Yeni Üyelik
37.
Bölüm

35_◍Nefesim ol

@cennomi

Keyifli okumalar.

"Kanka ne olur ben çıkarayım, ben beş sene orada kaldım ama nasıl öğrenmişim bunu, sular seller gibi. Zaten bunların içinde iğne yok. Sadece plastik var o da canını yakmaz. Söz bak, bir şey olmayacak. Çekiyorsun çıkıyor, ben yapayım mı?”

“Lan bir yürü git yalancı!” Dedi Berkay hayretle. Uzandığı hastane sedyesinde keyfi ben konuşana kadar gayet iyiydi. “Su gibi yalan söylüyor. Vermem kolumu kimseye,” durdu yanı başında oturan Sumru'ya baktı. “Sen hariç, iste şu böbreklerin ikisi de senin.”

“Aynen salak, zaten senin idrar gibi bir sorunun yok. Ver ikisini de ne olacak.”

Berkay bana ters bir bakış attı. “Şurada romantik olmaya çalışıyorum beni bozmasana be sen!”

Ona dil çıkardığım gibi birkaç kişinin olduğu serum bölgesinden çıktım. Asil kapıda tanımadığım birisiyle konuşuyordu. Adam oldukça yapılıydı ve Asil’den sadece birkaç santim kısaydı. “Asil,” dedim annesine kardeşini şikayet etmeye gelen bir çocuk gibi. Kollarımı beline sarıp başımı omzuna yasladığımda kolu belimi sardı. “Berkay serum şeysini çıkarmama izin vermiyor.”

“Hmm,” adama bir işaret verdiğinde başını sallayarak uzaklaştı. “Nasıl izin vermiyormuş, gidelim bize de izin vermesin bakalım. Zaten dayak yemeye niyetliydi.”

“Hayır kesinlikle olay çıkarmıyorsun, ateşi yeni düştü.”

Bungalovlara en yakın hastane bu devlet hastanesiydi. Acilde perdelerle ayrılmış bölümler vardı. Berkay’ın yediği ikinci serumdu. Bir ateş düşürücü, iki serum, soğuk kompres ve bir tık azarla artık eskisine yakın bir şey olmuştu.

Ama Asil onu hırpalarsa toparlayabilir miydik, şüpheliydi.

“Bana koruma o ırz düşmanını,” diye homurdandı. Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. Irz düşmanı? “Olay çıkaracağımı falan da söylemedim ayrıca,” bana yan bir bakış attı. “O senin meziyetin.”

“Adımız çıkmış dokuza inmiyor sekize!” somurtarak ondan ayrılıp içeriye yöneldim.

“Doğru söyleyeni de dokuz köyden kovuyorlar yani.” Hiç altta da kalmasındı beyefendi.

Bence bir noktada altta kalabilir. Bizim için sorun yok, ufaklığın gözlerini bağlarız.

Siz lütfen bir durulun ya. Valla. Arada nefes almak da iyi gelir diyorlar, dışarı çıkın gezin biraz.

Asil içeriye girdiğimizde durmadan Berkay’a ilerledi. Üzerine gelen bir adet dev nektari ağacını gören gariban şeftalinin gariban kankası kaşlarını çattı. Ardından sedyede doğrularak serum direğini çekiştirdi. “Alin dururken benim mi ırzıma göz diktin ulan, ne yapıyorsun!?”

“Kes zırvayı,” hiç kendini bozmadan kolunda serum olan kolunu tuttu. O Berkay’ın kolunu öne uzattığında Berkay da başını Sumru’ya çevirdi. Şaşkınlıkla ortamı izleyen Sumru artık bir sabır kupasını kazanmış bulunmaktaydı.

“Görüyorsun dimi? Abin beni suçsuz yere öldürecek. Ondan sonra çok ağlarsın mezarımın başında niye bu çocuğa bir şans vermedim diye. Hadi kalk topraktan dersin de gelemem.”

“Berkay,” dedi Sumru dişlerinin arasından. “Acıtasyon yapma.”

“Öleyim de gör! Vicdansız karı!”

“Seni parçalarım!”

“Güzel karı ama,” diye göz süzdü Berkay. “İyisinden. İyi anlamda yani. İyi vicdansız.”

Yok kurtarmıyordu. Ben şahsen inanmamıştım.

“Ne alıyorsan al şu itten,” gözlerimi kırpıştırarak ona baktığımda derin bir nefes aldı. “Ne oldu?”

“İzin vermedi ki.”

“Ben veriyorum, çek.”

“Neyi çekiyor ulan, vermiyorum kolumu falan! İmdat! Burada dünyanın en yakışıklı ve en komik adamını öldürüyorlar! Verin ulan kolumu!”

“Vermiyoruz kolunu!” diye sinirle ona baktı Asil. “Ver şu izni, çıkarsın serumu. Kafanı dağıtırım senin.”

“Ya hayır,” çocuk gibi omuz silkerek ayağımı yere vurdum. “Tehdit de etmeyeceksin!”

“E nasıl ikna olacak bu si-” durdu. Derin bir nefes aldı. Sakince bana döndü. Göz göze gelince kaşlarımı havaya kaldırdım.

“Evet, küfür de yok.”

“İmdat!”

“Berkay sus!”

Berkay olduğu yere sindi. “Tamam, kara kraliçe.”

“Ya sabır!”

Asil’le bakışmaya devam ederken çok masummuşum gibi omuz silktim. Ben sakindim. Şuan tek derdim de Berkaydaki serum aparatını çıkarmaktı.

“Berkay,” sabırla nefeslenen Asil’i izledim. Acaba hangi noktada onu boğazlayacaktı? “Uzat hadi kolunu.”

Berkay nah çekti. “Al sana kol.”

“Gel ulan buraya!” Berkay’ın üzerine atladığında Barlas Asil’i tutup geriye çekti. “Ulan bırak da temiz bir döveyim şunu!”

“Sen onu döversen o sırada Alin’i alır kaçarım.” Barlas söylediği sözlerin ardından öfkeli bir bakış aldı.

“Hele bir dene,” dedi Asil buz gibi bir sesle. “Onu benden uzak tutmayı bir dene bakalım o zaman neye dönüşüyorum. O istemediği sürece kimse uzaklaştıramaz.”

Bazen bir kalp, bazen bir söz her şeye bedeldi. Size verilecek bir sevgi sizi büyüten en güzel şeydi. Sevgisizlik insanı her yönden vurur, yıkar geçerdi. Bu yüzden en ufak sevgi bile kalpte fırtınalara yol açabilirdi. Asil’in ise tek bir sözü milyonlarca sevgiye bedeldi.

Ne yaparsam yapayım, hep gelebileceğim bir yer vardı. Öyle değil mi? O her şeye ve olabilecek her ihtimale rağmen kapıyı bana açık bırakacak tek kişiydi.

Sakinleşip kenardaki tekli koltuğa oturdum. Ama bir çocuk gibi gözlerimin hüzünle kısılmasını engelleyememiştim. Kirpiklerim arasından Asil’e mahsun bir bakış attım. “Sorun değil, o kadar da istemiyordum zaten.”

“Siktir! Kolunu hemen vermezsen kesip bir yerlerine montelerim!” Gözlerimdeki mahsun bakışı görür görmez alevlenmişti. Elalarında yakıcı bir his belirmişti.

“Kol ulan bu!” diye itiraz etti Berkay. Hepimizi canımızdan bezdirmişti.

“Sorun değil,” diye seslendim tekrar. Elaları yüzümde gezinince ona gülümsedim. Gözlerimde yine aynı hüznü görürse bu sefer gerçekten onu öldürebilirdi. “Gerçekten Asil, o kadar da önemli değil.”

Ama bunu nedensizce çok fazla yapmak istiyordum.

