Yeni Üyelik
35.
Bölüm

34_◕ Bu Kez Ben Kaçırıyorum Ulan

@cennomi

Keyifli okumalar.

Hayatım boyunca çok kez bu kez bitti, her şeyi kaldırırım ama artık bu bana bile fazla dediğim anlar olmuştu. Biliyorum, herkesin hayatında mutlaka bir en kötü an vardı.

Bazılarımızın birden fazlaydı.

İçimize kapandık, halbuki çok iyi insanlardık. Baş edemedik, yere bıraktık kendimizi. Ama en sonunda ayağa kalktık. Belki biraz çamura bulandık, yerde toz toprak olduk. Gözlerimiz şiş, ruhumuz eskisinden daha da ağırdı. Ama bunu da atlatmasını bildik.

Hâlâ yaşıyoruz.

Çareler arıyoruz.

Acımız faklı, nedenleri farklı belki ama sonuçta hepimiz düştüğümüz yerde çabalıyoruz bir şeyler için.

Korkuyordum mesela. Yaş kaç olursa olsun insan korkuyordu hâlâ. Boğazım düğüm düğüm oluyordu. Dudaklarımı ısırıp saklamaya çalışıyordum hâlâ.

Bir çok kalp kırmıştım korkularım yüzünden. Yıllarca zihnimi düşünmeye kapatmıştım. Tek bir yargıyla yaşıyor, bunun için çabalıyordum. Var olmamın bile birilerine ölüm getirdiğine inanmıştım.

Halbuki doğduğum gün ölen bir adamla uzaktan yakından alakam yoktu. Karıştığım ailenin laneti ben değildim. Kan kanseri yüzünden vefat eden Leyla teyzem'i iyileştirebilecek güç bende değildi. Sorumsuz bir sürücünün köpeğimin kafasını ezmesi de benim suçum değildi. Yavuz'un vurulduğu gün kan kaybından bir süreliğine kalbinin durması, Savaş'ın onu vurması ya da sırf Yavuz'un yanında bir kez gördüler diye tüm çocukluğumun mahvolması benim suçum değildi.

Hiçbirini ben istememiştim ki.

Ne bileyim, çok fazla boş işler yaptığım olmuştu ama sanırım şükrettiğim en boş işim şu anda yatağında olduğum adama aitti.

Sırf Mirza'nın bir arkadaşı telefonuma sızıp beni dinledi diye İldem'e telefon sinyalini buldurup barlar sokağına gidip iki adamı uyku ilacı dolu şırıngalarla bayılttığım olaydan bahsediyordum.

Beni bu kadar çok seveceğini ve hayatıma bu kadar çok anlam yükleyeceğini bilseydim o gün ondan o kadar hızlı kaçmazdım belki de. Gözlerim sızlıyordu.

Hayatımdaki inişli çıkışlı tüm bu karmaşanın içinde her zaman benim için sakin kalan huzurlu bir yer olmuştu o. Dinlenmek istesem ona gidecek kadar huzurluydu.

Bunu kaybettiğime inanamıyordum.

Ben neden böyle bir şey yapmıştım ki? Neden onu bırakmıştım? Kendime uydurduğum aptal bahanelerdi şimdi hepsi gözümde.

Sürekli kadın karakteri korumak için onu kırıp dökerek ortadan kaybolan erkek karakter gibi hissediyordum kendimi. Ki, ben o karakterin ebesine kadar sövmüş bir kızdım.

Allah beni iflah etsindi.

Gözlerimi hafifçe aydınlık odaya açtım. Daha fazla uyuyor numarası yapamazdım. Bunu yapmamın sebebi de bir tık göt korkusu olabilirdi efenim. Çünkü ben uyuyakalmış yatakta da tek başıma uyanmış bulunmaktaydım.

Gece karnımda hissettiğim ılık nefes de ağırlık da yoktu. Başım yumuşak yastıkdaydı.

Hafifçe kıpırdanarak yataktan doğruldum. Gözlerim odasında gezindi. Ve onu balkon kapısının önünde gördüm. Balkonda bir sandalyede oturuyordu. Bana arkası dönüktü. Olduğu yerden yükselen dumandan sigara içtiğini anladım.

Sessizce gitmek istedim.

Bilmiyorum.

Sanki bir anda hiç burada olmamalıymışım gibi hissettim. Onun sarhoş halinden faydalanmış gibi belki de.

Evet, gitmeliydim.

Yataktan sessizce sıyrılıp ayakkabılarımı elime aldım. Kapıyı nasıl sessizce açacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu.

İçinden geç aşko, dedi içimdeki aykırı manyak. Kendisi arsız oluyordu ve sinir bozucu bir şekilde sakız çiğniyordu. Kocaman şişirip patlattı. Ben hâlâ hayalet olduğumuza inanıyorum.

Aynen.

Aşırı mantıklı.

Bunu bir de mantığa soralım mı?

Gerektiğinden fazla gereksiz. Oldukça gerekli yorumu sayesinde gözlerimi devirdim. Cidden sağolun. Kafamın içinde zaten kira ödemeden yaşıyorsunuz, bir de beni uçurumdan atmadığınız kaldı.

Burası benim evim! Küçük Alin oyuncak ayısını yere fırlattı. Ev sahibi benim tamam mı!? Sen öde kirayı! Senden önce ben vardım.

Yani... Bir bakıma da haklı, bir şey diyemiyorum.

Ben iyice kafayı yedim.

Küçük adımlarla kapıya gittiğimde gözlerimi kapatarak sessiz dualar ediyordum. Parmaklarım kapı kulpunu sardı. Lütfen ses çıkmasın, lütfen.

Birden kolumu kavrayan el beni döndürerek sırtımı kapıya yasladı. Sıcak ve sigara kokan nefesi yüzüme vurdu. Gözlerimi inleyerek kapatmak istedim, nereden geldi anlamadım ki bu istek de. "Nereye gidiyorsun?"

Nasıl bu kadar sessiz ve hızlı geldiğine anlam veremedim. Bedenime yaslı bedeninden kaslarını hissedebiliyordum.

Kesin arsız yine benim beyin kontrollerini ele geçirdi ondan oluyor bu. Sesine de düşemezsin, kafayı yeme.

Ben infilak ettim tatlım, sesi beni bitirdi. Kontrol tamamen sana ait. Benlik bir şey yok.

"Ben," nefes alışımla kalkan göğsüm göğsüne sürtündü. Oldukça yakınımdaydı. Gözlerim ela harelerinde geziniyordu. Aramızda geçen her şeye rağmen bir an olsun beni affetmese bile sadece bana sarılsın istedim. Birkaç saniye ona yaşattığım acıyı unutabilir miydi? "Sandım ki..." Konuşamadım. Onun tarafından istenmediğimi sesli dile getirmek beni parçalayacakmış gibi hissettim. Bunu söylemeye hazır değildim.

"Sen ne sandın?" Diyerek kaşlarını kaldırdı. Oldukça sakindi.

"Boşver," dedim hızla. Elini yasladığı kapının kulpuna yapışıp açmaya çalıştım. Ama izin vermedi. Arkam ona dönük kapıyla bakışırken sıcak nefesi kısa saçlarımın arasından sızıp boynuma ulaştı. "Gitmeliyim," dedim zorlukla konuşarak.

Sıkkınlıkla nefesini bıraktı. "Söyle şunu."

Sessiz kaldım ve tekrar kapı kulpunu indirdim. Bunun üzerine beni birden kendisine çevirerek bedenimi bedenine yasladı. Dudakları gözlerimin hizasındaydı. Tamam, gözlerimi biraz yukarıya kaldırmak zorunda kalmış olabilirdim.

"Boşveremem, tamam mı?" İçimdeki benlikler hülyalı hülyalı ona bakıyor olabilirdi ama hayır, henüz ifadeslizlik gardımı indirmemiştim. Henüz. "Ne olduğunu söylersen, istediğin bir şeyi yapmana izin vereceğim."

"Harbi mi!?" Oltaya geldiğimden habersiz gözlerim heyecanla parladı. Bu bir süredir en mutlu olduğum an olabilirdi. Hem de içten bir şekilde. Arka planda kafamda dolanan onlarca ses yoktu. O vardı, yankılanan tek ses onunkiydi. "Gerçekten mi? Ne istersem mi?"

Aklımda deli düşünceler.

Lütfen bunu benim seçmeme izin ver! Diye bağırdı arsız.

N'oldu? Sen infilak etmiştin sanki?

Hıh, ben bulacağım işte ne yapacağımızı. Kal orda.

Somurtarak kendisini yere attı.

Asil gözlerini kıstı. "Kendini tehlikeye atacak bir şey seçmediğin sürece, evet. Ne istersen."

Ee, seçenek kalmadı ama geriye?

Yine de bozuntuya vermedim. Bulurdum elbet bir şey. "Tamam," dedim harfleri uzatarak. Dudaklarımda bir gülümseme asılıydı. Gariban kalbim mutlulukla ritmini şaşırmıştı. "Sadece sabah... Ne bileyim seni yatakta değil balkonda görünce benden rahatsız olduğunu falan düşündüm... İstemediğini."

Kaskatı kesildi. "Seni mi?"

Kaşlarım çatıldı. "Yatağında benden başka kız mı var!? Delirtme beni!"

"Birisi kafayı yiyecekse bu benim! Ramak kaldı sayende!" Gözleri büyümüş hayretle bana bakıyordu. "Yok öyle bir şey. Gidiyorsan kapıdakilere söyle, gideceğin yere kadar bıraksınlar."

"Ben motorla geldim," biraz daha bu kısa mesafede durursam kesinlikle arsıza uyacaktım. "Kendim gitsem daha iyi olur." Aslında buraya hiç gelmemeliydim. Dün de olduğu gibi peşimdeki mafyalardan birisinin beni takip ederek onu bulmasından delicesine korkuyordum.

Hayatımda hiç bu kadar dikkatli olmamıştım belki de. Buraya gelirken bir gölge gibi ilerlemiş, ardımda kimsenin olmadığından emin olmuştum.

Hâlâ korkuyordum. Onu öylesine bir sevgiyle seviyordum ki, kendimden vazgeçmiştim. Kendi bencilliğimden.

Dinlemedi beni. "Arkanda iki araba gidecek."

"Sadece annemlere gideceğim," dedim mırıltıyla. "Bir şey olmaz."

Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz?

Arsız...

Asil sadece bir kez gözlerini kırptı. "Söz dinle."

Sadece iyi olduğunu bilmesine izin ver, dedi mantık. İstediği tek şey bu.

"Tamam," dedim usulca.

"Güzel," dedi benim gibi. Ama benden ayrılmakta acele etmedi. En sonunda bir adım geriye gittiğinde kapıyı açıp kaçarcasına çıktım odadan. Merdivenleri inerken tek yaptığım kulaklarımı Uğuldatmaya başlayan kalp atışlarımı sakinleştirmeye çalışmaktı.

"Alin?"

Merdivenlerin sonundayken duyduğum ses gerilmeme neden odlu. Çünkü ona ne söyleyeceğimi hiç bilmiyordum. Ne diyebilirdim ki? Aylin abla, ben bir beş yıl yoktum kaldığımız yerden devam edebilir miyiz? Falan mı?

"Aylin abla?" Salondaki koltuğun sırtına kalçasını yaslamış dudaklarında minik bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Bu benim biraz daha sakin olmamı sağlasa da hâlâ gergindim.

"Canım? Ne kadar güzelleşmişsin."

"Ne?" Beni gördüğünde ilk söyleyeceği şey bu muydu yani? Gözlerim onda gezindi. Onu son gördüğüm günden bu yana daha da güzelleşmiş canlanmıştı. Yaşlanmak söyle dursun, sanki gençleşmiş gibiydi. Sarı saçlarına renk gelmişti. Soluk değildi teni. Gülümsemesi parlıyordu.

Farkında olmadan rahat bir nefes aldım. Onu böyle gördüğüme mutlu olmuştum.

"Hadi ama? Ne yapmamı bekliyorsun? Oturup ağlaşalım ister misin?" Güldü tatlı tatlı. "Gel bebeğim, biraz konuşalım seninle."

Ama yapma böyle. Ben çabuk alışırım. Sonra hep isterim.

Gösterdiği şekilde koltuğa oturduğumda yanıma oturdu. Bir dizini bükerek kalçasının altına alıp tamamen bana döndü. "Nasılsın?"

"Teşekkürler," ölmedik ama yasıyoruz da denemez, Aylin abla. Gidiyoruz bir yere ama hadi hayırlısı. "İdare ediyorum. Siz nasılsınız?"

Gülümsedi. Beyaz ve düzenli dişleri ortaya çıktı. "Siz mi? Sen eskiden de böyle gergin miydin? Rahatla Alin, sana hesap falan sormayacağım."

Utandım. "Ama yapmalısın."

Başını omzuna eğdi. "Bir kaynana olarak elbette sana kırgınım. Oğullarımın ve kızımın senden sonraki halini biliyorum. Detay vermeyeceğim. Sana kırgınım evet, ama bu benimle alakalı bir şey değil. Yeterince hata yapmış birisi olarak söylüyorum," bir eli kucağımdaki elimin üzerini okşadı. "İnan bana bu yaşlarda hata yapmanın tadı bir başka. Bırak akışına. Benim hatam bana üç küçük mucize verdi. Pişman sayılmam. Ve henüz hayat sana yeterince ders vermeden tüm doğruları bilemezsin, arada sırada hata yapmalısın. Doğru yanlışlarla bulunur, değil mi?"

"Aylin abla..." Diyebildim sadece. Kalbimin sızladığını hissediyordum. Onu kurtardığım o günden beri gerçekten çok değişmişti. Bir anneydi, ama en önemlisi hayattan ders çıkarmış güçlü bir kadındı artık.

"Ne?" Dedi gülerek. "Sana bağırmamı mı istiyordun? Hayatta olmaz. Yüksek sesten nefret ediyorum. Ayrıca, of. Yani kimin kafası kaldırır ki bu kadar nefreti? Hiç gerek yok. Daha hafif devam etmeye karar verdim. Her şeyi kontrol edemezsin, bırak akışına gitsin nereye gidiyorsa."

Dudaklarım kıvrıldı. "Bu oğlunuzu kaçırabileceğim anlamına mı geliyor?"

"Ne?" Gerçekçen bir kahkaha döküldü dudaklarından. İnsanları hâlâ güldürebiliyor olmak bana iyi hissettirdi. "Tabii ki, hayır. Ama aramızda kalsın," bana doğru eğilip bir sır verecekmiş gibi fısıldadı. "Üçünün de sağlam bir kaçışa ihtiyacı var."

"Aynı kapıya çıktı. O zaman bu akşam sizdeyin Aylin abla," ondan aldığım cesaretle eğilip yanağına bir öpücük kondurdum ve fırladım. "Çok teşekkür ederim. Akşam olmadan bir araba ve halat bulsam iyi olur."

"Deli kız," diyerek arkamdan bakarken ben çoktan evden fırlamış motora biniyordum. Bu kadın gerçekten bana ilham vermişti. Ve evet, söylediklerimde gayet ciddiydim.

Bu akşam Asil'i kaçıracaktım. Şu kendimizi affettirme sürecini hızlandırsak iyi olurdu.

Hep biz mi kaçırılacaktık? Biraz da beyimiz kaçırılsındı.

​​​​​​

🍑🍑🍑

 

"Annem," kapıda gözleri nemli beni izleyen kadın içimi yakıyordu. Bu kadar nahif seven kalbini kırmış olduğumu bilmekten nefret ediyordum. "Annem," dedi tekrar inanamayarak. Ona tatlı tatlı gülümsedim.

"Hâlâ bir odam var mı diye konrtole geldim."

"Buraya gel," beni kolumdan çekip sarıldı. Başımı göğsüne bastırıp çenesini saçlarıma yasladı. Kasıldım korkuyla ama tepki vermememek için direndim. Eğer bir lanetsem bile kıracaktım o laneti. Kimsenin bir tutam saç yüzünden ölmesine izin vermeyecektim. "Seni eşek sudan gelene kadar dövmek istiyorum!"

Kahkaha attım. "Güzel karşılama madam terliği konuşur."

"Hey," diye huysuzlandı. "Türk annesinin terliği konuşur canım."

"Senin bir ara topuklun da konuşuyordu anne." Kokusunu içime çekerek gözlerimi kapattım. "Özür dilerim anne."

"Şşh," yüzümü avuçlarının içine aldığında gözleri özlemle avucunun içindeki yüzümde gezindi. Gözlerimde, yanaklarımda, saçlarımda. Dolu doluydu gözleri. "Benden özür dileme. Sarılırsan geçer. Anneler affeder bitanem. Kıyamayız ki biz canımıza. Ondan daha çok acır bizim canımız."

Dudaklarım titredi. Sarılınca geçmezdi ama sarıldım. Her anne aynı değildi ama inandım. Onu ne kadar acıttıysam o kadar çok sarılmaya çalıştım. Bir işe yaradı mı bilmiyorum ama sadece sarıldım işte.

