. Hızlıca pratik bir yemek de yapsam iyi olacaktı.

Evdeyken yataktan kalkmaya üşenen bana sırf sevgilisi sevdiği pastayı bulsun diye on iki çeşit pasta ve yemek şoku.

Gözlerim saate kaydı, yedi olmuştu çoktan. Hızlıca dolaba koyduğum tepsiyi çıkarıp fırına attım. Fırında et sote yapacaktım. Yanına bir şeyler yapsam mı diye düşünürken çalan zille derin bir nefes aldım.

Biz üstümüzü değiştirmemiştik iyi mi? Üzerimdeki puding ve krema lekelerine bakarak iç çektim. Yapacak bir şey yoktu. Üzerime turuncu elbisemi giyecektim ama artık bizi kot şort ve cropla idare edecekti beyefendi. O kadar uğraşıp pasta yapmıştık.

Heyecanla kapıya giderken zemine basan ayaklarımın pek de yerle buluştuğunu hissedemiyordum. Son anda saçlarımı kulağımın arkasına atarak kapıyı açtım.

Omzunu pervaza yaslayarak öylece bana bakakaldı. "Görmeyeli tatlanmışsın."

"Aman ne şakacıyız," üzerindeki beyaz gömleği ve kotu inceledikten sonra kaşlarımı kaldırdım. Gömleğinin yakalarını avucuma alarak onu içeriye çektiğimde kısık bir şekilde güldü. "Yanağına bakayım, ne kadar kötü?"

"Bir şey yok, gerçekten." Çenesini tutarak başını çevirdim ve yeşilimsi morluğa baktım. Çok kötü değildi ama içimin sızladığını hissettim. "Bekle krem süreceğim." Bir koşu o söyledikten sonra aldığım morluk kremini getirdim ve parmaklarımla hafifçe dokundurarak kremi yanağına sürdüm.

"Eyvallah."

"O pastayı beğenmezsen seni beşinci kattan atarım."

"Sanırım biraz uğraşmışsın," ellerimi yakasından çekerek alnıma bir öpücük kondurdu. Ayağıyla iterek kapıyı kapattığında elinin birisi belime kaydı. "Ellerine sağlık."

"Ama daha yemedin ki," diye dudak büzdüm. Kirpiklerimin altından ona bakıyordum. Boyunun uzunluğu şuanda ayağımda çorap ve terlik olmadan gezdiğim için daha da fazla olmuştu.

"Eminim mükemmeldir."

"Yamuk yumuk oldular, pizza kulesi gibiler."

"Biz de başımızı yana çevirip yeriz."

Kıkırdadım. "Ama şeker yerine tuz koydum."

"Arkasından su içeriz," kaşları hafifçe çatıldığında gözleri mutfağı görmek için benden ayrıldı ama buradan görünmüyordu. "Oldular mı? İki tane mi yaptın?"

"Gelsene," hevesle elini çekiştirdim. Çocuksu bir neşeyle önden ilerlerken ada tezgahının yanına getirdim onu. "On iki tane yaptım!"

Boş bakışlarla önündeki pastalara bakıyordu. Hareket etmiyor ya da gözlerini kırpmıyordu. Bir tepki vermesi gerekiyordu artık. Beklentiyle parlayan gözlerimin ve hevesimin korkuyla gerilediğini hissettim. Hoşuna gitmemişti galiba.

"Ben..." Derin bir nefesle iç çektim ve çekingen bir sesle devam ettim. "Sen hangisini sevdiğini bul istedim. Yani, tamam çok fazla yapmış olabilirim. Hepsini yemek zorunda değilsin. Beğenmediysen yeme zaten, insan beğenmediği şeyi niye yesin ki?"

Elim masadaki şeftalili pastaya gittiğinde onun gözlerine bakmıyordum. Kırgın gözlerim yerdeydi.

Ellerini bir mengene gibi bileklerime tutundu. "Bekle," dedi kuru bir sesle. "Hayır, onlar çok güzeller."

"Tamam," diyerek ellerimi çektim ve telaşla salonun çıkışına yöneldim. "Ben üstümü değiştireyim o zaman."

Kolumdan tutarak beni kendisine çekti. Bedenine çarptığımda daha ne olduğunu anlamadan dudaklarıma dudaklarını bastırdı. Duygu doluydu. Avuçlarını yanaklarımla doldurup sanki doyamıyormuş gibi beni kendisine çektiğinde dayanamadım ve ellerimi ensesine sardım.