Ve yüzümdeki ifadeyi ne kadar kontrol altında tutsam da gözlerim için yapabileceğim çok bir şey yoktu. Beni her zaman gözlerimden okuyan adam için ise hiçbir şey yapamazdım, anlıyordu. Keşke de diyemezdim ama. Keşke hiç gözlerimden anlamasaydı diyemezdim. Çünkü o zaman yıllar önce sadece tanışmış ve ufak bir iyilikle ayrılmış iki insan olacaktık. O her zaman anlamış, anladıklarına sarılmış, duyduklarına değil gördüklerine inanmış ve her zaman bu değerlere sahip çıkmıştı.

O kalmış, ben kaçmıştım. O istemiş, ben korkmuştum. Korkularım yüzünden kendimi hayali bir zindana tutsak etmiştim.

Onlar için gittiğimi söylemiş ama aslında korkularıma yenik düşmüştüm. Nasıl böyle bir batıl inanca kurban gittiğimi anlayamıyordum ama bildiğim tek bir şey vardı. Kaderi engelleyemezdim. Kaderde ölmek yazılmışsa evren bir şekilde yazılanı gerçekleştirir, düzeni korurdu.

Onlarla daha çok zaman geçirmeliydim.

Onları daha çok sevmeliydim.

Sevdiğimi onlara hissettirmeliydim.

Kaybedecek bir tek onlar vardı ve ben onları kaybetmek istemiyordum. Hâlâ zamanım varken neden onlardan kaçayım ki?

“Alin,” Berkay’ın pes etmiş sesini duydum. Bakışlarım daldığı hastane parkelerinden ayrılıp onu buldu. Serum takılan kolunu isteksizmiş gibi bana uzattı. “Tamam üzülme, çıkarabilirsin.”

“Yok,” başımı iki yana sallayarak reddettim. Ayağa kalktım. “Ben bir hemşire bulayım. O çıkarsın.”

“Şimdi de çıkarttırmıyorum ulan!” Sumru’ya beni işaret etti. “Hemşire gelirse alma içeriye. Yemin ederim namusuma kastediyorlar diye bağırırım. Şu çıkaracak bunu!”

Eskiden olsa ona karşılık verir, sinir ederdim. Şimdiyse sadece güldüm. Neden bilmiyorum. “Öl vicdan azabından. Çıkarmıyorum. Kırdın kalbimi! Keşke kolumu verseydim de çıkarsaydı de, geber!”

Sinirden kıpkırmızı oldu. “Bana bak atlarım pencereden!”

Dil çıkardım. “Zemin kattayız!”

“Ambulansın önüne atlarım!”

“Arkandan gelirim.”

“Asil tutar seni mal,” dedi nispet yapar gibi. Resmen bana ölümün nispetini yapıyordu. “Bok gelirsin.”

“Kafayı yiyeceğim,” diye hayıflandı İldem. Oturduğu tekli koltukta elini başına yasladı. Barlas da onun yanındaki duvara yaslanmış ayakta duruyordu. “Hiç büyümüyorlar. Ben cidden yaşlandım.”

“Kendine haksızlık etme,” diye karşı çıktı Barlas. Onların arasındaki ilişkiyi hâlâ anlayabilmiş değildim. İldem kimseye o tür bir yakınlık kurmuyordu ama bunu Barlas’a da yapmıyordu. Barlas da onun çizdiği görünmez ve dile gelmemiş çizgileri aşmamakta kararlıydı. Belki de sabırlı olursa bir gün bir gelecekleri olduğuna inanıyordu. Bense buna yıllardır inanıyordum. Arkadaşımı ve ikizimi mutlu görmek istiyordum. Bu yüzden onların da bir evin içerisinde olmaları için ısrar etmiştim. “Onlardan bir farkın yok.”

“Sen bana çocuk mu dedin?”

“Ne? Hayır. Sadece hâlâ yaşlanmadığını söylemek istedim. Kaç yaşındasın ki daha?”

“Sana kadınların yaşı sorulmaz demedi mi kimse?” diye terslendi İldem. Katıydı. Bazen oto kontrolünü elinden kaybetse bile hep sınırları vardı. Bazen Berkay ve bana karşı da sınırları olduğunu hissederdim. Hiçbir zaman kimseye tam anlamıyla güvenmemişti. Bize bile. Evet değer vermişti ama biz onu hiç kendi dünyasındakilerden kurtaramamıştık. Biz bir yol yürümüştük ve o da sadece bize eşlik etmişti. Biz yürümüştük ve belki de o sürüklenmişti.

“Negatif varlıklar,” ikisine de burun kıvırıp Berkay’ın başına dikildim. “Ver hadi. Kıyamadım vicdan azabı çekmene.”

“Aynen,” dedi alayla. “Kesin bana kıyamadın.”

“Çok konuşma,” komidindeki pamuğu avucuma alıp aparatın üstündeki bantları çıkardım. Hiç hemşirelik yapmamıştım ama geçtiğimiz beş yılda çok kez serum yemiştim. Raskol abinin bana doğru düzgün bir şey yediremediği için zorla serum verdirtmişliği çoktu. Vitaminlerin bir çoğunu serumlardan alıyordum. Her zaman ölmeyecek kadar yediğimi söylerdim ama Raskol abi olmasa kendi kendimi açlıktan öldürebilirdim de. Yemek yiyemiyor, yediklerim bir çoğunu kusuyordum. İçim almıyordu.

Kendime vurulan serumları acımadan söküp atmışlığım vardı ama bazen bunu bile yapamayacak kadar halsiz de olabiliyorum. O anlarda sadece serumu izliyordum. Nasıl yapıldığını ezberlemiştim. İçindeki iğne değil, plastikti. Bu yüzden çekerken başka bir damara girdirme ihtimalim oldukça düşüktü. Herhangi bir tehlike olduğunu sanmıyordum. Gerçi Akan burada olsa daha iyi bilirdi ya.

Ben doktorum, ben daha iyi bilirim, diyeceğinden de adım gibi emindim.

Ben sakin ve durgun olduğum için Berkay daha fazla bana takılmadı. Belki de kafamın içinde sürekli boğuştuğum bir şeyler olduğunu anlamıştı. Sessiz kalarak beni izledi. Ta ki ben Asil’in elini belimde hissedip heyecanla aparatı şak diye çekene kadar.

“Lan!” diye bağırdı Berkay. “Hemşireliğine tüküreyim senin ben! Oha kana bak!”

Barlas yüzünü buruşturup gözlerini kapattı. “Beni kan tutuyor.” Allah Allah, evin altındaki deneyleri de suyla yaptı herhalde.

Ama şuan daha büyük bir sorunumuz vardı. Berkay’ın iğne deliğine bastırdıgım pamuk kıpkırmızı olmasına rağmen kanaması durmamıştı. Resmen küçücük deliği genişletmiştim. Bir damla ağır ağır pamuğun altından sızıp kolundan yere düştü. Başımı çevirip kolunu hâlâ belime sarılı tutan Asil’e ters bir bakış attım. Bilerek dikkatimi dağıttığına dair süphelerim vardı.

“Yaptığını beğendin mi?”

Dudağı sağ yanağına doğru minik bir kavis kazandı ve bana gurur dolu bir bakış attı. “Kesinlikle yaptığın şeye bayıldım. Daha iyisini de yapabilirsin ama.”

“Kıskanç."

“Seni ve kardeşimi kıskanmam gayet doğal,” dedi umursamazca. “Ayrıca bu konuda bana kızamazsın. Bırak şu itin kolunu da, çıkartmak istiyordun çıkardın işte. Bırak kanasın.”

“Lan kolum koptu!” Diye bağıran Berkay’a umutsuz bir bakış attım. İflah olmaz bir kişilikti. “Hakkımı helal etmiyorum ulan! Eşhedü Enla ilahe illallah!”

“Savaşa gitmiyorsun kıt beyinli,” Sumru başını iki yana sallayarak dışarı çıktı.

Berkay Sumru’nun arkasından mahzun bir bakış atarak İldem’e döndü. “Kalbimi kırıyorlar benim. Hem damarımı hem kalbimi incitiyorlar. Yazık değil mi bana, Kızıl?”

 

🍑


Nefes al, bir daha. Bir daha da seni kimse üzemez.

