@cennomi
|
Keyifli okumalar♡
"Alin bir dinle bak, valla kötü bir niyetim yoktu." Topukluları bir kenara fırlatıp ayağıma siyah spor ayakkabılarımı geçirirken ona ters bir bakış attım. "Artık bir önemi yok Katya, git ve uçağa bin. Seni bekleyemem," oturduğum yataktan kalkıp onu odamdan çıkardım. Şu sıralar Türkiye'de kıştı ama umursamadan dolapta elime gelen ilk şeyi üzerime aldım. Parmaklarıma geçirmeli siyah bir badi ve dar bir siyah kot olmuştu bunlar. Üzerine bir şey giyecek kadar zamanım yoktu. Uçağı birkaç dakika içinde hazırlarlardı. Raskol abi yüzünden bu beş yılda birçok aracı kullanmayı öğrenmiş, ehliyet almış ve okulunu okumak zorunda kalmıştım. Buna uçak, tren ve gemiler de dahildi. Sürekli önüme bir şeyler getirip bunu yaparsam beni birkaç ay rahat bırakacağını söylediği için geçiştirmek amacıyla hızlıca hallediyordum. Tabii havacılık okumak o kadar çabuk olmamıştı. Eğer bir haftadır gördüğüm Asil sanrı değil de gerçekse Nota şimdi orada tek başına demek oluyordu bu. Ve Allah belamı versin ki ben onun gerçek olduğunu fark edemeyecek kadar delirmiş bir şekilde ona korktuğumu söylemiştim. Amacı neydi bir hafta boyunca beni uzaktan izleyip kendisini görmeme izin vermesinin? Konuşmak için bugün gelmesinin amacı neydi? Neden bağırıp çağırıp hesap sormamıştı mesela her şeyi biliyorsa? Ben olsam öyle yapardım çünkü. Bacağıma bıçak ve küçük silahların olduğu iki kemeri taktıktan sonra telefonumu alıp odadan çıktım. Değiştirdiğimiz her evde mutlaka bir helikopter ve uçak pisti oluyordu. Deniz yolu her zaman olmuyordu ama şuan işime yarayan tek şey uçak pistiydi. Yardımcı pilot yanıma geldiğinde bana durumu bildiriyordu. Bense aceleci adımlarla uçağa binip mümkün olduğu kadar çabuk Nota'nın yanına gitmeyi düşünüyordum. "Herhangi bir sorunumuz yok, uçak kalkışa hazır Alin hanım." "Eğer konrtolü kaybedersem komuta sende," gözlerimi ona dikip onaylanmasını bekledikten sonra komuta odasına geçtim. Katya arkamda belirip bir pilot şapkasını taç geçirir gibi kafama geçirdiğinde onu affedeceğimi zannediyorsa yanılıyordu. "Aman efendim, pilotluk nasıl da yakışmış kraliçemize. Şapkayla da ayrı bir seksi oldunuz gibime geliyor ama." Yediğim bokları temizlemeye çalışırken ben. "Yavşama beğen geç," diyerek panelleri kontrol ettim. "Ve bunlar seni elimden alamayacak Katya Aleksey. Havadayken seni uçaktan atacağım ve nereye düştüğünü umursamayacağım." "Saçmalama okyanusa düşersem beni köpek balıkları yer, yüzmeye fırsat bile bulamam." Tehlikeyle parlayan öfkeli gözlerim onu buldu. "Benden daha tehlikeli olanları mı?" Yutkunurken iki adım geriye gitti. "Şey, sen hiç zahmet etme. Ben kendim atlarım." "Güzel," diyerek kulaklıklarımı ve mikrofonu taktım. "Uçak kalkışa hazır." "Son üç," diyen yardımcı pilot Jackson uzun zamandır bizimleydi. En azından bana uçak kullandıracaklarında her zaman yardımcı pilotluğumu yapardı.
🍑🍑🍑
"İn artık şu uçaktan!" Diyerek omzundan ittiğim Katya'yı ite kaka aşağıya indireceğim sırada telefonum çaldı. Raskol abiyi iki kez meşgule atmama rağmen tekrar aradığında oflayarak açmak zorunda kaldım. İnatçı adamın tekiydi, açana kadar durmuyordu. Bizi bekleyen siyah volvoya bindiğimizde telefonu arabaya bağladım ve kemerimi taktım. Araba hızla Raskol abinin Adana'daki mini pistinde ilerlerken çabucak buradan çıkmayı istiyordum. "Kızımı nereye götürüyorsun kızım?" "Abi cümleyi devrik kurma, hâlâ aşırı itici geliyor." Yanımda oturup uysal bir kedi gibi etrafı izleyen kıza ters bir bakış attım. "Hemen şikayet mi etti beni?" "Öyle demeyelim de hayati tehlikesi olduğunu söylemiş olabilir." Boş otobanda ilerlerken sabahın erken saatleri olması işime yarıyordu. Gaza yüklendiğimde araba kükreyerek ileri atıldı. "Var zaten." "Allah'ım ben ölmek için çok gencim, nolur Alin'i al yanına," Katya'ya dönüp bir tane çarpardım ama şuan dengemi kaybedemezdim. "Vallahi bir anda söyledim. Valla bir dinle beni Alin." "Neyi kime söylüyor ve neredesiniz siz? Arabanın sesi buraya kadar geliyor." "Kızın Asil'e her şeyi anlatmış, Adana'dayız!" "Siktir, nerdeyseniz bekleyin. Geliyorum." "Çok geç," gaza yüklenirken telefonu kapattım. Yol boyunca korkudan elleri emniyet kemerinde kocaman gözlerle önüne bakmıştı. Arabanın tekerlekleri asvallta yanık kokusu bırakırken ani bir şekilde frene basmıştım. Önüne geldiğimiz eve bakarken tüm korkularım birbirine giriyordu. İçeride ne vardı? Nota iyi miydi? "İn." "Bir şeyi bilmeni istiyorum," emniyet kemerini çıkarırken kararlı gözleri beni buldu. "Yaptığım şey için pişman değilim. Hayatının sonuna kadar bu halde saklanamazdın. Bir daha olsa bir daha yaparım." "Benim de sana işkence yaparken pişman olmayacağımdan emin olabilirsin," tatlı bir gülümse sundum. "Sadece şimdi sırası değil. Hemen şimdi inip evin önünde bekliyorsun. Tehlike sezersen kurşunu sık. İkinci kez düşünme. Madem bir bok yedin, bana yardım edeceksin." Hararetle başını salladığımda her ihtimale karşı elime keskin hançer tarzı bıçağımı aldım. Keskin uç bileklerime bakarken gözlerim aralık kalan kapıda oyalandı. Bacağımdan susturucu takılı bir silahı alırken dikkatli bir şekilde kapıya doğrultmuştum. Ayağımla kapıyı itekleyip içeriyi kontrol edeceğim sırada Nota görüş açıma girdi. Yutkunarak hızla yanına gittim. Öylece koridorun ortasında oturmuş ve sırtını dolaba yaslamıştı. Yaşlı gözleri henüz beni görmemişti. Uzun zamandır orada oturuyormuş gibi donuktu. "Nota? Ne oluyor? Neden ağlıyorsun sen?" Korku ve endişeyle yanında diz çöktüğümde oldukça yavaş bir şekilde bana döndü. Gözlerinde gördüğüm boşluk beni ansızın içine çekti. Neden bu haldeydi? Bu kadar kötü ne olmuştu? Asil burada olmadığına göre Aylin abla'ya ya da Sumru'ya mı bir şey olmuştu? Ya da ikisi de mi? "Yukarıda," dedi sayıklar gibi. "Yukarıda." Yukarıda olanın ne olduğunu sormak istesem de kendimi dizginlemek zorunda kalmıştım. Çok kötü görünüyordu. Ellerinden tutup onu ayağa kaldırdım. "Tamam, merak etme. Ben hallederim. Sen şimdi dışarıya çıkıyorsun, orada bir abla var. Onun yanına git ben gelene kadar seni korur." Beş yıldır boş durmayan sadece ben değildim. Katya da kendisini savunma derslerinde oldukça geliştirmişti. Koruma konusunda şuan ondan başkasına güvenemezdim. Ona da güvenemiyordum gerçi, götümüzü dönsek donumuza kadar anlatıyordu. Allah bilir ne anlatmıştı Asil'e. O başını sallayarak kapıdan çıktığında ben de hızla merdivenlere yöneldim. Her ne varsa yukarıdaydı anlaşılan. Üst kattaki koridor ışık almıyordu. Aralık kapılardan da ışık sızmayınca penceresiz koridor iyice loş bir ortam halini almıştı. Gözlerim dikkatle hem kapılarda hem de yerde geziniyor, kan birikintisiyle süslenmiş bir ceset arayışına giriyordu. Aklımdaki tek ihtimal buydu. Evde hâlâ birileri olsaydı Nota orada o kadar sakin oturmaz gibi gelmişti. Gerçi sakinlik de göreceliydi. Kendimden biliyordum ki, öylece oturduğum ve donuk gözlerle etrafı izlediğim an içimde çok büyük bir savaş veriyordum. Aslında en durgun göründüğümüz anlarda içeride büyük bir fırtınayla baş başa kalmış olabiliyorduk. En baş edilemez olanları onlardı. Ağlayamayacak, bağıramayacak ve hareket bile edemeyecek kadar ağır geldiği zamanlardı. Aralık kapıların arasında dolaşırken içimde garip bir his vardı. Her an kapıların ardından onlarca adam çıkacak ve silahlarını bana doğrultacak gibiydi. Üst kat çok sessizdi. Bir anda kolumdan çekildiğimde beni çeken kişiye bıçağı savurdum. Ama beni çoktan odanın içine çekmiş ve sırtımı kapıya yaslamıştı. Bıçak tutan elim de başımın üzerine kapıya yaslandığında silahı karnına yasladım. Bacağımı bacak arasına geçirmek için için hızla kaldırdığımda eli dizimin altından bacağımı tuttu sıkıca. Parmakları tenime geçmişti resmen."