"Teşekkür ederim," dudakları dudağımın kenarını buldu. Sert bir öpücük kondurdu. Ardından yanaklarıma, elmacık kemiklerime, şakaklarıma, burnumun ucuna ve gözlerime bastırdı dudaklarını. Ve her birini öptükten sonra bana teşekkür etti. Ardından başını boyun girintime yaklaştırdığında öpücükleri yüzünden nefes nefeseydim. Dudakları hızla atan nabzımın üzerinde kaldı. Kirpikleri köprücük kemiklerime sürtünüyordu. Hisli bir sesle tekrarladı, "teşekkür ederim, aydınlığım."

Adımın anlamıyla bana hitap ettiğinde o kadar hassas hissettim ki, parmaklarımın ucuna kadar titredim sanki. Gözlerimin sulandığını kapalı göz kapaklarımın ardından hissediyordum.

O kadar güzel seviyordu ki, bazen o sevginin altında kalıyordum.

Aslında isminin anlamı ulu, kibar ve Asil demekken parıldayan ve aydınlık anlamlarına da geliyordu.

Aslında ismimin anlamında bile o vardı. Kader bizi öylece birbirimize dikivermişti. İpliklerimiz, birbirine ilahi bir güçle dolanmıştı.

"Asil," başını boynumdan çıkarmasını sağladım. "Hangi pastayı sevdiğimi söylemeyeceğim, hayır şeftalili olan değil. Eğer ailenin sevdiği pastaları seçeceksen en baştan onları elerim. Hepsinin tadına bakacaksın ve hangisini sevdiysen ben sana onu yapacağım. Tamam mı?"

Başını salladı, içli bir nefes eşliğinde dayanamayarak tekrar dudaklarıma bastırdı dudaklarını. Kokumu içine çekerek alnını alnıma yasladı.

"Seni hak edecek ne yaptım?"

Asıl ben seni hak edecek ne yaptım?

"Doğdun," diye fısıldadım. Yanaklarını avuçlarım içine alarak burnunun ucuna şefkatli bir öpücük kondurdum. "Nefes aldın ve benim için bu bile yeterliydi."

"Bu kadar mükemmel olman haksızlık."

"Değilim," dedim histerik bir şekilde gülerek. "İnan bana bir mükemmel varsa o ben değilim."

"Öylesin, hayatımın bir mükemmeli varsa o da sensin. Siktir et başka mükemmelikleri. Onların bizim için bir değeri yok."

"Ben artık üzerimi değiştireyim, kendimi ayaklı yemek gibi daha da kötüsü pasaklı gibi hissediyorum."

"Burnuma et kokusu geliyor, ben de yanına salata yapayım mı?"

"Nasıl istersen." Diye omuz silktim. "Ama önce pasta!"

"Normalde önce yemek yenmiyor muydu?" Dedikten sonra omuz silkti. "Her neyse."

Odaya girip turuncu elbisemi giydim. Askılarını düzeltirken duvar ardındaki Alin beğeniyle gözlerini kıstı. Büyüseydim, çok güzel olurmuşum. Bir de şey ya, sen ona yaklaşınca benim buralar biraz gürültülü oluyor. Önceden haber ver kulaklık takayım.

Ellerimi eteğime silerek içeriye geçtim. Asil ada tezgahından bir sandalye çekmiş ve oturmuştu. Dolaptaki şarap şişesini çıkarıp tezgaha koymuş, elindeki çatalı döndürerek önündeki pastaları izliyordu. "Neden başlamadın?"

"Sensiz mi?" Beni inceleyerek dudaklarını kıvırdı. Gömleğinin iki düğmesini açmış ve manşetlerini dirseklerine doğru katlamıştı. Kolunu bana uzattı. "Buraya gel."

Yanında dikildiğimde sandalyesini geriye doğru ittirerek bana döndürdü. Tekerlekli olduğu için bunu çok rahat yapıyordu. Elini belime yerleştirip beni iki bacağının arasına çekti. Ellerimi omuzlarına yaslayarak kendimi bayılmamak adında telkinledim.

Allah'ım tövbe haşa ama biz daha önce hiç heyecanlandırılmamış olabilir miydik?

"Söz bir, tutuldu. Sıra ikincisinde," şaraf şişesini bana uzattığında kadeh almak için bacaklarının arasından çıkacakken belimden kendisine bastırdı. "Kucağıma gel, şişeden içerken seni izlemek istiyorum."

Güldüm. "Sen benden önce mi başladın içmeye?"

"Hayır," başını eğerek dudaklarını elbisenin üzerinden karnıma bastırdığında titreyerek omuzlarına tutundum. "Gelir misin?"

Parmak uçlarımda yükselerek kucağına oturmaya çalıştığımda belimden tutarak beni sol bacağının üzerine oturttu. "Teşekküler."

Elimle geçiştirip elindeki şarap şişesini aldım ve dudaklarıma yaslayarak acıyla boğazımı yakan büyük bir yudum aldım. En başta hep çok kötü gelirdi, yavaşça alışırdınız tadına.