​​​Radyodaki ses, Mustafa Sandal’a aitti. Başım arabanın camına yaslıydı. Gözlerim bomboş bir amaçla yolda geziniyordu. Gerçekten iyi olmak ve bir şeyleri düzeltmek için çabalıyordum ama bazı anlarda pilim bitmiş gibi öylece kalıveriyordum. Yılların alışkanlığıydı belki de. O kadar çok sessizdim ki, konuşmaktan yorulmuştum belki de. İnsan yorulur muydu hiç nefes almaktan? Hiç bu bile zor gelir miydi bazen? Bu kadar acımak nasıl mümkün olabiliyordu?

“Ne düşünüyorsun?” Asil’in sesi zihnimdeki sisin içerisine sızdı. Yola dalan gözlerim onu buldu. Sisin içinde onu dağıtan parlak bir elmas vardı şimdi. Onun karşısında yetersiz kaldılar.

Gözlerim yol kenarındaki mısır arabasına değdi. “Kenarda durur musun?”

Sorgulamadı. Sakince kenara çekip gözlerini bana dikti. Arabada tektik. Asil, ikna çabalarım sonucunda diğerlerini kendi haline bırakmıştı. Eve dönüyorduk. Adana’nın içerisindeydik.

Arabadan inip mısır arabasının önünde durdum. Saldalyede genç bir çocuk oturuyordu. Henüz on beş yaşlarında gibiydi. “Kolay gelsin,” diye seslendim.

Çocuk sesimle başını telefonundan kaldırıp bana baktı. “Sağol abla. Vereyim mi bir bardak?”

“Çok iyi olur valla,” benim arkamdan gelip yanımda beni bekleyen Asil’e döndüm. “Sen de yiyecek misin?”

Başını iki yana sallayarak reddetti.

Çocuk bardağımı hazırlarken, “Okuyor musun?” diye sordum.

Başını salladı. “Meslek lisesi.”

“Ne istiyorsun peki?"

“Kısmetse hemşirlik abla. Sen?”

“Bende işler karışık ablacım ya,” dedim gülerek. “Pilot sayılırım. Bak sana ne diyeceğim, sizin staj işleri nasıl ilerliyor bilmiyorum ama ihtiyacın olursa beni ara. Birkaç tanıdığım var, yardımcı olurum sana. Kağıt kalemin var mı?”

Çocuğun dudaklarında bir tebessüm oluştu. “Kandırmaca yok ama?”

“Olur mu? Tek bir telefona bakar. İsmin ne senin?”

“Fatih,” telefonunu uzattı. “Kağıt kalem yok ama telefona yazın isterseniz.”

“Alin ben de,” telefonu alıp Asil’i işaret ettiğimde, Asil telefonun elimden aldı. Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım.

“Ben yazayım, beni arasın. Sana söylerim güzelim.”

“Sevgili misiniz? Çok yakışıyorsunuz valla abla,” bardağımı uzattı. “Allah ayırmasın abi."

“Sağol koçum, eşim o.”

Ney?

Neyin?

Hayatım bize de söyleseydin? Biz de burada günaha giriyoruz sanıyoruz edepli edepli oturuyoruz.

Sen mi? Mantık Arsıza göz devirdi. Sen edepliysen ben kilise rahibesiyim.

Ben ne oluyorum? Diye seslendi küçük Alin.

Hücre.

Hey!

“Sen geç arabaya, parasını verip geliyorum ben de şimdi.” Onu başımla onaylayarak kendimi zorlukla ön koltuğa attım.

Yanaklarımın kızarma gibi bir huyu yoksa bile şuanki yanma hissinden sonra kesinlikle vardı. Kaşığa tepeleme doldurduğum mısırı ağzıma sokarak kirpiklerimin altından Asil’e baktım. Ardından da sanki beni siyah filmli camlardan görebilecekmiş gibi kafamı çevirdim.

Utançtan ölüyordum galibamsı.

Ardı ardına iki kaşık daha tıktım ağzıma. Engel olamadığım çaresiz bir inleme eşliğinde kafamı torpidoya yasladım. “Tek kelime ya, çok bir şey de söylemedi ki. Noluyor yani?” Derin bir nefes aldım. “Sakin ol be. Alt tarafı karım dedi. O beni on beş yaşındaki bir çocuktan mı kıskandı az önce?” Sırıttım. “Ay karım dedi, midemdeki şeftaliler tepişiyorlar.”

Kafamı kaldırdığımda Asil’i elinde poşetle arabaya binerken gördüm. Arabaya bindiğinde kocaman poşeti kucağıma bıraktı. Hayretle soludum. “Bu ne, Asil?”

Netti. “Süt mısır.”

“Onu anladım da niye bu kadar çok? Nasıl yiyeyim ben bunun hepsini?” Zaten doğru düzgün bir şey yiyemiyordum. Sadece canım çekti diye süt mısır istemiştim.

“Bitecek onlar," dedi sadece. Ardından arabayı çalıştırdı. Poşeti açıp bir kiloluk plastik kutuya baktım. Derin bir nefes aldım ve kapağını açıp kaşığı daldırdım.

Kaşığı Asil’e uzattım. “O zaman beraber yiyelim.”

Yüzünü buruşturarak başını çekti. “Sen yesen daha iyi olur. Yemiş kadar olurum.”

“Asil,” diye sızlandım. Kirpiklerimin altından ona mahzun bir bakış attım. “Lütfen?”

“Sadece bir kaşık,” dedi uyarı eşliğinde pes ederek. Uzattığım mısırı almak için yavaşladı. Bir tane dedi ama yol boyu ona uzattığım her kaşığı yedi. Ve ben şaka maka bir kilo mısır yemiş bulunmaktaydım. Tek başıma değildim ama resmen yemiştik o kadar mısırı.

Eve yaklaşırken poşeti bağlayıp ayaklarımın ucuna bıraktım. Gözlerim bir yolda bir onda gidip geliyordu. En sonunda içimdeki karmaşaya yenik düşmemek için ona döndüm. "Şimdi ne olacak?"

"Ne konuda?"

"Bizim için," dedim fısıltıyla. "Yani yine seni kaçırmam gerekecek mi? Arada yapabilirim ama sorun değil. Ne olacağız?"

Sadece onunla değil herkesle ilgili merak ettiğim şey buydu. Eskisi gibi olabilir miydik?

"Geleceği göremiyor musun?" Gözlerini kısa bir an yoldan çekip bana baktı. Yıllar sonra bile hâlâ bana böyle güzel bakıyor olması kalbimi sızlattı. "Ben görebiliyorum. Yanımda olduğun sürece bizim için sadece tek bir ihtimal var. Aksi mümkün bile değil."

"Henüz hiçbir şeyi düzeltemedim," dedim. Sesim çekingendi. İhtimaller bizim için hâlâ mümkün müydü?

Uzun uzun bana baktı. Ama eninde sonunda yola dönmek zorunda kaldı. "Bırak dağınık kalsın. Bu kez de senin için ben toparlayayım. İzle sadece, bizim için bir gelecek var, şeftali. Mutlu bir gelecek. Bunu kimse engelleyemez."

Benim dağıttığımı toparlamak istiyordu. Benim açtığım yaraları sarmak istiyordu.

O beni hiç yormamıştı ki. Onu yoran hep bendim.

O hep bir arada olmamız için çabalamıştı.

"Ben hiç toparlamadım ki."

"Çünkü sen dağıtmayı seversin," bekledi. Saniyeler sonra arabayı kenara çekti ve bana döndü. Gözlerim her hareketini izliyor üzerinde geçmişin özlemiyle dolanıyordu. Elini çenemde hissettiğimde dokunuşuna çekildim. Baş parmağını sus çizgime bastırdı. Sıcak teni dudaklarımın üzerinden kayarak alt dudağımın tam altına yerleşti. "Seni gördüğüm ilk gün de, şimdi de aynısın sen. Ne yaşadıkların değiştirsin seni ne de hayatına girenler. Sen bu olduğun halinle mükemmelsin. Bir şeyler yaşadık, olabilir. Bir şeyler değişti, olabilir. Dünya dönmeye devam ettikçe çok fazla şey değişecek. Sen hayatıma girmeden önce ben bu kadar mutlu değildim Alin. Kısacık bir an geldin bana, ama inan ki uzun yıllardır beni kaplayan tek şey sendin. Seni seviyorum ve hiçbir şeyini değiştirmek istemiyorum. İstediğin kadar dağıt, ömrünün sonuna gelene kadar ben arkandaki dağınıklığı toplayarak seni izlerim."