Şşh." Ve onunla göz göze geldim. Nefesim büyük ihtimal bir yerlerime kaçmıştı. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken gözlerimi ondan alamıyordum. Kafam durmuş gibi alık alık onu izliyordum. Ela gözlerinde bir duygu arıyor, ifadesiz yüzünde bir şeyler arıyordum anlamsızca. Onu bırakıp giderken hâlâ beni sevmesini nasıl beklerdim? "Sakin ol, sana zarar vermem." Bunun için hiç endişelenmedim ki. Onlarca şey söylemek ve bir an ben her şeyi berbat etmeden önceki gibi bana baksın istedim. Ama aralanan dudaklarımdan şaşkın bir tonla sadece adı döküldü. "Asil?" "Evet?" Kaşlarını kaldırdığında duygularını artık görememekten tedirgin oldum. Onu o kadar kırmıştım ki artık duyguları okunamayacak kadar derinlere inmişti. "Pardon." Avucu yavaşça bacağımdan ve bileğimden uzaklaştığında bir aptal gibi görünmemek için bileğimi kapıdan indirdim. Gözlerim üzerindeki siyah gömlekte ve pantolonda gezindi. Bana arkasını dönüp çalışma masasına ilerlediğinde ancak burasının çalışma odası olduğunu anlamıştım. Gözlerim dışında hiçbir yerim haraket etmiyor, onun burada, karşımda ve gerçek olmasının şaşkınlığını yaşıyordum. Kalçasını masaya yaslayıp dudaklarına aldığı bir dal sigaraya baktım. Dolgun dudaklarının sigarayı sarışını izledim. Ardından yıllardır nerede olduğunu bilmediğim arsız Alin, yedi yaşındaki Alin'in yatağında belirdi. Yüz üstü uzanmış ayaklarını havada sallarken dudaklarını ısırarak önündeki manzarayı izliyordu. Ama bazen de sigara olmak istersin, ayrı konu. Yapma. Yanarız. Nerden geldiysen geri dön. Hey hey, kusura bakma. Beş yıldır kurudum kaldım burada, bekle iki dakika gözüm gönlüm açılsın. Ne halt edersen et, bana bulaşma! Çok geç, diyerek dudaklarını ısırdığında ben yavaş yavaş kendimden geçiyordum galiba. Kalbim hızla atıyor, ne yapacağımı bilemeyerek ona bakıyordum sadece. Sigarasını yakıp başını kaldırdığında yutkundum. Tek bir hareketi bile hoşuma gidiyordu. Kollarını masaya yasladığında gerilen kaslara gözüm kaymasın diye devreye minnak Alin'i sokmak zorunda kaldım. Battaniyesini yataktaki delinin üzerine örtmüştü. Bu onu birkaç saniye oyalardı. "Neden buradasın?" Yutkundum. "Nota beni aradı." "Seni yıllardır aramıyor mu zaten? Neden şimdi geldin?" Bunu da nereden biliyordu? Katya'yı aşağıya indiğim an kurşuna dizecektim. Kaçsa iyi ederdi. "Ona söz verdim." Dudakları alayla kıvrıldı. "Sen ne zamandır verdiğin sözleri tutar oldun?" Ama şimdi öyle demesek mi? Bizimkilerin kalbi biraz hassas da, çabuk kırılıyorlar. Toparlayamıyorum sonra. Haklı, yatakta uzanan yedi yaşım ve Arsız Alin aynı anda kafasını sallayarak bizi dikizlediklerini belli ettiler. O haltı da yedin. Kızlar ayıp oluyor, siz kimin tarafındasınız yani? Tamam ben haksız tarafım ama siz benim duygularımsınız ya! Senin duyguların hala onu istiyor güzelim, diyerek göz kırptı Arsız. Mantıklı olanı da, beni de, şu yanımdaki minnağı da besliyordu bu adam. Geri istiyoruz. Ulan bir durun, adamın bizi istediği ne malum? Hemen de hazır onu istemeye. Bıçağımı ve silahımı yerine takarak elimle etrafı gösterdim. Sorusunu görmezden gelmiştim. "Yani tehlike falan yok mu?" "Senin için mi? Evet." Kaşlarım bilinmezlikle çatıldı. "Nasıl?" "Nota tiyatro kulübünde." Başını kaldırıp dumanı üflediğinde Arsız Alin yatakta tepindi. Küçüğü sinirle ona yastık fırlattığında onu alıp dişledi. O dumanı istiyorum! Siktir, başımızı yakacaksın sen bizim! Dudaklarımı ıslattım. "Bana söylemedi." "Ben istedim," başını eğip gözlerini sonunda benimle buluşturdu. Ama keşke hiç yapmasa dedim çünkü onların üzerimdeki baskısı yüzünden kaçmamak için direnmek zorunda kalmıştım. Sanki... Sanki benim sevdiğim adamın gözleri değildi gözleri. Hiç sevmemiş gibi bakmazdı ki o bana. "Her şeyi bilmene gerek yok. Malum fazla bilince senin şartel yanıyor." "Öyle mi?" Diyerek kollarımı göğsümde bağladığımda gözleri alayla üzerimde gezindi. "Madem tehlike yok, ben gidiyorum o zaman." "Tabii," eliyle kapıyı gösterdi ve sigarasını masaya bastırarak söndürdü. Ardından ayağa kalkıp benim için kapıyı açtı. "Özgürsün." Şimdi bu niye bizi bu kadar kolay saldı? Üç kişilik birden gözlerini küçük Alin'in odasında oturmuş bize dikmişti. Üçü yere oturmuş çember oluşturmuşken diğer ikisinin gözleri mantıktaydı. "Tamam," diye mırıldanarak gözlerimi ondan zorlukla almışken kapıya yöneldim. Ama birden beni sırtına atmasını beklemiyordum. "Ya napıyorsun!? İndir beni hemen!" "Emin misin?" Dediğinde baş aşağı bir şekilde görüş açıma giren merdivenlere baktım. Sırtında debelendim. Ben debelenirkem o yürümeye devam ettiğinde nereye gittiğime dair hiçbir fikrim yoktu. "Beni merdivenlerden mi atacaksın!? Hemen beni ayaklarımın üzerine bırak!" "Bekle," diye yüksek bir sesle bana kızdığında dağılan saçlarımla yumruğumu sırt kaslarına geçirdim. Hoay maşallah, aslanım sen naptın biz yokken? Elimize de bir güzel geldi şimdi, tam ellemelik. İki dakika ateşkes ilan etsek ne güzel olurdu. Burada havalar da soğuk, nasıl ısınalım başka? Sus ulan! Bir kapıyı açtığında beni sonunda içeriye doğru yere indirmişti. Ne yaptığına anlam veremedim. Saçımı ve üzerimi düzelterek gözlerimi ona diktim. "Ne yaptığını sanıyorsun sen!?" Özleminden yataklara düştüğüm çocuğu görünce de ben. "Kızım?" Kulaklarıma gelen sesle dumura uğramış bir şekilde Asil'e bakakaldım. Hayır, bunu yapmış olamazdı. Gözlerimde büyük bir hayal kırıklığı oluştu ama tek bir tepki bile vermedi. Beni tamamen bitirmiş miydi içinde? Biz bir zamanlar kıyamazdık birbirimize, ne hale geldik böyle? "Yapmadın," gözlerim doldu ama direnmeye çalıştım. Annemi buraya getirmiş olamazdı. Başka kim vardı arkamda? Delici sessizlikten sadece annemin ağlamaklı sesi yükselmişti. "Nota tiyatro kulübünde," diye tekrarlanmasının ne anlamı vardı bilmiyordum. Delirecektim. İçim içime sığmıyor oda bana dar geliyordu. "İyi bir oyuncu." "Ne?" Diye fısıldadığımda