Şişe bir an dudaklarımdan kaydığında soğuk şarap çenemden boynuma doğru yol aldı. Hızla şişeyi indirdim ve masadan peçete aldım.

Boynumda hissettiğim ıslaklıkla gözlerim kapandı. Başım iradem dışında arkaya eğilerek ona yer açtı.

Hasşeftali, dökülen şarabı gerçekten diliyle mi temizleyecekti?

"Ne yapıyorsun?"

"Temizlik, pasaklı hissettiğini söylemedin mi?"

"Ben..." Masadan tutunatak alt dudağımı dişledim. Bu nasıl bir şeydi böyle? Beni delicesine bir distopyanın içinde hissetiriyordu.

"Hmm," diye mırıldandı. Avuçlarını bedenime sürterek yukarıya çıkmaya başladı. Teması yüzünden alev alev olduğumu biliyordum. Avcunu boynuma bastırarak baş parmağıyla alt dudağımı dişlerimin esaretinden kurtardı. "Dinliyorum, konuşmaya devam et."

"Asil..." Dilinin yukarıya doğru bir çember çizdiğini hissettiğimde tırnaklarımı ensesine bastırdım. "Pasta."

"Yiyeceğim, söz verdim. Ama önce lezzetlenmeleri için şefin spesyalini deniyorum."

"Sen direk şefi deniyorsun," omzunu sıktım. "Her ne ya- siktir!"

Dişlerini boynuma geçirmişti. Normalde sansürleyerek kullandığım küfür birden dudaklarımdan firar etmişti.

Dudakları kıvrılırken dişlerini geçirdiği tenime dilini değdirdi tekrar. Dişlerini sürterek çene hattım boyunca gezdirdiği dili dudaklarımın kenarında yoluna son verdi. Olduğu yere minik bir öpücük bıraktıktan sonra çatalı eline alarak pastalara döndü. "Hepsini benim için yaptın."

Kendini inandırmak ister gibi söyledikleriyle ensesindeki kıza saçların arasında parmaklarımı gezdirdim. Hâlâ nefesim kesikti. "Hepsi senin için."

"Teşekkür ederim."

"Bir kez daha teşekkür edersen elimden bir kaza çıkacak." Elindeki çatalı alıp, "hangisinden yiyeceksin?" Diye sordum. "Ve hayır bunu ben seçmeyeceğim."

"Şeftali."

"Efendim?"

Dudakları kıvrıldı. "Pastayı diyorum."

"Hı," aydınlanmış bir ifadeyle uzanıp çatalı şeftalili pastaya batırıp küçük bir parça aldım. Çataldaki pastayı yedikten sonra ben hevesle onu izlerken gözlerini kapattı. Nasıl olmuştu? Beğenmiş miydi?

"Hani tuz koymuştun?"

"Sorunumuz bu mu? Kandırdım. Nasıl olmuş?"

"Mükemmelin ötesinde."

Kalbimin ritminin onun yanındayken tekdüze olmasını beklemek aptallıktı. Şarap şişesini çektim ve büyük bir yudum içtikten sonra Asil'in dudaklarına uzattım. Elini elbisenin eteğinden açıkta kalan bacağıma koyarak avucunu bastırdı. Uzattığım şarabı içtiğinde onu masaya koydum. "Şimdi?"

Parmakları bacağımın üzerinde daireler çiziyor, tenimin karıncalanmasına neden oluyordu. "Şu," on iki pastayı da böyle denedik. O gösterdi, ben çatalla uzanıp ona yedirdim ve şarap şişesi pastanın tadımı bittiğinde dibi görmüştü.

Hıçkırdım ve başımı boyun girintisine yasladım. "Biliyor musun, küçükken bir köpeğim vardı."

Başını olumsuzca salladı. Belimde ve bacağımda daireler çizen parmakları beni mayıştırıyordu. "Kışın karda donmak üzereyken beni ısıtmıştı. Ona o yaştaki bir çocuğun bakabileceği kadar iyi bakmıştım, çok seviyordum onu. Ama birinci yıl dolduğunda," bir şeylerden korkuyormuş gibi titrek nefesimi bıraktım. "O gözlerimin önünde öldü. Kafası tekerlerin altında-"

"Şşh," bacağımdaki eli saçlarıma uzandığında refleksle tutup yerine koydum. "Alin."

"Yapma," diye fısıldadım. "Kimi kaybettiysem bunun yüzünden. Köpeğim bile saçlarımın üzerine uzanmıştı." Güldüm. "Düşmanlar için ideal silah ama tam olarak ne zaman harekete geçiyor bilmiyorum."

