@cennomi
|
Mert demir-Acı veriyor🎶 Keyifli okumalar♡ Sekiz yıl önce. "Evet, şimdi yarışmayı kazanan arkadaşımızı sahneye davet etmek istiyorum. Ne demiş şair, başardıysan zor olduğunu unutmadığındandır. Evet, kendisini tebrik ediyoruz ve..." Tam son kısma geldiğimde takılmamla sabır dolu bir nefes aldım. Bir türlü aklımda kalmıyordu işte o son kısım. Koskoca sayfayı ezberlemiştim ama hep aynı yerde takılıyordum. Kağıda son kez göz gezdirerek sandalyeden indim. Masamı düzenlediğimde biraz dinlenmeye karar vermiştim. Kalbim çok hızlı atıyordu, dudaklarımda silinmeyen heyecanlı bir gülümseme asılıydı. Çünkü annemi yarışma günü okula gelip beni izlemeye ikna etmiştim. Yani bugün. O hiçbir toplantıma, etkinliğime ya da karneme gelmezdi. Bunu hep tek başıma yapmaya alışmıştım. Tek başıma kaldığımda ve tüm arkadaşlarımın ailelerinin onlara sarılıp tebrik ettiği ya da teselli ettiği tüm o anlarda kendimi telkin etmenin bir yolunu bulmuştum. Mahzun bakışlarla onları izlemek yerine sert ve kibirliymiş gibi görünmeyi seçmiştim. Başka seçeneğim yoktu. Kimsenin bana acımasını istemiyordum. Annem ve babam varken hiç yoklarmış gibi olmalarının bir mânası yoktu çünkü. Annemin bu kadar umursamaz olmasına çoğu zaman aynı tepkiyle karşılık versem de bazen çıldıracak gibi hissediyordum. Çünkü bu umursamaz olmak ya da tepkisiz olmak değildi. İzlediğim hayaletler bile ondan daha tepkiseldi. Daha canlılardı. Parmaklarım omuzlarıma uzanan saçlarıma dokundu. Bu kadar kısa olmaları moralimi bozuyordu ama kimsenin dokunmaması için olabildiğince kısa olmaları gerekiyordu. "Nasıl ya!?" İçeriden gelen seslerle dudaklarımdaki heyecanlı tebessüm tamamen soldu. Babam yine bağırıyordu, annem tepkisiz kaldıkça deliriyordu. Onun kızı olmasam da bizim tek ortak yönümüz bu olabilirdi, ikimiz de annemin susmasından nefret ediyorduk. Parmaklarımı yatağa bastırarak ayaklarımı sallandırdım. Ne zaman iki metre olup kurtulacaktım buradan? "Bana sormadan nasıl yaparsın bunu!? Benim de çocuğumdu o!" Gözlerim yerden ayrılıp kapıma döndü. Ne çocuğundan bahsediyorlardı? Ve neden geçmiş zaman kipiyle konuşuyorlardı? Bir şeylerin kırılma sesleri geldi. Onunla aramızdaki farklardan birisi de buydu. O annemin suskunluğunda daha çok bağırdı, ben sessiz kalıp başımın çaresine bakardım. Annem tepki göstermediğinde kendisine ve eve zarar verirdi o, bense söylediklerime tepki alamadığımda çeker giderdim. O inatla kalırdı, bense hep gitmeye meyilliydim. "Bizim!" Diye sayıklıyordu. Dayanamadım, kavga anında onların yanında olmamam gerektiğini öğrenmeme rağmen kapıyı hafifçe araladım. Babamı dizlerinin üzerine çökmüş ağlarken görmek dumura uğramama neden oldu. O sinirli adamı hiçbir zaman üzgünken bile görmemiştim. Ne olmuştu? "Nasıl yaptın?" Annemin kalbine ulaşmak, mantıklı bir sebep bulmak ya da acısını dindirecek bir teselli bulmak istiyordu. Parmaklarım kapının kenarına tutunduğunda başımı kulpun altına sokup oradan içeriyi izlemeye devam ettim. Şey, boy da şuan bir metre falandı. "Nasıl kıydın ona?" "İstemiyordum ve gitmesine izin verdim. Bu kadar basit," dedi annem, onun aksine çok sakin bir sesle. Umurunda bile değildi sanki bu durum. "İstemediğim bir çocuğu sırf sen istiyorsun diye dokuz ay karnımda taşıyıp sonra da büyütemem." "Bana bir fırsat bile vermedin," duyguları bir anda öfkeye evrildi. Ayağa kalkarak suçlayan gözlerini ona dikti. "Baba olmak isteyip istemediğimi bile sormadın! Ben yapardım tamam mı? Elimden gelse senin yerine de doğururdum ama yapamıyorum diye benim elimden alma hakkını gördün kendinde! Hiç mi istemedin onu? Bir an acımadı mı için ya?" "Çekirdek kadar çocuk, hissetmiyorum etmiyorum. Niye acısın içim?" Benim bir kardeşim mi olacaktı? Annem onu öldürmüş müydü? Titrek bir nefes döktüm. "Kardeşimi mi öldürdün?" Fısıltım aralarına karıştığında ilk defa babamla aynı duyguyu paylaştık. İkimiz de birbirimizden nefret ederdik ama bu sefer o kadar gücümüz yoktu. "Anne sen ne yaptın?" "Odana dön, Alin." Onu dinlemedim. İlk kez onu dinlemedim. İkimiz de bugün sahip olabileceğimiz ama yaşasaydı ne olurdu diyeceğimiz o döngüye girmiş, kaybetmiştik. "Ömür boyu hiç abla olamayacaksın," dedi babam acımasızca. Bu sefer derdi onun üvey kızı olmamı yüzüme vurmak ya da canımı acıtmak değildi. Annemin fikrini değiştiririm sanıyordu. Annemin fikri değişse, bebek geri gelecek mi zannediyordu? "Annen elimizden bunu aldı ve almaya devam edecek." Avuçlarım kapıdan kaydığında ilk defa suçlanmıyordum onun tarafından ama ilk defa bu kadar korkuyordum. Bu kadar pişmandım ilk defa. "Baba, annem onu öldürdü mü?" Ağlamaya başladım. "Anne onu öldürdün mü!?" "Ona baba deme!" Diye bağırdı annem. Ondan ancak böyle tepki alabilirdim. Ali'nin yerine kocasına baba dememden nefret ederdi ve sürekli bana bunu söylerdi. Onun için bunu söylememeye dikkat ederdim ama yetmişti. Annem bizi umursuyor muydu da ben onu umursuyordum? "Senin bir baban var zaten!" "Yok!" Diye bağırdım. "Yok, tamam mı!? Benim kimsem yok! Sen var olduğunu sanmaya devam et! Babam ölü benim, kardeşimi annem öldürdü ve sen zaten ölüden de betersin! Keşke ölseydin, en azından mecbur olduğu için beni sevmiyor derdim!" Kapıyı çarparak içeriye girdiğimde annem tekrar sessizliğe gömülmüştü. Geriye babamın öfke dolu bağırışları kalmıştı. "Zaten onun yüzünden istemiyordun! Madem hiç sevmedin, niye evlendin ya benimle! Unutamadıysan niye yanımdasın hala! O şerefsizin çocuğuna bakmak zorunda mıyım ben her zaman!? Yeter ya! Eve her geldiğimde onu görüyorum! Senin bir kızın var ama benim değil, tamam mı? Sırf onun yüzünden bunu benim elimden alamazsın!" "Yeter!" Diye bağırdı annem en sonunda. "Ağzını topla. Aldım bile, bağırıp çağırarak hiçbir şeyi değiştiremezsin. Madem istemiyorsun çek git o zaman!" Hâlâ laf Ali'ye geldiğinde tepki alıyorduk. Hiçbirimizi sevmiyordu. Ölse kesin mutlu olurdu. Bana niye abla olmak isteyip istemediğimi sormamıştı? Ben bakardım kardeşime. Çok yalnızdım tüm bunların içinde, kendimden çok onu severdim. Hepsi benim suçumdu. Ben o gün doğmasaydım, kardeşim bugün yaşayabilirdi. O gün doğmasaydım, Ali de yaşardı ve annem böyle olmazdı. Tüm bunlar yaşanmazdı. Hıçkırdım. Ben olmasaydım annem kardeşimi kesin isterdi. Kapı tıklatıldığında korkuyla kapıdan uzaklaştım. Odanın içine doğru arka arkaya giderken dolu gözlerim beni ele veriyordu. Oturmadım, ayakta kalmak güçlü olduğumu düşünmeme neden oluyordu. Parmaklarım avuç içime doğru kıvrıldı. Buğulanan gözlerimden önümü görmek gittikçe zorlaşıyordu. Kendimi ayakta tutmak her geçen saniye imkansıza ulaşıyordu. Ve annem içeriye girdi. Donuk bakışları bir nebze olsun sekteye uğramıştı. "Alin-" "Anne, git!" Bağırarak duvarın kenarına bıraktığım çantamı alıp omzuma taktım. Hızla kapıya yöneldiğimde kolumu tuttu. "Bırak beni!" "Nereye gittiğini sanıyorsun sen?" "Sanane! Sen çocuklarını çok umursuyorsun ya, sorarsın! Bebeğini öldüren bir kadına güvenenemem ben!" Kolumu bir çırpıda ondan kurtarıp terliklerimi giydim ve kapıyı çarpıp çıktım. Apartmanın merdivenlerinde sertçe yankılanan adım seslerine iç çekişlerim karışıyordu. Kaldırımda öylece kalakalmışken nereye gideceğimi bilemedim. Gözlerim kapalı markette ve manavın önünde gazatesini okuyan Nusret amca'da oyalandı. Adımlarım ona çekingence ilerlerken bunrumu çektim. Adım seslerine dönen bakışları şaşkınlıkla duraksadı. "Ne o yaramaz? Düştün mü yoksa?" "Nusret amca," diyerek burnumu çektim tekrar. Buğulu gözlerim ondaydı. "Biliyorum sen beni hiç sevmiyorsun ama şeftali verir misin bana? Söz veriyorum sana sonra veririm parasını. Yanımda yok şimdi. Hatta bak, çantamı vereyim parayı getirene kadar. Olur mu?" Ağlamaklı gözlerle çantamı sırtımdan indirdiğimde aceleyle gazetesini kapattı. Omzumdan indirdiğim çantayı tekrar omzuma taktı. Ufak ve sürekli güldüğüm göbeğiyle bakıştığımda kısık bir şekilde güldüm. "Nusret amca kızma ama göbeğin-" "Haylaz," diye homurdandığında beni sırtımdan iterek içeriye sokmuştu. "İstemiyorum paranı da çantanı da. Al şeftalini otur, çekemem senin ağlamanı." Beni kasanın arkasındaki minderli bir sandalyeye oturtup elime yıkadığı bir şeftaliyi verdiğinde ona minnetle bakarak teşekkür ettim. İç çekişler eşliğinde bir ısırık aldım. Şeftalinin çekirdeklerini saklarsam belki bir gün annem bana kardeş isteyip istemediğimi sorardı. Belki içinden bebek çıkmazdı ama en azından bir bebeğe sebep olabilirdi. Bundan sonra asla çekirdeklerini atmayacaktım. Belki de bugün ilk defa Nusret amcayla anlaşmıştık. Okul vaktim gelene kadar dükkanın içinde oturmama izin verdiği için giderken ona sarıldım. Hiç çocuğu yoktu ama ben bundan sonra ona daha iyi davranacaktım çünkü o bana şeftali vermişti. Hayır, sebep bu değildi. Saklanmak istediğimde beni sakladığı için ona sonsuza kadar minnettar kalacaktım. 🍑🍑🍑