Dudaklarım titrediğinde gözlerimden sızan bir damlayla daha fazla dayanamadım. Sızlanır gibi, nefeslenir gibi, "Asil," dediğimde hıçkırdım. Gözlerim kapandı. Bir elim yakasını bulduğunda onu kendime çekerek başımı boynuna gömdüm. "Özür dilerim. Özür dilerim. Özür dilerim."

"Dileme," beni sarmaladı. Bedenimi hiç ağırlığı yokmuş gibi kaldırıp kucağına çekti. Başını boynundaki başıma yaslayarak kolumu yatıştırı bir şekilde okşadı. Eli kolumda bir yukarı bir aşağı gidiyordu. "Ben biliyorum seni. Okuyorum. Görüyorum. Geçmişe dönemezsin güzelim, ama gelecek bizim elimizde. Ben o gelecekte seni asla bırakmayacağım."

İç çekişlerim eşliğinde dudaklarımı köprücük kemiğine bastırdım. "Hiç gitme olur mu?"

"Asla."

"Ben saçmalayabilirim arada, ona da izin verme."

"Saçmala, düzeltiriz."

"Seni seviyorum," dedim fısıltıyla. "Şeftalilerden daha fazla." Kendimden daha fazla. Yokluğunda hiç şeftali yiyemedim ama sen bunu bilme, benden daha çok acır canın.

"Solucan ya da yarasa olsan bile," dediğinde gözyaşlarım arasında dudaklarımdan kısık bir kıkırtı çıktı.

"Peki ben ağaç olsaydım? O zaman da sever miydin?"

"Ağaç olsan bile, nefesim. Ne olursan ol, sen yine bana gelirdin. Ben yine seni severdim."

 

🫠

 

"Salaklar," diyerek burun kıvıran abimin hangisi olduğunu birazdan tahmin edebilirdiniz. "İnsan okur da bir doktor olur. Ben doktorum, bana da verin şu çilekten!"

Evet, kendisi bizzat Akan Durular oluyor.

"Bir kere bana gelmişti de ben istememiştim, beni kan tutuyor." Barlas'ı da gördünüz mü? Salaklar sürüsünün içinde harcanan bir adet de ben vardım. Koralp abimi işin içine katmıyordum tabii ki.

"Az ufak at," Mirza çekirdeği çitlerken bir yandan da laf yetiştirmeden duramıyordu. "Gerçi büyük de atabilirsin, abin anca doyar."

"Anne oğlun küfrediyor!" Diye bağırdı Akan abim. Biz odalarımızın olduğu katta, ortak alanımızdaki oturma grubunda amaçsızca çekirdek, kola, meyve kombinlemişken annemler de aşağıda dizi izliyorlardı.

"Kesin sesinizi!" Diyen annemin sesi geldiğinde Mirza şevk içinde Akan'a orta parmak gösterdi. "Diziyi kaçırırsam sizi oynatırım!"

Akan narlarını atmaya kıyamamış olacak ki önce sakince narları sehpaya koydu, ardından uzanıp arkasındaki yastığı Mirza'ya fırlattı. O sakindi, tek eliyle yastığı arka tarafa yönlendirdi. Sinir bozucu bir ifadeyle sırıttı.

Akan derin bir nefes aldı. Akan sinirlendikçe Mirza'nın zevke geldiğini anlamış, arkasına yaslanmıştı. "Neyse ki hayatım boyunca hiç sınıfta kalmadım. Kalanlar düşünsün."

"Ben bunu döverim," diyerek bana çevirdi başını Mirza. Ben çift kişilik koltukta canıma minnet yayılmıştım ve heyecanla çıkacak olası bir kavgayı bekliyordum. "Beş yıl önce de bunu öne sürüyordu, şimdi de."

Omuz silktim umursamazca. "Ben de hiç sınıfta kalmadım."

"Alin!"

"Koralp abi," diyerek masumca abime baktım. "Bana bağırıyor ama bu. Benim minnoş kalbim kırılıyor sonra."

"Dalağını sökerim, Mirza. Karışma kıza."

"Lan ne dedim ki!?"

"Abi bana lan da diyor!" Diye yükseldim.

"Mirza!"

"Kafayı yiyeceğim!"

Keyifle ağzıma bir dilim şeftali atarak abime öpücük attım. "Bir tanesin, eşin benzerin yok senin var ya."

Başını eyvallah der gibi eğdi. Dudağının kenarında asılı kalmış bir gülümseme vardı. "Yavşama, beğen geç."

"Yavşamak demişken," hızla yerimde toparlandım. Oturur pozisyona gelirken ciddiyetle etrafımdaki dört erkeğe gözlerimi diktim. Ellerimi ciddi bir iş konuşmasındaymış gibi birbirine kenetlediğimde bizimkiler değişen havamdan etkilenerek dikleştiler. "Ne zaman evleniyoruz?"

Koralp abim bocaladı. "Ne?"

"Kiminle?" Dedi Mirza da. Bir anda yüzü kıpkırmızı kesilmişti. "Vermiyorum kızım seni ben. Dün geldi bugün gitmeye niyetleniyor. Hayırdır sen, nereye gidiyorsun? Otur ananın evinde. Neyini eksik ettik?"

Kocam abi. Kocam yok. Asil'im yok. Onu napalım?

"Bence anlaşalım," dedi Akan. " Ben şahsi fikrimce doktor olarak evde kalma fikrindeyim. Zaten alt tarafı beş kişiyiz. Beşimiz de evde kalırsak müthiş beşli oluruz. Hipokrat yanında halt yemiş yemini edeceğiz, el basın lan Kur'an'a evlenmiyoruz!"

Bu söz bana mı geliyordu ne?

Göz devirdim. "Tek başıma bir ben olarak ne zaman evleniyoruz diye soramam herhalde. Bizi kastetmiştim. Ayrıca ne alaka Kur'an'a el basmak falan?"

Evde mi kalayım ben? Asil'imi alamayayım mı ben?

"Barlas koçum getir bizim mübareği," diyen Akan harbi yükselmişti. Ama Barlas ona boş bakışlar atıyordu.

"Ben evleneceğim," dedi en net tabirle. Kahkahayı bastım.

"Evlendirmezseniz kaçacak!"

Akan da sinirden kıpkırmızı olmuş bulunmaktaydı. "Kırarım bacağını! Otur oturduğun yerde! Sen evlenirsen Alin de evlenir!" Ne alakaydı inanın bilmiyordum.

"Banane ya," diye omuz silkti Barlas. "Ben onca sene boşuna mı bekledim? Karımı bekledim ben."

"Biz de diyoruz niye sevgili yapmadı hiç?" Koralp başını iki yana sallayarak kolasını yudumladı. Tabii ki benim de şeftalili meyve suyum vardı.

"Lan!" Diye yükseldi Mirza yine. "Ne meraklısın oğlum sen evlenmeye!?"

"Abi!" Diyerek hararetle yine koralp abime döndüm. "İkizimin de minnoş kalbi var. Onu da kırıyorlar. Yazık ikizime."

"Siz ikiniz susmazsanız sabaha mirastan men edilmiş uyanırsınız," diyerek Mirza ve Akan'ı tehtid ettiğinde ikisinden de ters bir bakış aldım.

"Abi bana ters ters bakıyor bunlar!"

"Akan iyi bilir, göz kürelerinizi yerinden sökersem kan kaybı en muhtemel ölüm olur," abime yan bir bakış atarak yerime sindim. Adamın içindeki katili ortaya çıkarmış bulunuyordum galibamsı.