"Asıl sen yapma," merhamet akan sesiyle kucağındaki bir kadın değilde bir bebekmişim gibi hissettim. "Canlılar doğar ve ölür. Bunun yükünü onlara yükleme. Öyle güzeller ki, onlar bir suçlu olamaz."

"Ben de olamam ama öyleyim," hiserik bir gülüş çıktı dudaklarımdan. "Yapma, savunma bana onları. Ben kuaföre gitmiyorum kendim kesiyorum, birileri ölecek diye."

"Suçlanmak için fazla masum, dokunmak için fazla güzelsin." Dudaklarını alnıma bastırdı. "Onları savunacağım çünkü bir gün dokunmama izin vereceksin, seni onların lanetli olmadığına inandıracağım."

"Yapamazsın," diye güldüm. "Bence ben seni başka bir şeye ikna ederim."

"Öyle mi? Neymiş o şey?"

Sarhoşluğun içine girdiğimi biliyordum. "Bir gün benimle ringe çıkacaksın."

"Asla," diyerek katı bir sesle reddetti. "Kendimi korumaya çalışsam bile sana zarar verme riskini göze alamam. Olmayacak."

"Bir gün benimle ringe çıkarsan, belki o zaman saçlarıma dokunmana izin veririm." Hayatın karşımıza neler çıkaracağını bilmeden kurduğum cümleler, burnuma gelen yanık kokusuyla kahkaha attım. "Et yandı!"

Benimle birlikte gülerek başını alnıma yasladı. "Biraz daha böyle kalırsak sadece et değil fırın da yanacak."

"Ateşinde ısınırız," diyerek güldüm. "Yeterince sıcak değilmiş gibi." Kucağından indiğimde başım döndü ve masaya tutundum. "Sarhoş olmuşum!"

Kahkahama sırıtarak elini belime koydu. "Hadi şuna beraber bakalım."

Et yanmıştı. Tahmin ettiğimiz gibiydi, zorlarsak bir kısmı yenebilirdi ama açıkcası canım et yemek istemiyordu. Yine de açtım.

"Et yandı," diye dudaklarımı büzdüm. Elinde mutfak eldiveniyle tepsiyi çıkarak Asil'in gözleri saniyelik olarak dudaklarıma ve tekrar gözlerime döndü. "Ama ben açım."

"Ne yapayım? Ne istiyor canın?"

Heyecanla olduğum yerde ileri geri sallandım. "Sarma!"

"Sarma mı?"

"Şeftalili hem de!"

"Hem sarma hem de şeftalili?"

"Hm hm," kirpiklerimin altından ona baktım. "Yapmayacak mısın?"

"Canının onu istediğinden emin misin?"

"Sanırım."

"Tamam," arkasını dönerek dolabı açtı. "Yaprağın var mı?"

"Otelin önünde hindistan cevizi ağacı vardı, oradan toplayalım mı?"

"Ne?"

"Şaka yaptım," diyerek kahkaha attım. "O yaprakla mı sarma saracaksın? Şeftalili sarmayı şuan duydum."

Rahatlayarak nefesini bıraktı. "Ben de gerçekten istiyorsun sanmıştım."

"Şöyle yapalım, ne yapmayı biliyorsan onu yap. Ben onu yiyeyim."

"Balık kızartabilirim, ama balık almalıyız. Dolapta ne var bir bakayım," dolapta sadece ben ne aldıysam onlar vardı. "Sanırım sadece krep malzemesi var."

"Üzerine de pasta için aldığım meyvelerden koyarız," diye heyecanla araya girdim. Hıçkırdım. Ardından kıkırdadım. "Votka, rakı ve şarap. Hık. İçtikçe insan olur harap."

"Bir yere oturmak ister misin?" Malzemeleri çıkartarak bir kabın içerisine yumurtayı kırdı.

"Yanına salata da yapar mısın?"

"Krep ve salata mı? Emin misin?"

"Oldukça," diyerek güldüm. Onu pek umursamadan kendi etrafımda dönerek garip dans hareketleri yapmaya başladım. Kafamın içinde çalan ve dudaklarımdan taşan müzikle sadece ruhumun dans etmesine izin veriyordum.

"Titriyor ellerim tiryakinim. Her günüm bir kor gibi yanar geçer. Her anım bir yıl gibi uzun sürer. Son bir isteğim senden bir daha deneyelim." Hıçkırdığımda frenkans değiştiren radyo gibi başka şarkıya geçtim. Başımı tavana kaldırmış eteklerimi havalandırarak yavaş yavaş kendi etrafımda dönüyordum. Aynı anda da saçma sapan hareketlerim devam ediyordu. "Çal beni, çal gecem günüm, karışalım. Çağırıp kadehlere baharı. Al senin olsun en sarı yazlarım. Sarılıp da bir daha ayrılmamalı."