bundan daha fazla şasırabilir mıydım bilmiyordum. "Yani... O?" "Bu işler sırayla," parmakları uzanıp yanağımdan makas aldığında artık burada işi bitmiş gibi gözleri arkama döndü ve gitmeden önce kurduğu cümlelerin beni ne hale getirdiğini göremedi. "Dediğim gibi, onu size getirdim. Üzerimde hakkınız kalmadı, benden bu kadar. Her şey için sağolun. Allah'a emanetsiniz." Ne? Beni bir borç olarak mı görmüştü onlara? Yerimde duramayarak gözlerimi tavana çevirdim. Nota beni kandırmıştı, abisine ona söylediklerimi söylememesini ummak aptallıktı. Kimseye söylememeliydim ama ona kıyamamıştım. Birisi bilecekse o bilsin istemiştim. Belli ki hata yapmıştım. Ona ihtiyacı olduğunda geri geleceğimi söylemek aptallıktı. Bunu Asil'e söylemişti ve o da bunu kullanarak benim Türkiye'ye gelmeme neden olmuştu. Aptal kafam, ben de korkup hiç şüphelenmeden kendi ayaklarımla geri gelmiştim. Benimle bir hafta boyunca oynayıp kafamı karıştırmıştı. Şimdi geride bıraktıklarımla nasıl yüzleşecektim? Farkında mıydı bilmiyordum ama bana en büyük cezayı seçmişti. Hem beni yok saymış hem de kaçtığım ne varsa beni yüzleşmeye zorlamıştı. Ne bekliyordum? Hâlâ bana aşık olmasını mı? Öyle hissettirmedi mi bize? Masum sorularla beni sakinleştirmeye çalışan Arsız Alin'i susturdum. Bundan sonra geldiği yer neresiyse oraya gitmeliydi. Kontrol bende, öne çıkan mantığa baktım. Belli ki fazla sarsıldın. Biz bize kaldığımızda biz sana sarılırız. Şimdilik dik dur. Daha fazla kırılmama izin verme, baş edemeyiz diye korkuyorum. Derin bir nefes aldığımda Asil'in odadan çıkıp kapıyı kitlemesini duygusuz gözlerle izledim. Ardından kendimi telkin ederek arkamı döndüm. Siktir. Herkes buradaydı. Annem, babam, Mirza, Koralp, Akan, Barlas, İldem, Berkay ve hatta Savaş ve Yavuz bile. "Tamam, dinliyorum. Herkesin öfke kusmak için birer dakikası var, sonra çıkar giderim." Annem dolu gözlerle herkesten daha cesaretli davrandı ve yanıma geldi. Özlemle bakan gözlerine dayanmak çok zordu. Tek bir annem vardı, ona sahip çıkmam gerekirken bırakıp gitmiştim. Korumak istedin, diye telkin ettim kendimi. Beş yıldır bir şey olmadıysa sen uzakta olduğun içindir. Barlas'ı vurdun, Akan'ın kafasını kırdın kim bilir kalsan daha neler yapardın. Uzun uzun beni izledi, üzerimdeki kıyafetlerde gözleri takılı kaldı. Hani bir boklar oldu sanarak cephane gibi geldiğim kıyafetlerime. Annem bana sarıldığında beni göğsüne yaslamasına izin verdim. Nasıl olsa geri gidecektim, ne istiyorsa yapabilirdi. Ben de burnuma gelen o huzur dolu kokusunu soludum. Hâlâ koklayabiliyorsun çünkü uzakta durdun, Alin. Pişman olma. "Seni özledim," hiç yargılamadan bana bunu söylemesiyle gözlerim sızladı. Tırnaklarımı avucuma batırarak beni bırakmasını diledim. Biraz daha böyle kalırsam tüm gardımı indirebilirdim. "Seni çok özledim." Kafamı göğsünden uzaklaştırarak yanaklarımı avuçlarına aldığında gözlerimdeki boşluğun aksine ne büyük bir fırtınada olduğuma dair hiçbir fikri yoktu. "İyi miydin?" Değildim anne. Canım çok yandı. Ama söyleyemem sana, seninki benden daha çok yanar sonra. Başımı salladım. İyi olduğumu duyduğunda gittiğim için kızamadı bana. Tamam, o kızamıyordu ama diğerleri için aynı şeyi söyleyemezdim. "Kızım kim senden bizi korumanı istedi!? Süper kahraman mısın sen mal deyneği!?" Gözlerim annemden arkasındaki Mirza'ya kaydı. Şimdi biraz sinirli gibiydi ama bilememiştim yani, sadece biraz. "Sen var ya hakiki salaksın! Barlas seni annemin karnında tekmelemiş, zerre beynin kalmamış senin!" Biliyorum canım. Başka hakaret varsa alayım? Hepsini onaylayabilecek kapasitedeyim şuan. Bir dakika, Asil onları korumak için gittiğimi söylemiş miydi? Hayır, bir dakika daha. Katya Asil'e mi söylemişti bunu!? Bir donumun rengi kalmış söylemediği! Canım ne malum söylemediği? Senin kırmızı ojeli tırnaklarını yolarım Arsız, kes sesini. "Kıs sesini Mirza!" Annem oğlunu tersledi ama hepsinin de benimle yüzleşmesi gerektiğini biliyordu. Elimle onu önümden çektim. Sorun yok der gibi başımı salladım ve Mirza'ya döndüm. "Başka?" "Başka mı? Dalga mı geçiyorsun kızım sen!? Biz kendimizi koruyamıyor muyuz lan!? O kadar koruma oturup kahve içsin diye mi maaş alıyor!? Ne lan senin derdin?" "Önce sesini kıs sonra da benim yirmi üç yaşında özgür bir insan olduğumu hatırla," işaret parmağım sakince onu gösterdi. "Hiçbirinize hesap vermek zorunda değilim, bunu da kafanın bir kenarına yaz. İster giderim ister kalırım. Karışamazsınız." O bana hayretle bakakalmışken arkadan bir ses yükseldi. "O değil de, artık sana tıp okuyorum diyemeyeceğim. Ona moralim bozuldu." Geldi mi meşhur cümle? Evet, tanıdınız. Bizzat Akan Durularla karşı karşıyasınız. "Niye?" Diyerek kaşlarımı kaldırdım. Herkes ayakta beni izlerken o rahatça koltuğa oturmuş ve kollarını göğsünde birleştirmişti. "Ben mezun oldum." "Sevindim." "Ben bok gibi hissediyorum ama." "E artık doktorum dersin sen de." Aydınlanmış gibi bir ifade belirdi yüzünde. Ardından heyecanla ayağa kalkıp işaret parmağını bana doğrulttu. "Sen ne şerefsiz bir insansın ya? Ben doktorum, beni nasıl bırakırsın sen?" Yok, hayır. Gülmeyeceğim. "Yapacak bir şey yok, doktor bey." "Aslında var, doktor olarak söylüyorum ki bundan sonra hiçbir yere gitmiyorsun. Tamam mı?" "Hayır," yumuşadık diye bu da bizi eve kapatabileceğini sandı herhalde. "Saçmalama." "Ya ama niye!?" "Kes be, saçma sapan hareketler yapıp benim tepemin tasını attırma." "Defol git ulan, kardeşlikten men ediyorum seni. Sen benim kafamı kırmıştın, hakkımı da helal etmiyorum. Hadi git şimdi." Trip desen var. Bana arkasını dönüp ciddi ciddi pencereye gittiğinde şaşkınlıkla arkasından bakıyordum. Dengesiz. "Ben buraya sadece iyi olduğunu görmeye geldim," Koralp'e dönen gözlerim ondaki duygusuz ifadeyle sarsılacak gibi olan irademle karşılaştı. Akan'ın yanına oturup buz gibi gözlerini bana çevirdi. "Sana söyleyecek bir şeyim yok. Demekki sana güven vermemişiz ki sen bizi koruyacağım diye bırakıp gitmişsin. Ona da saygı duyarım." Abi yapma. Bağırsan çağırsan daha az canım acır. Ama suçu kendinde bulduğunda vicdan azabından ölecek gibi hissediyorum. "Sonunda büyüdün ha?" Savaş'ın sesiyle donuk gözlerim onu buldu. "Biraz acıtmış olmalı." Biraz mı? Ruhum büyürken azabın içinden geçmişti tamamen. "Kes sesini hâlâ küçük," Yavuz hâlâ Savaş'la didişmenin bir yolunu buluyordu. "Ya siz niye hiçbir şey söylemiyorsunuz!?" Mirza bir anda İldem ve Berkay'a dönerek onlara da sinirini kustu. "Bu kız sizi bizden de önce tanıyordu, sizin daha çok kızmanız gerekmez mi?" İldem sakince çenesini havaya kaldırdı. "Arkadaşım sana sesini kısmanı söyledi. Düzgün bir üslupla konuşana kadar kimse sana cevap vermeyecek." Ne? Beni mi savunuyordu? Her şeye rağmen mi? Suçluluk yükleniyor... Berkay, İldem'i başıyla onayladı. "Biz zaten