Şimdiki Zaman. Uçaktan nasıl indiğimi ya da kiminle indiğimi bilmiyordum. Bir eve girdiğimi ve birisine duşun yerini sorduğumu hatırlıyordum hayal meyal. Adımı, adımlarımı, hislerimi, yaptıklarımı unutacak kadar kendimi kaybetmiş bir şekilde bir odaya girdim. Sanırım bana odamda bir banyo olduğunu söylemişlerdi. Tam olarak hatırlayamıyordum. Omzumdaki çantayı yere bıraktım. Ayağımdaki ayakkabıları çıkarmak işkence gibi gelirken sendeleyerek bir kapıyı araladım. Parmaklarım duvar kenarındaki ışığa bastı. Duşun yerini gördüğümde ise tekrar kapattı. Minik, zorlama ve dengesiz hareketlerle duş kabinin içine girdim. Suyu en soğuya ayarlayarak altına girdiğimde karanlıkta buz gibi suyun içinde tek başımaydım. Buraya kadardı. Karanlıkta da buz gibi soğukta da beni sevecek kimse kalmamıştı. Ben hepsini kaybetmiştim. Herkesi paramparça etmiştim. En çoksa onu. Dudaklarım titredi, gözlerim sızlarken nefeslerim suyun altında hızlanıyordu. Sırtımı kabine yaslayarak kaydım, oturduğum yerde tenimin sıcaklığına tezat su nefeslerimi hızlandırıyor ve belki de bana biraz olsun acı çekmem gerektiğini hatırlatıyordu. "Kaybettin," nefes nefese fısıldadığım kelime bu oldu. Dişlerim birbirine vururken ağlamaya başladım. "Nasıl söylersin ondan korktuğunu!? Nasıl bir insansın sen ya!?" Ellerimi yumruk haline getirerek yerdeki mermere yapıştırdım. Defalarca yumruğum oraya indiğinde artık elim uyuşmuştu. "Nasıl acımıştır canı şimdi..." Hıçkırdım. Göğsümden gelen ani çıkışlara mani olamıyordum. Sızlayan elime dönen bakışlarımla daha çok ağlamaya başladım, suya karışan kan beni korkutmadı. Hatta cezamı çektiğimi düşündürdü. Ölüyordum. Nefesim tıkanıyor ölecek gibi hissediyordum. Nefes alamıyordum. Birisi elini göğüs kafesimin içine sokmuş, avucuna sığdırabildiği her şeyi sıkıyordu sanki. Parmaklarım göğsümün üzerine yerleşti. Üzerinde ten bant olmasına rağmen sanki parmak uçlarımda bir hafta önceki izleri hissediyordum. Damarlar halinde uzanan zehrin izlerini takip etti parmaklarım ve sonucunda kalbime uzandı. "Bu kadar mı zehirlendin? Kalbin bu kadar mı taşlaştı senin?" Hayatımın en sessiz ağlaması buydu, çünkü kendimi ağlayacak kadar bile güçlü hissetmiyordum. Hiç gücüm kalmamıştı. Bir oyuncak bebek gibi hissettim. Zaman algımı yitirdiğim uzunca bir süre boyunca karşımdaki buğulu camı izledim. Parmaklarım artık boğazımı serbest bırakmış, yerde öylece uzanıyordu. Yukarıdan akan suya bile bedenim uyum sağlamıştı sanki, tepki veremiyordu. Ne düşündüğümü unuttum. Adımı da. Nefes alıp almadığımı anlayamadım. Gerçekten burada olup olmadığımı ayırt edemedim. Bir rüyada mı yoksa bir gerçeklikte mi olduğumu çözemedim. Gözlerim ağır ağır kapanıp açılıyordu. Yıllarca yargıladığım insanlar gözlerimin önünden geçti. Mecbur değildin diyerek kızdığım, nasıl yaparsın diye bağırdığım, anlamak için fazladan bir saniye daha harcamadığım tüm o insanlar bir bir geldi zihnime. Şimdi ben ne yapıyordum? Farklı bir şey mi? Karanlığın içinde küçük bir beden karşıma oturmuş gibi geldi. Gerilerek dizlerimi kendime çektim. O beden de tıpkı benim gibi dizlerini kendisine çekti. Başı omuzlarına düştü. "Ne zamandan beri böyle olduk biz?" "Nasıl?" Diye fısıldadım. Daha önce bir kez daha görmüştüm bu kızı. O benim yedi yaşımdı. Artık gerçekten deliriyordum. Hayali kişilikler görmeye başlamak da neyin nesiydi? Ben iyileşmek için uğraşmamış mıydım, nasıl daha da delirebilirdim? Minik avuçları beni işaret etti. "Böyle. Biz ne zamandan beri sevdiklerimizi durduk yere kırıyoruz Alin?" "Diyene bak," dedim kafamı arkaya yaslayarak. "Bir yerden sonra annemizi sürekli kırmadık mı?" "Ne zamandan beri kendimize bu kadar acımasızız?" "Ne zaman merhamet ettik?" "Ne zaman bıraktık kendimizi sevmeyi?" "Yeter," bir hışım oturduğum yerden doğrulduğumda onu ardımda bıraktığımı zannederek yürümeye başladım. Işığı açtığımda aynada karşılaştığım görüntü yutkunmama neden oldu. Göz altlarım mosmordu. Ne zamandır içerideydim? "Yeter tamam mı? Beni yargılayamazsın! Bizi bu güne senin yaptıkların getirdi. Senin yüzündendi!" "Suçlu aramayı bırak!" Diye bağırdı birden omzumun üzerinden belirerek. Korkuyla sırtımı kapıya yasladım. Üzerime gelirken benim tanıdığım kızdan çok farklıydı. Gözleri öfke saçıyordu. "Ne olduysa sen yaptın! Benim sadece geçmişinin yankısı olduğumu göremiyor musun!? Sen ne yaptıysan ben bugün bunu yaşıyorum. Asıl sana yeter! Bitti, bugüne kadar çabaladığımız her şeyi yok ettin! İnandığımız tüm değerleri hiçe saydın! Bir kardeşimiz olsun diye dünyaları verecekken sen dördünü bırakıp her şeyi kırıp dökerek bu aptal yere geldin! Mutlu musun!?" "Bana bağırma!" Öfkeyle üzerine gittiğimde buna anında pişman oldum çünkü korku dolu gözlerle bana bakmıştı. Dudaklarım titreyerek ona doğru attığım adımları geri çektim. "Özür dilerim. Korkma." "Herkesi böyle mi korkuttun?" Dedi burnunu çekerek. "Ben senden korkuyorsam herkes senden korkar. Ne yapıyorsun sen? Biraz aklını başına al." "Ben..." Titreyerek dizlerimin üzerine düştüm. Sanki o küçük bir kız değildi de diğer herkesin yankısıydı. Karşı çıkamadım ona. Kendimde değildim. "Sen ne? Seni seven herkesin canını yakmak zorunda mısın sen? Biz anne sevgisinden baba şefkatinden mahrum büyümedik mi Alin? Neden daha yeni bulmuşken bunları bıraktın? Neden iyileşmeme izin vermiyorsun? Neden yapıyorsun bunu?" Tırnaklarımı üzerimdeki ıslak pantolona bastırdım. Pantolonu geçip derine işlemesini isteyecek kadar çok batırdım tenime. Verecek en ufak bir cevabım yoktu. Sadece korumak istemiştim onları kendimden ama o tüm bunları söylerken o kadar saçma bir şey yapmışım gibi geliyordu ki pişman olmaktan kendimi alamıyordum. Gözlerimin önüne onların herhangi birine bir şey olduğuna dair görüntüler gelmeye başladığında gözlerim yerden önümdeki kıza döndü. Göğsümde taşıdığım o izlerin onlarda da olmasını ister miydi? "Neden biliyor musun? Biz hiç masum olmadık. Biz neye dokunsak mahvettik. Biz seninle doğduğumuz andan beri bir yıkımdık. Unuttun mu? Biz ölümle lanetlendik." "Lanetlere inanmayı ne zaman bırakacaksın?" Yıkıldığımızda artık ikimiz de birbirimize kızacak gücü bulamaz bir halde birbirimize baktık. Söylenecek çok şey vardı ama bizim konuşacak mecalimiz kalmamıştı. "Bizi yıllarca bir kelimenin ardında sakladın. Beni duvarlar arasına hapsettin. Mutlu musun şimdi dönüştüğün bu kadından?" Bana bakarken başını hüsranla iki yana salladı. Artık konuşmak bile istemiyordu. Hayal kırıklıkları gözlerinden taşıyordu ve bana çok ağır geliyordu. "Beni bile mutlu eden kişiyi zaten mahvettin. Artık seninle konuşmak bile istemiyorum. Duvar ardında beni saklamaya