"Hep dönerim etrafında, hiç kimse fark etmez. Aşk bu göstermez, rüyaların biterse. İyi dinle, duyarsın sesimi uzaklardan. Dinle en kuytu acılardan. Kalbinde yoruldunsa yolculuklardan, vazgeç artık yıldızlardan. Aya benzer yüreğim, e doğal olarak takipteyim."

Tekrar hıçkırdım. "Ya benim ilacımsın, ya en büyük acımsın. Anlamadım nesin, nasıl bir haldesin. Senden sonra kafam toparlanm'iycak kesin. Ellerin elimde bitmeyen bir nehir." Cehennemin dibidir senin olmadığın yer.

Hıçkırdım. "Ne aşklar gördü bu sahil, ne fırtınalara şahit? Vazgeçmişken çıktın karanlıktan. Çaktı gözleri aman ışıl ışıl. Tam yerinde yıldızlar şıkır şıkır. Bütün alevler aşkımın şerefine, sönüp giden senden bilsin."

"Hatalar yalan duygularda başlıyor. Sen de benim hatalarımdan birisin-"

"Yanlış şarkı," diyerek bana bir şeftali fırlattığında son anda havada yakaladım. "Hıçkır."

Omuz silkip seftaliden bir ısırık aldıktan sonra masadaki peçeteyi elime aldım ve halay çekmeye başladım. "Bir el uzanır bana, sınırların ardında."

Kahkaha sesi kulaklarıma geldi. "Bayılıyorum sana."

Kendi etrafımda bir tur döndükten sonra cilveli bir şekilde öpücük gönderdim. "Bizimkiler de sana bayılıyor, aşkım." Aşko kuşko konuşma fikri, çık aklımdan.

Bizimkiler dediklerim de şey. Küçük Alin, arsız Alin, Mantıklı Alin.

"Tekrar," diyerek bana döndü. "Söz verdin, tekrar söyle. Duymadım."

"Ooofff, benim kafam felaket oldu aşkım." Ben ne ara dinlemiştim levelC5'i? Resmen karışık radyo gibi önüme geleni hafızadan çekip çalıyordum.

"Dalga geçmeden söyle," yanıma gelerek beni kandırmaya çalıştı. "Sana krep yapacağım, üzerine de şeftali koyacağım. Söylediğini tekrarla."

Kahkaha atarak geriye doğru adımladım. "Sarhoşum, kaçık değil!" Ona bir sır vermek ister gibi eğildim. "Biliyor musun? Ben küçükken karınca yedim."

"Ne?"

"Ekmeğimi yere koymuştum, bir tanesi arasına girmiş. Ağızda çok acı bir tat bırakıyor," titreyip geri çekildim. "Allah affetsin, o ekmeği yine de yemiştim."

Tam konuşacakken tekrar hevesle konuşmaya başladım. "Bir keresinde de evden kaçıp parka gitmiştim! Manavcı Nusret amca görüp kulağımı çekti diye gidip manavdaki teraziyi çalmıştım. Üç gün onu aradı, yanındaki bakkal Hasan amca tartıyordu meyveleri. En sonunda sinirim geçinde geri getirdim, bu sefer de niye aldın diye kızdı. Ben de yenisini almışsın, buna gerek yok diyip götürüp bir dilenciye vermiştim."

"Dilenciye terazi mi verdin?"

"Satar parasını alır diye düşündüm, akıl mı kalmıştı o sinirle bende?"

"Sen bana-"

"Aşkım dedim!" Dedim en sonunda. "Dedim ulan, var mı bir diyeceğin?"

"Var, bir daha söylesene."

"Kafayı yiyeceğim!" Kahkaha atarak koltuğun kolçağına oturdum. "Krepler ne oldu?"

"Bitti, meyve keseceğim."

"Oha," dedim harfleri uzata uzata. "Ne kadar çabuk. Alayım mı yavrum seni kendime?"

"Al ama yavrum ne?"

"Beğenemedin mi? İyi aşkım da yok Asil de yok, pişt diye sesleneceğim sana."

"Tamam ulan, yavrum de!"

"Sen bana lan mı dedin?"

"Özür dilerim, güzelim."

Kıkırdayarak tezgahı gösterdim. "Meyveleri keser misin? Çoook acıktım!"

"İste yeter." Kesme tahtasına yerleştirdiği muzu soydu. Keserken birden atıldım ve kestiği küçük parçalardan birisini kapıp ağzıma attım.

"Elini keseceksin, atılmasana! Söyle ben bıçağı çekeyim, ye."

Başımı salladım. Muzları kestikten sonra sıra çileklere geldi. Onları da ortadan ikiye ayırıyordu. Tam arkasında durmuş avına kenetlenmiş bir aslan gibi izliyordum onu. Çileği ikiye ayırdığı an bir yarısını kaptım.