"İğrençsin," Akan yüzünü buruşturduğunda enesine benden bir darbe yedi. Hiç üşenmeden kalktım, koltuğun arkasını dolanıp ensesine yapıştırdıktan sonra yerime oturdum. "Kızım senin var ya!"

Bu sefer de kalkıp merdivenlerin başına geçtim. "Baba! Akan abim bana kızım diyor!"

"Kızıma kızım demeyin lan itler!"

Hepsi hiçbir şey olmamış gibi beni aralarına almıştı tekrar. Tıpkı odam gibi onlar da eskisi gibiydi. İçimdeki çocuk sevinç dolu, oradan oraya koştururken ağlak da bir yanda zırlıyordu. Bu kadar sevgi onun kalbine fazla geliyordu. Hissettiklerinin ağırlığı altındaydı. İçi içine sığmıyordu.

Bu kadar sevildiğinden bir haberdi belki de.

Bense Asil beni eve bıraktığından beri etmediğim eziyet etmediğim naz bırakmamış bulunuyordum. Napayım, insan sevildiğine nazını geçirirdi.

Arkamı dönüp onlara baktım. Gün sonunda vicdana gelmiş olmalıydım ki teker teker dolaşıp hepsinin yanağına minik bir öpücük kondurdum. Koralp abim bana gülümserken, Akan memnuniyetini gizlemek için burun kıvırdı. "Ben doktorum, önce beni öpmeliydin."

Mirza ona göz devirdi. "Yaş sırasıyla öpüyor."

Ona baş parmağımı kaldırıp onay gönderdim. "Zeki şey. Keşke bu zekanı derslerinde de görseydik."

"Sıradaki," diye homurdandı. Barlas'ın yanağına dudaklarımı bastırdığımda kocaman gülümsedi. Doğrulmama izin vermeden hemencecik o da benim yanağımı öptü. Sıcacık bir hisle doldu kalbimin odacıkları. Minik Alin göründü yine duvar ardında. Bizi dudağında tatlı bir hüzünlü gülümsemeyle izledi. Hep istediği o geniş aile önünde uçsuz bucaksız bir sevgi seliyle duruyordu işte. Kabul etti. Duvar ardında eskisi gibi diğer seslerle tek başına değildi.

"İbret alın ibret, hepinizi öptüm ama bir bu çocuk beni öptü. Hayırsız kitapsızlar." Duygusallığımı gizlemek için yine şakaya vurdum. "Kalkın hadi sizi midye yemeye götüreyim. Canım çekti. Söz hesap benden."

"Hayret," dedi Akan herkesten önce ayaklanarak. "Senin baban zengin sen öde demedi hiç birimize. Şaşılacak olay."

"Ha ha," dedim gıcık bir sesle. "Aman ne komik."

"Ben Adana kebap istiyorum, bol acılı bol soslu."

Ona şüpheyle baktım. "Bu saatte? Tüm bu yediklerimizin üstüne?"

"Lan iki tane kıytırık çilek beni keser mi? Dayamışsınız önüme karınca yemeğini çitliyip duruyorsunuz çıt çıt. Biri kırılana kadar diğerini öğütüyorum ben. Yemeğin üstünden de iki saat geçti, hayli hayli erimiştir o."

Artık hepimiz ona yamyam görmüşüz gibi bakıyorduk. Ben,"bu boyun vergisi nerden geliyor belli oldu," derken Barlas da, "tıp kazandıran beslenme rutini," demiş bulundu.

"Şırdan mı yesem ya da?" Bizi hiç umursamadan midesinin derdine düştü.

Hayretle soludum. "İstersen beni de ye!"

Yüzünü buruşturdu. "Kart karılarla ilgilenmiyorum."

"Sana bir çarparım bir tane de duvar çarpar," dedim ciddi ciddi. "İçimde bir ben var, benden öte."

"Tabii ki sen ilgi alanıma giriyorsun," diye çevirdi. Göz kırptı bir de utanmazca. "Bir kere abin tıpçı, basarım cildine kolajeni. Mis."

"Defol git, almıyorum sana. Kendin öde."

"Ben de diyorum nerede bu cimri?" Diyerek göz devirdi. "Senin parana kalmadım, fakir."

"En azından kimseyi dondurmuyorum," dedim imayla. Gözlerini kıstı. "Soğuk nevale."

"Kart şeftali," dedi sanki bu bir hakaretmiş gibi. Aksine şeftaliyi iltifat olarak alıyordu bu bünye.

"Herkes midye yiyor," Koralp abim araya girerek merdivenleri inmeye başladı. "Kimseyi ayrı ayrı gezdiremem. Kardeşinizin canı ne çektiyse siz de onu yiyeceksiniz. On dakikaya arabada olun, ve kimseyi öldürmek yok. Siz kardeşsiniz."

"DNA testi olmasa şüphelenirdim ama bu geniş herifle nasıl kardeş oluyorum anlayamıyorum," diyerek Mirza'yı işaret ettim. Mirza birden laf kendine gelince hayretle gözlerini açtı.

"Yine ne dedim?"

Omuz silktim. "Zevk alıyorum. Bir şey demeden de laf atarım."

"İmdat deli var diye bağıracağım," eliyle boğazını işaret etti. "Bak burada. Az kaldı bağırmama."

"Bağırsana," dedim dudak büzerek. "Bağır da annemlere Mirza kafayı yedi diye bağırayım ben de. Sonraki durak ruh ve sinir hastalıkları."

"Yürü hadi," diyerek beni iteleyince koluna vurup ilerlemeye başladım. Hepimiz itişe kakışa en sonunda masum masum Koralp abimin arabasına bindik. Ben arkada neden Mirza ve Akan arasındaydım onu da anlamıyordum ya gerçi.

Kolumla Mirza'yı itekledim. "Ay küçücük bir şeyim ezecekler beni burada. Bu cüsseyi bedava veriyorlar diye mi aldınız siz ikiniz? Geri çekilin be!"

"Nereye çekilelim, yer mi var?"

"Barlas kalk!" Dedim çileden çıkarak. "Ben öne geçeceğim!"

"Hayatta olmaz," iyice koltuğa gömüldü. Nispet yapar gibi kafasını çevirerek bana yarım bir gülüş gönderdi. "Ben senden kalıplıyım. Ortaya geçersem pestil oluruz."

"Banane be sizden!" En sonunda ikisi de küçülebildiği kadar küçülünce derin bir nefes aldım. "Verdiğin nefese şükür rabbim. Ölüyordum."

"Abart," diye homurdandı Akan.

"Sen enini ölçtün mü hiç? Net bir elli var da ondan diyorum. O kadar yemeği sıçmak için yemedin inşallah."

"Terbiyesiz."

Dakikalarca bıkmadan birbirimizle uğraşırken duygu değişimlerimiz şaşırtıcıydı. Açıkçası benimki de ilginçti. Birkaç gün önce ölümden dönmüş, yok bir ay beklerim yok şu kadar beklerim sonra giderim diye sınırlar koymuş, sonra da Asil kaçakçılığı yapmıştım. Ama artık biliyordum ki beklemem gerekmiyordu. Kalbimi kıran şey buydu. Bana kırgınlardı ama hiç dışlamıyorlardı. Mutlu anları baltalamamak için geriye atmışlardı kırgınlıklarını. Yok saymışlardı benim için. Biz bir aile ve belki de aileden çok daha fazlasıydık. Bir yapbozdu hayatım, yerine yerleşmesi gereken her şey tam şuanlarda yavaşça yerini buluyordu. Yapbozun sonlarına geliyorduk.

Tamamlanması gereken sayılı parçalar kalmıştı.

Akan elli tane midyeyi neresine yemişti bilmiyordum ama ben on beşi zor görmüştüm. Ki benim için mucize olduğunu söylesem yalan olmazdı. Barlas benimle eşit olsun diye on beş tane yerken diğerleri de bana uymuştu. Tek on beşi geçen Akandı. Ki o hala yiyordu.

"Elli birinciyi mi yiyor o ben yanlış mı görüyorum?" Barlas hayretle abisine bakıyordu ama benim daha büyük dertlerim vardı şuan.