"Hadi," dedi ayrıldığında. Parmaklarını yaşaran göz altlarına bastırdı. "Odana bak. Kimse kalmadı evde. Babanla Koralp şirkete gitti. Akan hastanede, Mirza ve Barlas da işimiz var dediler."

"Sen?" Diye fısıldadım. "Sen neden evdesin?"

Omuz silkti. "Mesleği bıraktım."

"Ama niye?" Onu çalışırken görmüştüm. Nefes almak gibiydi onun için. Neden mesleğini bırakmıştı?

"Boşver," belimden itekleyerek içeriye soktu beni. "Yemek yapacağım. Özellikle bir şey istiyor musun? Yemekleri hazırlayıp bir kahve içelim." Başımı iki yana salladım bir şey istemediğimi belirtmek için.

Gözlerim evin her köşesinde gezindi. Anılar gözlerimin önünden geçip gidiyordu. Bu kapının önünde Asil ile birlikte hafızamı kaybetmiş gibi rol yapmıştım. Hiç çaktırmadan annem rolünü üstlenmişti. Annemin ardından mutfağa kadar takip etti bakışlarım. Şarkı söylerek kahkaha attığımız mutfakta özlemle dolandım. Annemle babamın ben bu çocukları tek mi yaptım tartışmaları aklıma geldiğinde burukça gülümsedim. Merdivenlere yöneldiğimde daha ilk basamakta zihnim önüme pandalı takımımla buradan uçtuğum anıyı getirdi. Dudaklarım kıvrıldı.

Merdivenleri çıktım. Gözlerim beyaz oturma grubunda gezindi. Burada tabu oynadığımız, kardeşlerimle tartıştığımız anlar geldi aklıma. Aslında o zaman kendimi boğuluyor gibi hissettiğim anlara rağmen o zamankinden daha fazla acıya dayanabiliyordum şimdi.

Ben mi büyümüştüm yoksa acılarım mı büyürken beni küçültmüştü?

Odamın önünde durduğumda ellerim kapı kulpunu sardı. Kendimi hazırladığım bir nefesin ardından içeriye girdim.

Her şey bıraktığım gibiydi.

Tozlanmamıştı bile.

Çalışma masamın üzerinde elimi gezdirdim. Burada saatlerce ders çalışmıştım. Ama hiç ölesiye çalıştığım o sınava girememiştim. Raskol abi'nin beni götürdüğü ülkenin sınavına hazırlanıp girmiştim. Tercihimi ise sayısaldan yapıp pilotluk belgemi almıştım.

Aslında istediğim bu değildi.

Kimseye söylemediğim ama hep içimde ukde kalacak olan meslek için çabalamamıştım bile. Çabalayacak bir şey kalmamış gibi hissetmiştim.

Sahi, kendimi nasıl görmezden gelebilmiştim?

Sandalyeye oturarak çekmeceyi açtım. En üstte, kendi alfabemle yazdığım günlük duruyordu.

Gözlerim defterdeki satırlarda gezindi. Bir daha asla mutlu olamayacağımı düşündüğüm o kelimeleri okudum. Ne kadar umutsuz olduğumu.

Gözlerim doldu ama dudaklarımda hüzünlü bir gülümseme oldu. İyi de, bunların hepsi geçmemiş miydi? Tüm o kalbimi parçalayan acılara alışmamış mıydım?

Ölecek gibi hissettiğimde ölmüş müydüm mesela? Hiç geçmeyecek sandığım o acıyı hâlâ çekiyor muydum?

Çekmecedeki kalemi alarak bir süre yaşlı gözlerle onu izledim. Hiçbir şeyimi atmamışlardı. Sanki her an geri gelebilirmişim gibi tertemizlerdi. Hiç gitmemişim de kötü bir rüya görmüş gibiydim. Hiçbir şeyi berbat etmemiş, kimseyi hayal kırıklığına uğratmamış ve en önemlisi de kimseyi kırmamış gibiydim.

Bana öyle hissettiriyordu.

Gittiğim mevsimdeydim.

Beş yıl sonra yine aynı masada aynı kalemle aynı günlüğe yazıyordum.

Alt dudağımı ağzımın içine alarak dizlerimi kendime çektim. Hala bu uyduruk alfabeyi unutmadığıma inanamıyordum. Defteri dizlerime yasladım.

Merhaba sevgili ben.

Ben beş yıl sonraki senim. Sana bir şeyler söylemeliyim. İstediğin kadar acı çek canım, hepsine alışıyorsun. Acı çekmeye bile alışıyor insan. Biz öyle varlıklarız ki alışamayacağımız hiçbir şey yok.

Canının acıdığını biliyorum. Sana şimdi söyleyeceğim her şeyi büyük bir yaşanmışlıkla söyleyeceğim ve söz veriyorum, senin için her şeyi düzelteceğim. Yeniden bizi mutlu yapacağım. Sorun değil, halledebilirim.

Sana ne söylüyorsam aslında kendime söylüyorum demektir.

Başaramayacağın tek şey bir ölüyü diriltmek. Bir şey senin değilse, yeterince istememişsindir.

Kendine kızmayı bırak. Olan oldu. Şimdi düzeltmeye bak. Düzeltemiyorsan da zorlama. Bazen insanların da nefes almaya ihtiyacı olur, ve bu nefes sen olmayabilirsin.

Elinden ne geliyorsa yap ve sonrasında olanlara üzülme. Sen çabaladın, yapabileceğin her şeyi yaptın ve yapacak bir şey kalmadığında kendini bunun için suçlayamazsın.

Aşıksın. Geri kazan kaybettiğini. Tekrar hisset kalbinin attığını. Hissettir hâlâ onu ne denli çok sevdiğini. Bilmesine izin ver. Bırak yatıştırsın korkularını, inandırsın ölmeyeceğine. Saçlarının lanetli olmadığını göstersin sana yaşayarak.

Uzun zamandır sensiz, onu kendine alıştır ve sakın bir daha korkularına yenilip onu bırakma.

Hayır.

Bırakmayacağım.

Sadece bunu tek başıma yapmayacağım.

Eskisi gibi değilim. Keskin sınırlara gerek yok. Tek sınırın sevdiklerin ve sensin. Saçma kurallara ve lanetlere inanma.

Kendinden nefret etme, kendini sev. En başta en büyük nasihat bu sana.

Kalemi bıraktığımda yazdıklarımı tekrar okudum. Defteri eski yerine koyarak ayağa kalktım. Bugün Asil'i kaçıracağım için daha rahat bir şeyler giymek istedim. Dolabımın yarısı öylece duruyordu. Askıdaki pandalı takıma sırıttım.

"Ne garip insandım ben ya," askıdan mavi bir kumaş tulum alarak üzerime geçirdim.

Şimdi çok normal ya, diye homurdandı mantık. Beni hiç dinlemiyor bu kız.

"Hadi hadi, siz de istiyorsunuz şuan yaptığım şeyi." Siyah okul çantamı alarak içine baktım. Küçük gözü yine dolu doluydu. Büyük gözüne bir pantolon pijama takımı ve kazak koydum. Biraz yüksek kesimlere kaçarız diyordum. Etrafa bakarken laptopumu gördüm. Gülümseyerek şarj aletiyle birlikte onu da koydum. Çorap, eldiven, bere gibi ufak ihtiyaçları da attım. Torpidomda sadece bir rimel ve parlatıcı vardı. Onları da Katya bana zorla aldırıp arabaya atmıştı. Normalde makyaj yapardım ama uzun zamandır bunu yapacak enerjim yoktu.

Kendimi yatağıma atarak bir süre tavanı izledim. Bir ara yanlışlıkla uyuya kalmıştım. Gözlerimi aralayıp saate baktığımda sadece yarım saat uyuduğuma inanamamıştım. Çünkü gerçekten dinlenmiş hissediyordum. Hem bu sabah Asil'in yanında uyandığımda hem de buradaki yarım saatlik uykuda beş yıldır olmadığı kadar huzurluydum. Uyuşuk uyuşuk yataktan doğrulup esnedim. Artık aşağıya insem iyi olurdu.

Çantayı omzuma attığımda dejavu hissiyle doldum. Sanki yine bir sabah okula ya da kütüphaneye ders çalışmaya gidiyordum.

Mutfağa girdiğimde annem kahveler için su koyuyordu. Kollarımı beline dolayarak boynundan öptüm. "Şımarık," diye homurdandı gülmemeye çalışarak.

"Hanımefendi kokunuz başımı döndürüyor, sanırsınız sarhoş olmuşum."

"Geliyor terlik."

"Ya iki dakika iltifat edeyim dedim, hemen terlik yiyoruz! Seni babama söyleyeceğim!"

"Selamımı da söyle, gelirken ekmek alsın."

"Anne..."

"Ne anne, anne? Kupa çıkar bakayım şuradan," uzanıp verdiğim kupalara kahve boşalttı. Ocakta kaynayan yemeklerin altını kıstı. "Ee, neler yaptın?"

"Hiç, uyumuşum." Ada tezgahından uzun iki sandalyeyi çekip oturduk.

"Kızım senin zeka da yaşla ters orantılı olarak düşüyor herhalde," diye söylendi. Duygusallık nereye gitmişti ya. "Ortalarda yokken ne yaptın diyorum."

"Aslında yine uyudum," dedim ona temkinli bir bakış atarak. "Hani bıraksalar 24 sat uyuruz deriz ya, ben bir ara 48 saat uyudum. Sürücü belgesi aldım. Uçak kullanmak için sınava girdim, üniversite bitirdim. Gemi kullanmasını öğrendim ama okulunu okumadım onun, sadece biliyorum acil durumlar için. Yani," anneme mafyatik işleri anlatmamam onun hayrınaydı. "Bu kadar."

Yani sen benim sayısı belirsiz adam öldürdüğümü bilmesen de olur. Senin çocuklarının hepsi katil oldu anne.

Ne iş yapıyorsunuz? Katiliz biz, ailecek.

Koralp'in de yer altındaki koridordan haberi var mıydı bilmiyordum.

"Havacılık istemediğini sanıyordum?"

Omuz silktim. "İstemiyordum zaten. Aslında üniversitesine gitmek bile istemedim. Lise mezunu olarak da kullanabilirdim. Belki de kendime oyalanacak bir şey bulmuştum."

Eskiden olsa her şeyi saklardım. Alaya vururdum. Ama bazen yaşaman ve geçip gitmen gerekirdi.

"Gerçekte ne istiyordun? Sana sorduğumda söylemediğin meslek neydi?"

"Arkeoloji." Dedim tek nefeste. "Her zaman tarihi yerleri gezip görmek, tarihe dokunmak isterdim."

Elinde fırcayla taş sürtecek, gelmiş bize acıtasyon yapıyor. Kızım ister edebiyatını yap ister felsefesini, her türlü taş temizlemeye götürüyorlar seni oraya. Kazma kürek sallarsın artık.

Ya bir hayallerimi baltalamaz mısın? Senin düşmen gereken bir Asil senaryon yok mu?

İyi de gerçeğine gideceğiz zaten akşam, niye kendimi yorayım? Ben sana vesvese vereceğim daha.

İçten içe göz devirdim. Ne kadar da mütevazisin canım ya sen.

"O zaman neden okumadın?"

Aney sence benim mental normal miydi?

"Canım istemedi," kahveyi kafama dikerek ayağa kalktım. "Ben bir abimleri darlayayım. Akşam gelmiyorum bu arada, işim var. Bitince gelirim, bundan sonra hayatta düşmem yakanızdan." Yanağından öperek çantamı omzuma aldım. "Babamlara söylersin geldiğimi. Mirza'yla Barlas'a ben söylerim."

"Geri dön, olur mu?" Diyen titrek sesiyle yanağımın içini ısırdım. Beni bırakmak istemiyordu ama bir şey söylese tamamen gideceğimden korkuyor olmalıydı.

"Kazık çaktım hayatım," dedim öpücük atarak. "Ayrıca gidip de mirastan mı olayım? Dört tane kardeşim var benim be."

Güldü. "Sen yeter ki miras iste. Anneannenden bana kalan ne varsa hepsi senin."

"İşte ben buna en iyi rüşvet derim!"

 

🍑🍑🍑

 

"Neredesiniz siz?" Derken adımlarım hızlıydı. Asil'i kaçırmadan önce uğramam gereken iki yer vardı. "Her neredeyseniz oraya geliyorum. Tünelde olan her şeyi bana anlatacaksınız."

"Seni çıkardığım yerden gel," dedi Barlas. "Aynı yerdeyiz. Sakın Akan'ın tüneline gireyim deme. Dün Mirza'nın yediği halt yüzünden koridoru kapattık. İçeriye giren ne varsa öldürüyor. Havayı ve koridorları temizledik ama soluduğun an zehir kanına karışıyor."

"Her ne halt yediyseniz," dişlerimin arasından konuşurken etrafı kontrol ettim ve yerdeki kapağı açıp içeriye atladım. "Bunu birileri öğrendiğinde hepimizi hapise atacaklar."

"Kimse söylemezse bir şey olmaz."

"Ya bir tür virüs ürettiyseniz?" Telefonu sıktım. Canımı yakan şey virüs olma ihtimali değildi. Onun yayılma ihtimaliydi. "Oradan yayılırsa? İçeriye fareler girip zehiri kanlarında taşıyorlarsa ve kanalizasyona bulaştırırlarsa? Virüs olmadıysa bile bu da bir ihtimal. Şu içen herkesi öldürmek niyetinde değilsinizdir umarım."

"Virüs olması imkansız, organizma yaşayamaz. Dediklerinin olması da imkansız, tüneli tamamen kapattık. Hiçbir giriş yok." Sıkılmış gibi ofladı. "Paranoya yapma. Hiçbir şey olmaz. Sen sadece buraya gel, kapatıyorum."

Paranoya olabilirdi belki ama endişelenmeden nasıl durabilirdim? Bu gözler bir karantinaya daha hazır mıydı bilmiyordum.

Bir ölümü daha kaldırabileceğimi sanmıyordum.

Dakikalar sonra tünelin sonuna geldiğimde kapağı itip kendimi yukarıya çektim. Yere otururken karşımdaki Mirza ve Barlas'a kaşlarımı çattım.

"Siz ne halt yiyorsunuz? Burada ne oluyor?"

"Sadece insanlar ölüyor işte." Diye omuz silkti Mirza. Kayıtsız bir tavırla ellerini eşofmanının cebine sokmuştu. Özenli değildi. Hem de hiç.

Göz altları da morarmıştı.

"Bir de deneyler," diye devam etti Barlas. "Benim işe dönmem lazım. Bir yazar kapak için görüşmeye gelecekti."

"Kapak tasarımı mı yapıyorsun?" Şaşırmamıştım açıkcası. Ondan beklerdim. Benim bir yan serim olarak kitaplara bayılıyordu. Ama nasıl hem kimya bilip hem de grafik tasarım okumuş olabilirdi?

Mirza'nın dudakları kıvrıldı. "Yayınevi açtı. Sürekli gidip konrtol ediyor."

Para bok gibiydi tabii, hem okur hem yayın evi açardı.

"Şaka?" Ağzım bir karış açık Barlas'a baktım. Utangaç bir şekilde gözlerini kaçırınca kahkahama engel olamamıştım. Ayağa kalkıp kollarımı boynuna doladım. "Aferin lan. Gurur duyuyorum seninle," geri çekilip gözümün altını kurular gibi yaptım. "Ah ah, elimde büyüdü hayta."

"Aynen, altımı da bezledin." Diye homurdandı. Utanması geçmişti beyefendinin. Bize neydi.

"Kendin itiraf ettin, yengeme de söyleyeceğim bunları."

"Ne yengesi?"

"Sen hâlâ sap mısın lan?" Ben seni kaç kişiyle shipledim, sende hâlâ tık yok. "Hayır ne çirkinsin ne kötü birisisin. Nasıl yok ya?"

Bana baygın bir bakış attı. "Konuştukça batıyorsun."

"İldem?" Dedim birden. "Onunla konuştunuz mu hiç?"

Duraksadı. "Sevgilisi var. Boş hayaller kurma."

"Ne!?" Dedim çığlıkvari bir sesle. "Ama sen!?"

"Ama ben falan yok ikiz," tatlış tatlış düşünüp kitap vermeler kibar haller hepsi yalan olmuştu. "Çık hayal dünyandan. Kafanda yan yana koyduğun herkes birlikte olmak zorunda değil."

Ama bana bunu yapmayın.

İldem... Naptın sen kanka?

Bari bana önceden söyleseydiniz, böyle duyunca inme indi.

Naparsın gönül bu. Asil'e de konar, ota da boka da.

İşte şimdi haklısın.

Benim abilerde ikiz de sap kalmıştı, iyi mi. Koralp'te tık yoktu, Akan aldatılmış, Mirza tek kalmış ve Barlas'ımın da kısmeti kapanmıştı.