"Elin," kasılmıştı, bıçak tahtaya yaslıyken avucunu sımsıkı ona sarmıştı. Avucumu iki omzunun arasına koyarak başımı koluna yasladım.

"Tamam, yapmayacağım başka." Homurdanarak geriye kalan meyveleri de çekirdeğinden ayırıp pişirdiği kreplerin üzerine yerleştirdi. Yaban mersini, ahududu, muz, çilek ve şeftaliyle aç mideme şenlik gibi görünen krebin üzerine en sonunda da bal döktüğünde çocuk gibi heyecanlanmıştım.

Benim için yemek yapıyordu. Benim için.

"Şurup olsaydı dökerdik, gidip almamı ister misin?" Başımı omzuna bastırarak iki yana salladım. "Hayır, salatayı da yapar mısın?"

Başını salladı ve krep tabaklarını kenara çekti. Arkasından çekilip malzemeleri alması için bekledim. Tüm malzemeleri çıkarıp yıkadıktan sonra kesmyee geçtiğinde tekrar arkasından yaklaştım.

Gülerek onun kesmeye başladığı marulu aldım ve bir kısmını koparıp ağzıma attım. Yok, içmek bana yaramamıştı. Ama bedenimin bu şeyleri yapmasına da engel olamıyorum.

"Güzelim," derken bıçağı tezgaha bıraktı ve bana döndü. "Sen biraz uyu istersen. Kahve yapayım ya da sana? Böyle olmayacak."

"Niye," diye dudaklarımı büzdüm. "Sarhoş Alin'i sevemedin mi yoksa?"

"Yok her halini seviyorum da," uzanıp elimdeki marulu aldı. "Kestiğim her şeyi bıçağın ucundan almaya kalkarsan elin kesilecek."

"Sen benim için korktun mu?" Diye şımardım. Dudaklarımda oyunbaz bir gülümseme vardı ve gözlerim ışıldıyor olmalıydı. Kafam biraz bulanık da olsa hâlâ ne yaptığımı biliyordum.

"Her zaman," diyerek elini omzuma koydu. "Hadi güzelim, otur biraz."

"Yaa," diye sızlanarak tezgaha gitmeye çalıştım. Bu çocuksu sızlanmalarıma sabırlı bir nefes eşliğinde arkamdan gelerek karşılık verdi. Kalçamı tezgaha yaslayarak ona döndüm. "Ama ben oturmak istemiyorum ki."

"Ne yapmak istiyor benim güzelim?" İşaret parmağını çenemin altına yasladı ve baş parmağıyla alt dudağımın kenarını okşadı. "O ne istiyorsa onu yapalım."

Sırıttım. "Sen salatayı yap, ben de yiyeyim."

"Bıçağın ucundan mı?" Dedi sinirle ve ben ne olduğunu anlamadan birden belimden tutup havaya kaldırdı. Ada tezgahındaki pastaları kenarlara iteek beni onların ortasında açtığı boşluğa oturttu. "Yeter, burada oturuyorsun ve kalmıyorsun." Geriye çekilip bana baktıktan sonra haylazca gülümsedi. "Tüm tatlılarım bir arada, harika." Çenemi iki parmağı arasına alarak kaldırdı ve başını eğerek dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu. "Pastalarıma dokunayım deme, onları benim için özel birisi yaptı."

"Yaa," dedim şımararak. Ayaklarımı ileri geri oynatarak başımı omzuma düşürdüm. "Kim yaptı ki?"

"Adında adım olan birisi."

Salatayı yapana kadar istediği gibi tezgahta oturdum. Ama rahat durduğumu söyleyemezdim. Pastaların üzerindeki meyveleri ve çikolata parçalarını yiyordum. Asil işini bitirip arkasını döndüğünde beni yerimde buldu ama ağzıma attığım çilek, çilekli pastanın üzerindeki son çilekti.

Başını gülerek iki yana salladı ve iki çatal aldı. Birisini bana uzatırken gözlerini pastalara gezdirdi ve çatalını krokanlı pastaya uzattı.

İlk seçtiği pasta, aklında kalan pasta olmalıydı.

Ellerimi birbirine vurarak çatalımı onun gibi krokanlı pastaya batırdım. "Zevklerimiz bir ha? Birbirimizi bulmamızdan belliydi."

Gözlerini büyüterek bana döndü. "Sen şeftalili pastayı sevmiyor musun?"

Omuz silktim. "Çikolatayı kim sevmez ki? Ayıkken sorarsan reddederim, şeftalili pasta biraz kötü. Daha önce de kekini denedim, ortaya rezalet bir şey çıkardım."