"Ocağıma incir ağacı dikti," dertli dertli kaldırımda otururken elimi alnıma yasladım. Acıklı bir ifadeyle Akan'a baktım. Ama onun gözü sadece midyeleri görüyordu. "Hayır nereye gidiyor o kadar yemek? Allah'tan boyu var, yoksa dev bir bowling topuyla eve dönebilirdik."

Mirza elini omzuma yasladı. "Hesabı bölüşelim ister misin? Şuan elli ikiye geçti ve doymuş gibi görünmüyor."

"Sağol, bunun altından kalkabilirim. Ama bir daha sizi yemeğe çağırdığımda onun yanınızda olmadığından emin olun. "

"O iş bende."

"Sence daha ne kadar yer?"

"Uğurlu rakamı yüz."

Dehşetle ona döndüm. "Şaka?" Lütfen bizi yüzüncü midyeyi yiyene kadar burada tutmaz desin birisi.

"Yapar," diyerek başını salladı. Somurtarak önüme döndüm. Başımı Mirza'nın omzuna yaslayarak Akan'ı izlemeye başladım. Her geçen saniye teker teker Akan'ın attığı midyeleri sayıyordum. Gerçekten yüze gelip gelemeyeceğini merak etmiştim.

Yetmiş sekiz. Göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı. Omuzlarımda Mirza'nın kolunu hissettim.

Yetmiş dokuz. Başım gittikçe daha da ağır geliyordu.

Seksen. Gözlerim kapandı ama direnmeye çalıştım. Olmadı.

Uyku beni kollarına çekti.

 

🍑

 

İki küçük şeftali çekirdeğiyle bakışıyordum. Nerede olduğumu bilmiyordum ama iki avucumda da şeftali çekirdekleri vardı. Bir yerde bağdaş kurmuş sakince önüme bakıyordum. Mekan değişti. Hızlı bir geçişle birden kendimi evimizin salonunda buldum. Avuçlarımdaki çekirdekler hâlâ duruyordu.

Tüm ailem buradaydı. Yavuz bile aşağıdaki tüpten çıkmış kanlı canlı karşımda oturuyor, savaş ile sözlü kavga ediyordu.

Çok kalabalıktık. Arkadaşlarım, abimler, annemler, Raskol abi ve Katya, Aylin abla, Sumru, Nota, Asil, Amcamlar, halamlar ve hatta babaannem ve dedem bile buradaydı.

Neden bu kadar kalabalıktık?

Herkes çok mutluydu. Bekleyin, abimler ve babamın pek de mutlu olduğu söylenemezdi. Bakışlardı donuktu. Koralp abimin elinin üzerinde kırmızı lekeler vardı.

Sahne değişirken kulağımı sağır edecek bir patlama sesi duyuldu. Ya da ona benzer bir şey. Kulaklarıma bir şey olmadı ama bunun olduğunu düşündüm. Avuçlarımdaki çekirdeklere sıkı sıkı tutunuyordum.

Patlamanın ardından nefes nefese uyandım. Bir rüyada olduğumu idrak etmem saniyelerimi alırken elimi terleyen enseme atarak saçlarımı iteledim. Parmaklarım buz kesmişti. Ellerimi açıp kapatarak garip bir hisle avuçlarımdaki çekirdekleri aradım. Ama hayır, sadece bir rüyada kalmışlardı.

Odamdaydım. Kesseler uyanmayacağım uyku halim geri gelmiş ve beni buraya getirirlerken de hiçbir şeyden haberim olmamıştı. Komidindeki sürahiden su doldurup nefessizcesine içtim. Ardından telefonumu alarak saate baktım. Henüz daha on birdi. Mesaj panelimde Asil'den üç mesaj vardı. Ve tam on kez aramıştı.

Süt mısır: Nerdesin????

Süt mısır: Uyumuşsun...

Süt mısır: Kabussuz geceler, Şeftali'm.

Siz: Kimi aradın xmsmxmsms

Siz: Şimdi uyandım mesajını gördüm

Siz: Bizimkilerle midye yemeye çıkmıştık Akan abimi beklerken uyumuşum:/

Siz: Tekrar uyurum birazdan teşekkür ederim sana da kabussuz gecelerrrrrr

Terleyen tenimi silmek için odamdan çıktım. Elimi yüzümü yıkayarak temiz bir havluyla kuruladım. Dışarıya çıktığımda gözlerim kendi odamdan Koralp abiminkine kaydı.

Çekingen adımlarım Koralp abimin odasının önünde son buldu. Elimi kaldırdığımda titreyen parmaklarım dudaklarımı dişlememe neden oldu. Ama direndim. Uzanıp kapıyı çaldım.

"Gel."

Sesi sakin geliyordu. Araladığım kapıdan sadece başımı uzatabildim. Göz göze geldik. "Abi," dedim ama ağlamak üzereymiş gibi hissediyordum. Ona karşı da çok mahcuptum. "Seninle uyuyabilir miyim? Yani istemezsen giderim. Soruyorum sadece. Zorlamam yok dersen. Ya da-"

"Alin," dedi sakince. Kolunu kaldırıp benim için araladı sinesini. Yatmaya hazırlanıyormuş gibi üzerinde eşofman ve kısa kollu bir tişört vardı. "Buraya gel."

Adımlarım birbirini takip ederken kirpiklerimin altından ona baktım. Durmadı, benim gibi çekingen değildi. Beni sinesine çekerken bir kolu omuzlarımı bir kolu belimi sardı. küçücük kaldım onun bedenine göre. Başım göğüs kafesine geldiğinde derin bir nefesle kokusunu çektim ve kendimi ona bıraktım.

"Abisinin bir tanesi," ve dudaklarını saçlarımda hissettim. Mirza'ya, Barlas'a, Asil'e ve arkadaşlarıma çok söylemiştim dokunmayın saçlarıma diye. Ama abime söylememiştim. Hissetmişti belki de. Hiç beni saçlarımdan öpmemişti. En çok bundan huzur bulduğumu da kimse bilmezdi mesela. Bir ben bir de içimdeki deliler. "İster doğruyu yap ister yanlışı, istersen yolunu bul istersen kaybet, istersen yak yık ortalığı istersen de geç karşımıza otur nazlı nazlı. Ben sen ne karar verirsen ona saygı duyarım. Senin bir abin var, kimsen yoksa bile ben varım hep. Her zaman arkandayım, tamam mı?"

"Tamam," ben de ona sarıldım. "Zorda kaldığım anlarda sana gelmediğim için üzgünüm ama ben kimseye gitmeyi bilmiyorum. Öğrenmedim. Çabalarım ama, vallahi. Düzeltirim bunu. Yaparım yani."

"Şşh, sakın." Diye uyardı. "Sakın kendinden ödün verme. Seni sen olduğun için seviyorum. Herkes öyle sevmeli. Sevmeyen de siktirip gitmeli."

Elimde olmadan güldüm. "Tamam. Öyle olsun."

Bir süre sarıldık. Ve gerçekten bu iyi hissettirdi. Ben zaten kardeşim olsun diye gecelerce ağlayarak uyuyan o kızdım. Şimdi onlar nasıl olur da beni mutlu edemezdi ki?

"Gel bakalım," bana gülümsedi ve sarılmamızı sonlandırdı. Yatağa uzanıp pikeyi üzerine çekti ve benim için hem pikeyi hem de kolunu açtı. Hemen bana ayırdığı kısma yerleştim. Başımı omzuna yaslayarak vücudumun yarısının ağırlığını ona vermiş oldum. "Güzel sonlu biten bir masal ister misin?"

Başımı salladım ve esneyerek gözlerimi kapattım. Üzerimi iyice örttü. Dudakları alnımı buldu. Bir eli sürekli omzumda ileri geri gidiyordu.

"Yıllar yıllar önce küçük bir kasabada çok çocuklu bir aile yaşarmış," zihnim masalın daha fazlasını dinleme müsaade etmedi. Son kısımları dinledim ama algılayamadım. Karanlık ve bu sefer rüyasız dinlendirici bir uykuya daldım.