Barlas gittiğinde Mirza tüplere yürümeye başladı. "Gel, anlatayım." Tüpler dev hava tanklarına benziyorlardı. İçlerinde sıvılar vardı. Sıra sıra dizilmiş on tüp vardı. Silindir şeklindeki tüplerden dört tanesi demir bir kaplamayla kapatılmıştı. "Bu yeni başlayan bir şey değil. Akan abim her zaman ailenin en zekisi olmuştu. Alaya vurur, salak gibi davranır arada saklardı bu yönünü. Bize sen gittikten tam bir yıl sonra gösterdi burayı. Yıllardır burada deneyler yapıyordu. Doktor olmak istemesi belki de bundandı. Fazla dikkat çekmeden insan üzerine her şeyi öğrenebilecek, öğrendiği çoğu şeyi bizzat deneyimleyebilecekti. Stajını nerede yaptığını hiçbirimize söylemedi. Sana ne söyledi bilmiyorum ama buradan bizden başka kimsenin haberi yok." Elini demir kaplamalı tüplerden birinin kenarına yasladığında avucunun etrafında mavi çizgiler oluştu. Kaplama iki yana doğru geri çekildi. "Öğrenenler de uyutuldu."

Dalga geçmeyin benimle.

Ben normal insandım yani.

Tüpün içinde yüzen kadınla göz göze geldim. Bana bakmıyordu, sadece gözleri açıktı. Uzun saçları su yüzeyine doğru havada asılı kalmıştı. Kendisi de cansız bir şekilde suda süzülüyordu.

Yutkundum. "Ne bok yediniz siz?"

"Sadece uyuyor," diye omuz silkti. "Onun işine bile gelirdi eminim ki. Yaşlanması durduruldu. Uyandırılana kadar bu yaşta ve bu bedende kalacak."

"Ne zaman uyandıracaksınız?"

"Elimizde somut bir veri yok," diğer demir kaplamalı tüpün üzerine de avucunu yasladı. Aynı mavi ışık teller halinde kaplamadan yayılıp içerisinde saklananı sundu. "Ne kadar süreceği belirsiz. Yaşlanmayı ve uyutmayı başardık ama uyandırdığımız zaman ölüyorlar. Bir çoğunun bedeni asit salgılamaya başlıyor. İçeriden başlayarak yüzeye doğru yayılıyor. En sonunda acı içinde ölüyorlar. Durdurmayı denedik. Tanklardan çıkarır çıkarmaz yeni ilaçları vücutlarına veriyoruz."

"Yavuz mu o?" Diyebildim sadece. Onun orada ne işi vardı? Madem bu kadar tehlikeliydi ve ölümle sonuçlanıyordu, neden onu oraya koymuşlardı? "Amcamızı mı uyuttun!?"

Ya tamam ona sinirliydim, yok saymıştım. Ama ölmesini de istemiyordum. Hem de asitler içinde asla.

Bunların derdi neydi böyle?

"Kendisi istedi. İzin vermedik en başta. Ama ertesi gün buraya geldiğimizde kendisini çoktan tüpün içine atmıştı. Bir işe yaramak istediğini ve bir amacı olmadığını söyleyen iki kelimelik bir not hariç geride bir şey bırakmamışı. Dedeme onun telefonundan mesaj atmak zorunda kaldık. Onu uzun bir dünya turunda sanıyorlar."

"Ya ölürse?" Diye fısıldadım. Gözlerimi tüpün içindeki bedeninden alamıyordum. "Neden böyle bir şey yapıyorsunuz ki!? Ölürse ne yapacaksınız!?"

"Teknoloji ve zihin böyledir küçük kardeşim," diyerek diğer tüpü açtı. Bense hâlâ orada dikiliyordum. Tüyler ürpertici bir şekilde bomboştu. Kendimi yapayalnız hissettim. O tüpün içinde herhangi bir şeyi hatırlıyorlar mıydı? Neden her şeyden vazgeçerek kendini ölümün kucağına atmıştı? "Her zaman daha ilerisini ister. Daha fazlasını. Biz de amcamızın orada olmasından memnun değiliz. Hatta tanka atlamasaydı durduracaktık. Ama artık yapamıyoruz, bu şeyin panzehirini bulmak zorundayız. Üç yıldır uyuyor."

"Dün gördüğüm adam, öğütücüye attığınız-"

"En uzun dayanan oydu. Belli ki ilerleme kaydediyoruz." Son kaplamaya da avucunu yaslayıp geriye çekildi.

İdrak sorunu yaşıyormuşum gibi başımı iki yana salladım. "İnsanlığınızı ne ara kaybettiniz? Masumlara bunu yapamazsınız."

Bildiğim kadarıyla yurt dışında da bunu la ilgili birçok çalışma yapılıyordu. Neden bir de onlar uğraşıyorlardı? Hatta birilerini uyutmuşlardı da. Ama uyandırmaya çalışıp çalışmadıklarını bilmiyordum.

Bu kadar kolay mıydı yaşama meydan okumak?

"Sana hiçbirinin masum olduğunu söylemedim! İlk kadını bebeğini boğarken buldum, bebek öldü. Üçüncü tüpdeki adamın elinden daha on yaşında bir kızı kurtardım, kız korkudan tır tır titriyordu. O," eliyle son tüpü gösterdi. Gözlerindeki acı arttı. Onu uykusuz bırakan her neyse o tüple alakalıydı. "Benim sevdiğim kadını öldürdü."

"Mirza..." Diye fısıldadım. Yıllarca korkusundan nefes alamadığım şeyin onun başına gelmiş olması kalbimi paramparça etti. "Bana hiç bahsetmedin."

"Bugün yıldönümü," ilerleyip tüplerin karşısındaki duvarın dibine çöktü. Bir anda yirmi yıl yaşlandı sanki. Gözlerim onun adına sulandı. Benim düşüncesi bile ölecek gibi hissetmeme neden olurken kim bilir o ne hissediyordu? "Ve sen bizden gittiğinde yıldönümüne tam bir hafta vardı."

Kısa zamanda hayatlarına girip bir anda ortadan kaybolan bir zarardım. Sevdirmiş ve acı vermiştim.

Onun yanına çöktüm. "Özür dilerim."

En çok da bu beş yıldır tüm bunları tek basına sırtlanmak zorunda kaldığın için.

Başını salladı. "Dilemelisin." Gözleri tanka döndü. "Onu kaybettiğimde senin yaşındaydı. Gittiğin yaşta. Hiç büyümedi. Hep aynı yaşta kaldı ve üzerimdeki sayılar arttıkça kendimden nefret ediyorum. Ardında korumam gereken minik bir kız çocuğu bırakıp öylece gitti. Seçeneğinin olmadığını ve çok acı çektiğini biliyorum, bizzat izledim. Ama onun olmadığı her andan, soluduğum her nefesten ve aldığım her yaştan nefret ediyorum. Ben gittikçe yaşlanıyorum ama o hep aynı yaşta kaldı. O aynı anıda kaldı ama ben yeni anılar biriktirmeye devam ediyorum."

"Hayat devam ediyor," dedim kısık bir sesle. Tek açıklaması buydu belki de. Hayat seni ve acılarını umursamazdı. Dünya dönmeye devam ederdi. Senin dünyan dursa bile.

"Ben edemiyorum..."

"Üzgünüm," ve sana söyleyebileceğim tek kelime bu olduğu için de özür dilerim. Korkusunun hâlâ içimden silinmediği bu duyguyu teselli edemezdim.

Gitmişti işte. Burada her ne yaparsa yapsın onu geri getiremezdi de.

"Sana bu yüzden bu kadar ters davrandım ilk geldiğinde. Çünkü o gün oraya Arya yüzünden gittiler. Kaybedeceğim daha ne kalmıştı bilmiyordum ama senden korktum. Onun gibi olursun sandım. Bir kez kaybedince hep kaybetmeyi bekliyorsun. Asıl ben özür dilerim."

Başımı omzuma eğdim. "Affedildin."

"Bu kötü bir şey galiba," diye homurdandı. "Bir ara beni affettiğinde korkmam gerektiğini söylemiştin."

"Unut onu," dedim omzuna omzumu vurup. "Ben çok şey söyledim. Büyüdüm ve aslında kin tutamayacak kadar kısa bir hayatım olduğuna karar verdim. Artık sadece affediyorum."

"O zaman ben de seni bizi terk ettiğin için affediyorum. Tekrar aynı boku yeme yeter."

Kısık bir kahkaha döküldü dudaklarımdan. "Daha kötüsü için söz veremem ama. Nolur tekrar kaybol dersen gitmem ona göre."

"Kabülüm."

 

🍑🍑🍑

 

Karşıdan karşıya geçerek gözüme kestirdiğim veterinere girdim. Çalan zilin ardından masada oturan orta yaşlarda esmer kadın gülümseyerek bana döndü. Tek kulağındaki kablosuz kulaklığı çıkarıp bilgisayarı kapattı. "Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?"

"Ben kedi sahiplenmek istiyordum da," gözlerim birkaç hayvanda gezindi. Hiçbiri beyaz bir kedi değildi. Elimle simsiyah tüyleri olan kediyi işaret ettim. "Onu sahiplenebilir miyim?"

"Elbette," diye onayladı. "Biraz bekleteceğim sizi."

Başımı sallayıp kediye bakmak için eğildim. Birden patisini plastik yüzeye yapıştırınca irkildim. Kızgın sesler çıkararak bana ulaşabilirmiş gibi patisini atmaya devam etti.

Eminim ikisi çok güzel anlaşır, dedi mantık. Onaylıyordum. Sumru en başından beri bana karşı duvarlı ve tedbirliydi. Ailesine gelecek en ufak zararda bu kedi gibi tırnaklarını çıkarmaya hazır olacaktı.

Aslında onu yanıltmamıştım da. Tam güvenmeye başladığında kaybolmuştum.

Evrak işlerini hallettiğimde plastik kafesin içinde bir kedi taşıyordum. Tek elime kafesi alıp diğer elimle Raskol abiyi aradım. İkinci çalışta açmıştı.

"Alinoviç," diyen sesini duyunca sırıttım.

"Bir Rus olmadığımız kaldı harbi," kediyi yol kenarındaki arabamın arka koltuğuna koydum. Düşmemesi için kemeri bağlarken telefonu omzum ve başım arasına aldım. "Abi bizim böyle karlı, kar yağdığında yolu kapanan bir evimiz var mı buralarda?"

Duraksadı. "Kafayı mı yedin?"

"Yok, eve erkek atacağım."

"Delirdin mi sen!?"

"Yok dedim ya, neden farklı kelimelerle aynı şeyi soruyorsun?" Derin bir nefes çektim. "Asil ile barışmam lazım."

"Gerçekten ne istiyorsun?" Dedi sakin bir sesle.

"Mutlu olmak istiyorum. Ölecek diye korkuyla yaşayıp onunla geçirebileceğim anlardan olmak istemiyorum. Onu seviyorum. Daha fazla buna katlanamam."

"Ölürse?"

"O nereye ben oraya."

"Anladım," kısa bir sessizlik oldu. Beni kızı gibi gördüğünü biliyordum. Ama değildim. Üzerimde hak iddia edemezdi. "Birkaç bungalovun olduğu bir site var. Yalnız kalmanız için ideal yer. Kimseye vermedim, boş duruyor. İstediğini seçebilirsin. Anahtarları güvenlikten al, onu bilgilendiririm. Ve orası artık senin."

"Teşekkür ederim."

"Alin?"

"Efendim?"

"Dikkat et, olur mu?" Garip bir adamdı. Bildiği dili bazen A1 seviyesinde konuşurdu. Beni sevdiğini biliyordum ama bu sevginin Katya ile alakalı olduğunu düşünmüştüm hep. Katya ile kalayım diye sevgi gösteriyor sanardım bazen. Öyle olmadığını yeni anlıyordum. Bende kendini görmüş, aynı kadere mahkum olmayalım istemişti. "Her anlamda dikkat et. Kalbini kırmalarına izin verme."

"Abi sadece bir hafta yokum, ne dram yaptın?"

"Farkında değilsin," dedi reddeden bir sesle. "Artık bizimle gelemeyeceksin hiçbir yere. Önemli değil, mutlu ol yeter. Yine konuşuruz tabii. Ama unutma, benim bir elim hep sende olacak."

​​Burada kalmak istediğimi anlamıştı. Peşimden gelecek tehlikeler içinse yardım etmeye her zaman hazır olduğunu söylüyordu.

"Teşekkür ederim," avcum direksiyonda gezindi. "İyi ki vardın be abi. Şaka maka beş yıl ne çektin derdimi."

"Olsun o kadar Alinoviç," sonra yine fabrika ayarlarına döndü. "Sen gitmek gelmek, sonra bizimle yemeğe gelmek. Biz yine gitmek. Olmak tamam?"

Kahkaha attım. "Sen iste yeter ki abi, yemek ne ki."

"İyi. Ben kapatmak."

"Ben de kapatmak."

Arabayı çalıştırarak Berkay'ı aradım. Aynı zamanda da onların evine sürüyordum. "Ben hâlâ beni aramana alışamadım," diyen sesi Bluetooth'tan geldiğinde göz devirdim.

"Beş yıldır ilk defa aradığım için olabilir mi? Neredesiniz?"

"Evdeyiz de, ne oldu?"

"Yanınıza geliyorum. İldem de orada mı?"

"Evet, bir şey mi oldu?"

"Olmadı." Telefonu kapattıktan beş dakika sonra arabayı evin önünde durdurdum. Berkay kapıda bekliyordu. "Beni kapıda mı bekliyorsun? Yani tamam, sevilmeyecek insan değiliz ama şuan alındım. Kırmızı halım yok? Niye yok?"

"Bekle," diyerek birkaç saniyeliğine ortadan kaybolduğunda kolunun altında bir pikeyle gelmişti. "Halı yok, pikeyle idare et."

"Ya," dedim yumuş yumuş. Ayakkabılarımı elime alarak pikenin üzerinden geçtikten sonra Berkay'ın yanağından makas aldım. "Her zaman bir numarasın kanki."

"Sağol canısı," arkamdan içeriye girdiğinde bana bir terlik verdi. "Derdin ne bakayım senin?"

"Aşk olsun," diye dudak büzdüm. "Derdim olmasa gelmez miyim yani ben?"

Amaçsız gelmişiz gibi devam.

Sus kız.

"Kızım dayak yedin resmen," eliyle içeriyi işaret etti. "Kızılın kafası iyi yine. Bir tane daha yapıştırırsa karışmam."

"Bir şey yapmaz."

"Aynen yapmaz," dedi kinayeyle. "Duman çıkıyordu son bıraktığımda."

"Kızdan tren gibi bahsetmesene," tam salon kapısındayken gördüğüm görüntüyle attığım adımları geri attım. "Boşversene, ben sonra gelirim."

"Berkay! Allah'ın belası, nereye gittin!?"

"Sana demiştim." Başını iki yana salladı. "Geliyorum!"

"Çıkar şu koltuğu evden!" Bir sürtünme sesi geldi. "Sinirimi bozuyor."

"Koltuk mu?" Dedi Berkay kararsız bir sesle. "Ne yaptı?"

"Sorun da o ya, hiçbir şey yapmıyor!"

"Anladım," diyen mırıltısı duyuldu Berkay'ın. Bunun üzerine derin bir nefes aldım. Hazırdım. En fazla kafama vazo falan yerdim.

Ya bu kızın öfkesi midir kırgınlığı mıdır nedir, ne zaman geçecekti? Alllah aşkına sürekli dayak yiyemezdim ya.

Kapıdan girdiğimde gözleri beni buldu. Çatık kaşlarla beni sakince süzdü. Kızıl saçları başının tepesinde dağınık bir topuz haline gelmişti.

"Bunun ne işi var yine burada?"

"İldem..." Dedi bezgince Berkay. "Bokunu çıkarma kanka."

Omuz silktim. Ve yavru köpek bakışlarımı ona diktim. "Size ihtiyacım var."

"Beş yıldır gayet de iyi idare ediyor gibiydin," kollarını bağlayarak tekli koltuğa çöktü. Henüz yumuşamaya niyetini yoktu belli ki. "Kaç kez gördüm seni kamerada. Hiç yardıma ihtiyacın var gibi durmuyordu."

Yutkundum. Hayır, yutkunamadım. O kadar da iyi rol yapıyor olamazdım. Hayır, arkadaşlarıma kendimi unutturacak kadar değildir.

"Ama sen kendimi affettirmem için bana şans vermiyorsun ki!" Diye isyan ettim. En çok Asil'i kırmıştım ama o bile geri döndüğümde bana bir şans vermişti.

Kendime önemli not: Asil'i öp.

Kaşlarını kaldırdı. "Bu sansı benim mi vermem gerekiyor? Kazanmak için çabalaman falan gerekmiyor mu?"