İnanamayarak başını salladı. Çatalındaki pastayı bana uzattı, gözlerim çatala kaydığında ben de bir parça aldım ve ona uzattım.

Kesinlikle en iyi yaptığım şey bu olabilirdi.

Asil ellerini belimde kaydırarak kalçalarımdan tuttu ve kucağına aldı. Kollarımı boynuna sardığımda başımı omzuna yaslamış ve boynundan gelen kokuyu derince içime çekmiştim.

Uykum geliyordu.

Yemek masasına geldiğimizde beni oturtarak krepleri getirdi. Esneyerek uzattığı çatalı aldım ve gözümün birisi kapalı bir şekilde yemeye başladım.

Muzu ağzıma tıktım. "Ben kardeşleri çok severim, niye biliyor musun?" Hıçkırdığımda biraz daha kendimdeydim. Ama hâlâ uykum vardı. "Bir gün odamda ders çalışırken içeriden kavga sesleri yükselmişti. O sabah okula gitmek zorundaydım, öğretmenimiz beni konuşmacı seçmişti. Ben de kendi kendime bir metin hazırlamıştım. Daha tabii üçüncü sınıfa falan gidiyorum, en fazla ne kadar olabilirse o kadar iyi hazırlandım diyordum. Her zaman o sesler olurdu, artık normal karşıladığımı zannediyordum. Ama sadece biriktiriyormuşum. O ikisinin ettiği kavga bana nadiren sıçrardı ama her kavgada onlardan çok daha fazla hasar aldığımı hissederdim."

Krep parçasını yutmak zorlaşınca Asil'in kadehe koyduğu şarabı kafama diktim. "Ay bu ne be? Tadı bir değişti bunun? Nasıl şarap bu?"

"Votka'yı kafana diktin," diye mırıldandı. Ona bakmak istemiyordum çünkü bakarsam bana o saçma ailenin göstermediği anlayışla karşılaşır ve ağlardım.

"O gün ezberledigim her satırı unuttum. Karnımda büyük bir ağrı vardı. Meryem annem hamileydi ama onu aldırmıştı." Hıçkırdım. "Bize hiç sormadı bile. Onu bilmemize bile izin vermedi. Tamam," diyerek burnumu çektim ve gözlerimi tavana çevirdim. "Belki ben iyi bir abla olamazdım, belki o adam da iyi bir baba olmazdı ama Meryem sırf Ali'yi unutamadı diye bir canın yaşamasına izin vermedi. Hep beni suçladı o adam." Harika, artık ağlıyordum. Kesinlikle bir daha içmeyecektim. "Belkilerle yaşamak zorunda kaldım, o gün doğmaya karar vermeseydim belki birden fazla kardeşim olurdu dedim. Belki ben çok güzel bir abla olurdum dedim, belki o ölmek zorunda kalmazdı dedim. Herkesin yaptığı gibi ben de kendimi suçladım. O gün hiç bir şey yapamadım, konuşamadım, ezberlediklerim kayboldu ve bana güvenen öğretmenimi hayal kırıklığına uğrattım."

Islak gözlerimi ona çevirdim en sonunda. Acımıyordu, gözlerinde gördüğüm şey anlayış ve acıydı. "Belki yaşasaydı Nota gibi olurdu." Bunu ben bile şimdi fark ediyordum ama Nota'yı kurtaramadığım o çocuğun yerine koymuştum. Bu yüzdendi onu bulamadığımda atak geçirecek kadar kendimden geçmem. Ben aslında Nota'yı kurtarırsam kendi içimde o çocuğa bir nebze olsun yakınlaşabileceğimi düşünmüştüm.

Bana gülümseyerek burnuma bir fiske attı. "Sanırım kardeşimi seninle paylaşabilirim. Ama söylüyorum, onu benden daha fazla seversen gerçekten ikimize paylaştırırım."

Dudaklarım sözleriyle zorlukla kıvrıldı. "Seni Nota'ya ve Aylin abla'ya şikayet edeceğim."

"Aklından bile geçirme," dediğinde parmaklarını karnımda hissettim. Öne doğru eğilerek parmaklarını itmeye çalışsam da nafileydi. "Madem karnımız doydu, rahatça gıdıklayabilirim!"

"Ya hayır," yüksek sesle kahkaha ataraken ellerimle onu engellemeye çalışıyordum. "Açım, vallah açım, yemin ederim açım!"

"Ben hiçbir şey yediğini göremedim."

"Ellerini çek, vallahi yiyeceğim!" Ellerini çektiğinde oynayıp durduğum yemeği beni güldüerek yedirdi. Geçmişimi değiştiremeyeceğini ya da şimdi bana ne denli dokunursa dokunsun unutturamayacağını biliyordu ve çabaladığı şey beni mutlu etmekti. Geçmişime dokunması zordu ama şimdimin kararmasına izin vermiyordu.