devam ediyorsun, orada kalacağım. Çünkü ben orada senden korunuyor olacağım. Ne beni hayal kırıklığına uğratabileceksin ne de kırabileceksin daha fazla." Gözlerimin önünde silikleştiğinde onu bile korkuttuğum için kendimden nefret ettim. Herkesi hayal kırıklığına uğratmıştım. Hem de herkesi. Berkay da İldem de beni affetmeyecekti. Onları bıraktığım için, bununla onların yanında savaşmadığım için, sözlerimizi çiğnediğim için ve en önemlisi de yanımda olmaları için onlara bir fırsat vermediğim için beni asla affetmeyeceklerdi. Annem ve babam çabalarken, ne olursa olsun yaşanan her şey için kendilerini affettirmek için çabalarken onları bıraktığım için bana kırgın olacaklardı. Annemin son yakarışları her zaman zihnimde olacaktı. Bana eziyet etmeye son anıma kadar devam edecekti. Ama asıl eziyetimin ne olduğunu gözlerimi kapattığım her an tekrar tekrar görerek anlıyordum. Göz kapaklarımdaki bir sahneymiş gibi gözlerim kapandığı her an aynı sahne oynamaya devam ediyordu. Asil'in bana korkuyla ve endişeyle bakan gözleri. Ondan korktuğumu söylediğim an gözlerinde oluşan o suçluluğu, babasına benzemesinden korktuğumu söylediğimde kesilen nefesi ve sırf korkuyorum dedim diye tek bir kelime dahi edemeyişinin beni mahvedişi. Ona verdiğim tüm sözler geçerliliğini kaybetti bir anda. Yaşadığımız tüm güzel anlar benim yaptığım ihanetle mühürlendi. Zihnimin içindeki kapılarla dolu bir koridorda, en karanlıktaki ışığın ulaşamadığı yerde zincirlendi. Tüm kapılar ardına kadar açıldı ve ben tek bir anının içinde kalakaldım. Yedi yaşımda duyduğum şey yüzünden tüm hayatımı buna göre kurduğum o cümleler zihnimde yankılandı. Acılar merkezindir,küçük kız. Burası merkez değil. Hiçbir yer değil. Gözlerim tamamen donuk bir şekilde öylece nereye baktığımı bilmeden durmaya devam ederken kulaklarıma rahatsız edici bir melodi doldu. Zorlukla yerdeki çantama uzandım ve içindeki telefonu çıkardım. Nota'nın aradığını gördüğümde ise ekrana bakakaldım. Kendime sakin olmam gerektiğini söyleyerek ikonu kaydırdım. Cesur olmak ve yüzleşmek zorundaydım ardımda bıraktıklarımla. Sadece birkaç saniye, diye telkin ettim kendimi. Biraz daha güçlü ol. "Nota?" Sesim ağladığım için çatlak ve kısıktı. Ona ne söyleyeceğimi bile bilmiyordum. Boğazım acıyordu. "Bir sorun mu var ablacığım?" "Alin abla," sesi kulaklarıma geldiğinde tırnaklarım derime geçti. Tekrar ağlamamak için kendimi kastım çünkü sesi çok kötü geliyordu. Her an ağlayacakmış ama kendini tutuyormuş gibiydi. "Sen bir daha hiç gelmeyecek misin? Abime söyledim, geri gelir dedim ama dinlemedi. Gitmen gerekiyormuş ve gelemezmişsin. Seni aramamalıymışım. Odasından sesler geliyor, korkuyorum. Gelemez misin?" "Dinle," yaşattığım bu şey her an daha da kötü hale geliyordu. "Abinin yanında olmalısın. Çok uzaktayım, asla yetişemem. Senin gidip ona sarılman lazım. Biliyorum çok zor ama bunu yapabilir misin?" "Yapamam," dedi ağlamaya başlayarak. Bu ana kadar kendini tutuyordu ama artık durduramamıştı. "Alin abla nolur, sen gel. Yapamam. Ablam abime sarıldı ama abim onun saçlarını öpmedi. Abim hep ablamın saçlarını öper. Alin abla, abim sırayı asla bozmaz. Söz verdi bana. Ama o ablamın saçlarını öpmeden ben onlara sarılıp yanaklarını öpemem ki. Sıra böyle," isyan eder gibi bir sesle soluduğunda ne hale geldiğim hakkında en ufak bir fikri yoktu. "Söz verdi ama yapmadı. Yapamam, abimin yapması gerekiyordu." "Abimden korkma, sana hiçbir şey yapmaz." Birisinin daha kendisinden korktuğunu bilmeye dayanamazdı. İyi olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı. Yalnız kaldığı her an daha da kötü olacaktı. "Abinin bir süre anlayışa ihtiyacı olacak. Lütfen, bu seferlik onu görmezden gel. Sana ihtiyacı var." "Abla ben aptal değilim," diye fısıldadı. "Kime ihtiyacı olduğunu biliyorum. Abime ne söyledin?" "Ben..." Nefes alamayarak avucumu göğsüme bastırdım. Konuşamıyordum bile çünkü kendimi savunacak tek bir şeyim yoktu. Güvende olması için kırmıştım onu. Doğru olanı yaptın. Ölmesinden iyidir her ihtimal. Unutsun seni gerekirse ama yaşasın. Aşkta bencil davranamazsın. O yoksa aşk zaten yoktur. Onu kendinden kurtardın. "Abla bizi bıraktın mı?" Sessizliğim bir çığlık gibi aramıza girdiğinde Nota'nın ağlamaları dinginleşti. Dakikalar sonra tekrar sesini duydum."Anladım." "Özür dilerim," kısık bir sesle devam ettim kendimi zorlayarak. "Biliyorum senin için çok zor ama senden bir şey istemeliyim. Lütfen abine kocaman sarıl. Konuş onunla, dikkatini dağıt. Sana ihtiyacı var. Ona anlayış göster." "Tamam." "Beni tekrar arayacak mısın?" Bu benim cezamdı. Her gece Nota'nın ağlamaları ve bana olan sitemleri eşliğinde ardımda bıraktıklarımın acılarını dinlemek zorundaydım. "Ama bana söz ver," burnunu çekti ve mahsun bir sesle devam etti. "Bir gün buraya geleceksin. Sana çok ihtiyacım olduğunda yanıma geleceksin. Tüm bunlara devam edemediğimde yardıma geleceksin, söz ver çünkü henüz tüm bunlar için çok erken." "Söz veriyorum," hiç düşünmeden ona güven vermek için cevapladım. Bunu yapmak zorundaydım. Ona kaçtığım tüm yükleri vermişken ondan düştüğü anda kaldıracak birisini esirgeyemezdim. Ve her şeyden önce Asil biraz daha yalnız kalmasın diye canımı bile verebilirdim. "Sadece biraz zaman ver bana. İstediğinde yanında olacağım." "Gitmeliyim," ve telefonu öylece kapattı. Özür dilerim Nota, geçmişten gelen yedi yaşımı da kardeşimi de koruyamadığımda senin mutlu olmanı istedim ama bunu bile başaramayacak kadar acizdim. Bu kadardım. Yetemedim kimseye. İnan bana, seni kurtarmayı çok istedim. Özür dilerim. Kesik nefeslerimi düzene sokamazken telefonu zemine sertçe düşürdüm. Odağımı yerinde tutamazken artık ne yaptığımı bilemez hale geldim. Bir an önce kriz geçirmek üzereyken şimdi tam bir boşluğun içerisindeydim. "Alin," bana seslenen ses çok uzaklardan geliyordu. Sanki ciğerlerimdeki tüm havayı boşaltmış ve havuzun dibinde nefessizlikten ölmeyi beklerken yukarıdan bir el kolumu tutup beni yukarıya çekmeye çalışıp bana sesleniyordu. "İyi misin? Telefonun çalıyor." Gözlerimi oldukça yavaş bir şekilde başımda dikilen Katya'ya çevirdiğimde kaşlarımı kaldırdım. "Ne zaman bok gibi olduğumu gördün?" Telefonu elinden alıp ekrandaki isme bomboş bakışlarımı yolladım. "Ne var?" "Alin, neredesin sen? Bir şeyler duydum, hemen geri dön. O adamın yanında duramazsın." Savaş nasıl kurtulmuştu Asil'in elinden? "Sanane." "Ne demek sanane!? Hemen geri dön! Tekrarı olmayacak! Seni kaybedemem!" "Çok geç," dudaklarımda tüm can kırıklarımın izini taşıyan acı dolu bir tebessüm oluştu. "Artık merkezim, acıların nereye gittiğini buldum. Bunu yaşamama karışamazsın. Onları hissetmeye ihtiyacım var. Ve ben bunları yaparken yanımda olmayacaksın çünkü en ufak bir şüphede tetiği çekerim. Ya ölümle yüzleşirsin ya da yokluğumla. Artık ölüm her zamankinden daha yakın." "Saçmalama," hızlı hızlı konuşmaya başladı. "Yapamazsın. Buna izin vermem. Ölemezsin." "Pardon sana sorup da ölmediğim için," dedim alayla. "Ama bir sorun var." Ve her şeye rağmen ikinci kez fısıldadım. "Artık korktuğum insanların çevremde olmasına izin vermiyorum Alex." Telefonu kapatıp gözlerimi başımda dikilen Katya'ya çevirdiğimde alt dudağını ıslatarak çekingen bir ifadeyle bana baktı. "Şey ilk defa bok gibi görünüyorsun." "Çok mu belli oluyor bok gibi hissettiğim?" Hararetle başını salladı. "Dibine kadar." "Harika." Banyonun zeminine uzanarak gözlerimi tavana diktim. Katya'nın gitmesini beklerken benimle birlikte zemine uzandığında gözlerimi kapattım. İnsana ağız tadıyla vicdan azabı bile çektirmiyorlardı. "Sorun değil," dedi bir süre sonra. "Bazen herkes hata yapar." Bu bir hata değildi. Ama söylemedim. Bu benim mahvoluşumdu ama bilmesine izin vermedim.