"İzin vermiyorsun ki," yorgunlukla çöktü omuzlarım. "Bak gerçekten üzgünüm, tamam mı? Ama tek acı çeken senmişsin gibi davranmasan olmaz mı? Zaten yeterince ah taşıyorum omzumda. Birilerinin yanımda olmasına ihtiyacım var, size ihtiyacım var. Sizi özledim. Bizi özledim. Bakma şakaya vurduğuma, ciddi kalıp duygusuzmuş gibi davrandığıma. Ben her zaman haykıramam ki acımı. Sadece acıyor işte. Bir bok yedim, evet ama telafi etmeye çalışıyorum. Aradan geçen yılları telafi edemem biliyorum, bunun yerine sizinle anı biriktirmek istiyorum. N'olur sen de bir şans ver bana. Biliyorum senin için çok zor," durdum. Onu zorladığımı düşündüm. "Tamam, boşver. Üzgünüm, buraya hiç gelmemeliydim. Hiç gelmedim say, rahatsız ettiğim için özür dilerim."

Önceki gelişimde de benden kafamdaki seslerden kurtulmamı istemişti.

"Alin," diye seslenen Berkay'a gülümsedim.

"İyiyim, sonra konuşuruz."

Değilim.

Ayakkabılarımı giyerek kapıyı açtığımda İldem beni kolumdan yakalayarak birden sarılmıştı. Bedenime dolanan kollarıyla bir süre kırgınlık içinde kaldım. Sonra ben de ona sarıldım. "Senin için ne kadar korktuğumu biliyor musun sen?" Dedi sitemle. Alt dudağımı dişledim ağlamamak adına. "İnsan hiç öyle ortadan kaybolur mu ya? Birimize bile açıklama yapmadın. Aptal! Her an boğazına yapışabilirim."

Benim korktuğumun yarısı kadar korktun mu İldem? Saçlarının da kendinin de lanetli olduğuna inandın mı? Sizi öldüreceğim diye herkesi terk ettiğimi, yalanlar söylediğimi, kendimi hapsettiğimi biliyor musun? Anlayabilir misin beni?

Ama sorun değil. Beni anlamayın. Asla.

"Beni hiç mi özlemedin?"

"Özledim," geriye çekilerek yüzüme baktı. "Ama sonra özlem gideririz. Şimdi söyle bakalım, senin için ne yapabiliriz?"

"Şey," çekingen bir ifadeyle İldem'e ve arkasındaki Berkay'a baktım. "Adam kaçıracağız."

"Ne!?"

"Valla deli."

"Lütfen, lütfen, lütfen!" Berkay'a döndüm. "Söz veriyorum sana da Sumru'yu kaçırırım. Ev bol bende." İldem'e döndüm. "Sen de sevgilini alır gelirsin."

İldem yüzünü buruştururken Berkay hayretle İldem'e döndü.

"Benim sevgilim mi varmış?"

"Bana niye söylemedin!?"

"Nasıl yani, yok mu?" Başını iki yana salladı. Barlas da garibanım, sevgilisi var sanıyordu. "Tamam hayatım, ben sana Barlas'ı kaçırırım. Tek kalma. Hiçbiriniz ben yokken ilerleme kaydedememişsiniz."

"Bizi senin ailenle ve Asil'in ailesiyle bir arada tutan tek şey sendin, sen gittiğinde herkes kendi köşesine çekilmek zorunda kaldı."

İnsan azıcık çabalar, benim itmemle mi aşık olacaksınız ya siz?

"Ben istemiyorum," yüzünü buruşturdu İldem. "Kendi halini görüyorsun. Ben üşenirim böyle aksiyonlara."

Ona bayık bayık baktım. "Aynen kanka," arkamı dönüp arabaya ilerlemeye başladım. "İçeriye geçin geliyorum ben," arabadan aldığım mendili iyice ethere buladım. Sonra avucumun içine saklayarak arkalarından gittim. İldem ikili koltukta oturuyorken Berkay bir şişe meyve suyu almış bardaklara katıyordu. İldem'in yanına oturdum. "İloş, özür dilerim hayatım."

"Ne? Özür diledin ya zaten."

"Yok, bunun için." Ardından etherli bezi ağzına yapıştırdım. Gözleri büyüdü. Elini elime attığında çektiği nefesle irisleri yukarıya kaydı. Birkaç nefes sonrasında çırpınışları durmuş ve bayılmıştı.

Ayağa kalktım. Berkay'la bakıştık. Sehpaya eğilmiş elinde şişeyle birlikte donakalmıştı. "Ne yaptın lan?"

"Kanka sus, sen git kendine kışlık çanta hazırla bir hafta oradayız. Ben de İldem'e hazırlıyorum. Bunun kaçacağı yok, kaçıracağız mecbur. Gideceğimiz yerde kar var çok. Hemen çıkmamız lazım, gece çökmeden gidelim. Kar bastırırsa geçemeyiz. Daha bir haftalık erzak alışverişi yapacağız."

"Sumru beni yer," dedi tek nefeste. "Uyandığı an hayatımı kaydırır."

Hanımcılık mood on. Bayılırız.

"Orası beni ilgilendirmez, ölmemek senin elinde."

 

🍑🍑🍑

 

"Asil?" Dedim telefon açıldığında. "Evde misin?"

"Evet," duraksadı. "Bir sorun yok değil mi?"

"Yok, ben geldim de kapıya çıkabilir misin diyecektim."

"Geliyorum," telefonu kapattığında Berkay'a acıklı bir bakış attım. Berkay ve Barlas kafasını çitten uzatmış burayı dikizliyorlardı. Benim bakışımı gördüklerinde ikisi de somurtarak geriye çekildi.

Barlas zaten İldem'in sevgilisi olmadığını söylediğimde dünden razı gelmişti. Kaçırma kısmına biraz takılmıştı ama sonuçta her boku onlarla beraber yemeliydim. Ben kaçırıyorsam ya kankalarım da kaçıracaktı ya da kaçırılacaktı.

O ka.

Barlas yayın evinden çıkıp olayın ortasında bitmişti. Bizim üçlü arkadaş grubuna dördüncü olmaya niyetliydi sanırım.

Berkay hâlâ kararsızdı. Sumru'yu kaçırmak istemiyordu. Düzgün bir şekilde konuşup kendini ifade etmek istiyordu. Ondan nefret edeceğinden korkuyordu. Durumları daha kötü bir hâle getirmek istemiyordu.

Bir bakıma da haklıydı. Sumru'nun bundan hoşlanmayacağından emindim.

Seçimi ona bırakmıştım. Daha doğrusu buna karışma gibi bir hakkım yoktu. Bu onların hayatıydı, beni bir yerden sonra dışarıda bırakırdı.

"Alin?" Gözlerim onu özlemle süzdü. Saçları dağınıktı. Üzerinde siyah bir gömlek ve kumaş pantolon vardı. Ve en sade haliyle bile beni benden alabiliyordu.

Asil'i ısırmazsan ölecekmişim, Arsız en önde ortaya çıkıp benimle birlikte Asil'e baktı. Ama onun niyetleri pek bir farklıydı. Hadi lan ordan, şuan aynı şeyi istediğimize yemin edebilirim.

Ama kanıtlayamazsın tatlım.

Somurttu. Ee, ısırıyor muyuz bari?

O iş bende hayatım.

Kusayım diye mi gıcık gıcık konuşuyorsun? Bir tatlım bir hayatım. Ne lan bu? Yeni flörtleşen ergen gibi.

Isırmıyorum ulan!

Demedim bir şey!

"Ne oldu?" Gözleri endişeyle üzerimde gezindiğinde adımları önümde son bulmuştu. Elalarına alttan alltan bakarak göz süzdüm. "İyi misin?"

"Evet," ona bir adım daha yaklaştım ve sıcaklığı hissedilir oldu. Hemen hemen dip dibe sayılırdık. "Hani benim istediğim bir şeyi yapacaktın ya?"

Endişeli hali sakinleşse de bana bakmaya devam ederek başını salladı. "Ne istiyorsun?"

"Benimle bir hafta bir yere gel," bir elimin parmakları gömlek düğmelerine uzanıp oynamaya başladı. "Olur mu? Baş başa kalalım. Biraz dinleniriz. Lütfen hemen hayır deme. Düşün."

"Hileli oynuyorsun," elimi avucunun içine aldıktan sonra parmak uçlarımı dudağına götürüp öptü. Özlemle dolup taştım. Tek bir öpücüğü beni onunla ilgili her şeye sahip olma düşüncesine itti.

Dudağımı sarkıttım. "Ama lütfen," dedim uzata uzata. "Gidelim mi? Gidelim dimi?"

Bir süre gözlerime baktıktan sonra başını yenilgiyle salladı. "Gidelim," ardından içeriye yöneldi. "Gel bakalım, nasıl bir yere gidiyoruz?"

Ardı sıra pıtı pıtı adımlarla ilerlerken içim sevinçle doluydu. Ben seviyordum be bu adamı. Bayılıyordum her şeyine ayrı ayrı. "Karlı olacak. Site gibi ahşap evler var. Kalın bir şeyler alman lazım."

"Senin mi?"

"Evet, Raskol abi bana verdi." Etrafa bakarken kimseyi göremedim. "Aylin abla yok mu? Sumru ve Nota?"

"Annem arkadaşıyla kahve içmeye çıktı. Sumru bahçedeydi, Nota da Ece'nin evine gitti." Odasının kapısını açarak benim geçmemi bekledi. Arkamdan kapatarak banyoya ilerledi. "Sen dolaptan kafana göre bir şeyler seç. Geliyorum şimdi."

Dolabı açtığımda kafamı uzatıp deterjan kokusuna karışan kokusunu soludum. Üç tane kazak alıp yatağın üzerine bıraktım. Çoğu siyahtı. Sadece ikisi lacivert ve beyazdı. O garibanlarımı da aldım. Siyah sweatshirt vardı sadece, katlı olanlardan iki tane aldım. Eşofman ve pijama da koydum.

İç çamaşırı falan da lazımdı dimi şimdi?

Ee, bu banyodan da çıkmadı?

Ay napacağım?

Yüzüm kıpkırmızı bir şekilde alttaki çekmecelerden birine uzandım. Hızla kendime çekip tek gözümle baktım. Burada açılmamış çoraplar vardı. Her güne bir tane niyetiyle yedi tane alıp yatağa bıraktım.

Tekrar dolabın önüne oturup bağdaş kurdum. Alttaki çekmeceyle bakışıyordum.

Birden boynumda elini hissettim. Avucunu şah damarıma bastırarak parmaklarıyla çenemi yukarıya kaldırdı. Arkamda dizlerinin üstünde durmuştu ve hâlâ benden uzundu. "Gerisini ben hallederim, otur sen."

Ama dokunuşundan kopamadım. Zorlukla kendime getiren şey kapının kırarcasına açılması ve "abi!" Diye bağıran Sumru'nun sesiydi.

Başımızı ufak bir açıyla eğerek ona baktığımızda gözleri büyüdü. "Pardon, siz devam edin." Kapıyı çarparak geri çıktı.

Ne olmuştu ya şimdi?

Sonra pozisyonumuz aklıma dank etti. Yerden kalkıp yatağa oturduğumda o da bir spor çantası çıkarıp hepsini içine doldurdu. Kendisi de bir şeyler koymuştu. Ardından çantayı kapatıp eline aldı. Aşağıya indiğimizde portmantodan iki tane mont almıştı. "Sen kesin mont almamışsındır kendine."

Evet, almamıştım.

"Asil," diyerek dikkatini çektim. Bana döndüğünde arsızca ona yaklaştım. "Şimdi ben sana söyledim ama racon adabı seni kaçırmam lazım. Eğil bir," hiçbir şey söylemedi ama belini bükerek bana eğildi. "Şimdi sana ether koklatacağım ama arabaya nasıl taşıyacağım?"

"Bayıltmadan kaçırmak da bir seçenek tabii," dedi alayla. Parmak uçlarımda yükselerek boynundan tutup başını eğdim ve alnına mermi gibi bir öpücük attım. Elini tutup çekiştirdim.

"Tamam, gel arabada bayıl."

"Bayılmak zorunda mıyım?"

"Ya Asilll," ona mahsun bakışlar attım. Dudaklarımı da büzdüğümde ona dönmüştüm. Gözleri yüzümde bir tur attı. "Bayılıver, n'olacak?"

"Her istediğini yapıyorum diye kandırıyorsun beni, değil mi?" Başını iki yana sallayarak arabaya bindi. Arkasından bakarken iç çektim ve ben de yolcu koltuğuna ilerledim. O ne yaptığımı sorgulayan bir bakış attığında arabadan destek alarak dizlerinin üzerine oturdum. Alnımı alnına yasladım ve sadece nefesinin sesinin kulaklarıma gelmesini bekledim. "Alin."

"Söz veriyorum, düzelteceğim. Bana ismimle hitap etmeni gerektiren kalp kırıklığını iyileştirmek için ne gerekiyorsa yapacağım. Seni kaybedemem, anlıyor musun? Hayatımda bana aitmiş gibi hissettiğim tek şey sendin. Seni kaybedemem. Şimdi her zamankinden daha fazla seviyorum seni. Bırakamam bir daha. Mahrum kalamam teninden, nefesinden, sesinden. Tekrar olmaz."

Ardından onu daha fazla zorlamamak için yanağına hafifçe dudaklarımı bastırıp indim. Etherli bezi torpidodan alıp ona gösterdiğimde iç çekti. Gözlerini kapatıp başını salladı. Dakikalar içerisinde bilinci kaybolduğunda gözlerim ona daldı. Bu kadar güzel olması haksızlıktı. Sürücü koltuğuna oturup telefondan hem Berkayı hem de Barlas'ı aradım.

"Kaptan," dedi Berkay. "Biz tamamız."

"Güzel, beni takip edin. Önce bir şeyler almamız lazım."

Tekrar kapatıp yola odaklandım. Bir süper marketin önünde durduğumda arkamda iki araba daha durdu.

Kemerimi çıkararak indim. Berkay, Sumru ve Barlas çoktan inmişti. "Şimdi," diyerek onlara baktım. Kutsal bir görevimiz vardı şuan. "Bir hafta boyunca yiyeceğiniz her türlü şeyi alın. Yemek yapacaksanız malzemelerinizi eksik almayın. Meyvedir, abur cuburdur kendiniz halledersiniz. Tamam yeter, yoruldum dağılın. Burada buluşuruz."

Markete girdiğimde arabalardan birini çekip yenecek ne bulduysam katmaya başladım. Gözlerim kabartma tozu ve vanilyanın olduğu yere takıldı. Ve birden kek yapmak istedim. Kurbiye. Beş yıl önce oturup Asil ile birlikte film izleyip mısır yemek istediğimiz ana döndüm. Film izlerken atıştırmalık yapardım belki.

Meyve standında gözümün takıldığı şeftaliye baktım. Bakmak acı vermedi bu sefer. Elime aldığımda midem bulanmadı mesela. Asil'in dışarıda arabada beklediği gerçeği kalbimin ritmini yerinden oynatırken midem bulanamadı bile.

Sırf kendimi denemek için birkaç tane poşede koyarak arabanın içine bıraktım.

Eğer kusmazsam iyileşmeye başladığımı anlayacaktım.

Yaklaşık yarım saatin sonunda marketten çıkmış, üç saat sonra da karlı yollara gelmiştik. Asil'in başının altına arkadaki küçük yastığı yerleştirmiştim. Yol boyunca bir gözüm hep ondaydı.

En sonunda çitlerle çevrili bir sitenin önünde durduk. Tek katlı, çatı katı ve verandası olan on kadar ev aralarında hatrı sayılır bir mesafeyle yapılanmıştı. Güvenliğe ismimi verdiğimde kapıdan geçtik. Raskol abi söz verdiği gibi güvenliğe haber vermişti. Gözlerim sıra sıra dizili ahşap evlerde gezindi. Etraf kar altındaydı. Şimdiden içim ürpermişti. Kapıyı açıp indiğimde hızla kapattım. Arabada klima çalışıyordu ama dışarıdaki hava insanın tenini ısırıyordu.

Arabadan inen Berkay ve Barlas'a acıklı bakışlar attım. "Ya şey, ben Asil'i bayılttım ama nasıl içeriye taşıyacağım?"

Tamam spordu cartı curttu yapıyorduk da e o kadar da değildi. Doksan kiloya yakın bir kavak ağacını taşıyamazdım.

"Onu da bayıltırken düşünseydin," Barlas ikizlik kurallarını çiğneyerek arabasının arka koltuğunu açtı. İldem'i kollarına aldığında, "hava soğuk, hangi eve geçeceğiz? Üşümeyelim."

"Seç birini gir, anahtarlar kapı önlerindeki paspasların altında." Ardından ben de önümdeki eve ilerlemeye başladım. Asil'i içeriye tek başıma taşıyacaksam kapıyı açsam iyi olurdu. Kapıyı aralayıp geri döndüğümde ikizim tarafından satılmış bulunmaktaydım.

Arabanın kapısını açtığım an pencereye yasladığım kafası bana doğru düştü. Başını tutup koltuğa yasladığımda parmak uçlarımla alnına dökülen koyu kumral saçlarını geriye ittim. Yumuşak dokusunun parmaklarımda bıraktığı his yüzümde mayhoş bir gülümsemeye neden oldu.

Her şeyine bayıldığımızı söylemiş miydik?