Krebi ve salatayı bitirdiğimizde çok fena bir uyku bastırmıştı. "Asil, bir horoz vardı ama artık yok yani uçtu."

"Ne kadar ilginç," bacaklarımın altından kolunu geçirerek beni kucağına aldığında başımı göğsüne yasladım.

"Nazım Hikmet'i de arkadaşı kandırdı polis çağırdı."

"Arkadaşı değilmiş o zaman."

"Viktor da Anna öldü diye yemek yemedi."

"Normal sanırım."

"Adana'da akşam güneşli sabah bulutlu oluyor, niye?"

"Bilmem."

"Asil senin gözlerin ne renk?"

"Ela."

"Ela kim Asil?"

"Kimse değil, gözlerim."

"Haa," başımı tekrar omzuna yasladım. "Gözlerin ela mı?" Kıkırdadım. "Gözlerim ela, düşmana bakınca bela sana bakınca fena oluyorum bea."

Sırtım yatakla buluştuğunda beni bırakıp gideceğini hissederek parmaklarına tutundum. "Beraber uyuyalım, söz verdim sana."

"Birazdan geliyoru-" gözlerimi açarak gömleğinin yakalarını avuçlarıma sıkıştırıp onu üzerime çektim. "Şimdi geldim."

"Uyuyalım."

"Böyle mi uyuyacağız?" Üzerindeki gömleği çıkardıktan sonra üzerime eğilerek dudaklarını alnıma bastırdı. Çıplak bedeni benim için muhteşem bir görsel şölendi.

Başını karnıma kayarak belime sarıldığında yerime yerleşerek elimi saçlarına attım. Sarhoş sarhoş bir şeyler mırıldanırken hangimizin daha önce uyuduğunu anlayamadım.

 

🍑🍑🍑

 

"Abi uyandıralım mı?"

"Birisi şunun bacaklarına örtü örtsün!"

"Abi patron yok, ne yapalım?"

"Lan bir susun, düşünüyorum!"

Kafamdaki acayip zonklamayla yüzümü buruşturdum ve gözlerimi açtım. Yatağımın başındaki beş adama gülümsedim. "Günaydın." Ardından üzerimdeki pikeyi kucağıma çekip uyumaya devam ettim.

Edemedim. Gözlerim şokla aralandı ve yataktan doğruldum. "Noluyor lan!?"

"Alin hanım," üzerinde siyah bir takım ve siyah gömlek olan adam bana elini uzattı. Dilinde hafif bir aksan vardı ama bir çok dil bilmesinin etkisi gibiydi. "Ben Ivan, Raskol Bey'in kaybolduğunu size hüzünle belirtmek isterim."

"Ne?" Sabah sabah benim afyonum patlamamış gelmiş ne diyorlar bana? "Tamam saçma rüyaydı, güzel oldu bitti. Uyanıyorum ben."

"Alin hanım," diyerek telaşla devam etti Ivan. "Raskol bey ve sağ kolu gidilen operasyondan dönmediler. Geriye bir tek yetkili siz kaldınız, kaçırıldığından şüpheleniyoruz. Ne yapmamızı önerirsiniz?"

"Şeftali olun gidin başımdan!" Hırsla ayağa kalktım. "Koskoca Rus mafyasını ve sağ kolunu kaçıran benimle tavla mı atacak? Bir de bana gelmişler. İstifa ediyorum!"

Yatağın boş kısmındaki turuncu notu aldım.

Günaydın, Nota sorun çıkarmış. Ona bakmaya gidiyorum, şimdiden afiyet olsun. Mutafağa kahvaltı hazırladım.

"Ama bilişim uzmanlarımıza da ulaşamıyoruz, inanın çok zor bir durumdayız. Onları bulmalısınız."

"Allah'ım, beni nelerle sınıyorsun güzel rabbim? Tatile geldik diye niye başımıza bela yağıyor bizim?" Telefonumdan yükselen sesle onu elime aldım. Asil çıkmadan önce komidine koymuş olmalıydı.

Berkaio: Kanka hocanızla konuştum

Berkaio: Tatilde senaryoyu ezberliyorsun, provları bitiriyoruz okulun ilk günü sahnelenecek oyun

Berkaio: Kaytarmana izin vermem Başrolsün sen

Elimi dertli bir şekilde alnıma vurdum. İnsana tatilde bile rahat yoktu. "Başladı mı bizim mesai?"

 


5741 kelime.

Biraz kısa ama geçiş bölümü gibi bir şey olsun, diğer bölüm bir bok yiyeceğim djskkxksksks

Bol bol Alin ve Asil sahnesi okuduk, iyi geldi ya.

Allah'a emanet 💅🏻

 

Loading...
0%