🍑🍑🍑
Varal Asil. Etrafta yarattığım karmaşıklığa bakarken olduğum yere sığamıyordum. Hiçbir yerde olamazmışım gibi bir his vardı. Olduğum yer dar geliyor nefes alamıyorum içeride. "Abi?" Gözlerim hızla kapıya döndü. "Nota?" Gözlerinde gördüklerimle ağır ağır yutkundum. Kendi kardeşim bile bana korkuyla bakarken onun benden korkmamasını beklemek büyük hata olurdu. Gözlerimi kapattım. "Özür dilerim." "Sorun değil," tatlı tatlı gülümsedikten sonra içeriye girdi. "Birlikte temizleriz odanı." Aslında odamı dağıttığım için özür dilememiştim. "Sabah hallederiz," yatağa oturup pikeyi açtım ve içine uzandım. Onu korkutmamak için tüm hareketlerimi yavaşça yaptım. "Şimdi uyuyalım istersen." Hızla bana koştu ve yatakta yanıma zıpladı. Gözleri biraz kızarıktı. Onu ağlattığımı düşünmek daha da kötü hissetmeme neden oldu. Herkesi böyle korkutup ağlatacak mıydım? Kollarını boynuma sarıp bana sıkıca sarıldığında ellerimi beline koydum. "Bu sarılışı neye borçluyuz delikanlı?" "Seni çok seviyorum ve seni hiç bırakmayacağım, abi." Yutkunarak gözlerimi tavana çevirdim. Daha sıkı sarıldım ona çünkü onun bu düşüncesi bile ne kadar merhamete ihtiyacım olduğunu yüzüme vurmuştu. "Ben de." "Ayrıca ağlayabilirsin, kimseye söylemem." Cevap vermeme fırsat vermeden konuşmaya devam etti. Bana uzun uzun garip şeylerden bahsederken iki saat aralıksız konuşmuştu. Belki de bana biraz iyi hissettirmek istemişti ama hiçbir faydası olmuyordu. İstiridyeler ve jelibonlar bana pek de iyi hissettirmemişti. En sonunda dayanamayarak uyuyakaldığında yatakta onu tek başına bırakarak odadan çıktım. Eve hiç gelmemeliydim. Annemi, Sumru'yu ya da Nota'yı korkutmamalıydım. Koltukta uyuyakalmış olan annemin üzerini pikeyle örttüm. Gitmek istedim ama gidemedim. Sehpaya oturarak dirseklerimi dizlerime yaslayıp onu izlemeye başladım. Kısa sarı saçları eskisinden daha canlıydı ama hala yılların izlerini taşıyorlardı. Psikolojik yardım almasaydı ve biz onun yanında olmasaydık tüm bunları atlatamazdı. Atlatmış da sayılmazdı. Masum nefes alışverişleri hala titrekti. Uzun bir süre kendine gelemeyeceğini tahmin etmek zor değildi. Ona baktıkça gördüğüm kadın kendimden daha da nefret etmeme neden oluyordu çünkü Alin biraz daha yanımda kalsaydı annemin kaderine hapsolacağını düşünmüştü. Bu beni mahvetti. Dayanamadım. Arabanın anahtarını aldığım gibi babamı tuttuğum depoya sürdüm arabayı. Neredeyse dönüşeceğim canavarı görmeliydim.
🍑🍑🍑
"Neden buradasın?" Alkolden ya da her an akmak için an bekleyen yaşlardan dolayı kızaran gözlerim donuk bir şekilde yerden ona döndü. Kaderini yaşamaktan korktuğum adama. Dönüştüğüm ve değişmek için çaba harcarken benzediğim adama. "Bir erkek içerken yanında dostu olsun ister, ne zamandan beri dostuz?" "Çünkü ikimiz de aynı canavarız," dedim kuru bir sesle. Yıkılmış, mahvolmuş, korktuğu ne varsa yaşamış ve tükenmiş bir insanın hayaleti vardı üzerimde. "Bir canavarla içilen kadar acı vermeyecek kimse." Çünkü bir canavara karşı kaybettiğim her şey, hayatımdı. Nefesim, mutluluğum, hayata karşı beni ayakta durmakta zorlamayan ve canımı bile vereceğim tek şeydi. Babam benim ve annemin canavarıyken, ben Alin'in canavarı olmuştum. Olmamak için çabaladığım her şeyi olmuştum. Kendimi daha önce hiç bu kadar suçlu hissetmemiştim. Hiç bu kadar dibe batmamış, daha önce hiç bu kadar kaybetmemiştim. "Kendine acı vermek için benimle içiyorsun," bir tespit yapar gibi söyledikleriyle dilimi damağına vurarak şaklattı. Kadehindeki son viskiyi kafasına dikerek parmaklıkların ardına uzattı kadehi. Eğilip şişeyi boca ettim. Bardaktan taşıp üzerimize bulaştı. Sessiz kaldı buna. Bense buna bile öfkenlenip bağırıp çağırmak yıkmak istedim. Küfrederek sertçe şişeyi yere bıraktım ama pantolonuma bulaşan sıvıdan kaçmak için bir girişimde bulunmadım. Kafamı arkama yasladım. "Anlaşıldı. Seni ne zaman bırakacağını merak ediyordum." "Ne?" Bu o andan sonra verdiğim en canlı tepkiydi. Alin'in telefonda benden korktuğunu söylediği andan beri. Onu korkuttuğumu anladığım andan beri. Alin'in gideceğini günler öncesinden ona söylemiş olma ihtimali beni birden alaşağı etti. Onu gerçekten bu kadar mı rahatsız etmiştim de dönüştüğüm şeyi görmeye gelmişti? "Ona söylemiştim," parmaklıkların ardında yere oturmuş benim gibi duvara bakıyordu. Bense artık gözlerimi üzerinde gezdiriyor bana onunla ilgili bir şey söylemesini diliyordum. "Çocuklar ailelerine benzerler demiştim. Kabullenemedi. Senin bana benzeyeceğini, kaderinin Aylin'e benzeyeceğini bir türlü kabullenemedi. Zavallıcık, çok fazla denemiş olmalı senin iyi birisi olman için. Seninle mutlu olmak için çok çabalamıştır şimdi o. Söylesene, lunaparka falan da gittiniz mi?" Başını iki yana sallayarak güldü. "Annenin yapamadığı yemekleri yapıp annenin yokluğunu da kapatmaya çalıştı mı bari?" Yutkundum. Boğazım yırtılmış gibi bir acı hissettim. Çünkü yirmi yıldır hangisini sevdiğimi bile bilmediğim pastalardan sevdiğimi bulmam için on iki çeşit yapmıştı. Annemin yerini doldurmak için mi yaptığını söylüyordu yani? Alin'in benden korkması mı daha çok yıkmalıydı beni yoksa onun bana acıdığı için seviyormuş gibi yapması mı? Ya gözlerinde gördüğüm merhametse ve ben deli divane bir aşık gibi onun gözlerinde görmek istediğimi kendimi gördüğüme inandırmışsam? Ya aşk diye merhametine sığınmışsam? Zorlukla kadehimi ona doğru kaldırdım. Onun görmediği sol gözümün kenarından sızan bir damla yaşla acı içinde gülmeye çalıştım. "İşte sana bu yüzden geldim. Başka kimse canımı acıtmak isetediğimde beni ondan vurmayacaktı." Şimdiden onu özledim. Onun için endişelendim. Neredeydi? Ne yapıyordu? Okuluna devam edcek miydi? Edecekse ne okumak isteyecekti? Mutlu olacak mıydı? Onu... Onu korkutmayacak birisini bulur muydu? Dişlerimi sıktım. Ona başka bir adamın dokunma hayali bile tüm bedenimin kaskatı kesilmesine neden oldu. Benimle olmasın ama başkasıyla da olmasın diyebilecek kadar bencilce bir düşünce geldi zihnime. Tamam, ben kötü birisiydim. Ben ona iyi gelemiyordum. Onu korkutuyordum. Babamın dediği gibi, o çok çabalamıştı ama ben her şeyi mahvetmiştim. Tek bir kuralı vardı, saçlarına dokunmayacktım. Ama ben onu çiğnemiştim. Ağzıma gelen kan tadıyla birlikte dudağımı kanattığımı anladım. Saçlarına dokundum diye mi korkuyordu benden? Yapma dediği her şeyi yapacağımı mı düşünüyordu? Ona hissettirememiş miydim o ne isterse yapacağımı? Belki de hissettirmek her zaman yetmiyordu. Nasıl annem babama kandıysa, nasıl üç yıl dünyanın en mutlu insanları oldularsa da en sonunda onları bu hale getiren adamın çocuğu neler yapmazdı ki? Ben de babam gibi mükemmeli oynuyorsam mesela? O zaman ne yapardı? Bana güvenmemekte haklıydı o zaman. "Neden değiştin?" Dedim isyan ederek. "Neden hep annemin sevdiği adam olarak kalmadın? Sen çok güzel sevmedin mi annemi? Niye yaptın bunu ona? Bize de anneme de nasıl kıydın sen?" Nasıl kırdın tüm inancımı? Şimdi kendime biraz bile güvenebilsem, Alin'i bulup ayaklarına kapanma pahasına ben babam gibi olmam diyerek geri dönmesini isterdim. Ama ben de Alin'i severken senin gibi bir canavara dönüşüp ona zarar verirsem diye çok korktum. Ya onun korktuğu o adam olursam? Ya benim yüzümden yaşarken ölürse? Ya gülümsemesi solarsa? Korku içinde beklerse? Annemin çocukları vardı, onu kurtaran bir Alin vardı. Ama ya onun kimsesi olmazsa? Ya ben sevdiğim kadının canını yakarsam? O zaman gitmek istediğinde hesap sormaz mıydı bana beni neden bırakmadın diye, neden söz verdin bana demez miydi? "Annen beni-" "Annem hiçbir şey yapmadı!" Dedim bağırarak. Ayağa fırlayıp şişeyi duvara fırlattım. "Siktiğimin yerinde annem seni sevmekten başka hiçbir şey yapmadı! Annem bunların hiçbirini hak etmedi! Biz senin yüzünden bunları yaşamayı hak etmedik ulan, tamam mı!? Bizi ne hale getirdin sen ya? Sumru onu tanıdığımdan beri kapandı içine, bir gün güldürmedin o kızın yüzünü! Kendimi geçtim ya ben, sen Nota'yı bile sevmedin ki hiç! Sen hiçbirimizi sevmedin ki! Sevgi bu mu ya? Hangi dilde yazıyor, seven sevdiğine kıyar mı ya?" Sol gözümden bir damla daha düştü, kendimi kaybetmiş bir şekilde elime geçen her şeyi fırlatırken odadaki parmaklıkların ardında düzende kalan hiçbir şey kalmamıştı. "Sen nasıl ödeyeceksin o kadının hakkını?" Karşısında durduğumda öfke ve acıyla soluyordum. Öfkem onun yüzünden bana olanlaraydı. Acım Alin'in beni bırakışınaydı. Benden korkuşuna. Alin... Benden... Korkuyordu... Siktir, ben onu nasıl korkuturdum? Nasıl yapardım ya bunu? "Annem sana hakkını helal etmez ya, oldu da etti diyelim. Ben senin iki cihanda da yakanı bırakmam. Hakkım helal değil benim sana, annemi ağlattığın her göz yaşında boğul." Birden belimdeki silahı çıkartarak alnına hedef aldığımda telaşla geriye kaçtı. "Hadi, salavat getir." Normalde beni zerre umursamayacakken Alin'i kaybettiğim andan beri olan dengesiz tavırlarım yüzünden ne yapacağımı kestiremiyordu. "Dur, saçmalama! Bırak o elindekini!" "Neden bir kez bize baba olmayı denemedin? Neden hiç annemi dinlemedin? Ben neden kaderini yaşıyorum? Neden senin cezanı ben çekiyorum, baba? Bana bir gün bile babalık yapmadın ama senin oğlun olmakla öyle bir damgalandım ki, bir daha çıkarıp atamayacağım en büyük yüküm bu benim." Ardından tetiği çektim. Kanları yüzüme ve bedenime sıçradığında dağılan beyninin parçaları içinde yaşlı gözlerim buğulandı. "Annemin senin gölgende yaşamasına izin vermeyeceğim. Madem ben öldüm, madem babamın kaderiyim, o zaman sen de öl ki çektiğim bu acının bir manası olsun." Ben tüm hayatımı kaybettim. Geri istemeyecek kadar onu seviyorum ve bu yüzden onu bulamam. Güvende hissetmesi gerekiyor, mutlu olmalı. Silah titreyen avuçlarımdan düştü. Ardından dizlerimin üzerine düşerek ağlamaya başladım. Kaybettiğim en büyük savaş buydu. Annemin kucağına başımı koyup ondan defalarca özür dilemek istedim. Ondan dilediğim özürler Alin'e de ulaşsın, onu korkuttuğum için beni affetsin istedim. Ona kızamadım bile. Öylece beni bırakıp gitti diye kızamadım bile. Ben bu gece kanların ve bir ölünün yanında tüm gece ağladım.