Dikkatlice bir kolunu omzuma attım ve ağırlığını olabildiğince kendi üzerime alıp arabadan çıkardım. Tam üzerime binen ağırlığı yüzünden sendelediğimde diğer kolunun altına Sumru giriverdi. Ona hafifçe başımla teşekkür ettiğimde ise Berkay gelip Sumru'nun yerine geçti.

"Hayır, bayılttığı gibi taşısın. Sen niye giriyorsun kolunun altına?"

"Abim o benim?"

Gözlerimi kıstım. Ben tek taşısam bir şey demeyecekti beyefendi ama Sumru da yardım edince o yorulmasın diye gelmişti. "Seni çok pis döverim, tüm fiyakan bozulur Berkay."

"Sus kız," Asil'in bedenini üzerime doğru ittirdiğinde yana sendeledim. Ben ona kötü kötü bakarken o Sumru'ya dönmüştü. "Siz bunu neyle besliyorsunuz?"

Sumru ona sadece onaylamaz bir ifadeyle bakıp eve ilerledi. Arkasından girip Asil'i Salondaki L koltuğa yatırdık. Başının altına bir yastık çekerek rahat olup olmadığını kontrol ettim."Hadi size müsade," dedim kapıyı göstererek. "Gidin bakayım."

Sumru, "ama," diyecekken elimle onu da susturdum.

"Tatlım ben abinin ırzına geçerken izlemek istiyorsan kal tabii, sen bilirsin."

Kızardı. "Bu kadar açık sözlü olma!" Ardından hızla evden çıktı. Berkay sırıttı. İt. "Şimdi gidip ona aynı evde kalmamız gerektiğini söylemeliyim. Ölümü bulursan, mezar taşıma aşktan öldü yazdır." Sumru'nun arkasından çıktığında gülerek başımı iki yana salladım.

Ev daha çok ahşap bir kulübeydi. İçerisi filmlerdeki o sıcak ortamları anımsatıyordu. Salonda sadece sehpa, koltuklar ve şömine vardı. Koltukların arkasında duvar boyu olan pencerenin önünde bir yemek masası vardı. İç çekerek gidip kapıyı kapattım. İçerisi oldukça soğuktu. İlk iş gidip kombiyi açtım. Çatı katında yatak odası vardı. Merdiven spiral bir şekilde oraya çıkıyordu. Alt katta mutfak, salon ve banyo vardı sadece. Minimal düzeyde tasarlanmıştı. Odalar genişti ama azdı. Misafir odası falan yoktu mesela.

Yatak odasına çıktığımda çekmeceleri ve dolapları karıştırıp bir battaniye buldum. Yatak geniş ve ovaldi. Başlığı yoktu, duvara yaslanıyordu ve ve baş tarafında büyük yuvarlak bir pencere vardı. Kar başlamıştı.

Battaniyeyi Asil'in üzerine örterek dışarıya çıktım. Kapıyı hafif aralık bırakmıştım. Bagajdan yiyecek torbalarını alarak yürümeye başladım. Elimde beş torba vardı. Buzdolabının fişini soktuktan sonra havalanması için kapakları açık bıraktım. Ortada ufak bir ada tezgahı vardı. Torbaları oraya bırakıp bu sefer de çantalarımızı almaya gittim. İçeriye girdiğimde fena üşümüştüm. Buradan daha soğuk ülkelere gitmişliğim vardı ama gerçekten üşümüştüm.

On dakika bekleyip yiyecekleri dolaba yerleştirdim. Üzerimi değiştirip şortlu pijama takımımı giydim. Bu soğukta neden bu pijama takımı diye ben de kendimi sorgulamıştım ama sanırım elime ilk gelen buydu.

Asil'in yanına gittiğimde hâlâ ayılmadığını gördüm. Muhtemelen sabaha ayılmış olurdu. Üşüdüğüm için ayak ucuna ilerledim. Bir dizimi iki bacağının arasına koyduğumda birisi de koltukla onun arasında kalmıştı. Üzerinden çektiğim ve hâlâ onun sıcaklığını taşıyan battaniyeyi omuzlarıma aldım. Bedenimin yarısı koltukla onun arasına yarısı da onun üzerine gelecek şekilde uzandım. Çenemi göğsüne yasladığımda hemen sıcaklığıyla mayışmıştım.

Mükemmel kokuyordu. Bu kokuyu asla tarif edemeyecektim ama bana güveni, huzuru, rahat alınan bir nefesi anımsatıyordu. Belirli bir tanım koyamıyordum ona. Kolumu beline sararak dudaklarımı sol göğüs kafesinin olduğu yere, kalbinin üzerine bastırdım. "Beş yıl da geçse, beş ömür de geçse hâlâ olmak isteyeceğim tek yer burası olur. Kolların benim en güvenli yerim."

Seni seviyorum ve bu öylesine bir sevgi değil. Ölesiye bir sevgi.

Başımı göğsüne yaslayarak olabildiğince ona sokulmaya çalıştım. Ne kadar olabilirse o kadar sıcaklığına sığındım. Dakikalar sonra ise uykunun kollarındaydım.

 

🍑

 

Sumru.

"Bu ne ya?" Dedim Berkay'ın elime verdiği siyah kediye bakarken. Kedi yerinde duramıyor, sürekli kızgın sesler çıkarıyordu. Bana ters bir bakış atınca ona kaşlarımı çattım.

"Alin verdi, kedini istemişsin."

"Bu kediyi mi?" Şaşkınlıkla kediyi gösterdim. "Bu kedi siyah!"

"Beş yıl yokken onu afrikaya güneşletmeye götürmüş."

"Hıı, orda da böyle bronzlaşmış dimi?"

Omuz silkti. "Evet."

Bu gerçekten kara mizah olmalıydı. Kediyi koltuğun kenarına bıraktım ama kafesten çıkarmaya cesaret edemedim. Bu kız her seferinde beni nasıl şaşırtabiliyordu?

"Bu arada aynı evde kalıyoruz."

Gerildim. Ne? Ne dediğinin farkında mıydı?

"Hayır!" Ona gözlerimi kıstım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bana buraya gelirken aynı evlerde kalacağımızı söylememişti. "Git yan taraftaki evde kal."

"Ya seni ayı yerse?" Dediğinde yüzümde dumura uğramış bir ifade belirdi.

"Ne?"

Hadi be, ayı mı vardı burada?

"Bence ben burada kalmalıyım, sence de kalmalıyım. Bu yüzden kalıyorum. Yani ayı gelir, avcı gelir, yılan falan gelir."

"Yağmur ormanlarında falan mıyız?" Dedim sinirle. Oturduğu koltuğa hırsla ilerlerken amacım onu kaldırıp evden göndermekti. Hayır, onunla aynı evde kalamazdım. Bileğine ellerimi sararak çekiştirmeye başladım. "Yok istersen Timsah gelir de. Kalk, ben istemiyorum. Heme-" ne olduğunu anlayamadan dengemi kaybettim. Ben onu çekerken o da kendi bileğini çektiğinde birden bedenim dizlerinin üzerine düştü.

Yani şey. Onun kucağına oturmuş da olabilirdim.

"Sorun ne kara kraliçe?" Başını anlamak ister gibi omzuna eğdi. Biraz önce oldukça eğleniyor gibiydi. Bense anın bıraktığı etkiyle gözlerimi kırpıştırdım. Şoktaydım. İki elim dengemi sağlayabilmek adına omuzlarına tutunmuştu. "Seni rahatsız mı ediyorum?"

Yutkundum.

Benim defalarca hissettiğim o hissi şimdi ona hissettiren ben miydim? Bir fazlalık, gereksiz, rahatsız edici olduğunu mu düşündürmüştüm?

Sadece gözlerine bakabildim. Belimde hissettiğim eli bedenime elektrik dalgası gönderirken ben sadece gözlerine bakakalmıştım. Onda ne vardı? Onda beni dinlemeye iten ne vardı?

Bir eli sakince saçlarıma uzandı. Ondan bir karış uzaktaydım sadece. Hareket edemiyor, hislerimin karmaşasını yaşıyordum. Nazikçe önüme gelen tutamı kulağımın ardına itti.

Dokunuşunda bir his vardı. Babam hiç böyle dokunmazdı, abim özür diler gibi dokunur öperdi saçlarımı. Bazen sevdiğini söyleyemez böyle ifade ederdi. Nota hep öperdi, dokunurdu, severdi onları.

Ama hayır, bunların hepsinden daha farklı bir duygu vardı bu dokunuşunda. Anlayamadım. Tanımadığım, bilmediğim, daha önce hissetmediğim bir duyguydu.

"Söyleyebilirsin," dedi sakince. "Benimle konuşurken duygularını saklama. Kendini kısıtlama. Ne hissediyorsan onu söyle, o zaman sana saygı duyarım. Rahatsız oluyorsan giderim, Sumru. Seni zorlayacak, sınırlarını yıkacak değilim."

Yine konuşamadım. Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum, ne kadar donuktu ya da ne kadar ifadesizdi anlayamadım ama kendi içimde büyük bir kargaşadaydım. Her nasıl bakıyorsam bu ona iç çektirdi. Elini saçlarımdan ve belimden uzaklaştırdı. "Tamam, kalk sen. İhtiyacın olduğunda kapımı çalabilirsin, çekinme. Mesela eve Timsah falan girerse, bir çığlık at tak yanındayım."

Kendime engel olamadım. Hafif bir gülümseme oluştu dudaklarımda.

"Bak bak," dedi keyifle. "Hoşunuza gitti sanki bir."

"Hoşumuza gider tabii," dedim kibirle başımı dikleştirip. "Timsahın seni yediğini hayal ettim."

Somurttu. "Benim hoşumuza gitmedi ama sanki bir. Mezarıma da gelmezsin sen şimdi. Timsah senin yüzünden yedi beni."

"Hiç olur mu öyle şey?" Dedim kınayıcı bir ifadeyle. "Geliriz gelir. De, mezara kimi koyacağız?"

"Artık geriye ne kaldıysa," dedi somurtarak. Çocuk gibi küsüyordu sanki. Nota da küçükken yapardı bazen. Bu daha da gülmek istememe neden oldu. "Bacak olur, kol olur, kafa falan olur." Eliyle kafasını çıkarır gibi yaptıktan sonra bana uzattı avucunu. "Alsana."

İşte o an kahkahama engel olamadım. Kısıktı. Ama bana ve benim sesime aitti. "Deli misin ya sen?"

"Hm hm," hararetle başını salladıktan sonra sırıttı. "Sana."

Ciddiyetle gözlerimi kıstım.

"Kaşına gözüne bin tane adam ölür ha," kendi söylediklerine kaşlarını çattı. "Unut sen onu. Allah'ım, oralara bir yerlere mesaj gittiyse geri gönder. Kabul etme dua değildi o."

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığım an elini burnuma attı. İki parmağı arasına alıp hafifçe sıktığında kendimi geri çekmeye çalıştım. "Hıı, noldu? Biz kıskanıyoruz diye gülüyordun ama. Hoşuna gitti dimi?"

"Ya çocuk mu kandırıyorsun, çek şu elini!" En sonunda zorla kendimi ondan kurtarıp merdivenlere ilerledim. Giderken ona ters bir bakış atmayı ihmal etmemiştim. Alin buna genel Sumru bakışı diyordu. "Koltukta uyuyacaksın."

"Kara kraliçe ne buyurursa," alayla başını salladı.

"Bana öyle deme!" Diye bağırdım.

"Duyamadım, ne dedin!?"

Tam yatak odasına gelmişken arkama dönüp işaret parmağımı kaldırdım ama sonra durdum. Ne oluyordu?

Yatağa oturduğumda yüzümdeki gülümseme yavaş yavaş soldu. Korkularım geri geldi. Berkay'ın kötü birisi olduğunu düşündüğümden değildi ama kendime engel olamıyordum. Annem de yıllarca babamın güleryüzüne kanmamış mıydı?

Benden duygularımı saklamamamı istiyor ama onun babama dönüşmesinden korktuğumu ona nasıl söylerim ki?

Kendime bile itiraf etmemişken ona söyleyemem.

Suskunluğum devam etti. İçimde ve evrende.

 

🍑

 

İlahi bakış açısı.

Kızıl saçlar beyaz yastığa dökülüyor, saten çarşaf üzerinde muazzam bir görüntü oluşturuyordu. Uyuyan kızın yüzünde huzurlu bir ifade vardı. Barlas gözlerinin gördüğü bu görüntüye hayran kaldı. Yatakta uzanan kızı daha yakından inceleyebilmek için yere oturdu, kollarını yatağa yaslayıp başını kollarına dayadı. Çilleri vardı. Vücudunda da aynı çillerden vardı. Nokta noktaydı.

Saatlerdir uyuyordu. Alin ne vermişti de bu kadar çok uyuyordu?

Dayanamadı. İşaret parmağını burnuna götürüp nefesini kontrol etti. Hâlâ nefes alıyordu.

İldem tam o anda gözlerini açtı. Kirpiklerini kırpıştırdı. Gözleri yüzüne uzanan parmağa, ardından o parmağın sahibine kaydı. Anlayamadı. Tam olarak ne oluyordu? "Barlas?" Diye mırıldandı ama henüz Alin tarafından kaçırıldığının farkına varamadı.

"İldem?"

"Ne yapıyorsun?"

"Öldün mü diye bakıyorum."

"Niye öleyim ya ben durduk yere?" En sonunda onun elini iterek yataktan doğruldu. "Neredeyiz biz?

Barlas omuz silkti. "Bilmiyorum."

İldem duraksadı. "Nasıl bilmiyorsun? Bizim ne iş-" gözleri büyüdü. "Alin."

"Dolaylı yoldan evet."

"Nerede o?"

"Büyük ihtimal sevgilisinin ku-" Barlas'ın da gözleri büyüdü. İkisi aynı anda farklı amaçlarla ayağa kalkarken kafaları yeni çalışıyormuş gibiydi. "Lan!"

Kıskançlık modu devreye girmiş, ikizi olduğu yeni aklına gelmişti. Hayır, İldem ayıldığı için Asil'in de ayılacağı aklına gelmişti.

İldem merdivenleri inen Barlas'a baktı. Ardından omuz silkerek arkasından ilerledi.

Öte yandan Alin hâlâ uyuyordu. Kafasını Asil'in boyun girintisine sokmuş kokusunu solurken artık tüm bedeni onun üzerindeydi.

O uyuyordu ama Asil uyanıktı. Üzerindeki kızın onu kollarıyla sarmalamış haline özlemle bakmakla meşguldü. Uyanalı iki saat olmuştu ama onu uyandırmamak için nefesini bile çok yavaş alıyordu. Tekrar saçlarına dokunmak istiyor, kendini zor tutuyordu. Ama kararlıydı. Eğer Alin gerçekten bundan sonra gitmeyecekse onu saçlarının lanetli olmadığına inandıracaktı.

Bir kolu Alin'in beline sarılıydı. Tam olarak hangi noktada bu kadar sarmaş dolaş olmuşlardı bilmiyordu ama işine geliyordu. Teninin bağımlılık olduğunu düşündü. Yıllardır yoksunluk krizi çekiyormuş da o geldiği an yeniden uyuşturucusuna kavuşmuş gibi rahatlamıştı.

En garibi de hiç gitmemiş gibi daha da yoğunlaşan hisleriydi. Kıyamıyordu ona, gözlerindeki yaşa. Yüzündeki en ufak acıya.

Ama saçlarına dokunduğunda kriz geçirir gibi ağlamıştı.

Bir çok anda yüzünde o acı çeken ifadeyi görmüştü.

Çabalayacaktı. Alin çabalıyordu, o da istiyordu onu tekrar. Hem de daha yoğun bir şekilde. Her zamankinden daha fazla. Daha büyük bir özlemle. Kırgındı ona ama bir gülümsemişi yine unutururdu ona dünyaya neden geldiğini. Ona heyecanla anlattığı en ufak bir şey yine içindeki sevgiyi kabartırdı.

"Hmm," Alin mayhoş bir sesle mırıldandığında gözlerini kapattı. "Biliyorum." Hareketlenip burnunu Asil'in boynuna sürttü. "Siz nasıl koku alıyorsunuz ya? Arsız... Sen bir dur."

Asil Pek bir şey anlamadı ama o hareketlendikçe ona dokunma isteğini bastırmaya çalıştı. İçinde kendini kaça ayırdığını bilmiyordu ama ona bahsettiği arsız, mantıklı, minnak üçlüsü olabilirdi.

Alin hafifçe üzerinde yükseldi. Başını boynundan çekmiş, ellerini göğsüne yaslayarak kendini kaldıracağı an kapı şiddetle vuruldu. Alin telaş ve uyku sersemliğiyle, "Asil uyan basıldık!" Diye bağırdığı an dengesini kaybedip Asil'in üzerine düştü. Ardından kasıklarında hissettiği şeyle gözleri büyüdü.

Ben hissediyorum, Dedi Arsız sırıtarak. Sen de hissediyor musun alttakini?

Alin sus diye bağırmamak için dudaklarını dişledi.