biliyorduk." Pardon? Bundan benim haberim var mı kanka? Tamam savunun ama bokunu da çıkarmayın isterseniz. Ama şimdi ben bunları yemeyeyim de napayım? Berkay ve İldem aynı anda kapıya yöneldi. "Biz seni aşağıya bekliyoruz canım. Hadi konuş gel." Şok içerisinde onlara başımı salladım ama ne yaptığıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Berkay cebinden anahtar çıkarıp kapıyı açtıktan sonra dışarıya çıktı. Benimse gözlerim Barlas'a dönmüştü. "Sıra sende sanırım." Omuz silkti ruhsuzca. "Hiç bakma bana. Seninle konuşamayacak kadar kırgınım sana. Giderken ikizimi değil de kalbimi götürmüşsün gibi hissettirdin bana. Beni pas geç, konuşmayacağım daha fazla." Kızlar, hatırlatın bir ara banyoya girip bol bol ağlayayım. Ben bunun etkisini atlatamam. Üçü birden başını salladı. O iş bizde. Ardından babamın sesini duydum. "Açın kapıyı gitsin." Gözlerim ona döndü. Bana bakmıyordu. Babam bey, benimki de kalp ama bak. Ağzına sıçıldı biraz. "Baba saçmalama!" Mirza şaşkınlıkla ona döndü. İç sesim olma görevini üstleniyor diyecektim ki vazgeçtim. "Sen bu yarım akıllıyı bırakalım mı diyorsun? Ya tut şu kızını, gitmesin!" "Karışma Mirza," gözleri yavaşça bana dokundu. "Bırak gitmek istiyorsa gitsin. Belli ki mutlu değil burada." Baba... Mutlu olduğum tek yerden kendimi sürdüm, sense beni bu sürgünde mutlu sanıyorsun. Bir yangının içinde gülümsüyorum diye yanmıyorum sanıyorsunuz. En çok da bu acıtıyor ya. Size bunu ben aşılıyorum. Gerçekten bazen tüm bunlara nasıl dayandığımı anlayamıyordum. Buna dayanmak denir miydi bilmiyordum ama hala nefes almayı başardığım için şaşırıyordum. O da bizim sayemizde aşko, ojeli tırnaklarını kibirle izleyen Arsız Alin üçü adına konuşmuştu. İnsana iki dakika dram da yaptırmıyorlardı. Doğru düzgün yüzüme bile bakmıyordu. Gözlerinde okuyabildiğim tek şey hayal kırıklığıydı. Bu kırıklar gözlerinden kalbime ulaştı. Her keskin parça bir bıçak gibi saplandı ulaşabildiği yere. Ağır ağır yutkundum. Onun gözlerindeki hayal kırıklığı yenilir yutulur gibi değildi. Sızlayan burnum yüzünden hızla arkamı döndüm. Kapıyı açarken, "Ben gidiyorum, Kendinize iyi bakın." Dedim. "Git ama ne olursa olsun hâlâ evinde bir odan olduğunu unutma." Diye seslendi babam. "Yorulduğunda seni saracak bir ailen var, ne olursa olsun. İhtiyacın olduğunda bize geri gel." Ne olursa olsun... Hızlı adımlarla merdivenleri indiğimde etrafta kimse yoktu. Her an ağlayabilirdim. Sakin olmam gerektiğini kaç kez söylersem söyleyeyim işe yaramıyordu. Ben napıyordum böyle? Evden çıktığımda bahçe kapısının önünde oturmuş ve Nota'ya sarılan Katya'yı gördüm. Beni gören Katya soru dolu gözlerini bana dikmişti ama ona fazla bakamadım. İldem öfkeyle bir ileri bir geri yürüyordu ki arkasını döndüğünde beni gördü. Ardından üzerime gelip tokadı yapıştırdı. Tokadın sesi kulaklarımda yankı yaptı. Ben de diyorum niye bu kadar sakin. "Ne zaman geri dönecektin!? Biz ölene kadar koruduğunu mu sanacaktın!? Lan bizim tabutumuzu almaya mı gelecektin sen!? Niye gittin ya niye!?" "İldem," Berkay onun beline sarılıp bana saldırmasına engel olmaya çalışıyordu. Başım tokadın etkisiyle yana dönmüştü. Gözlerim kapalı yanağımdaki sızının etkisi geçsin diye bekliyordum. Bunu hak etmiştim, ona hiçbir şey söyleyemezdim. "Ya bırak! Bırak Berkay! Belki döversem aklı başına gelir! Buna bir tane çarpmazsan anlamaz," o kadar öfkeliydi ki Berkay'ın kollarından bir anlığına kurtuldu ve bu sefer tokadı diğer yanağıma indi. Gözlerim korkuyla Nota'ya döndüğünde rahat bir nefes aldım çünkü Katya onun başını göğsüne yaslamış bunları görmesine izin vermiyordu. Ona kızgındım ama bugün için minnettardım. "Bırak Berkay," dedim sakince. Duygusuz bakışlarımla karşılaşan İldem saçlarını çekiştirdi. Kafayı yemek üzereymiş gibiydi. Herkesin içinde beni korumuş olabilirdi ama bu biz bize kalana kadardı. "Bırak da acısını çıkarsın." "Sen benimle dalga mı geçiyorsun!?" Öfkeyle beni omuzlarımdan itti. Öfkenin getirdiği büyük bir güç vardı şuan onda. Bir adım sendeledim geriye doğru. Bana tokat vurmasına ve beni ittirmesine rağmen tepki vermediğimi gördüğünde ağlamaya başladı. "Senden nefret ediyorum, tamam mı!? Bizden her şeyi aldın, yaşayabileceğimiz tüm o anları aldın bizden. Hani söz vermiştik? Hani her şeyimizi anlatacaktık birbirimize? Ben seni yıllardır kameralardan izlemek zorunda mıydım?" Başım hızla ona döndü. "Ne?" "Aptal! Bilmiyor muyum ne halde olduğunu? Kameraları hackledim. Bir yerden sonra izini sürekli kaybettim ama ben saatlerimi seni bulmak için harcadım hep. Bize geri gelmeni, en azından bir kez olsun aramanı istedim." Onun bir hacker olduğunu unutmuştum tamamen. Nolur ağlama. Yine vur bana ama ağlama nolur. Sevmiyorum ağlamanı, ağlama nolur. Dediğin gibi, benim gibi bir aptal için akıtma göz yaşlarını. "Seni bekledim," suçlarcasına işaret parmağını kaldırdı. Burnunu çektiğinde bir çocuk gibi dudakları büzüldü. Ona dokunmak, ağlama demek istedim. Yumruklarımı sıkarak öylece bekledim. Tam gidecekken ümit veremezdim. "Bize anlat diye bekledim! Sen sekiz yaşındaki bir çocuğa güvenip bizi arkanda bırakırken ben bir aptal gibi bize anlat diye bekledim ya!" "İldem sakin ol." "Berkay sana da yapıştırırım, bana sakin ol falan deme sakın!" Öfkesi biraz olsun dindiğinde bana döndü tekrar. Ve o bakış, sadece kendime değil herkese acı çektirdiğimi anlamama neden oldu. "Alin ben aşık olduğum zaman sana söyleyemeyecek miydim? Hayalimdeki üniversiteyi kazandığımda? Mezun olduğumda? Evlendiğimde? Hamile olduğumda ? Teyze olduğunda? Hiç yanımda olmayacak mıydın? Doğruyu söyle bana, ölüm haberimizi mi bekliyordun?" Konuşamadım. Konuşsam ona sarılır ve her şeyin geçeceğini söylemesini isterdim. Her şeyi birlikte düzeltebiliriz diyerek beni kandırmasını beklerdim. Ona sığınır, beni saklaması için ağlardım omzunda. "Konuşsana ya!" Diye çıldırdı tekrar. "Nerede ya benim arkadaşım, nerede!? Naptın ona!? Tepki ver artık bana! Bıktım senin herkesi korumam lazım tavırlarından! Şu haline bak, önce kendini koru!" Göğsü hararetle aldığı nefesler yüzünden hızla inip kalkıyor, gözleri öfkeden kimseyi görmüyordu. "Biraz daha kalırsam kalbini fena kıracağım. Gitmem lazım." Bahçe kapısından çıkıp giderken kendini sakinleştirmeye çalışsa bile başaramıyordu. Sakince Berkay'a döndüğümde bir süre boş boş bakıştık. Ardından bir eli enseme bir eli koluma yapıştı. Sertçe beni kendine çekip sarıldığında kendimi daha çok suçlu hissettim. Bağırıp çağırdıklarında en azından haklılardı ama bana böyle merhamet gösterdiklerinde suçluluktan geberecek gibi oluyordum. "Salaksın falan ama özlemişim kız." Kahkahasını duyduğumda kendime engel olamadım. Dudaklarım kıvrıldı, başımı hafifçe omzuna yasladım. Ellerimin hâlâ emanet gibi salladığını fark eden Berkay benim yerime ellerimi