🍑🍑🍑 Bir hafta sonra. Alin Durular. Günlerdir çıkmadığım yatakta Katya'nın söylenmelerini dinliyordum. Daha doğrusu ne söylediğine dair en ufak bir fikrim yoktu. Sadece beni rahat bırakmasını ve gözlerim şişene kadar uyumayı istiyordum. "Mesela ben elması çalarken kimse fark etmedi çünkü aşk böyle bir şeydir, aptala çevirir. O yüzden aşık olmanı reddediyorum." "Yaklaşık iki ay kadar geç kaldın, Katya Aleksey." "Yok hayır, bence hâlâ vaktimiz var. Seni şu yataktan bir koparabilsem," koluma yapışıp beni çekiştirdiğinde boşvermişlikle gözlerimi kapattım. Beni yataktan düşürüp üzerine bir de odamdan yerde sürükleyerek çıkardığında söylenmeleri bitmiyordu. "Azıcık kalkayım da yardım edeyim demiyor, burada neler çekiyorum ben. Ya yoruldum, kalk!" "Kanında bir türk kanı var, hissediyorum." Gözlerimi kapatıp beni nefes nefese bıraktığı yerin üzerinde kendime sıraladığım küfürlere bir yenisini daha ekledim. "Alin, senin için endişeleniyorum." "Sorun yok." Ayağa kalkıp rahatsız bir şekilde odama döndüm. "Beni rahat bırak yeter. Akşam olunca uyandır. Ölmemeye dikkat ederim." Endişeli gözlerle beni izlerken gerçekten benim için korktuğunu gördüm ama bana bağlanmasına izin veremezdim. İkinci kez ona bakmadan kapıyı kapattım ve yatağa girdim. Ardından her şeyi en baştan düşünüp kendime acı çektirmeye devam ettim.
🍑🍑🍑
Bir ay sonra. Herkesin korktuğu bir şey vardı. İnkar edenlerin bile. Tek bir odakta kalmayıp değişebilirdi ama mutlaka vardı. Kurtulamadıklarımız bizi en çok zorlayanlardı. "Doğru dürüst yemek yemiyor, akşamları hariç uyanıp yataktan kalkmıyor, şaka bile yapmıyor. Konuşmuyor," gözlerimi hafifçe aralayarak Katya'nın cümlelerini zihnimde tarttım. Ben mi yapıyordum bunları? "Bu sabah saçlarını kesti. Normal değildi, en az yarım kol kadar kesti. Omuzlarına bile gelmiyorlar artık. Endişeleniyorum." Zihnim bu sabaha döndü. Daha önce Nota'nın söylediği ama benim dikkat etmediğim bir cümle kafama takılmıştı. Asil her zaman Sumru'nun saçlarını öpüyordu. Sevgisini sözlerinden ziyade biraz da böyle gösteriyordu. Ve ben bunu hiç bilmiyordum çünkü ona hiç izin vermemiştim. Ben de hiç izi olmayan ve insanlar dokunmasın diye toplayıp durduğum saçlardan kurtulmuştum. Tıpkı yedi yaşımda yaptığım gibi. Onlarla asla barışabileceğimi zannetmiyordum. Benim korkum da buydu işte. Dokunduğum her şeyi mahvederken nasıl korkmazdım ki? "Onunla konuşurum güzelim," Raskol abi'nin güven veren sesini duyduğumda gözlerimi tekrar kapattım. Bir baba kız şefkati görmeye istekli değildim. "Endişelenme, düzelecektir." "Emin misin? Onu kaybetmek istemiyorum." "O zaman biz de kaybetmeyiz, ne zaman uyanır?" "Bir saat sonra onu kaldırırım." "Tamam, ben hallederim. Merak etme. Hadi gidip biraz oyalan. Ben uyandırırım." Bir buçuk ay boyunca yataktan kalkmayan Raskol abi birkaç gündür değneklerle evin içinde geziyordu. Hâlâ vücudu çok hassastı. Sol kolu olarak onun işleriyle ilgilenmem gerekiyordu ama kimin umrundaydı, ben ecelimle ölene kadar bu koltuktan kalkmayı düşünmüyordum. Ne söylerse söylesin fikrimi değiştiremeyecekti. Katya'nın adım sesleri uzaklaştığında Raskol abi zorlukla gelip karşımdaki koltuğa oturdu. Katya olanları öğrendiğinden beri onunla daha az kavga ediyordu. Belirgin bir vicdan azabı çekiyor da diyebilirdik. Baba dememişti ama en azından artık onunla iyi geçinmeye çalışıyordu. "Uyumadığını bilmek ben." "Artık komik olmamak sen," diye karşılık vererek gözlerimi araladım. Uzandığım koltukta doğrularak sırtımı arkama yasladım. Bayık bakışlarım onu buldu. "Neden yemek yemiyorsun?" Konuşma çabasına zahmetsizce omuz silkerek karşılık verdim. "Canım istemiyor. Ölmeyecek kadar yiyorum işte. Daha ne istiyorsunuz?" "Onları da geri çıkardığını bilmiyormuşum gibi davranıyorsun," kaşları havalandı. "Sana zaman tanıyorum ama gittikçe daha da kötüleştiriyorsun durumu. Katya korkuyor, iyi değilsin." "Ne yapmalıyım? Pek sevgili kızın korkmasın diye her şey güllük gülistanlıkmış gibi mi davranayım? Benden yeterince şey istemedin mi?" "Bunu söylemek istemiyorum. Katya'dan sorumlu değilsin. Sadece bizi endişelendiriyorsun." "İyi ama niye? Yaşıyorum ya işte." Başını onaylamazca iki yana salladı. "Sevdiklerini korumak için geride bıraktığında onlarla birlikte kendini de gömmeni söylememiştim sana. Bu yaptığın yaşamak değil hayatta kalmak." O kadar haksızlığa uğramış hissettim ki haftalar sonra doğru düzgün bir tepki verip kaşlarımı çattım. Doğrulduğum yerde öne kayarak işaret parmağımı suçlayıcı bir şekilde ona diktim. "Beni sakın kendinle kıyaslama. Sen sevdiğin kadını elinde olmayan sebeplerden kaybettiğinde tutanacak bir dalın vardı. Katya senden alındığında bir amacın vardı. Bir inanç, bir amaç uğruna yıllarca dayandığın acının bende ne denli ağır olduğu hakkında en ufak bir fikrin var mı? Kimse benden zorunda olduğu için ayrılmadı. Ben herkesi kırıp dökerek çekip gittim. Ardımda bana emanet edilen bir kızım yok senin gibi. Ya da acıyla savaşmak uğruna göze alabileceğim bir inancım yok. Her şeyi mahvederken kendi yok oluşumu da hazırlandım." "Olmadığına emin misin?" "Neyden bahsediyorsun sen?" Agresifçe soluduğumda kalbim acımıştı. Bir şey olmuş olma ihtimali dahi kaburgalarımın parçalanıp ciğerlerime saplandığını hissetmeme neden oluyordu. "İşte bu," telefonunda birkaç yere basıp ekranı bana çevirdiğinde ağır ağır yutkundum. "Onun yaşaması gerekiyor, öyle değil mi?" Ekranda bir video oynuyordu. Ringin içindeki iki adam neredeyse ölümüne dövüşüyordu. Ve birisini yakinen tanıyordum. "Yüzündeki ifadeyi görüyor musun?" Asil'in dövüşü bıraktığını gördüğümde avuçlarım arasına aldığım pikeyi sıktım. Kalbim gerginlikten atmayı bıraktı. Diğer adam üzerine oturup yumruklarını yüzüne geçirmeye başladığında irkilerek gözlerimi kapadım. Canının yandığını görmeye hazır değildim. "Ölmek istedi." "Hayır," kendi kendime fısıldayarak başımı iki yana salladım. Farkında olmadan ileri geri sallanmaya başlamıştım. "O... İyi mi? Bir şey söyle, iyi mi?" "Merak etme, müdahale ettim. Eğer dövüşü şimdi durdururlarsa o gece kazanacakları paranın on katını vereceğimi söyledim. Oldukça cazip gelmiş olmalı." "Sen..." Kafa karışıklığıyla ona baktım. "Bu haldeyken... Nasıl haberin oldu ki?" "Yapamayacağım çok az şey var," dediğinde bana muzip bir şekilde göz kırptı. "Benim yapamadıklarımı da sen yapıyorsun nasıl olsa. İstersen onun bunu yapmasına engel olurum." "Nasıl?" Gözlerimin beklentiyle ona kilitlendiğinden bir haberdim. "Orasını bana bırak, istiyor musun istemiyor musun?" Başımı salladım. Kendi kendisine zarar verdiğini düşünmek tüm bu yaptıklarıma değmediğini hissettirmişti. Oa zarar gelmesin diye ondan ayrılmışken onun kendisine bunu yapması canımı yakıyordu. "Karşılığında ne istiyorsun?" "Ayağa kalk," dedi basit bir şey istiyormuş gibi. "İşleri devral. Acını sana zarar verenlerden çıkar, bunu yapmaya seni zorlayanlardan. Kendinden değil." "Senden mi yani?" Kucağımdaki pikeyi indirip ayağa kalktım. Sert ve acımasız gözlerle ona üstten bakışlar atarken dişlerimin arasından konuştum. "Kolayca gaza gelecek birisine mi benziyorum? Tüm yaşadıklarımın seninle başladığını unutacağımı sana düşündüren nedir?" Yutkunduğunda bu çıkışı benden beklemediği çok açıktı. Her şeyi alaya alıyordum