"Basılmadık," dişlerini sıkarak gözlerini açtı. Göğsü aldığı nefesle yükseldiğinde Alin de onunla birlikte yükselip alçalmıştı. Bu bile uyarılmayı tetikledi. Ellerini Alin'in kalçasına attığında gözleri birleşti. Alin tam olarak ne yapacağını şaşırmış bir şekilde dururken Asil, "bekle," dedi.

"Alin!" Diye bağırıyordu Barlas.

"İkizini öldürsem sorun olur mu?" Tam şu anı bozacak her şeyden kurtulabilecek gibi hissetti.

Alin'in gözleri mümkünmüş gibi daha da büyüdü. "Adı üstünde ikizim!" Kendisi yavşasa sorun yoktu ama Asil bir şeyler yapınca kıpkırmızı olmuştu. Kalbi kulaklarında uğulduyor Arsız içeride bir türlü susmuyor vesvese veren şeytan gibi fısıldayıp duruyordu.

Asil zorlukla kendine hakim olarak elllerini onun üzerinden çekti. "Üzerimde hareket etmeden kalk."

Alin sorgulamadı. Sorgulayacak durumda da değildi sanki. Zaten kulaklarına kadar yanıyordu.

Kapıya giderken sendeledi. Asil'in dudakları önündeki görüntüyle kıvrıldı.

Kesinlikle bu bir hafta onun için bir ceza değildi.

 

🍑

Alin.

Yemin ederim cehennemde ön locadaydım.

Öyle bir sıcaktı. Öyle bir fenalık geçirmekti yani.

Kapıyı araladığımda içeriye dalan Barlas ve İldem'e baktım. "Ne oluyoruz?"

"Sen beni niye bayılttın!?"

"Sen yedi gün bu sırıkla mı kalacaksın!?"

Gözlerimi kırpıştırdım. "Birincisi bayılttım çünkü aksiyon hani. Arada iyi geliyor bir doz. Denendi onaylandı. İkincisi Barlas ben canım arkadaşım bir tanem güzelimle aynı evde kalmana izin veriyorum da sen niye benim hayatımın anlamıyla aynı evde kalmama takılıp ona sırık diyorsun?" İkisini de kapı eşiğinden iteledim. "Gidin azıcık aşık olun gelin. Hadi bay! Söz siz yokken kardeş kardeş oturacağız biz."

Bok otururum, dedi arsız.

Güzel çevirdik, Mantığa başımı salladım. Da şey... Biz içerideki Adana ateşiyle tek kaldık.

O da bizim sınavımız hayatım, yapacak bir şey yok.

Ona bakmadan daha doğrusu hâlâ ateşler içinde olduğum için kaçarak mutfağa girdim. Ada tezgahında bilgisayarı unutmuştum. Saat yedi'ye geliyordu.

Tezgaha yaslandığımda dudaklarımı dişledim. Kahretsin, gözlerimi kapatınca hâlâ elini kalçamda hissedebiliyordum.

Toparlan kızım. Toparlan.

Kahvaltılıkları çıkarıp dolapları karıştırdım. Çaydanlık bulamadığım için kettle'a çay suyu koydum. Ben poğaça hamuru için hamur hazırlayıp mayalanmaya bıraktığımda çayı da demleyip ufak kahvaltılıkları ada tezgahına dizdim.

Sonunda kendimi toparlayabilmiş olarak içeriye geçtiğimde Asil pencerenin önündeydi. Kapalı perdeleri açmış dışarıyı izliyordu.

"Ne yapıyorsun?" Diye seslendiğimde gözleri bana kaydı.

"Etrafa bakıyorum."

"Kahvaltı yapmayacak mısın?"

"Bir süredir yapmıyorum, sen ye."

"Tüm kahvaltı bana mı kalıyor yani?"

"keyfine bak," diyerek umursamazca yemek masasından çektiği bir sandalyeye oturdu ve telefonuyla ilgilenmeye başladı.

"Yani," i harfini uzatarak yanına yaklaştım. Başında beklerken ayak uçlarımda bir ileri bir geri yapıyor, ellerimi arkamda birleştirmiş çocuk gibi davranıyordum. "İstediğim her şeyi yapabilir miyim?"

"Tabii," dedi yine umursamazca.

Ben sana umursamamayı gösteririm, Asil.

Bir avucumu omzuna bastırdığımda kaşları belli belirsiz çatıldı. "Madem ne istersem yapabilirim," telefonu elinden alıp masaya bıraktım. Bir bacağımı diğer tarafından atarak kucağına at biner gibi oturdum. Ondan hâlâ kısaydım, başım ondan iki karış kadar aşağıda kalıyordu. İyice ona yaklaşarak ayaklarımı sandalyenin arkasında birleştirdim. Bedeni bu yaptıklarımla kasılmıştı. Gözlerinde soru işaretleriyle beni izliyordu. "O zaman elini belime koy. Ve hareket etme."

Ellerini alarak bel oyuntuma yerleştirdim. Parmaklarının belimi sarışı içimi gıdıklandırdı. Kesinlikle daha fazlasını istiyordum. Bir elimi ensesine atarak ince parmaklarımı saçlarının arasına soktum. Alnımı alnına yaslayarak onun sıcak nefeslerinin keyfini çıkardım. "Ne olursa olsun, hareket etme. Olur mu? O zaman cesaretimi kaybederim."

"Neyin peşindesin?" Soluğu dudaklarımı yalayıp geçtiğinde belimdeki elleri sıkılaştı.

Gülümsedim. "Sana söyledim. Sen bana gelemeyecek kadar kırgınsan ben sana gelirim. Senin peşindeyim. Tamamen. Sonsuza kadar."

Hafifçe başımı çektiğimde rotam köprücük kemikleriydi. Dudaklarımı bastırıp araladım. Dilimi köprücük kemiğinde boydan boya gezdirdikten sonra dişlerimi geçirdim.

"Siktir," parmakları belime batarak sertçe kendisine çekti bedenimi. Duraksadım. "Durma, hareket etmedim!"

"Durmamamı istiyorsan," gözlerine tehtidgar bir şekilde baktım. "O kahvaltıyı yiyeceksin. Ben keyfime mi hazırladım o kadar şeyi?" Ardından eğilip yanağına dişlerimi geçirdim. Cesaretim mi kaybolur demiştim ben? Hayır, arsızı tutamazdım. Asil baskın taraf olduğu an utancımı dengeleyemiyordum.

Gözlerime baktı, daha doğrusu bakakalmış gibiydi. İç çekti. "Kahvaltı yapmamı istiyorsan söylemen yeter. Bunu yapmak zorunda değilsin."

"Ne?" Parmaklarım ensesini okşamaya başladı. Hissettiğim huzurun haddi hesabı yoktu. "Bunu seni ikna etmek için yapmıyorum, istesem çok güzel zorla da yedirirdim. Biliyorsun."

Ama bu onu ikna etmedi sanırım. Başını sallayarak beni kucağından kaldırmasının sebebi bu olmalıydı. Sırf ona istediğim şeyleri yaptırmak için yakın davrandığımı düşünmüyordu, değil mi?

Keşke ona kahvaltı yapmasını söylemeseydim. O an söylemeseydim.

"Asil," diye sızlandım.

"Sen kardeş kardeş oturacağız dememiş miydin?" Bana alaycı bir bakış attı. "Kardeş kardeş oturuyorum işte."

Kaçıyordu.

"Ya ama hayır ya!" Ayağımı yere vurarak mutfağa gittiğimde yüzündeki gülümseme içini biraz olsun rahatlamıştı. Onun düşüncelerini bile rahatlatmak istiyordum ve bunu zamanla yapacaktım. Zamanla anlardı beni.

Isınan fırına poğaçaları atıp kahvaltılıkları tepsiye dizdim. Peynir ve zeytinli poğaça yapmıştım. Yemek masasına yaklaştığımı gördüğünde ayağa kalkıp elimden tepsiyi aldı. O masaya dizerken ben de geriye dönüp fırına baktım. Biraz daha kalmalıydı. Tam o sırada Asil de işini bitirmiş tepsiyle içeri girmişti. Tepsiyi tezgaha bırakıp çayı aldığında Melül melül onu izleyen bana köz kırptı. Yanımdan geçerken bir eli hafifçe belimi okşamıştı.

Allah kahretsin.

Benim içimde bir ayarsız var, onu bir ben bir Allah biliyor. İçeride nasıl zaptediyorum onu da bilmiyorum.

Senin beyin nöronları sizi evli sanıyor haberin olsun, dedi mantık. Az önce bana iletildi.

Biliyorum... Fenayım.

Sonunda fırından poğaçaları fırın eldiveniyle çıkarıp tepsiyi tezgaha koydum. Poğaçaları geniş bir tabağın üzerine dizdim.

İçeriye geçip tabağı masaya koyduktan sonra Asil'e ilerledim. Sandalye yerine ona geldiğimi görünce dikkatini bana verdi. Bir dizimle bacaklarını araladım. Omuzlarına tutunarak dizine oturdum. Bana bakmaya devam ettiğinde omuz silktim.

"Ne? Seni ben buraya kardeş kardeş oturalım diye kaçırmadım. Bırak da sırnaşayım biraz."

"Bir şey demedim," bir poğaçayı ikiye böldü. Bir parçasını tekte ağzına attığında diğerini de benim dudaklarıma uzattı. Ben bir ısırık aldığımda kalanı da kendi yedi. "Bir şeyler anlatsana."

"Hmm," gözlerim anlatacak bir şey ya da bir hatıra arayışıyla etrafta dolaştı. "Aslında hep ölmeden önce yapılacaklar listesi yapmak istemişimdir. Böyle en garip ve ne bileyip kimseye söylemediğimiz o ufak detaylar olur ya. Onlar. Mesela skydiving yapmak. Uçaktan aşağı atlamak isterdim, sana da söylemiştim bir keresinde. Rüzgarı hissetmeyi seviyorum, o an rüzgarı en çok hissedebildiğim an olurdu."

Baş parmağı yanağımı okşadı. "Bakalım buralarda boş bir defter ve kalem bulabilecek miyiz?"

Bedenimi kollarımın altından tutarak kalktığı sandalyeye oturttu. "Sen yemeye devam et," ben arkasından bakarken o salondaki çekmeceleri karıştırmaya başladı. En sonunda elinde bir ajanda ve tükenmez kalemle geldi.

Ajandanın bir kısmı yazılıydı. Belki de buraya temizliğe gelen birisi unutmuştu. Asil hiç ne olduğuna bakmadan yazılı kısımları yırttı. Ardından ajandayı ve kalemi önüme koydu. Yandaki sandalyeye oturup gözleriyle önümü işaret etti. "Yazsana."

"Yiaa," dedim yumuş yumuş. "Ne kadar da iyisin, sağol."

Kimin kocişi buuu? Bu benim kocammm, dedi Arsız beynimin içinde.

Kalemi alıp özlemle sayfaya dokundurdum. Yazı yazmayı çok severdim. Antika bir insandım belli ki. Kalemle yazmak favorimdi.

 

Tahtalı köyü boylamadan önce yapacaklarımız

•skydiving (kendi paraşütünü del, Asil'e yapış düşerken)

"Mesela başka ne olabilir?" Düşünceli gözlerle onu izledim. "Hii, seninle film izleyecektik!" Aklıma gelenleri de sıraladım alt alta.

•Beraber film izlemek (mısırrr)

•Kocaman bir kardan adam yapın (gözleri şeftalili olsun)

• Asil'i tekrar öp

• Birlikte boks yapın

• Tekrar sarhoş olun

• Birlikte banyo...

Durdum. Sayfayla bakıştım. Daha önce yapmak isteyip zamanımızın olmadığı şeyleri yazmak istemiştim, bazı şeyleri tekrar yapmak istemiştim ama son cümlede aklım başka yerlere kaymıştı.

Arsız düşüncelerimi onayladı. İlk sefer için banyo tehlikeli alan sanki hayatım ama sen bilirsin. Bana fark etmiyor biliyorsun.

Sen bir sus kurban olayım.

"Ne oldu?" Ben kafamın içinde Arsızla tartışırken o birden ajandayı kendi önüne çekti. İfadesiz bir yüzle okuduktan sonra tekrar gözlerime baktı. Sürekli gözlerime bakıyordu. "Kendin için bir liste oluşturacağını sanıyordum?"

"Zaten kendim için," amacım bir tık ona yavşamak olsa da hayır, şuan kızarık gezen bendim. O bir de Arsızın bana neler fısıldadığını bir bilseydi... Çok ilginç fikirleri vardı.

Dudağının sol kenarı kıvrıldı. Uzanıp birden sandalyemi kendininkine çekti. Pijamadan açıkta kalan bacağım şiddetle onunkine yapıştı. "Şuan gözlerinde neler okuduğumu bilseydin benimle aynı yerde kalmak istemezdin."

Hı?

Ay çocuğa yiyecek gibi bakmadık dimi?

Söz veremem, bu aralar yapmak istediğim tek şey bu.

Benim nefesim bir yerlerime kaçmış bulunmaktaydı. Anlık olarak mantık bana ulaşamaz beynim çalışamaz olmuştu. "Hiçde bile."

Elini bacağımda hissettim. Avucunu çıplak bacağıma yaslayarak yukarıya doğru kaydırdı. Bana bir şeyler geliyordu. Böyle sıcak sıcak. "En büyük hatam buydu," diye fısıldadığında hiçbir şey anlamamıştım. Diğer elini yanağıma yasladığında ihtiyaçla dokunuşuna sığındım. Başımı avucuna eğdim. Baş parmağı gözümün kenarını okşadı, o an gözlerimde bir şeylerin parladığına yemin edebilirdim. "Benden sana yalan söylemememi istedin ama sen bana yalan söylüyordun. Sen de söylemiştin, senin her söylediğini ciddiye almamalıyım. Gözlerine baktığımda anlardım gerçek hislerini. Ben seni ilk gördüğümde bile gözlerine takılı kaldım. Orada her ne varsa onu okumak için meraktan geberdim. Sadece bir kez," sesi fısıldamaya döndüğünde tek bir an bile gözlerini gözlerimden uzaklaştırmadı. "Gözlerine sadece bir kez bakamadım ve beni öyle bir kandırdın ki. Ben senin ne denli bir yalancı olabileceğini şimdi anlayabildim."

"Asil," gözlerim doldu. Konuşamadım. Bir şey söyleyemedim çünkü haklıydı. Kaşlarım da bir çocuk gibi büküldü.

"Şşh," dudaklarını gözlerime bastırdı. "Ağlama. Kıyamam ben sana. Kıyamam tek damla göz yaşına."

Parmaklarımı boynuna bastırdım. Bana sarılsın, beni saklasın, affetsin istedim. Ağlamamak için derin bir nefes aldım ama gözlerimdeki doluluk bir türlü gitmedi.

"Özür dilerim." Nefret ettiğim kelimeleri sürekli söyler olmuştum.

"Söylemene gerek yok, görebiliyorum. Gözlerini açık tut yeter, Şeftali."

Kalbim durdu sandım.

Bana tekrar öyle hitap etmesi bile beni birden harikalar diyarındaymış gibi hissettirdi. Henüz iyelik ekimiz gelmemişti ama o da olurdu.

Harbi ağlayacaktım galiba.

O iş bende,ne ara tribüne katıldığını anlamadığım ağlak Alin duvar dibinde zırlamaya başladı. Mutluluktan şekilden şekle giriyor diğerlerinden iğreti dolu bakışlar alarak ödüllendiriliyordu. Kız orda benim derdimi çekiyordu.

Asil'in eli yanağımdan kayarak saçlarıma dokundu. Kalp atışlarım kulaklarımda uğuldadı. Gözlerimi kapatıp saklanmak istedim ama ona izin vermem gerektiğini biliyordum. Ne istediğini biliyordum, bunu ona vermek istedim. Kaskatı kesilmiştim ama saçıma dokunduğunda feryat figan bağırmadığım için kendimi tebrik ettim.

"Asil Ben mafya annnesi oldum ya?"

"Hm Hm," diyerek beni onayladı. Gözleri ve tüm dikkati bendeydi.

"Raskol abi arkamdan sürekli şeftali çizimleri bırakmış. Herkes beni şeftali olarak biliyor. Sadece sana özel değildi o. Ama değil işte şimdi. Artık bana başka bir lakap bulmak zorundasın," derken zorlukla saçlarıma dokunan parmaklarına kayıtsız kalmaya çalıştım.

"Tüm sıfatlar bana seni fısıldıyor zaten," onun için kendimle savaştığımı bilerek dudaklarını alnıma bastırdı. "Nefes de alsam sensin, ölsem de. Nereye baksam oradasın zaten. Zihnimin her yerindesin. Sana daha ne diyebilirim?"

İç çektim. "Ama kırgınsın bana."

Başıyla onayladı. "Kırgınım sana."

"Geçer mi? Geçirebilir miyim?"

"Sadece sen," dedi sakince. "Sadece sana veririm aynı bıçağı. Sırtımdan aldığın bıçağı tekrar saplayacağını bilsem bile avuçlarına bırakırım."