Her şey, diye fısıldadı içimden bir ses. Hangisi söyledi anlayamadım. Her şey sadece bizim için.

🍑

"Ne zaman uyanır?"

"Ne bileyim? Uyku ölçer miyim ben? Dokturum ben doktor!"

"Aman kıçımın doktoru, sen önce git alttaki adamları uyandır."

"Neye benziyorum bilim insanına mı? Doktorum ben!"

"Lan ben bunun yüzünden bir yıldır hastaneye gitmiyorum! Gün içinde kırk kez tıpçıyım diye daralıyordu, şimdi de başımıza doktor geldi. Şükür ki escort falan olmamış, başımız fena ağrırdı."

"Ben senin abinin abin, eşek!" Akan'ın sesi, kulaklarımı tırmalayıp beynime ulaştığında huysuzca kıpırdandım. Ne oluyordu? "Seni anneme söyleyeyim de gör! Ben tıp okudum ulan, bana nasıl escort dersin?"

"O ne ki?" Diye bir ses duyuldu ve bu ses her yeri sessizliğe buladı. Gözlerimi araladım. Herkes alık alık içerideki kıza bakıyordu. Bense yatakta tek başıma uzanıyordum.

Akan birden saldalyede pembe elbiseyiyle oturan kızı işaret etti. Hiç utanmadan ilk okulda arkadaşını şikayet eden öğrenci tipiyle bildiğin koluyla gösteriyordu. "Hanginizin lan bu?"

"Benim değil," dedim esneyerek. "Yaşım tutmuyordu o doğduğunda."

"Bana bakmayın," dedi Akan iki elini havaya kaldırıp. "Ben doktorum, benim olamaz."

"Niye ulan, doktorlar kısır mı?" Dedi Koralp abim. Yatağın ucuna oturmuştu.

Akan omuz silkti. "Değiller, ama benim olamaz."

"O zaman annemlerin," dedim doğrulurken. Bunu öyle bir ciddiyetle söylemiştim ki kısa bir sessizlik oluştu. Herkes biribirine bakarken Mirza bana bayık bir şekilde göz süzdü. Omuz silktim.

"Korkmayın la benim," dedi Ankaralıya bağlarken.

"Nasıl senin? Kaç yaşında la bu kız on var. Lan doğru söyle, bu kız da mı mirasçı?" Dedi Akan. Nefes almamıştı. Dank diye kıza döndü. "Kız sen büyüyünce ne olacaksın? Doktor ol bence. Güzel meslek yani. Ol ol."

Kıkırdadı. Kollarını iki yana açarak masum bir ifadeyle Akan'a baktı. "Ben balerin olacağım!" Elleriyle kendine bir altyazı geçti. "Balerin Yazgı!"

Doktor Akan infilak. Hayaller yalan. Doktor Akan gariban.

Akan tikstintiyke hepimizi işaret etti."Şu beraber yola çıktığım arkadaşlarıma bak. Üçü deli biri kaçak biri salak."

Pardon ben hangi kategorideyim? Hayır üçüne de uyuyorum da ondan soruyorum.

Bence bizi saymadı, biz bir kere eşiz güzellikle ve zevkte çığır açan mükemmel ötesi bir insan şahsiyetiyiz.

Mantık, Arsıza göz devirdi. Yok Dubai prensesi.

Arsız saçlarını savurdu. Neyimiz eksik be bizim?

Minnak Alin çekingence elini kaldırdı. Benim boyum yok? Yetkim de yok.

"Acıktım," dedim dudak büzerek. "Kahvaltıya inelim. Ama Yazgı'yı nasıl anlatırız ki?"

"Annemler biliyor zaten," dedi Mirza. Gözlerinde yıllar öncesindeki buğuyu taşıyordu. Canı acıyordu. Bir kişinin ardından bir ömür yas tutulur mu derlerdi insana ama tutardı işte sevdasının yasını. Belki yanlış yollara girmiş, herkesin gözünde kendisini farklı birisiymiş gibi göstermişti ama o hep aynı kişiydi. O Akça'nın sevdiği adamdı. Ömrünün sonuna kadar da öyle kalırdı.

Akça hiç yaşlanmazdı, Mirza da bir daha kimseye o gözle bakmazdı. Yasını kalbinde tutardı.

Anlıyordum onu. Çünkü Asil'e bir şey olur korkusuyla yaptıklarımı biliyordum. Ona bir şey olsa Mirza kadar da bilinçli davranamazdım belki. Korkmazdım ölümden. Onun arkasında bana emanet kalacak canlar aklıma bile gelmezdi belki.

Ben şuurumu kaybedecek kadar, Mirza ise Akça için şuurunu toplayacak kadar sevmişti.

Onun sevdasına laf söylemek de bana düşmezdi.

Toparlanarak odadan çıktığımızda Yazgı Mirza'nın elinden tutuyor, tatlı gülücükler eşliğinde ritimle salınarak iniyordu merdivenleri. Mirza'nın dudaklarında hasret dolu bir tebessüm yatıyordu.

İç çektim.

Annem merdivenlerden inen Yazgı'yı görür görmez kollarını kocaman açtı. Gözleri ışıldarken dudaklarında geniş bir gülümseme oluşmuştu. "Ay benim ay parçam mı gelmiş? Oh," yanağına sesli bir öpücük kondurdu. "Kuzumun kuzusu. Karya teyzen sana çikolatalı kek yaptı."

Yazgı minik bir sevinç çığlığıyla annemin yanaklarını öperek teşekkür etti. Koşarak mutfağa girdi.

"Günaydın annem," ayağa kalkan annemin yanaklarına sulu sulu öpücükler kondurdum. Güldü.

"Sana da şeftalili yaptım, unutur muyum ben kuzumu?"

"Ya sen bir tanem misin benim, nesin sen? Annelerin en güzeli misin? Yerim kız seni!"

"Yeme kız karımı," babam belime sarılıp beni annemden çektiğinde şaşkınlıkla ona döndüm. "Gel beni ye. Hani babaya günaydın öpücüğü?"

"Bu kız sana ölür be!" Diye yükseldim. Kesinlikle annemden beni kıskanmamış gibi devamdı. Onu da sulu sulu öperken yanaklarından gelen tıraş losyonu kokusuyla gülümsemem büyüdü. Sırf ben öpeceğim diye erkenden kalkıp sakalını mı kesmişti o?

"İşte şimdi aydı günüm," babama sevimli bir tebessümle gülüp peşinden mutfağa ilerledim. Akan kimseyi beklemeden sofraya yumulunca annem derin bir nefes aldı.

"Yüzünü yıkadın mı sen?"

"Tabii ki."

"Yatağını topladın mı?"

"Tam istediğin gibi."

"Niye beklemiyorsun sen kimseyi?"

"Açım anne, ölüyorum açlıktan. Doktorum ben, yerim."

"Seni doktor yapan aklıma," diye homurdandı babam. Sakin kalmakta zorlanıyordu. Önce bana ardından Mirza'nın yanında uslu uslu portakal suyunu içen Yazgı'ya baktı. "Aferin, aklıma benim."

Sofraya oturur oturmaz yıllar önceki gibi bir tetiklenme yaşandı. Mirza, Akan'ın tabağındaki krebe çatalın batırarak nasıl sığdırdığını anlamadığım bir şekilde ağzına tıktı.

Kahkaha attım. "Evet sayın seyirciler, çatalların savaşında kaybedilen bir krep sonucu komutan Akan askerinin yasını tutuyor."

Akan hırsla Mirza'nın tabağına atılmışken ondan önce Barlas'ın çatalı krebe saplandı. Keyifli gözlerle bakan Barlas, Akan'dan ölümcül bakışlar alıyordu.

"Akan aç kaldı sayın seyirciler, vay şeftalisini!"

Gözlerini kısarak bana döndüğünde aceleyle krebimi dürüm yaparak ağzıma attım. Yarısı dışarıda kalsa da bu kadar da yamyam olmasa gerek ki yüzünü buruşturdu. Ardından sıradaki hedefine, yani orgeneral'in tabağına saldırıp krebi kaptı. Koralp abim sakince Akan'ın yediği krebine baktığı için ondan bir tepki bekliyorduk.