tutup beline yerleştirdi. "Sen beş yıl mağarada mı yaşadın kız, ne gülmeyi biliyor ne sarılmayı. Unutmuş hepsini." Bir nevi evet. Biraz öylece kalıp kendime dinlenme payı tanıdıktan sonra başımı omzundan kaldırıp ondan uzaklaştım. "İldem'e bir bak, iyi değil." "İkiniz de iyi değilsiniz, bir tepki ver be kızım. Senin için çok uğraştı. Bari tek bir kelime etseydin içini rahatlatacak." Yenilgiyle nefesini bıraktı. Hâlâ donuk gözlerle izlediğimi fark etmişti. "Bir yerlere kaybolma. İyi olacak mısın?" Başımı salladım. "Bok gibi olduğumda bunu söylerim zaten." Başını iki yana sallayarak alayla güldü. "Söylemezsin. Hatta böyle inkar edersin." Tam gidecekken bana döndü. Gözleri alayla parladı. "Ne güzel dayak yedin ha." Gözlerim kısıldı. "Çok komik." "Sen bir de ben tutmasaydım görürdün onu, parçalardı seni o sinirle. Sen de mal mal bakıyorsun, izin verirdin." Başımı salladım. Verirdim. "İldem! Nerdesin lan ayaklı yanardağ!?" Diye bağırarak bahçeden çıktığında gözlerim Nota'ya döndü. Katya'nın ellerinden sıyrılıp hızla yanıma geldi. Büyümüştü. Hem de nasıl büyümek. Neredeyse aynı boydaydık. Benden on santimetre falan kısaydı resmen. On üç yaşında böyleyse büyüyünce Asil'i de geçerdi. "Özür dilerim," dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. Gözlerinde okunan büyük bir pişmanlık vardı. Dokunsam ağalayacaktı sanki. "İyi de niye?" "Abim sadece konuşacaklar demişti, sana vuracaklarını bilmiyordum. Özür dilerim, keşke çağırmasaydım seni. Of, kızarmış da yanakların. İçeride de mi çok kızdılar? Vurdular mı sana? Özür dilerim Alin abla." "Şşt," dayanamadım ve onu çekip sarıldım. Başını göğsüme yasladığımda sakinleştirmeye çalışıyordum. "İyi ki de çağırmışsın ya, oh ne güzel memleketimin havasını toprağını özlemişim. Özür falan dileme, nereden bilebilirdin ki? Hem içerde kimse kızmadı bana. Hatta sarıldık biz içeride. Az önce Berkay abin de sarıldı ya. İldem sadece biraz fazla kızmış bana. Sorun değil," başını kaldırıp gözlerin bakarak kocaman gülümsedim. "Sen boşver şimdi bunları da, ne kadar yakışıklı olmuşsun sen ya." "Alin abla of ya," diye huysuzlandı. "Ben ne diyorum sen ne diyorsun?" "Şş, gerçekten bak. Ece napıyor, ben olsam bu yakışıklılığa düşmeden edemezdim." Arada abin var, başkasına bakamıyorum. "Konuşuyoruz okulda," kızaran yanaklarıyla tebessüm ederek baktım. "Sonra anlatırım. Sen gidecek misin?" "Evet, gitmeliyim. Önce bir yere uğrayacağım." Ellerim omuzlarına gitti. "Yine çağırsan yine gelirim. Ama bu sefer bana yalan söyleme, olur mu? Gerçekten ne zaman bana ihtiyacın olduğunu bilmeliyim." Hızlıca başını salladı. Oldukça suçlu hissediyor olmalıydı. "Tamam, özür dilerim bir daha yalan söylemem sana." "İnanıyorum o zaman sana," son kez ona sarılarak bahçeden çıktım. Katya arkamdan gelip bir şeyler sormak istediğinde onu durdurdum. "Lütfen, şimdi değil."
🍑🍑🍑
Avucumda serin toprağın bıraktığı bir nem vardı. Tek tek büyüyen otları çekmiştim. Ölen insanlara hâlâ küs kalınır mıydı? Eğer ölülere küsülmezse neden kimse onun mezarına bakmamıştı? Ona aşık olan adam gelir sanmıştım. Ama galiba aşık olmak bir ölünün arkasından mezar sulamak için yeterli bir sebep değildi. "Merhaba," dudaklarımdan fısıltıyla dökülen sesin ona ulaşmasını umdum. "Aslında bana kalsa bir on yıl daha öldüğünü kabullenemeyerek sana küserdim. Ama ne bileyim, birisinin ben konuşurken susmasına ihtiyacım vardı. Sana da haksızlık yaptım galiba. Anlayamadım gerçekten yaşayana dek seni. Aşık olana kadar da senin çektiğin acıyı tahmin bile edemedim." Parmaklarım az önce suladığım toprakta gezindi okşarcasına. Yıllardır okşanmayan saçlarını okşar gibi dokundum toprağa. "Aslında hiç anlayamadım senin yaşamadığını. Seni suçladım hep, belki sevdiğin adamı kaybetmiş olabilirdin ama bana sahip çıkmalıydın diye çok kırıldım sana. Ben nereden bilecektim ki bunun düşüncesinin bile insanın nefesini kestiğini?" Sağ gözümden bir damla yaş düştü toprağa. "Biraz acı bir şekilde öğrendim. Hayatım boyunca seni suçlarken seni anlayacağımı düşünemezdim. Şimdi tüm çabalarım sana dönüşmemek için. Senin gibi toprağın altında kimsesiz kalmaya razıyım ama senin gibi bir ömür ölene kadar elimde bir çocukla onsuz kalamam. Her şeye rağmen güzel idare ettin, ha?" Hiserik bir şekilde güldüm. "En azından on yedi yıl kendini öldürmeden durabildin. Bu da bir şeydir." Gözlerim beyaz mermerdeki Meryem Akyürek isminde gezindi. "Ne yapacağımı bilmiyorum, onlara zarar gelir diye çok korkuyorum. Papağan gibi bunu sayıklıyorum, ya olursa korkusuyla ne zamana kadar yaşayabilirim bilmiyorum. Yardıma ihtiyacım var. Gitmek istemiyorum ama burada da kalamam ki. Ülkemden sürgündeyim resmen. Bunu da kendim yaptım, isyan bile edemiyorum. Kırdım döktüm her şeyi şimdi toparlayamam ki. Canım çok acıyor ama kimsenin omzuna koyamam başımı, okşayamaz kimse saçımı. Bazen sen en iyisini yapmışsın gibi geliyor, savaşmak zorunda kalmadın. Sadece," yutkunmak zorlaştı. "Ben senin yanında büyüdüm ama böyle yetişmedim. Kaçmaya değil gitmeye meyilliyim. Senin gibi kalamam. Senin gibi kaçamam. Seninle bile yüzleşmeye geldim aslında." Yanımdaki fermuarlı poşedi açıp içine bir avuç toprak koydum. "Neden geldiğimi pek bilmiyorum aslında. Bugün herkesle yüzleşiyorum. Sen eksik kalma dedim. Ağlamamak için çok direndim, hiç bu kadar zorlanmamıştım. Sence bir gün beni affederler mi?" Dolu gözlerle mermerin kenarından kalktım. "Görüşürüz anne. Her şeye rağmen dayandığın için teşekkür ederim. Hiç sevgini göstermedin ama en azından ben gidene kadar kendini tuttun intihar etmemek için. Senin için de zordu." Herkesi anlamak çok berbat bir şeydi. İçimde herkesi nasıl haklı çıkarabildiğimi bilmiyordum. Ama Meryem annemi anlayabiliyordum, Asil ölseydi bu benim suçummuş gibi davranır ve yıllarca kendime gelemezdim. Sadece ayrı olmak ve onu kırdığımı bilmek bile beni bu denli sarsmışken ölümü beni bitirirdi. Beni anlamalarını beklemiyordum. Sadece iyi olmaları yeterliydi. Onun kızına da sinirliydim. Annemden kalan evde ne halt ediyordu bilmiyordum ama bir kez olsun gelip de mezarını sulayamaz mıydı? Ben bunu yapabiliyorsam o da yapabilirdi. Mezarlıktan çıktığımda hiç iyi değildim. Tüm ruhum sömürülmüş gibi arabaya bindiğimde Katya bana endişeli gözlerle baktı. Mezarlığa gelip biraz konuşsam ve içimi döksem belki iyi gelir demiştim ama bu beni daha da kötü bir hale getirmişti. "Otele sürelim, Katya'yı bırakacağız," şoföre söylediklerimi duyan Katya şaşkınlıkla bana döndü. "Neden? Nereye gideceksin? Geri gelecek misin?" "Sakin ol, bir yere uğrayacağım sadece." Tedirgin olsa da sessiz kaldı. Onu otele bıraktıktan sonra İstanbul'daki eski evin önünde durdu araba. "Sen git. Bu gece burada kalırım." Çoktan saat beş olmuştu. Güneş batıyordu. Önce gözlerim acelesizce etrafı izledi. Ardından