"Yapmam," başımı hararetle iki yana salladım. "Bir daha olmaz, Asil. Yemin ederim olmaz. Bir daha yapamam sensiz, bir daha kıramam seni."

"Tamam," gözleri ben konuşurken bir saniye bile gözlerimden ayrılmamıştı. O anlarda ne gördüyse sakince başını salladı. "Ama sana yeni lakaplar bulmayacağım. Artık herkes benim olduğunu biliyor demek ki." Eli saçlarımdan uzaklaştı. Çenemi kavradığında bacağımdaki eli daha da yukarıya çıktı. Pijamanın içine girip kalçamı sıktığı an hafifçe kendimi yukarıya kaldırdım. Beni kendine çekti. "Kucağıma gel, bir tanem."

"Biz bu sıfatlara çabuk alışırız ama," dudağımı ısırarak kucağına çıktım. Duygu değişimimiz şaşırtıcıydı.

Bir kolu belime sarılıp kendine bastırdı bedenimi. Kendime engel olamayarak dudaklarına doğru kısık bir inilti çıkardım. Çenemdeki eli duyduğu ses üzerinde kafamı birden kendisine çekti. Resmen dudağına çarpmıştım. Önce dudaklarının yumuşak ve etli dokusunu dudaklarımda hissetmiş, ardından sıcaklığıyla paramparça olmuştum.

Nefesim dudaklarımdan hararetle döküldü. Ona yıllarca susuz kalmış gibi tutunurken onunla bir bütün olmak istedim. Alt dudağımı ağzının içine alarak beni çıldırtırcasına emdi. Sandalyenin sırtında ayaklarımı birleştirip iyice ona yapıştım. İkinci bir inilti tam o an göğsümden koptu.

Elim ensesinde ki saçlara gitti. Parmaklarımı kısa saçların arasından geçirip başını iyice kendime çektim. Göğsümden ve karnımdan bir his dalgası yükseliyor, nefesimi kesiyor ve beni bulutlardan da yukarıya taşıyordu. Kasıklarımdaki ince bir sızı, yakıcı bir sıcaklık kol geziyordu. Özellikle gittikçe yükselip ona sürtünen sert bir şey varken.

Dudaklarımız arasında bir nefeslik bir boşluk oluştuğu an nefesimle birlikte ismini soludum. "Asil..."

"Söyle," dilini alt dudağımın üzerinde sürterek gözlerimin kapanmasına neden oldu. Ama sonra geriye çekildi. "Gözlerini kapatma."

Harelerim onun gözlerini buldu. Göğsüm hararetle inip kalkıyorken tekrar ihtiyaçla ona uzandım. "Nimetin önünde, çarpılacağız." Dedim en sonunda.

Sen ciddi misin ya!?

"En güzel günah," diye fısıldadı dudaklarıyla beni ağırlarken. Dudakları çeneme yol aldı. Diliyle bir çizgi çiziyor, çıldırtıcı bir yavaşlıkla boynuma ilerliyordu. "Gözlerini kapatmadın, öyle değil mi?"

Ne ara karanlığa kapandığını bilmediğim göz kapaklarımı aralayıp tavana baktım. Zorlukla onaylayan bir mırıltı çıkardım.

"Aferin sana," tekrar dudaklarıma çıktı. İki eli sıkıca bel oyuntularıma yerleşti. Kendisine bastırdı, inleyerek kollarımla olabildiğince kendime çektim onu. Sakin, şefkatli ve yumuşak bir öpücük kondurdu. "Aferin."

Tamam, ne zaman sevişiyoruz? Burada durmazsınız umarım?


​​​Ben çıkayım isterseniz? Dedi minik Alin. Yaşım yetmiyor dedikçe gözlerimin önünce neler yapıyorsunuz!?

Sen hiç büyümüyorsun ki!

Başını göğsüme yaslayarak yanağını sürttüğünde nefes nefese ona sarılıp saçlarını okşadım. Bana sarıldı ve bu istediğim her şeydi. Acı buraya kadardı, şu ana kadar.

"Şimdi olmaz," diye fısıldadı. Parmakları belimi kavradı. "Şimdi değil, böyle değil." Başını kaldırıp bana baktı. Çenesini göğsüme yaslamıştı. "Bir gün, bu çıkardığın sesler ufak mırıltılar olarak kalacak. Ve bu öylesine bir an olmayacak."

Atla üstüne.

Şeytan!

"O listen var ya," dudakları şah damarımı buldu. Nabzımın çarptığı yerde dakikalarca nefeslendi. "İstediğin kadar uçuk şeyler yaz, hepsini sana vereceğim. Ne istersen, ne olursa, ne yazarsan. Ve ben o liste hiç bitmesin diye uğraşacağım, sen yazmaya devam edeceksin ben gerçekleştirmeye."

Ve hiçbir şey bu an kadar değerli değildi. Onun kadar muhteşem değildi. Bana kırgınken bile sadece beni düşündüğü an ben zaten anlamıştım.

Bu hikaye hiçbir zaman sadece benim olmamıştı. Birbirimizin hayatlarına dokunmak bizim kaderimizde vardı.

Kapı çaldığında iç çektim. "Bu sefer git yapıştır bir tane, valla."

Başını salladı. "Çalar çalar gider."

Aşkım şimdi Sumru da burada ama sen bilmesen de olur. Berkay canını seviyordur.

Gitmedi ama. Biz açmadıkça daha şiddetli çalmaya başlamıştı. Asil'e bakarak omuz silktim. Başını salladı. Beni kucağından kaldırıp sandalyeye bıraktı. Biz tek bir sabahta nasıl bu hale gelmiştik?

"Sumru? Senin burada ne işin var?" Diyen sesini duyduğumda hızla yerimden kalkıp kapıya gittim. Sumru ve onun arkasındaki Berkay ile bakışıyordu.

"Alin seni kaçıracakmış, Berkay da bana söyledi. Ben niye seni kaçırdıkları yere gelemiyorum?"

Asil büyük bir sabır göstererek kafasını kaldırdı. Derin bir nefes eşliğinde indirdiğinde başıyla Berkay'ı gösterdi. "Sakın bana bu dallamayla aynı evde kaldığını söyleme."

"Tamam söylemem," dedi Sumru umursamazca omuz silkerek.

"Onunla aynı evde mi kaldın!?"

"Sen Alinle aynı evde kalıyorsun ama," Berkay birden beni gösterdiğinde ona iyi bok yedin bakışı attım. "Hem ben desteklemesem bu salağın ilerleme kat edeceği yoktu."

Doğruydu. Ne yalan söyleyeyim.

Doğruyu da söyleyeyim, Asil'in Berkay'ın yakasına yapışıp içeriye çekmesini de beklemiyordum. Ay kankamı öldürüyorlardı. Hem de gelecekteki kocam. "Aynı şey mi ulan!? Ne işin var senin benim kardeşimle aynı evde!?"

"Hop hop, enişte dedik bağrımıza bastık yerini bil. Götümüzdeki donun rengini de söyleyelim mi, ister misin?" Kanka canına susadın herhalde, pekmezini akıtacak şimdi ayağımın dibine

"Lan seni götündeki donla boğarım it!"

"Abi yapma!"

Sumru Berkay'ı çekiştirince ben de Asil'in belime yapışıp kendime çekmeye çalıştım. "Elini kana bulama, kanı da yeşil akıyor bunun zaten. Ben senin iyiliğin için diyorum. Asil bir dur kurban olayım!"

Eşarbını yan bağlama, eşarbını yan bağlama Kurbanın olayım eşarbını yan bağlama allahını seversen aaaaaağyhhh.

Tam olarak ne oldu bilmiyordum ama benim de belime bir kol dolanıp çekmeye başladı. "Bırak ulan şu çam yarmasını!"

"Barlas bırak kızı!" Diye bağırdı İldem. Arkamda da önümde de ayrı bir arbede yaşanıyordu. "Baygınlık geçireceğim, ne yapıyorsun ya sen!?"

Barlas beni, ben Asil'i, Asil Berkay'ı, Sumru da Berkay'ı çekiştirirken İldem sakin sakin Barlas'ın etlerini tırnaklamakla meşguldü.

Biz ne yaşıyorduk?

Asil iki eliyle Berkay'a yapışmışken önce onu çekiştiren bana, sonra da beni çekiştiren Barlas'a baktı. "Barlas, Alin'i bırak!"

"Sen Berkay'ı bırakıyor musun, ben niye Alin'i bırkayım?"

"Sumru benim kardeşim ulan!"

"Alin benim bacanağım mı!?"

Erkekler olarak bizi denklemden atıp bir anda üçlü olarak yan yana geldiklerinde kızlarla bakıştık. Tam olarak hangi noktada nasıl anlaştık anlayamamıştık

"Kardeşimden uzak dur Berkay!"

"Durmuyorum!"

"Sen de benim ikizimden uzak dur, Asil!"

"Durdursana," dedi Asil tehtidgar bir tonla. "Kolaysa onu benden uzak tutmayı dene."

"Alin'i sana vermeyeyim de gör! İstemeye gelince kafandan aşağıya kezzap dökeceğim, Alin'in sana hazırladığı kahveye tuz ruhu katacağım, babamı da bir güzel dolduracağım!"

Asil Omuz silkti. "Kaçırırım."

İşte aradığım romantiklik.

"Sen arkadaşımı kaçırırsan ben de Sumru'yu kaçırırım."

"Senin belanı si-" diye yükselerek ona yürüdüğününde kızlarla aynı anda göz temasımızı kestik. Üçümüzün sesi aynı anda yükseldi.

"Barlas Durular!"

"Berkay Eralp!"

"Aşkım buraya gel!" Dediğim an Sumru ve İldem'den ters bakışlar almış bulunmaktaydım. Ne yani, böyle anlaşmamış mıydık? Ayrıca ben Asil'e Varal demek istemiyordum.

Üçü de durdu. Yavaşça bize döndüler. Sumru ve İldem aynı anda bir kolunu kaldırıp kapıyı işaret ettiler. "Dışarı!"

Asil'le göz göze geldiğimizde kollarımı açtım. "İçeri?"

Şuan kahkaha atıyorum çünkü herkes yanlış anladı!

Ne?

Ha.

Öyleli...

İçli dışlı Alinciğim, baya baya baya içli dışlı. Öyleli yaniii.

"Ya," kollarımı indirip somurttum. "Niye öyle bakıyorsunuz! Asil bir şey söyle şunlara!"

Her şeyin tersini yaparken kelimelerinizi dikkatli seçtiğinizden emin olun, ben yaptım siz yapmayın part bir.

"Siktirin gidin lan!" Herkesi ittirip dışarı çıkardıktan sonra işaret parmağını Sumru ve Berkay'a uzattı. "Siz ikiniz ayrı evlerde kalıyorsunuz!"

Asil kapıyı çarptıktan saniyeler sonra tekrar çalınınca öfkeyle kapıyı açtı. "Sizin belanızı- hayırdır birader?"

"Sakin ol birader, kalbe zarar. Bizim burada bir ağaç devrilmiş, elektrik telleri zarar görmüş. Yarına kadar elektrik yok, haber vereyim dedim." Bu güvenlikteki adamdı.

"Eyvallah birader, sen de kusura bakma. Arkadaşlara sinirliydim."

"Yok be, olur öyle arada. Hadi görüşürüz."

Kapıyı kapatarak bana döndü. "jenaratör var mı?"

"Bilmiyorum ki."

"Balta?"

Gözlerim dehşetle büyüdü. "Asil hayır, sırf kardeşinle aynı evde kaldı diye Berkay'ı kesemezsin!"

Bana baygın bir bakış attı. "Ağaç keseceğim, Alin. Hani elektrik yok ya. Elektrik yoksa tahmin et ne çalışmaz?"

"Kombi," dedim aydınlanmış bir ifadeyle. "Yani kimseyi kesmeyeceksin?"

"Ağaçları keseceğim."

"Berkay senin için ağaç kategorisinde olabilir mi?"

"Bilmiyorum."

"Ay yapma. Sen otur dinlen, biz çarşaf falan yakarız."

"Daha neler. Merak etme kimseyi kesmiyorum, sen dışarıya çıkma. İçerisi şimdilik sıcak. Ajandaya bir şeyler daha yaz, gelirim bir iki saate."

Ardından askıdaki montunu alıp ayakkabısını giydi ve çıktı. Arkasından somurttum. "Uslu uslu çizgi filmimi de izleyeyim mi anneciğim? Ajandaya bir şeyler yazmış, sanki çocuk kandırıyor ya." Masaya oturup dişlerimin arasına bir poğaça kıstırdım. "Doğru dürüst bir şey de yemedi ki."

Seni yedi çünkü.

Öksürmeye başladım. Poğaça boğazıma kaçmıştı. Son anda su içip biraz kendime gelmeyi bekledim. "Sen var ya, çok fena bir şey oldun."

Görevim hayatım, kibirle saçını omzunun üzerinden attı.

 

🍑

 

Yapabilirsin, dedi Arsız. Kızım biz neleri atlattık, bir dilim şeftaliyi mi yiyemeyeceğiz?

Mantık, Arsız bana kızım diyor!

Doktor kendi haline bırakın dedi, Mantık büyük bir sabırla hâlâ bana katlanmaya devam ediyordu.

"Ay yok," dilimi tekrar tabağa bıraktım. "Olmuyor, yapamayacağım."

Evde tektim. Çoktan öğleni geçmiştik. Evin ısısı kaybolduğu için odun sepetindeki hazır odunları kullanarak şömineyi yakmıştım. Asil hâlâ gelmemişti.

Ben de şeftali yemeye çalışıyordum.

Hadi, bir dilim şeftaliden korkamazsın. Kimsenin onu bizden almasına izin vermedik, duvarlarımda hâlâ şeftaliler çizili. Benim minnak da devreye girdiğinde iç çektim. Kafamın içinde garip bir şeyler vardı. Ama sanırım onlarla mutluydum. O meyve bizim bir parçamız, kimse yüzünden ondan nefret edemezsin. Kendin bile olsan.

"Tamam," diye fısıldadım. Tekrar dilime uzandım ve gözlerimi kapatarak dişlerimle ufak bir parça aldım. Lokma ağzımın içinde büyüdükçe büyüdü. Yemesi her zamankinden daha zordu ama hayır, kusmadım.

Kusmadım.

Ay ağlayacağım, dedi ağlak Alin. Titreyen dudaklarına parmaklarını bastırdı.

Tamam abartma, uykum geldi benim.

Abartsak iyi olurdu ama benim de var. Sevinçle kalan şeftalileri ağzıma tıkıp tabağı lavaboya bıraktım. Şömineye biraz daha odun attıktan sonra pikeyi alıp önündeki halının üzerine serdim. Bir tane de yastık getirip şöminenin önüne uzandım. Asil Gelene kadar biraz uzanabilirdim. Hava kardan dolayı kapalıydı. Tekrar yağacak olmalıydı.

Gözlerim ağırlaştı. Dakikalar sonra uykuya dalmıştım.

Tam olarak rüyamda neler gördüğümü hatırlayamasam da ufak çaplı bir sarsıntıyla uyandım. Gözlerim hafif loş odada Asil'in simasını seçti. Ve o an yerde bir tur dönderildim. Tekrar göz göze gelince dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Ne yapıyorsun?"

"Solucan olsaydın sever miydim diye test ediyorum."

"Ya beni pikeye doladın!" Kahkahama engel olamadım. "Asil!"

"Hmm," keyifli sesini duymamla pikeye bir kat daha dolanmıştım. "Bakayım," ciddiyetle beni incelediğinde ona cilveli bir bakış attım. Saçım başım dağılmış gözlerim uykudan uyandığım için şişmiş olmalıydı. "Maalesef, pek bir şey değişmedi. Solucan halinle de çok güzelsin."

Ardından yere uzandı ve beni üzerine çekti. Kollarıyla sıkıca sardı. "Bari pikeyi çıkarsaydık, sarma dürüm gibi hissediyorum kendimi."

"Cıks, kal öyle."

"Asil..." Diye sızlandım.

"Ben sarılıyorum zaten, yetmez mi?"

Başımla onayladım ve başımı boynuna gömdüm. "Yeter." Her zaman yeter.

Ben şeftalilerden önce sabahki poğaçalardan yemiştim ama Asil'in bir şey yiyip yemediğini bilmiyordum. "Bir şeyler yedin mi?"

"Evet."

"Afiyet olsun."

"Eline sağlık."

Bu terslikte bir iş var.

 

🍑

 

Kahvaltının ardından Asil salonda otururken ben de yatak odasına çıkmıştım. Beremi, eldivenlerimi ve Asil'in benim için aldığı montu giymiştim.

Yatağa oturup telefonumu çıkardım.

 

 

'Şeftalili kardan people' grubunu oluşturdunuz.

 

'Görümceminki, İkiziminki, Kimyager ve yayın evi sahibi ikiz, Mahkeme duvarı ve galbimin şeftalili lokumu'nu guruba eklediniz.'