diye bunca zamandır diğerlerinin rahat olmasına izin vermiştim. Uyuyan devi uyandırmayı çok istiyorlardı anlaşılan. Daha önce hiç bu kadar dibe batmamıştım ve daha önce hiç bu kadar dipten başlamamıştım hayatıma. Bu yüzden ne yapacağımı kestiremiyordum ya zaten. "Size gülümsüyorum diye mi tüm bu lakaytlığınız? Beni buna mahkum edip üstüne de ne yapacağımı söyleyemezsin. Sen olmadan da sevdiklerimi yeterince koruyabilirim. Burada kalmamı ve işini devralmamı da istiyorsan," ona doğru attığım adımı geri çektim. Odama geri dönerken hareket edip öfkemi kusmanın bir yolunu bulmuş olmanın rahatlığını yaşadım. "Beni rahat bırak. Canım ne zaman isterse o zaman yaparım." "Yine de ona dikkat edeceğim," diye seslendi. "Biz o kadar da farklı değiliz, Alin. İkimizi de bu hale aşk getirdi." "Dedi hâlâ aşka sığınan adam," dedim alayla. Kapıyı sertçe kapattığımda içeriye girip öfkeli hareketlerle dolaptan bir tayt ve sporcu atleti çıkarıp üzerime geçirdim. Geldiğim gibi geri giderken Bodrum'da olduğunu bildiğim spor odasına girdim. İlk defa bedenim gerçekten hareket ediyordu. Uzun zamandır uykudaydı sanki. Gözlerim loş odada gezinirken ortada asılı olan kum torbasını buldu. Ellerime hiçbir şey sarmadan yumruğumu torbaya geçirdim. O an zihnimde bir şeyler yıkılmış gibi hissettim. Donup kaldığım tüm o günler boyunca hapsettiğim ne varsa hareketlerime yansıdı. İkinci yumruğu sertçe vurduğumda sallanan torbayla birlikte zihnimde bir görüntü oluştu. Duvar ardına sıkışıp kalan küçük Alin korkuyla ellerini başına siper etmişti. Etrafındaki duvarlardan sarsıntıyla birlikte tozlar uçuşmaya başlamıştı. O tozlar içinde kaldığında sırtını yatağa yaslayarak dizlerini kendisine çekerek ağlamaya başladı. Sana sarılırdım, dedi dolu ve mahzun gözlerini bana dikerek. Ama bana zarar verirsin diye korkuyorum. "Şunu söyleme!" Gözüm dönmüş bir şekilde önümdeki torbayı yumruklamaya başladığımda göğsümden kopan kuru hıçkırıklara karşı koyamadım. Dur artık! Diye bağırarak korku dolu gözlerini bana diktiğinde yutkundum ve üzerime gelen torbaya sarılmış buldum kendimi. Onu bir sarsıntının içersinde bırakmıştım. Bıktım senden, derdin ne senin? Beni korkutuyorsun. "Öyle söyleme," ağlarken alnımı önümdeki siyah deriye yasladım. Savaş'ın bana zorla öğretmeye çalıştığı zamanlarda olduğu gibi yorulduğum an torbaya sarıldım. "Nolur sen de bırakma beni, vicdanımla başbaşayım. Birisinin desteğine ihtiyacım var." O birisi ben değilim, sen de biliyorsun. Burnunu çekerek yatağına oturdu ve duvarında çizili ela gözlere baktı. Çok kırgınım. Seni anlıyorum ama ben de sonunda bizi birisi anlıyor diye çok mutlu olmuştum. "Seni iyileştirebilecekken duvarlar arasına hapsettiğim için özür dilerim," dudaklarımdaki yaşların tadı dilime bulaştığında ne olduğunu bile anlamadan kendimi yerde buldum. "Bizi iyileştirebilecek tek yetişkin bendim ama hiç çocuk olmadım ki. Herkesi düşüneceğim derken seni çok fazla unuttum. Özür dilerim." Artık sorun değil diyemiyorum, diye fısıldadıktan sonra yatağa uzandı ve bana arkasını döndü. Canımı çok yakıyorsun.
🍑🍑🍑
Bir yıl sonra. Bayık gözlerle etrafı izlerken zaman algımı kaybederek başımı arkaya doğru eğdim. Olduğum yerde dengemi kaybettiğimde kısık bir sesle güldüm. "Ayyaş olduk iyice." Kalçamı yasladığım masa sanki beni tutan tek şey gibi ona tutundum. Diğer elimdeki şişeyi kafama dikerek fırlattım. Bu yaptığım açıklanamazdı. Bana neden diye sormasın, onu onun için yok ettiğimi söyleyemem. Yapmasın. Sarsak adımlarla yürüdüğüm için ayağımdaki topuklular bileğimi bükerek kurtuldular. Parkede çıkan tiz seslerden de böylece kurtulmuştum. Elimdeki şişeyi kafama diktikten sonra sarhoş bir sokak serserisi gibi sallana sallana merdivenlere attım kendimi. Hıçkırırken ağlamak istedim. "Bir zamanlar Deli gönlüm. Bir zamanlar nerdeydi, şimdi nerde?" Artık her gün içiyordum çünkü gelip bana durmamı söylemesi gerekiyordu. Boktan bir dakika daha görmem lazımdı onu. Belki gideceği yerleri öğrenip gizlice kokusunu solumaya çalışmalıydım. Uyku ilacı vermeli ve o uyurken yanına kıvrılıp onu izlemeliydim. Başımı iki yana sallayarak kafamı merdiven korkuluklarına yasladım. "Dün yediğim hurmalar..." Cümleler ağzımın içinde yuvarlanırken gözlerim odaksız bir şekilde önümdeydi. "Belki gelir," parmaklarımı birbirine geçirip kafamı omzuma doğru eğdim. "Tamam saçmaladım. Gelmez ama belki buralardan geçer." "Sana ne söyledi?" Katya elinde bir fincan kahveyle yanımda bittiğinde bana onaylamaz gözlerle bakıyordu. "Bana konuşacağını söylediği günden beri her gece sarhoşsun. Bu hoşuma gitmiyor." Dudaklarımı büzerek ona sahte bir mahsunlukla baktım. "Özür dilerim, anne. Söz, bir dahaki sefere meyve suyu içerim." "Dalga geçme de iç şunu," ağzıma dayadığı kahve fincanını ittim. "Annemmiş gibi davranma aptal, işine baksana sen." Agresif gözlerle onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. "Bana böyle davranarak kendinden bıktıramazsın," inatla kahveyi içmediğimi görünce yorgun bir nefesle birlikte onu kenara koydu ve yanıma oturdu. "Canının acıdığını görüyorum Alin ama böyle yapman doğru mu?" "Hiçbir şey yapmıyorum ki," bir şeyler içme isteği duydum ama ayağa kalkamadım. "Bir şey diyeyim mi? Ben bugün birisini daha öldürdüm ve hemen yenisini öldürmezsem deliririm çünkü bu yedinci bölge lideriydi. Ben yedi rakamından nefret ederim." "Ona söyleyeceğim," diyerek birden ayaklandığında tüm radarlarım açıldı. Hızlı adımlarla yürümeye başladığında zorlukla ayağa kalkıp peşine takıldım. "Seni korumak için söyledi ne söylediyse diyeceğim. Seni bu halde görmeye dayanamıyorum, gelsin buraya." "Kes sesini!" Kolunu tutup onu kendime çevirdiğimde burnumdan soluyordum. "Tek kelime edersen dilini keserim! Anladın mı? Hiçbir şeyden haberi olmayacak!" "Neden seni seven herkes ölecekmiş gibi davranıyorsun!?" Benimkine benzer bir öfkeyle omuzlarımdan ittiğinde alkolün de etkisiyle sendeledim. "Bir yıldır hayatın ne hale geldi, görmüyor musun!? Bu sen değilsin! Mafyacılık mı oynayacaksn? İyi oyna! Ama böyle değil, tükettin kendini!" "Sanane ya! İstersem gider atarım kendimi bir yerden istersem devam ederim. İstersem de gider bir katliam yaparım! Beni bu kadar umursuyormuş gibi davranma!" "Gerçekten umursuyorum," öfkesi söndüğünde gözlerinin dolmasını sakince izledim. Aylardır böyleydim, artık kabullenmeliydi. İsyan eder bir sesle devam ettiğinde bende en ufak bir yaprak kımıldamadığından bir haberdi. "Beni ilk bulan o kızı özlüyorum. Komik, hayattan zevk alan ve mutlu o kızı özlüyorum. Seni özlüyorum, Alin. İçinde bir yerlerde hâlâ yaşıyorsan lütfen bana kulak ver. Geri dön." "Saçma sapan konuşma, bir yere gittiğim yok. İnsanlar değişir, engel olamazsın." Diye terslediğimde çaresizce nefesini bırakıp gözlerini yere indirdi. "Değişmedin, kayboldun. Kaybolmana sebep olan onun yokluğuysa sana onu getirmeliyim." "Telefonunu ver," bana anlamaz gözlerle baktığında nefesimi sıkılmış bir şekilde üfleyerek elimi ona uzattım. "Ver şu telefonu." Uzun zaman sonra istediğim tek şey bu olunca meraklı gözlerle telefonunu bana uzattı. Avucuma bıraktığı telefonu gözlerinin içine bakarak duvara fırlattım. "Tek kelime edersen parçalarım Katya. Beni denemeye kalkma. Her şeyi boş yere yapmadım ben, tek