çatık kaşlarla gazete okuyan ihtiyarda durdu. "Pişt, manavcı! Var mı yeşil elman?" "Alin?" Gözleri şaşkınlıkla üzerimde gezindi. "Biz sen gittin sanıyorduk. Gelmezsin sandık, haylaz." "Olur mu Nusret amcacığım? Bırakır mıyım sizi kızdırmayı? Daha sizin kasayı çalıp satacağım. Gözüm kaldı." "Kafanı kırarım," dedi ciddiyetle. Ardından gazetesini katlayarak kenara koydu. Ayağa kalkıp bana kollarını uzattı. "Uzun zamandır kimseye kızamıyordum, iyi geldin sen. Gel buraya." "Ay yok, öyle bakarsan Bakkalcı Hasan abiye kaçarım." "Ona abi bana amca ha? Benden yaşlı o bunak!" "Nusret amca," kendime engel olamadım. Dudaklarım büzüldü. "Çocukken de pek sevmezdin beni ama bana yeşil elma versene. Yine biraz kalayım mı burada?" "Buraya gel haylaz," merhametle kollarını bana sardığında kıkırdayarak elimi göbeğine bastırdım. "Tek kelime edersen seni döverim." "Hı hı, koşabilirsen bu göbekle döversin tabii." "Geç kız içeriye," kasanın arkasındaki koltuğa oturup on yaşımda olduğu gibi Nusret amcanın bana meyve getirmesini bekledim. Dakiakalar sonra önüme dilimlenmiş bir kase elma ve meyve tabağı koymuştu. "Ee, ne yaptın bakalım gurbette?" "Sorma Nusret amca, yemediğim bok kalmadı." Yeşil elmaları ağzıma tıkıp kütür kütür yerken halimden mennundum. Diğer tabaktaki bol bol şeftali dilimlerine bakmamaya çalışıyordum. Bir süre sonra Nusret amca avucumu tuttu. "Sen şeftaliyi niye yemiyorsun bakayım? Niye buradasın beş yıl sonra?" Gözlerim bunu bekliyormuş gibi hemen dolduğunda kendime lanet ettim. "Kusasım geliyor." Hayret içinde kaldı. "Hamile misin?" "Ne?" "Boşver," yüzünde hüzünlü bir ifade oluştu. "Saçmaladım." Eşini çok seviyordu ama kendisinden kaynaklı sağlık sorunları yüzünden hiç çocukları olmamıştı. Emine teyze buna rağmen ondan ayrılmayı reddetmişti. Onu çok severdim. Beni kızı yerine koyardı. Çocukken beni gördüğü her köşe başında elime bir şeftali tutuştururdu. Avucumdan çekilen elini ellerim arasına aldım. "Nusret amca, şimdi böyle bir şey yok ama ileride," yutkundum. Böyle bir şeyin ihtimali bile olmazdı. Ben Asil'den başka kimseye göz kenarıyla bile bakamazdım. Onunla olan ihtimalleri de tüketmiştim. "Eğer ileride olursa senin de torunun olur. Babamdan çok babalık yaptın, biliyorsun. Anlaşamazdık seninle ama çocukken ne zaman saklanmak istesem sana geldiğimi biliyorsun." "Biliyorum kızım," omzuma iki kez gülerek vurdu. "Bu sefer neyden saklanıyorsun bakayım?" Anın ağırlığıyla dolu gözlerimden bir yaş aktı. "Leyla teyzemi hatırlıyorsun dimi?" "Hani kanserden ölen?" Başımı salladım. "Çocukken saçlarımı örerdi. Köpeğim kar'ı da biliyorsun." Başımı yan tarafa çevirerek ağlamamı durdurmaya çalışıyordum. "Nusret amca ben saçıma dokunan herkesi öldürüyor muyum? Orada ne yaptın dedin ya hani? Birisine çok aşık oldum ben. İstersen ayıpla yani beni, direkt söyledim diye ama böyle. Saçlarıma dokunmasına izin vermedim. Ama korktum ben, çok seviyordum ama çok korktum. Kardeşimi vurdum yanlışlıkla zaten. Sonra zehirlendim ben. Her şey üst üste geldi, zaten bunun da bir deli babası var. İlla dedi bırakırsın. Bulamadım da adamı bir bulsam boğazlayacaktım sinirimi almak için. Beş yıldır kayıp. Nusret amca... Niye öyle bakıyorsun?" "Ateşin mi var senin?" Eli hızla alnımı buldu. "İyi bok yedin. Başka bilmem gereken bir şey var mı?" "Hangisini anlatayım?" Dedim ürkekçe. "Ne demek hangisini?" Dedi fenalaşıyormuş gibi gelen sesiyle. "Ya tamam direkt neden geldiğim kısmına geçelim. İşte bahsettiğim adamın bir kardeşi var. Ben çok seviyorum onu, kıyamadım. Bir şey olursa ara yanına gelirim dedim. Beni terelelliye getirmişler. Normalde beş yıl önce ben ülkeden kaçtım. Herkese de dedim gitmem gerek istemiyorum sizi falan. Sonuç olarak bu adam beni ailem ve arkadaşlarımın içine kilitledi. Var ya, kimisi ağzına geleni söyledi E haklı da yani. Kimisi konuşmuyorum seninle dedi, yine haklı. Of Nusret amca, ne yapacağım ben ya?" "Emine teyzen öldü." "Ne? Ne zaman?" "iki sene oluyor," gözleri hâlâ ona karşı özlemle yanıyordu. Onların arasında çok özel bir bağ vardı. "Kalp kriziydi. Sence bu benim suçum mu?" "Saçmalama," dedim hayretle. "Kalp krizini nasıl önleyecektin?" "Sen Azraile nasıl kafa tutacaksın peki yarım akıllı?" "Hı?" "İnsanlar doğar, büyür ve ölür. Engelleyebilir misin? Hayır. Herkesin belli bir ömrü var. Kimin ne zaman öleceğini bilemezsin. Bu yüzden benim yüzümden ölür diyerek kaçmak yerine sevdiklerinle her an son anmış gibi yaşamalısın. Sana Kızgızlar mı? Peşlerinden ayrılma. Affederler. Kızgınlık geçer. Kırıldılar mı? Haklılar madem affettirmeye çalış kendini. Özür dile, pişmansın belli ki, hissettir onlara. Onları hâlâ sevdiğini göster. Seni itmeye çalışsalar bile savaşmaya devam et. Sen böyle böyle büyüdün." Bana kocaman gülümsedi. "Biz seninle sorunlardan ne zaman kaçtık? Bana ne anlatırsan anlat, çözümü kaçmakta mı bulduk yoksa kalmakta mı?" "Beni istemezler ki." "Nereden biliyorsun?" Arkasına yaslanarak benim yemediğim şeftalilerden bir dilim aldı. "Ben olsam kırgın olduğum için yüz vermezdim. Emine de şirinlik yapardı alırdı gönlümü. Gerçi seninki biraz daha zor ama olsun." "Geri mi gitmeliyim yanlarına?" "Her ne yapıyorsan yapmaya devam et, sadece bunu onların yanındayken yap. Ne kendinden vazgeç, ne de onlardan. Hayat hâlâ yaşamaya değer, kendine biraz nefes almak için fırsat ver." "Ama ya beni istemezlerse?" "Bir süre yüz vermezler tabii. Kırgınlar sana. Ama bu seni istemedikleri için olmaz, biraz burnun sürtsün diye olur. Bir daha kafana göre bırakıp gitme diye belki." "Bunu nasıl yapıyorsun?" "Neyi?" "Kusura bakma ama göbekli huysuz ihtiyarın tekisin. Ama nasıl oluyorsa her soruna karşı pozitif yaklaşıp şıp diye çözüveriyorsun. Mesela anlattıklarını yapmam çok zor ama öyle bir anlatıyorsun ki çok kolaymış gibi geliyor." "Sen benim hanıma dua et," dedi yarım bir gülümsemeyle. "Yahu kadına da söz verdik kendimize iyi bakacağız diye, bizden önce öldü ben hâlâ burda kös kös manava bakıyorum." Ses tonu bir ölemedik gitti der gibiydi. "Ee, o zaman beni bir gecelik çırak alırsın yanına?" Ayağa kalkıp ona elimi uzattım. "Madem benim sorunumu çözdük sıra seninkinde ihtiyar, gidecek yerim yok. Bu gece sizin salona konacağım." "Emine eve kız attığımı sanar, hayatta olmaz." "Ya Nusret amca, Emine teyzem bir tek beni kıskanmaz senden. Bir şey olmaz, ruh olarak gelip de bizi çarpacak hali yok ya. Bilir o beni." "İyi. Kalk o zaman çırak! Git elmaları parlat, muzları düzelt. Maydanoz boğumlarının lastiklerini çıkar tekrar tak." Elimi dertli bir şekilde alnıma vurdum. "Beni pişman edeceğini bilmeliydim." "Az laf çok iş," yüzüme bir önlük fırlattı. Yaşı yetmişti ama işi bitmemişti. "Konuşma da işe başla." "Öteki tarafta Emine teyzeyi görürsem eve kız atıyor diyeceğim!" "Kırarım bacaklarını!"