 

Siz:

Siz: Eee nasıl giyor gençler ve genç hissedenler

Kimyager ve yayın evi sahibi ikiz: Aramızda en yaşlı yine Asil, genç hisseden derken ondan bahsetmiş oldun

Kimyager ve yayın evi sahibi ikiz: Baban yaşında adamla ne işin var ulan senin hemen bizim kulübeye gel

Siz: 

Görümceminki:

İkiziminki: Kıskanmanın da bir sınırı var ama ya. Barlas rahat bırak kızı. Aralarında iki yaş var.

Galbimin şeftalili lokumu: Senin belanı sikerim Barlas

Kimyager ve yayın evi sahibi ikiz: Grupta kaç tane kız var küfür etme lan mal deyneği

Galbimin şeftalili lokumu: İstersen özele geçelim, daha güzel kelimelerim olduğunu gösterebilirim

Siz: Hoppp alooooo ben siz özele geçin diye kurmadım bu grubu

Siz: 

Görümceminki: Yine hangi yaratıcı fikir sana bu grubu kurdurdu acaba merakla bekliyoruz şuan

Galbimin şeftalili lokumu: Berkay sabrımın son demleri, Alin'le doğru konuş

Görümceminki: ??????

Mahkeme duvarı: ?

Siz: Aha aynı anda! Allahhhh gerçek eylence

Siz: Aşıksınnnnnn dırırndıgdırım aşıksınnnnn sen aşıksın arkadaşşşş

Görümceminki: Kanka nolur sus

Kimyager ve yayın evi sahibi ikiz:

Galbimin şeftalili lokumu: Alin...

Siz: Ya ama Asil ben shiplemeyeyim mi? Ne var yani? Bu ponçik kalbim kırılsın mı yani? Hevesle başladığım işin sonu olmasın mı?

İkiziminki: Yuh Alin.

Kimyager ve yayın evi sahibi ikiz: O erkek değil ki nereden bilsin...

İkiziminki: Allah Allah, erkek olunca ne oluyormuş Barlas bey?

Görümceminki: NOKTALAMA KULLANMA KAFAYI YİYECEĞİM

Kimyager ve yayın evi sahibi ikiz: Berkay seni severim ama bir kez daha İldem'e büyük harf kullanma bozuşuruz

İkiziminki: ?????

Görümceminki:

Görümceminki: Grupta üç kız var üçünü de benden kıskanıyorlar ulan işe bak

Görümceminki: Benim gözüm sadece birinde o başka

Mahkeme duvarı: Yok sen dayak yemeden rahat etmeyeceksin

Siz:
Görümceminki:

Mahkeme duvarı: Alinnnn!

Siz: Ben de seni seviyorum Sumrucuğum

Siz: Ehhh yeter be

Siz: Çıkın ulan dışarıya karda oynayak

Siz: Ruhsuzlar iki gündür buradayız götünüzun üstünde oturmaktan ve ev basmaktan başka halt bilmiyorsunuz

Siz:

 

Aşağıya indiğimde merdivenlerin sonundaki Asil ile bakıştım. "Demek senin ponçik kalbin birileri sevgili olsun istiyor?"

Ben dilime de kalbime de Şeftali dilimleyeyim, olur mu?

Merdivenlerde bir adım geri gittim. "Sen dedin, bana suç atma."

Kaşlarını havalandırdı. "Ha ben uyduruyorum yani?"

"Estağfirullah, oladabilir."

Gözleriyle önünü gösterdi. "Buraya gel."

"Ben senin emir erin miyim!?" Dedim hararetle. "Çok istiyorsan git iki tane koruma bul kendine."

"Buraya gelir misin?"

Mahsun mahsun göz süzdüm. "Geleyim bari."

Merdivenlerin ucuna geldiğimde kollarımı açtım. Ellerimi kapatıp açtım. "Ben çok üşendim şimdi çıkmaya, sen alsana beni."

Derin bir nefes aldı. Bence hâlâ seviyordu beni, sorun yoktu. Sevgi su muydu, bitsindi?

"Gel bakalım," kollarımı boynuna sardığımda o da kollarıyla belimi sarıp beni kaldırdı. Bacaklarımı beline dolayarak başımı boynuna gömdüm. Bu kokuda sonsuza kadar uyuyabilirdim. Bu koku kaybolmasın diye neler yapmazdım ki.

"Gönül gözüm kapalı," dedim kafamı kaldırdığımda. Cilveli bir bakışla ona baktım. "Bilerek sana yazılıyorum."

"Senden gelecek cefalara nazlara, sazlara sözlere eyvallah," şarkının yarısını atlayarak bunu söylediğinde dudaklarımı büzdüm. Bir de tribünde marş söyler gibi söylemese iyiydi ya neyse, bu sese kurbandı.

Kapıyı açtığı an soğuk hava yüzümü ısırınca başımı boynuna gömdüm. "Çok garip bir şeysin, acayip hoşuma gidiyirsin."

"Sağol ya," dedi alayla. Ardından beni yere bıraktı. Evin ilerisinde orta yerde durmuştuk. "Hadi oyna."

"Çocuğunu parka mı salıyorsun sen ya?" Kolunu çekiştirdim. "Beraber oynayacağız. Tek başına kardan adam yapamam ben."

Listede ne varsa teker teker sileceğini söylemişti. O zaman benimle kardan adam yapsındı.

Yerden aldığım bir kar yığınını sıkıştırıp ona attım. Kar topu omzuna denk geldiğinde haylazca sırıtmıştım. Kaşları havalandı. "Savaş diyorsun?"

"Elinden geleni ardına koyma diyorum."

"Sen kaşındın." Kar topunu falan şeftalisine takıp üzerime gelmeye başlayınca arkamı dönüp koştum.

"Ya Asil! Hayır! Kar topuydu! Niye kovalıyorsun şuan sen beni ya!" Karda koşmak pek iyi bir fikir değildi. Belimden yakalayıp beni omzuna attı. Dudaklarımdan ufak bir çığlık çıktığında beyefendinin kıcıyla bakışmış bulundum."Asil!"

Üf şuna bir tane yapıştıracaksın.

Lan! Bak artık harbi harbi senden kıskanmaya başladım ben Asil'i. Bakma lan.

Birden kendimi karların arasında bulduğumda çırpınıp ayaklanmaya çalıştım. Asil Buna izin vermeyip üzerime kar yığmaya başlayınca kahkaha attım. "Ya! Bak kardan adam yapalım diye çıktık, ben kardan adam olacağım şimdi!"

"Bırak ulan!" diyen Barlas'ın sesini duyduğumda aynı zamanda da Asil üzerimden kalkmıştı. Her ne oluyorsa beni yine unutmuşlardı.

"Bak yeter ha!"

"Bence de yeter," diyen Berkay bilmiş bilmiş araya girdi. "Siz ikiniz kardeşlerinizi bir salın."

Vallahi canına susamıştı. Gelin beni boğun diyordu. Gel beni döv diyordu ya.

Üstümü başımı temizlediğimde iki el görüş açıma girdi. Sumru ve İldem'e gülümseyip ellerini tuttum. "Birbirlerini yemeden ayıralım şunları."

"Ben diyorum bak," dedi İldem. "Asil Senin ailenle damat adayı olarak tanıştığında daha büyük bir olay çıkacak."

"Abimi vurmazlar dimi?"

"Yok kız," omzumu omzuna vurup Sumru'ya sırıttım. "Sen Berkay için endişelen, abine bir şey yapamazlar ama o birazdan Berkay'ı dövecek."

"Kaşınıyor," diyerek başını iki yana salladığında İldemle onu onayladım.

"Beyler!" Diye bağırdım. Götüm donmuşsu, götüm! Şu kardan adamı yapıp kaçabilir miydik? "En iyi kardan adamı hangi grup yaparsa o kazanır. Herkes biliyor bence, toplaşın." Durdum. "Siz ayrılın ya."

İldem hararetle beni onaylayıp Barlas'ın kolunu tuttu. "Sataşma."

"Ben bir şey yapmıyorum ki," çocuk gibi Asil'i işaret etti. "Bu yapıyor!"

Ben de gidip Asil'in koluna girdim. "Hadi, en alt senin. Bir üstünü ben yapıyorum."

Berkay'a ve Barlas'a ters bir bakış atarak bana başını salladı. O alt yuvarlağı yaparken ben üstü için kar toplamaya başladım. Yaklaşık yarım saat sonra ona döndüğümde şaşkınlıkla duraksamıştım. Bizim kardan adamın ayakları vardı artık.

Yaptığım kar yığınını Asil'in yanına taşıyıp ona emanet ettim. "Asil Ben içeriden şeftali alıp geliyorum."

"Tamam güzelim."

Sendeledim. Ama düşmedim. Güzel güzel yürüyen ponçik kalbim hızla koşuyordu.

Şeftaliyi ve bıçağı alarak dışarıya çıktığımda gördüğüm görüntüyle bıkkın bir nefes aldım. "Allah da sizi bildiği gibi yapsın, ben artık size bir şey demiyorum."

Birbirlerine girmişlerdi yine.

"Ne bakıyorsun?" Diye bağırdı İldem. "Yardım et bize!"

"Geldim!"

 

🍑

 

"Ay dondum dondum dondum," paytak adımlarla ilerleyip içeriye girdiğimde Asil kapıyı kapattı. "Ben duşa giriyorum."

"Ben de şomineyi yakayım, sönmüş."

Sönerdi tabii, bir tane kardan adam yapalım demiştik adamlar işi sanata dökmüştü. Cani Barlas ve İldem bir kardan adamı yiyen bir sürü minik kardan adam yapmıştı. Asil bana tek gözü şeftaliden olan güzel bir minyon yapmıştı. Keşke sarı boyamız olsaydı da onu boyayabilseydim.

Berkay ve Sumru da yan gelmiş yatarak keyif yapan bir kardan adam yapmışlardı. Benim favorim kesinlikle bizimkiydi.

Sıcak bir duşun ardından üzerime havluyu sarıp Asil'e seslendim. "Ben çıktım!" Hızlı adımlarım yeni ısınan evin içinde üşümemek için yatak odasına ilerledi. Kendi çantama yönelmişken durdum. Asil'in çantasından bir kazak alıp üstüme geçirdim. Kendi iç çamaşırımı giyerek altıma bir şey alma gereği duymadım. Kazak kalçalarımın altına kadar geliyordu, elbise gibi olmuştu bana.

Aşağıya indiğimde Asil salondaki sehpanın üzerine bilgisayarımı koymuş, iki dumanı tüten kahve bardağını taşıyordu. Pıtı pıtı yanına ilerlediğimde kahveleri bırakıp kollarını bana sardı. Elleri omuzlarımda bir aşağıya bir yukarıya doğru gezindi. "Üşüyor musun?"

"Hm hm," diye mırıldandım. Ardından birden kendimi Asil'in kazağının içinde buldum. Hayır benim üstüme giydiğimden bahsetmiyordum. Asil Beni kazağının içine sokmuş, başımı kendi başının yanından çıkarmıştı. Kazağın altında bir şey olmadığı için elim sıcak tenine değdi. Beline sarılıp başımı göğsüne yasladım. "Yoruldum."

Beni kucağına aldı. Bacaklarımı ona sardım ve beni taşıyarak koltuğa oturdu. "Hadi film izleyelim."

"Şifre 1221215, bir tane köpek balıklı film vardı. İndirmiştim. Onu izleyebiliriz."

"Ne kadar çok bir ve iki var."

"Benimle alakalı değil, senin ismin o."

"Ne?" Duraksadı. "Nasıl?"

"Alfabede sayılar senin isminin harflerine denk geliyor," başımı kaldırıp şaşkın yüzüne baktım keyifle. Ardından uzanıp dudaklarımı onunkilere bastırdım. Bir iç çekişle ayrıldım. "Aç da izleyelim."

Şokunu atlattığında bir şey söylemedi. Filmi açtı. Ben göğsünde ve kucağında uzanmışken o da arkasına yaslandı. Eli iki kazağı da geçerek çıplak belimi buldu. Belimde sakince geziniyor, sanki bu onu rahatlatıyormuş gibi huzurlu bir ifadeyle önünde birilerini yiyen köpek balığını izliyordu.

Kazağının içindeki sıcaklığına sokuldum. "Asil Sen köpek balıgısını gördün?"

Başını salladı. "Gördüm."

"Aa, bacağını yedi."

"Acır."

"Acaba köpek balıkları onları tüm mü yutuyor yoksa kanını içince salıyorlar mı? Ama kanı da suda nasıl içecek? Ay çok garip.

Ben mırıldanırken kokusunun ve sıcaklığının eskisiyle mayışmıştım. Gözlerim ağır ağır açılıp kapandı. Ardından uykuyla uyanıklık arasında onun sesini duydum.

"Mısır?"

 

🍑

 

Şiddetli bir ses geliyordu. Sürekli bozuk ritimlerle bir yere vurluyor kulak tırmalıyordu. Yüzümü buruşturarak gözlerimi araladım. Yatakta uzanıyordum. Asil'in kazağının içindeydim hâlâ. Gece hayal meyal Asil'in beni uyandırıp bir şeyler yedirişini anımsıyordum. Sonra buraya taşıyışını. Ve tüm bu süre boyunca beni kucağında gezdirdiğini hatırlıyordum.

"Asil kapı," dedim huysuzca.

"Tamam," beni kazağın içinden çıkarmaya çalışınca huysuzlandım. "Ne oldu?"

"Ay ben de geleceğim," dedim uykum açılınca. "Beni de indir."

Güldü. Göğsünde uzanırken küçük bir sarsıntı sayesinde fark etmiştim bunu. Belime sarıldı ve yataktan dikkatlice kalktı. Benimle birlikte merdivenleri inip kapıyı açtığında Sumru ile karşılaşmıştık. Telaşlı bir hali vardı. Belli olmuyordu ama biraz telaşlıydı.

"Abiciğim, ne oldu? Bir şey mi var?"

"Abi ben dün gece Berkay'a git yan tarafta kal dedim, çıkmış ama gitmemiş. Basamaklarda oturmuş tüm gece. Ateşi var."

"Gebersin," diye homurdandığını duyunca tenini tırnakladım. "Rahat dur."

Kazağın içinden çıktım. "Geliyoruz şimdi Sumru, sen git bak bakayım." Bana başını salladı. Ben bir koşu tekrar yatak odasına girdiğimde canım arkadaşımın mallığına söverek bacaklarıma pantolonu geçirdim.

"Niye geliyoruz yani?" Diye söyleniyordu arkamdan gelen Asil. "Kız git başka yerde kal demiş, ne diye salak salak hareketler yapıyor?"

"Asil," diye uyardım. Bunlar birbirini kıskanacağım diye gerçekten öldürürlerdi. Onun elini tutup çekiştirdim. Evin kılıfını alıp kapıyı kapattım. Berkay hâlâ orada oturuyordu. Sumru da başındaydı.

"Ya ama ben hasta ol diye atmadım ki, git yan evde kal dedim sana."

Berkay başını iki yana sallayarak ağzının içinde bir şeyler söyledi, anlamadım.

"Ne olmuş?" Diyerek önlerinde durdum.

"Bu karı beni sokağa attı, hasta oldum ben!" Berkay bağıra bağıra iki merdiven yukarıdaki Sumru'yu işaret ettiğinde Sumru onun ensesine sert bir tokat yapıştırdı.

"Karı sensin! Karı ne? İnşAllah zatürre olursun!"

Berkay sendeleyip önündeki ilk bacağa, Asil'in bacağına sarıldı. Burnunu çekti. "Ha bu kari beni döveyi."

Yine nereli olduğunu şaşırdı.

Asil iğrenir gibi onun ensesinden tutup kendinden itti. "İyi yapayi ha o kari!"

Aşkım sen de mi?

"Abi!"

"Ne abi abi abi!? Atın şu malı arabaya hastaneye götürelim, ölecek falan başımıza bela olmasın. Ateşi de olmuş neredeyse 40."

Bu sözler üzerine her şeyi toparlamış Berkay'ı ve Sumru'yu bizim arabaya almıştık. Bir hafta diye geldiğimiz tatilden iki gün sonra ayrılıyorduk.

Başımı arabanın camına yaslayıp buraya baktım. Hayatımın en güzel günlerinden ikisiydi.


13550 kelime.

Şöyle de bir haber vereyim, diğer bölüm beklediğiniz sahne geliyor jxakxkskx

Şimdi bir gonuşalım. Okul açıldı. Biz olduk mu şimdi 11 sayısal? Yedik mi boku? Olduk, yedik. Ne TYT var elimizde ne paragraf ne problem.

Anlayacağınız, bu sene ben bir yavaştan başlamalıyım. Öyle sınava çalışayım oldu bitti yok, O diş gelecekse o masaya oturulacak arkadaş.

Bu tabii ki bölümlere de yansıyacak, gecikmeler olur da ne kadar olur bilmem. Ben size haber veririm, olmadı Instagram'dan alıntı atarken haber veririm. Hadi bay, siz bölüme ben derse. (Evet şimdiden şşşht.)

Bölüm fotoğrafları ve yeni bölüm alıntıları için Instagram hesabı= yazarcennomi

 

Loading...
0%