bir şeyi bile mahvetmene izin vermem." "Susmam için telefonumu kırıp beni tehtid mi edeceksin? Öyleyse yap. Bana engel olamazsın. Her şeyi sen mahvettin ama göremiyorsun galiba. Gerçeği söylemeyerek her geçen gün kendini tüketiyorsun." Başımı omzuma eğdiğimde ona o kadar boş bakıyordum ki bu bakışları uzun zamandır görmesine rağmen tedirgin oldu. "Tatlım," elimi dostça omzuna yerleştirdim. "Bir şeyi yapma diyorsam yapma. Ben zaten her şeyi biliyorum. O yüzden, gidip birkaç arkadaş edin. Beni de ilk hastasını gören psikolog gibi izlemeyi bırakırsan sevinirim." Her şeyi geceleri Nota'dan ve pek merhametli(!) biricik yedi yaşımdan gayet de iyi dinliyordum. Omzundaki elimi iterek burnundan sinirli bir nefes bıraktı. "Sen var ya, kimseyi hak etmiyorsun! Senin için çabaladıkça kendini bizden itiyorsun, git kimi öldürüyorsan öldür. Ne içiyorsan iç, bencil bağımlı! Sarhoş, ayyaş, salak! Aptalsın sen!" "Teşekkürler," diye mırıldandığımda öfkeyle montunu alıp evden çıkmasını izledim. Ardından kendimi koltuğa atarak başından beri bizi izleyen Raskol abi'ye seslendim. "Kızını dizginle, böyle devam ederse ona zarar vermek zorunda kalabilirim." "İkinizi de dizginleyemem, baskın kişilikleriniz var." Elinde bir kadeh viskiyle yanı başımda dikilmeye başladığında gözlerimi ona diktim. "Senden bir tepki bekliyor, sense her gün boka batıyorsun." "Sağol ya." "Senden bizzat bir katliam yapmanı istemedim," karşımdaki koltuğa oturarak kadehini bana doğru kaldırdı. "Beni şaşırtıyor ve zorluyorsun, sana karışmayan bölge liderlerine dokunmamalısın. Bize karşı cephe alıyorlar." "Bir savaş mı geliyor? Nasıl da bayılırım savaşlara," isteksizce sırıttım. "Kanlar ve ölümler beni nasıl cezbediyor anlatamam." Cani olduğuna inanıyor, baş parmağıyla beni işaret edip kime şikayet ediyordu bilmiyordum ama bu çocuk gittikçe daha da huysuz bir şey olmaya başlamıştı. Ondan bıktım, başka birisinin yedi yaşı olamaz mıyım? Cıklayarak ona cevap verdim. "Olamazsın." "Ha bir de bu kendi kendine konuşmaların var," diye isyan etti. "Konuş be kızım bizimle. Seni buraya yaşarken öl diye mi getirdim ben?" "Ben senin kızın değilim." "Katya ve seni ayırmıyorum, ayırsaydım Katya'ya bağırıp tehtid ettiğin için seni öldürürdüm. Abla kardeş kavganıza girmiyorum." "Eğer bizi ayırmasaydın elime silah almama izin vermezdin abi," ayağa kalkıp odama gitmek için yürümeye çalıştım. Sendeleyerek ilerlerken elimi boşver dercesine salladım. "Konuşmayalım bunları. Kızını uyar, öyle bir şey yaşanmasını istemiyorum." "Bir kere de adam gibi otur konuş bizimle ya." Kendi kendine mırıldandığında onu görmezden geldim ve odama girdiğimde kendimi yatağa attım. Telefonu çıkarıp Nota'dan istediğim resmi açtım. Bu onun bana attığı ilk ve son resmiydi ama bunu bilmiyordum. Her gece olduğu gibi onun yüzüne bakarak uyuyakalırken kendimi çok yorgun hissediyordum. Her şeyin rengini yalana ve kana boyamıştım.
🍑🍑🍑
Üç yıl sonra. "Alin artık alalım mı adamı? Kanı bitti." Gözlerimi yerdeki adamdan ayırdığımda başımda dikilen Layoş'a baktım. Raskol abi'nin sağ kolu olsa da ben işleri üstlendiğimden beri gereğinden fazla vakit geçirmek zorunda kalıyorduk. Yani bir nevi benim yardımcımdı. Topuklu çizmeler üzerinde eğildiğim için ağrıyan bacaklarımı gevşeterek ayaklandım. Arkamdaki sandalyeye oturdum. "Bu son muydu?" "E bitti yani artık." Dedi bezgince. "Ne kaldı geriye?" Derken ayağa kalkarak kan içinde kalan depodan çıktım. Bir baskın yiyip içimizde biz ihanet eden beş adamı yakaladığımızda cezasını vermemiz gerekmişti. Benim de biraz rahatlamam gerekiyordu. Onları bağlayıp bileklerini kestirmiş ve kanları akarken kendi kanımın aktığını düşünmüştüm. Biraz ürpertmişti ama en azından kendimi daha iyi hissetmiştim. Son damlaya kadar izlemiştim. İsteyen beni deli ya da sadist ilan edebilirdi ama bir süre dikkatimi dağıtmam gerekiyordu. Gerçi birkaç yıldır üzerime yapışan bir lakap vardı. Her duyduğumda buruk bir şekilde gülümsememe neden olan bir lakap. Benim suçum değildi tamam mı bana şeftali denmesi? Hayır kendimi çok minnoş bir katil gibi hissediyordum. Olmayan morelim yerle yaksandı. Allah da seni bildiği gibi yapsın Raskol abi. İlk öldürdüğüm cesetlerin hepsine şeftali damgası çizdirdiği için bu haldeydim. Bahanesi de kendi kartelinin benim yaptıklarımdan sorumlu olmamasıymış. Onun kartelinin simgesini bırakmıyordum hiçbir yere bu yüzden. "Bitti bile. Sabahın altısından beri ayaktayız, bırak herkes biraz dinlensin. Vardiya değişimine ihtiyaçları var." "Tamam," diye mırıldandıktan sonra arabama atlayıp eve sürdüm. Deponun önündeki zemine devasa bir şeftali çizmeleri gerektiğini önceden söylemiştim. Bunu asla kendim yapamazdım. Artık şeftalilere dokunamıyordum. Herhangi bir şekilde duymaya bile tahammülüm yokken bana şeftali diye seslenen herkesi öldürmeme sinir olanlar umurumda değildi. Üç yıldır hiç şeftali yememiştim. Arabayı kilitleyip malikanenin içine girdiğimde kapıdaki korumalara baş selamı vermiştim. Ayağımda kanlanmış bir topuklu, üzerime ise siyah bir elbise vardı. Saçlarımı gelişigüzel bir şekilde toplamıştım. Birkaç ayda bir ülke değiştiriyorduk. Bunu hem daha güvenli olması hem de benim için yaptığının gayet de farkındaydım. Hâlâ yanında olma sebebim her an tüm bunları bırakıp tekrar yataklarda saklanmaya başlama ihtimalimdi. Zahmetsizce onlarla kalmak daha kolaydı. İçeriye girdiğimde Katya ve Raskol abi salonda bir şeyler izliyorlardı. Hiç onlarla muhattap olmadan geçip gidecekken, "gelsene," diye seslendi Katya. "Meyve de yiyoruz. Şeftali var." Midem çalkalandı. "Siz yiyin." "Dalga mı geçiyorsun? Sen şeftaliye bayılırsın." Koltuktan kalkıp elinde bir dilim şeftaliyle önüme geldiğinde nefesimi bıkkınlıkla verdim. "Hadi ye bir tane." "İstemiyorum gelirken yedim." Canımın ne kadar yandığını anlatamazdım bile. "Olabilir ama onu ben görmedim. Bunu da yiyeceksin," dilimi ağzımın önüne kadar getirdiğinde burnuma gelen kokusuyla öğürdüm. Katya elinde şeftaliyle bana bakakalmıştı. Bunu benden ikisi de beklemezken ben hızla banyoya koştum. Klozetin kapağını son anda kaldırıp midemde ne var ne yoksa çıkarırken gözlerimden yaş geliyordu. Kendimden nefret ediyordum. Kusarken ağlamak gibi boktan bir alışkanlık edinmiştim. Aman ne güzel, diye söylendi duvar ardında çizgi romanları inceleyen Alin. Bana kokusunu bulaştırma da ne yaparsan yap. Bir şeftali görünce kusmadığımız kalmıştı yani. Özür dilerim, elimde değil. Yemin ederim denedim ama midem kaldırmıyordu. Görmek bile çalkalanıp sancılanmasına neden oluyordu. Klozetin kapağını kapatıp nefes nefese duşa kabine yaslandım. "Miyavv," kapıdan gelen sesle gözlerim oraya döndü. Sumru'nun bana verdiği kediyi alırken kendimi yüzsüz gibi hissetmeme engel olamamıştım. Beyaz tüyleri içinde yüzündeki asaletli ifadeyle kıvırtarak içeriye girdi. Kafasını uzatıp beni bir iki kez kokladıktan sonra garip bir ses çıkarıp benden uzaklaştı. "Harika, git bakalım." Diye mırıldandım. Gözlerimi tavana dikip sakinleşmeyi bekledim. Bunca zaman ben kendimde değilken ona Katya bakmıştı. Kendisini benim bakıcım ilan etmişti. Yıllarını benimle boşa harcıyordu. Bunun olduğuna inanmak istemiyorum. Bu kadar berbat etmiş olamam. Yok oluşa bu kadar yaklaşamam. Yapamam. Kayboldum.