🍑🍑🍑
Karanlık odada uzandığım koltukta ayaklarımı sallayarak tavanı izliyordum. Etraf hafif hafif aydınlanıyordu. Galiba uzun süre sonra ilk defa altıda uyanmıştım. Eskiden her gün altıda uyanırdım. Hem de ne olursa olsun. Senin aklının yerine gelmesi için bu mu gerekliydi? Nusret amca konuşunca eski Alin oluverdin sanki bir gecede. Bilmiyordum. Savaşmaktan korkuyordum ama ben yokken de normal bir şekilde ölme ihtimalleri aklıma düşmüştü. Onları kalp krizinden koruyamazdım. Ya da bunun gibi bir sağlık sorunundan. O zaman neden onlarla olabileceğim tüm anları katlediyordum? Korku böyle bir şeydi. Raskol abinin bana anlattıkları beni o kadar sarsmış ve o kadar korkutmuştu ki korurum sansam bile onlara zarar veririm diye çok korkmuştum. Bu korku beni onlardan beş yıl uzak tutmuştu. Bir trans halinde gibiydim. Düzgün düşünemediğim için geri dönmek aklıma bile gelmemişti hiç. Ama onlara ben geri geldim şimdi beni kabul edin demeye hakkım da yoktu ki. Ne yapacaktım? Bildiğim tek şey vardı, ben bir şey yapsam da yapmasam da zaman akıp gidiyordu. Tamamen eski Alin olmasam da onun enerjisini içimde hissediyordum şimdiden. Bir yerden başlamalıydım. Erken kalkan yol alır diyerek koltuktan kalktım. Elimi yüzümü yıkayarak uzun zaman sonra aynadaki aksine tebessüm ettim. "Kaybettiğimiz ne varsa geri almak için savaşacağız. Geri kazanamasak bile en azından denedim diyeceğiz, güven bize. Yapabiliriz." Gördünüz mü? Delirdi, baş parmağıyla omzunun üzerinden beni işaret etti mantıklı Alin. Ve bunu siz yaptınız. Kız konrtolümden çıktı. Sorumluluk kabul etmiyorum. Ben sadece resim çiziyor ve ağlıyorum, diye isyan etti küçük Alin.Ne yaptıysa şu Arsız yaptı! Hey! Benim tek yaptığım Asil'i kesmek. O zaman doğuştan geliyor, bizim bir suçumuz yok. Üçü aynı anda birbirlerini onaylayınca kısık bir sesle gülüp mutfağa geçtim. Kahvaltıyı hazırlarken heyecanlıydım. Kahvaltıdan sonra şöyle bir Adana'ya kadar uzanacaktım. Araştırıp Berkay ve İldem'in Adana'da bir ev tuttuklarını ve orada çalıştıklarını öğrenmiştim. İlk işim onlara gitmek olacaktı. Eğer onlarla aramı biraz düzeltebilirsem daha iyi hissederdim. O sırada telefonum çaldığında hoparlöre aldım ve salatalıkları kesmeye başladım. "Efendim Raskol abi?" "Sen olmak çok salak, biliyor dimi sen?" "He biliyor abi ben." "Ne demek tüm uçaklarımı başka ülkelere göndermek? Ne zaman gelmek siz?" "Biz gelmemek," keyifle bir dilim salatalığı çiğnemeye başladım. Buraya gelememesi için tüm kaptanları arayıp ufak rüşvetler karşılığında bir yerlere göndermiştim. "Ben senin kızı almak esir, kalmak Adana'da. Senin kız görmek burnunu her yere sokmak ne demek." "Sen kapatmak telefonu, kapatmak." Sinirle telefonu yüzüme kapattığında hazırladığım her şeyi masaya dizdim. Uyanan Nusret amcayla didişe didişe kahvaltımızı ettikten sonra evden çıktık. Her şeye rağmen yüzümüzde bir tebessüm asılıydı. Manava kadar ona eşlik ettikten sonra yanağından bir makas aldım. "Göbeğine kurban, hadi çalış sen. Ben istifa ediyorum çıraklıktan. Ne kadar olmayacak iş varsa yaptırdın dün." "Seni sonra döveceğim," dedi büyük bir sabırla. "Geleceği düşün ama anı kaçırma. Geçmişte de takılı kalma. Anladın mı?" "Ya tamam," diye huysuzlandım. "Anladım, salak değilim." "O konuda emin değilim ben." Şimdi ben de emin değilim, bir şey diyemiyorum. Somurtmakla yetindim. Onunla vedalaşıp yanından ayrıldım. Sık sık ziyaretine gelecektim, Emine teyzeden sonra yalnız kalmıştı. Özel uçağımmış gibi kullandığım Raskol abinin uçağına bindiğimde bu sefer pilot değil yolcu koltuğuna bindim. Adana'ya giderken yol boyunca pencereden dışarıyı izledim. Katya sanırım arka taraftaki yatak odasına uyuyordu. Bulutları izliyordum. Ne kadar güzel oldukları dışında bir şey düşünmüyordum. Onlardan beni affetmesini bekleyemezdim ama en azından yanlarında olursam bir süre sonra buzları eritebilirdik. İldem'i sakinleştirmek kolay olmayacaktı. Mirza'yı da öyle. Berkay, Barlas ve babam ise çok kırgındı. Onların gönlünü almak daha zor olacaktı. Annem kızar ama yine kabullenirdi beni. Akan zaten doktorum ben diyerek beni darlamak için an kolluyordu. Koralp abim konusunda kararsızdım. Ama en büyük belirsizlik Asil'di. Beni görmek bile istemese haklıydı. Nefret kussa bağırsa çağırsa haklıydı. Beni umursamasa haklıydı. Artık beni istemezse ne yapardım bilmiyordum. Onun beni sevmesini seviyordum. Beni sevmekten vazgeçtiği düşüncesi bile beni kahrediyordu. Beni sevmese ve mutlu olsa yine dayanırdım belki ama ya başkasını severse? Benim gibi olmayan birisini. Korkak olmayan, duygularına sahip çıkan birisini isterse hayatında? O zaman ona ne diyebilirdim? Öfkelendiğimi hissettim. Buna hakkım yoktu belki ama başkasına bakma düşüncesi bile tenimin karıncalanmasına neden oldu. "Of, ne bok yiyeceğiz biz ya?" Go girl, öğrendiğin yoldan devam. Dedi arsız. Benim o kasları bir daha görmem lazım. Yoksa ölümcül hastalığa yakalanırmışım, öyle dediler. Allah Allah, kimler dediler? Saatler sonunda dalgınca uçaktan inmiş ve kendimi İldemlerin evinin önünde bulmuştum. Ellerim titreyerek ve tedirgince kapı ziline dokundu. Ardından saniyeler süren acılı bekleşim başladı. Dakikalar sürmüştü belki ama ben saatlerdir oradaymışım gibi gergindim. Kalbim kulaklarımda atıyordu. Göz bebeklerim titriyordu. Kafamdaki tüm sesleri susturarak ana bıraktım kendimi. Ve kapı açıldı. Berkay'ın uykulu sözleri beni izlerken hafifçe tebessüm etti. "Merhaba?" İçime kaçmış sesime karşın boş boş