🍑🍑🍑
Beş yıl sonra. AVM'nin yemek bölümünde oturmuş Katya'nın tuvaletten gelmesini beklerken önümdeki yemekle oynuyordum. Bir iki lokmayı zorlukla yemiştim. Etrafı kontrol ettikten sonra hızla ayağa kalkıp tabağın içindekileri çöpe boşalttım. Ardından Katya gelmeden yerime oturdum. Bir de yemek yemiş gibi peçeteyle rahat bir şekilde dudağımın kenarını sildim. Karşımdaki sandalye çekilip Asil üzerinde siyah bir takım elbiseyle oturduğunda dudaklarım kıvrıldı. Gözlerim özlemle onu incelerken gerçek olmadığını bilsem bile gerçeğiymiş gibi konuşmama engel olamazdı. "Bunu bu kadar insan içindeyken yapmamalısın, beni deli zannedecekler." Tepkisiz bir şekilde beni izledi. Bir haftadır gittiğim her yerde onun sanrılarını görüyordum ama sanrı ilk defa bu kadar yaklaşmıştı bana. Bir kaldırımın karşısında görünüyor ve bir anda kayboluveriyordu. Bir anlığına insanların arasındayken hemen kayboluyordu. Acıyan kalbime rağmen onu görmek bile çok güzel hissettiriyordu. "Benimle konuşmuyorsun." Dudaklarımı ıslattım ve dolan gözlerimin aksine kıvrılan dudaklarım dengesizliğimi ortaya serdi. "İyi ki zihnimdesin." Sertçe yutkunduğunda gözlerim adem elmasına kaydı. Tekrar gözlerine çıktığımda ise anlamaz ifadeye karşı ellerimi masanın altında birleştirdim. "Gerçek olsaydın karşında böyle oturuyor olmazdım. Gerçek olsaydın seni kırardım. Ama değilsin," derin bir nefes aldım. "Seni çok özledim. Ama buna hakkım yok, öyle değil mi?" Dudaklarım titrediğinde bunca insan içinde ağlamamak için kendimi tuttum. "Hemen gitme ama," yalvarırcasına bakışlarım yüzünü buldu. "Hep hemen gidiyorsun. Birkaç saniye daha kal, nolur. Biliyorum bunu istemeye hakkım yok ama nolur biraz daha kal." Uzun ve kemikli parmakları masaya tutunduğunda ve doğrulmaya yeltendiğinde başımı hızla kucağıma eğip gözlerimi kapattım. Gittiğini görmeye hazır değildim. Tabii bunu ondan istemem aptallıktı. Sanrısı bile olsa kalmazdı benimle. Kimse benim yaptıklarımı yapan birisinin yanında durmazdı ki. Gitmesini beklerken sandalye yanıma geldiğinde gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Benim sanrılar çığır açmıştı. Parmaklarından birisi saçlarıma uzandığında donup kalmıştım. Sanrısı bile olsa onlara dokunma ihtimali korkumu körüklemişti. Saçlarımı düzenli olarak kısacık kalması için kesiyordum. Kafamı hafifçe geriye çektim. "Saçlarım olmaz." Eli inatla saçlarıma gittiğinde,"kaybolursun," korku dolu gözlerimi ona diktim beni anlaması için. "Dokunma bana kaybolursun diye korkuyorum. Dokunamıyorum sana kaybolursun diye." Ama sanırım ne yaptığımı bilmiyordum. Bu sözlerim üzerine hızlıca geri çekildi. Sandalyeyi yerine koyup bana son kez bakmadan kalabalıkların içinde kaybolduğunda küfrettim. Ona yine korktuğumu söylemiştim. Birkaç dakika sonra Katya geldiğinde eve gitmek için toparlandık. Tabağımı boş gördüğünde mutlu mutlu gülümsemişti. Katya alışverişe çıkmak istediğinde onu diğer korumalara güvenememiştim. Her şeye rağmen bu olanlar onun suçu değildi ve benim için çabalıyordu. Beni gereğinden fazla umursadığını görebiliyordum ama sanırım çevresindeki tüm bu yalnızlığın içerisinde beni kendisine bir kaçış olarak bulmuştu. Uzun zamandır Katya'nın elindeki kalbe takıntılı olan adamlardan haber almamıştık. Yer yarılmıştı da yerin dibine girmişlerdi sanki. İzlerini bulduğumda bir an içerisinde ortadan kayboluveriyorlardı. Tüm bunların sorumlusu olarak onları görmediğimi söyleyemezdim, göğsümde kalan izlerin sebebi onlardı. Raskol abinin hala zorlanmasındaki sebep de onlardı. Ama en kötüsü de... Her neyse. Artık buna bir kulp bulma çabasına girmeyeceğim. Onu tüm bunlardan korumak istiyordum. Hâlâ istiyordum ama gün geçtikçe kendimi kaybediyordum. Tüm dayanma gücümü sevdiklerimin etrafına sardığım o kalkandan alırken bile çok güçsüzdüm. Bir ölüden ne farkım vardı şimdi? Bir özlem kadar uzaktı bana. Sonunda eve geldiğimizde ne ara bindiğimizi hatırlamadığım arabayı park edip içeriye girdim. Odama çıkıp ayakkabılarımı bir kenara fırlattım. Bu sefer evimiz deniz kenarındaki bir sahil eviydi. Bahar aylarının serin meltemi eserken üzerimdeki pantolonu çıkarıp bir tane şort giydim ve telefonumu alıp tekrar çıktım. Terasa çıkıp denize yürürken onun tekrar gelmesini umuyordum. Genelde yanımda tanıdığım kimse olmadığında geliyordu. Garipti. Nota arar diye telefonumu hiç yanımdan ayırmıyordum. Şimdilerde on üç yaşında bir gençti. Yaşıtlarından daha olgundu ve bana uzun zamandır abisiyle ilgili şeyleri söylemekten kaçınıyordu. Bana kırgınlığını bir şeyler saklayarak gösteriyordu. Abisini sorduğumda iyi, sakin, biraz agresif, normal gibi kelimelerle beni geçiştiriyordu. Birkaç yıldır Ece'yi de anlatmayı bırakmıştı. Aramayı ihmal etmiyor ve sözünde duruyordu ama her şeyi olduğu gibi söylemiyordu. Bana çok kırgındı. Haklıydı. Kumların üzerine uzanıp gökyüzüne bakmaya başladığımda bir süre sonra uykum gelmişti. Eve gitmek çok zor geldiğinde uzanmaya devam ettim. "Alin?" Hızla gözlerim açıldığında irislerim dolunayın aydınlattığı bir geceye aralanmıştı. Kaç saat uyumuştum? "Sakin ol, benim. Yemeğe gelmiyor musun?" "Ben," kuruyan boğazımı yutkunarak geçirmeye çalışıp gözlerimi Katya'ya çevirdim. Uykularım beş yıldır hiç olmadığı kadar hafifti. Birisi seslendiği an uyanıyordum. Herhangi bir hışırtı sesinde gözlerim açılıyordu, her an tedirgindim. "Hayır. Aç değilim." "Nasılsın?" Derin bir nefes eşliğinde yanıma oturdu. Sık sık beni konuşturmaya çalışıyordu, bundan beş yıl boyunca hiç vazgeçmemişti. Kendime itiraf etmek istemesem de beni bir kardeşin olabileceğinden daha çok anlayışla karşılıyordu. "Karışık," doğrularak dizlerimi kendime çektim. "Sana bir şey söyleyeceğim." "Dinliyorum." "İstersen bana deli diyebilirsin." "Öyle söylemeyeceğim." "Ya da gidip psikiatriste görün falan da diyebilirsin, sana kırılmam." "Zaten gitmelisin." "Morelimi bozuyorsun." "Hani kırılmayacaktın?" "Kırılmadım zaten, morelim bozuldu." Kafamı iki yana salladım. "Birkaç gündür bir şeyler görüyorum." Uzun zamandır görüyorum demek istemedim bir an. "Ne gibi şeyler?" Dedi merakla. Ona bir şeyler anlatmadan hoşlanıyordu. "Asil'i görüyorum," dediğim an küfrederek ayaklandı. Neden böyle bir tepki verdiğini anlamak için gözlerimi ona çevirdiğimde ondan daha büyük küfrederek ayağa kalktım. Çünkü söyleyeceklerini duymayı beklemiyordum. "Siktir, ona gelme dedim!" "Pardon ne dedin!?" İkimiz de hayretle birbirimize bakıyorduk. Aynı anda yüzümüzü buruşturup birbirimizin üzerine doğru iki adım attık. "Ne yaptın lan sen, kıt akıllı!?" "Senden daha gerizekalı değilim, tamam mı? Bağırma bana!" "Lan ne yaptın, ne yaptın!?" "Aradım söyledim ya! Var mı diyeceğin, dedim böyle böyle. Dinledi dinledi yüzüme kapattı, Allah'ın delisi!" Söylediklerinden sonra sinir krizi geçirmek üzereyken telefonum çalmaya başladı. Öfkeli gözlerim ekrana kaydığında yutkundum. Arayan Nota'ydı. "Canım?" Diyerek tedirgin bir sesle açtım. Bir süre sessiz kaldıktan sonra kısık bir sesle söyledikleri hiç de ufak bir etki bırakmamıştı. "Abla, buraya gelmelisin. Baş edemiyorum artık. Söz verdin, ihtiyacım varken gelecektin. Bugün sana ihtiyacım var. Hemen gelmelisin." Ben daha ne olduğunu soramadan telefonu yüzüme kapattığında öylece kalakalmıştım. Gerçekten ne halt edecektim ben şimdi?
Sizce neler oluyor? Bir de rica etsem Alin için bir şarkı söyler misiniz? Sizin gözünüzden onu dilemek istiyorum. Allah'a emanet💅🏻
|
0% |