bana baktı. "Berkay kimmiş!?" İçeriden İldem'in sesi gekdiğinde Berkay altındaki eşofmanı çekiştirip arkasını döndü. "Beş yıldır bizi aramayan Alinmiş kanki, napayım alayım mı içeriye?" "Yok, alma." Berkay bana döndü. Omzu silkti. "Parayı o ödüyor, alma dedi. " Ardından kapıyı kapattı. Hiçbir şey anlamayarak gözlerimi kırpıştırdım. Kapı tekrar açıldığında Berkay'ın gözleri kocaman olmuştu. Sanki az önce ne olduğunu anlayamamış gibiydi. Melül bakışlarımı ona diktim. "Sizi çok özledim." "La sen nasıl bir salaksın?" Olmayan Ankaralı tarafına bağladığında beni kolumdan tutup içeriye çekti. "Sana küsüm bu arada, sadece içeride küsmeye devam edeceğim." Tabiri caizse kurbanlık koyun gibi içeriye geçtim. İldem mutfak masasının en başındaki sandalyede oturuyordu. Kollarını göğsünde birleştirmiş düz bir ifadeyle bana bakıyordu. "Neden geldin?" "Hatamı düzeltmeliyim. Sizi özledim. Eski bizi." Bakışları altında ezilirken rahatsızca kıpırdandım. "Bakma öyle, bunu istemeye hakkım yok. Beni affetmenizi istemiyorum. Sadece bir şans verseniz bunun için çabalarım. Artık kaçmak istemiyorum, kalıp çabalayacağım." Kaşları alayla havaya kalktı. "Neden güveneyim ki sana?" "İldem," diye uyardı Berkay. Ama İldem onu dinlemedi. Bana olan öfksi çok büyüktü. Eliyle Berkay'ı susturdu. Ayağa kalkıp tam karşımda durduğunda bana hiç bakmamasını diledim. "Yine korkup kuyuruğunu kıstırıp herkese yalanlar söyleyerek kaçıp gitmeyeceğini nereden bileceğim? Sence ben kalbimi çöpten mi buldum? Kırmana müsaade ederim mi sanıyorsun?" Öfkesinin ardındaki hayal kırıklığı ortaya çıktı. Başını iki yana salladı. "Gelmiş bir de şans istiyorsun, iki gün sonra elimize diken batacak korkusuyla yine gidersin." Hırsla işaret parmağını bana uzattı. "Şans mı istiyorsun? Tamam, sana bir şans vereceğim. Git tedavi ol. Kafanda ne varsa kurtul. Seni böyle kabul edemem." "İldem!" Berkay'ın sesi tekrar yankılandı ama hayır, bizim kavgamıza karışmaması gerektiğini biliyordu. "Yapma," diye fısıldadım. "Öfkelisin." "Evet öfkeliyim!" Diye bağırdı konrtolünü kaybederek. "öfkeliyim ya, evet! Ama bunun senin kafandakiyle zerre alakası yok! Git tedavi ol! Hepimizi delirteceksin!" Dudaklarım titredi. "Ben hasta değilim." "Ne zaman anlayacaksın? Hastasın işte! Kendini normal mi sanıyorsun sen!? Tüm bunların tek sebebi bu," işaret parmağı alnıma dokundu. Sertçe oraya bastırdı parmağını. "Hallet şunu. Kurtul onlardan." Onu dinlemeyeceksin değil mi? Mantıklı. Biz senin bir parçanız. Bizden öylece vazgeçemezsin. Kayıp mı olacağım? Küçük Alin avuçlarında kalemleriyle sırtını duvara yasladı. Korkuyorum. Bunu yapmaz değil mi? "Hastayım, öyle mi?" Histerik bir şekilde gülerek alnımdaki parmağını ittim. Bir deli gibi kocaman gülüyordum. Bunu yapmayacaktı işte. Bir hata yapmıştım evet ama bu kadarına da müsaade edemezdim. "Yeni bilgi, ben beş yıl önceki kızla aynı değilim. Söylediğin her şeye sünger çekmem. Kafamdaki sesleri istemiyor musun? O zaman üzgünüm, bana bir şans vermeni hak etmiyorum. Onlardan vazgeçmeyeceğim. Bir hata yaptım diye bana bunu yapamazsın." Bu çok kötü bir fikirdi. Asla geri dönmemeliydim. Tamamen bir hayale inanarak gelmiştim buraya. Hata yapmıştım yine. Ondan daha agresiftim artık. Hızla evden kapıyı çarparak çıktım. Sokaklarda öfkeli adımlarla ilerlerken bir süre sonra yüzümde bir ıslaklık hissettim. Kolumla temizlesem bile yenileri geliyordu. Geldiğim tenha sokak yüzünden kendime de sinirlendim. Kenardaki bir banka oturup sürekli yenilerinin geldiği yaşları temizlemeye çalıştım. İstersen bizi tedavi edebilirsin, içindeki benlikler suçlulukla gözlerini bana dikmişlerdi. Sorun değil. Seni anlarız. Ağlama, şimdilik yanındayız. "Hayır, odanızda kalın." Diye söylendim. "Gitmenizi istemiyorum. Tek başıma kaldım." Üzülme, tünelin sonunda mutlaka bir ışık vardır. Bizi istemediğin zaman gelene kadar seninle olacağız, ne yaparsan yap seni severiz. Ben söz veremiyorum, diye söylendi Arsız. Beni hiç doyurmuyor! Kes sesini, duygusal desteğe ihtiyacı var! Bağırmayın! Bir sevişse tüm sorun ortadan kalkacak! Hâlâ o kaslarda ve dumanda kaldı aklım! Bunu duymamalıydım, küçük Alin kulaklarını kapatarak şarkı söylemeye başladı. Duymadım, duymadım. Kısık bir şekilde güldüm. "Hadi gidelim, kendimize bir ev bulmalıyız. Neresi olursa artık. Boş hayale kapıldık." Ayağa kalktığımda enseme yapışan sert bir şeyle hızla yeri boyladım. Ben gerçekten bıktım ama ya. En savunmasız anında kaçırılır mı insan Allah aşkına? Niye otutup iki dakika acımı çekemiyordum ben ya? Lütfen Asil olsun, lütfen,lütfen ,lütfen! Arsız heyecanla zıplamaya başladı. Ben ondan ürküyorum, bugün bizi kandırdı. Diye şikayet etti küçük Alin. Üf tamam, merak etme. Görmem gerekeni görünce gözlerini kapatırım. Zaten senin yaşın yetmiyor. Küçük anlamayarak gözlerini kırpıştırdı. Neyi görmen gerekiyor? Sanki söylesem bilecek, git resim çiz. Yaşın yetmiyor işte. Baş belaları, diye homurdandı Mantık. Kaçırıldık! Ay banane, o senin işin. Ben genelde başka yerelere çalışmayı tercih ediyorum. Ben en iyisi resim çizeyim. Yedi yaşım Arsıza garip garip bakarak uzaklaştı. Ben de o sırada zihinden uzaklaşmıştım.
7000 kelime. Alin farkında değil ama onlar kafasının içinde kendi kendine uydurduğu zararsız hayaller değiller. Geçen bölümde de yedi yaşını karşısında bulmuştu. Garibanım, hiç iyi değil ya. Neyse yapacak bir şey yok, biraz daha sürünecek. Bölüm sorusu; İldem'i haklı buluyor musunuz? Neden? Allah'a emanet💅🏻
|
0% |