Tam bir şey yapmayacağı kanaatine vararak sunumuma kaldığım yerden devam edecekken ani bir hareketle ayağa fırladı. Az sonra Akan'ın ensesinden kavrayarak başını önündeki tabağa gömdü.

"Beklenmedik," hayretle mırıldandım. "Sunucu da şok içinde."

Annem durumu idrak eder etmez sinir krizi eşliğinde bir çığlık attı. "Kaybolun!"

Annemin terliğine uzandığını gören ikili aynı anda sofradan fırladı. Biz ise arkalarından kalkıp bahçe tarafından tüydük. İçeride bağırış çağırış ve patırtı sesleri yükselirken kahkahalar eşliğinde ev terliklerimizle sokağa fırladık.

"Eve gelirken yeni terlik alın, annem canınınıza okur." Mirza bizden ayrılınca kaşlarım çatıldı.

"Nereye?"

Elini tuttuğu Yazgı'yı işaret etti. "Kraliçemi okula götürmeliyim ki her şeyi öğrensin."

Dudaklarım kıvrıldı.

Yazgı heyecanla öne arkaya doğru hareket ediyordu. "Çünkü bir kraliçe çok bilgilidir! Ayrıca herkesle iyi geçinir, diplomatik ilişkilerini genişletir. Sevdiklerini yakınında tutar. Veee kraliçe olursam başıma bir taç takabilirim!"

"İstediğin zaman sana bir taç alırım," dedi Mirza şefkatle.

"Ben mavilerden istiyorum." Mezun kepi istiyordu. Dudaklarımdaki tebessüm buruklaştı. Ben de istiyordum. Yurt dışına çıkıp okulu orada uzaktan bitirmiştim. Neyse ki ortaokulum bize mezuniyet yapmıştı da o kadar da çok içimde ukde kalmıyordu.

"Hele bir büyü bakalım," Yazgı bize heyecanla el salladıktan sonra ikisi yanımızdan ayrıldılar. Barlas ile bakıştık. Titreyen telefonumu cebimden çıkartarak Raskol abiden gelen konuma baktım göz ucuyla. Altında da Berkay'dan bir mesaj vardı. İldem'in onu zorla teknoloji mağazasına götürdüğüne ve sıkıntıdan patlayacağına emin olduğunu söylüyordu. "Bir planın var mı?"

"Hayır. Önerilere açığım."

"Sana bir adres atsam benim için gidip yardımcı olabilir misin?"

"Kime?"

"İldem ve Berkay var sadece. Ama Berkay'ın tüymesi an meselesidir."

Derin bir nefes aldı. "Haberi var mı? Rahatsız olmasın sonra?"

"Söylerim şimdi. Gidecek misin? Lütfen?"

"Tamam," diye kabullendi. Yaklaştı, eli naifçe belimde yerleşti. Kendine çekerek şakaklarıma dudaklarını bastırınca gülümsedim. "Seni çok özledim, ikiz. Bir daha hiç gitme, olur mu?"

"İnan bana büyüdüm, sözlerini tutan ve aldığı kararların hepsine uyan birisi değildim hiçbir zaman ama söz veriyorum Barlas. Bundan sonra ne olursa olsun hayatımda hep sevdiklerim olacak. Sizden bir daha hiç gitmem."

Kaç yaşında olduğum hiç önemli değildi. Ben hâlâ büyümeye devam ediyordum. Geçmişim değişmiyordu ama yaşadıklarım geçmişe olan bakış açımı değiştiriyordu. Dünden daha büyüktüm. Dünden daha bilgiliydim. Dün yaptığım hatayı bugün yapmamak için her yolu denerdim.

"Söz veriyorum, Alin. Bir daha bizi bırakacak kadar korkma diye elimden geleni yapacağım. Her şey yoluna girecek, her zaman girer."

Gülümsedim. "Biliyorum."

Su akar yolunu bulur hayatım, biz su muyuz? Biz yolumuzu bulmayız, yoldan çıkarız.

Haklı, dedi mantık. Bu sefer diyecek sözüm yok.

🍑

"Sen kalmak ailenle, sevgilinle," Raskol abinin dudaklarında yarım bir tebessüm belirdi. Gözleri yanındaki kızına kaydı. Gözleri dolu dolu beni izleyen Katya'yı. "Biz Katya ne ister onu yapmak."

Tabağımdaki şeftalili tiramisu tatlısına çatalımı batırıp bir parça aldım. Benim için özel olarak yaptırmışlardı. Hayatımın en zor ve en külfetli zamanında yanımda olmuş ve tüm çekilmez hallerime rağmen beni hiç bırakmamışlardı. Tatlı ağzımda büyüdü. Çiğnedikçe yutmak zorlaştı.

"İyi olacak mısınız?" Diye sordum. Tek istediğim buydu.

"Kalbi geri verdik," dedi Katya. "Hiç umrumda olmadı. Benim için manevi bir değeri yoktu." Gülümsedi. "Ama seni bana getirdi."

Beni ise herkesten kopardı.

Gözlerimi masaya çevirdim. "Bu veda yemeği miydi? Bunun için mi çağırdınız beni?"

"Dinle," çatalı tutan elimin üzerinde Raskol abinin elini hissettim. Bana bir babanın şefkatiyle gülümsedi. "Sen hiç bizim dünyamıza ait olmadın güzel kızım. Sen her zaman o aileye aittin. Biz senin için yolunun üzerindeki bir duraktık. Her durak sana yeni şeyler öğretir. Yeterince yorgunluğunu attın, bizden gitme vaktin geldi."

Katya ile göz göze geldim. Benden küçüktü ama bana ablalık yaptığı zamanlar olurdu. Kendimde olmadığım o kadar çok zaman olmuştu ki endişeli gözleri her an zihnimde taptazeydi.

"İstediğin zaman gelirim," dudakları titredi. "Nerede olursam olayım, istediğin zaman ara. Bir uçak uzağındayım."

Başımı salladım. "İstediğin zaman gel, sana her zaman kapımı açarım."

"Ben olmak korkuluk tarlası?"

Kahkaha attım. "Sen de gel abi, masamda sizin için her zaman bir tabaklık daha yer olur."

Ayağa kalktık. Raskol abinin ikimize çaktırmamaya çalışarak göz altlarını temizlemesini görmezden geldik. Masanın yanında tam karşımda ikisi durduğunda Raskol abi kollarını açtı. "Sarılmak gitmeden son kez?"

İçimde ılık his his belirdi. "Sarılmak abi," diye onayladım. "Sarılmak."

Başımı omzuna yasladım. Başı çenemin üzerine yerleşti. Yutkunduğunu, duygulandığını biliyordum. "Her şey için teşekkürler. Beni kızından ayırmadığını biliyorum."

Korkularımı onların gelişi tetiklemiş olsa bile söylemedim. Hayatımın en başında tetikleyici unsur oydu, bunu da söylemedim. Daha önce zaten çok kez söylemiştim.

"Bu saatten sonra korumam altındasın. Katil şeftali dönemi son buldu, bir süikastte ölmüş görüneceksin. Gerçek adını hiçbir yerde geçirmedik zaten. Gerçek sen, yaşamaya devam edecek. Mafya dünyası senin için bitmiştir. Hayatına bak, Alinoviç. Ölene kadar gölgem hep üzerinde olacak. Mutlu ol."

Başımı salladım. Şaşkınlığımı atamamışken Katya tarafından sarmalandım. Raskol abiden bu atağı beklemiyordum. "Seni çok özleyeceğim."

"Ben de seni minik hırsız. Birbirinize alışmanıza sevindim."

"Seninle de iyi bir ekiptik."

İç çektim. Ve son kez sarılıp ayrıldım. "Kimse için kendini arka plana atma Katya. Bunu benim için yaptın. Çok fazla şey yaşadık ve kim haklı kim haksız dönemini geçtik. İkimiz de biliyoruz bence, kendini sevmen en büyük amacın olmalı."

Benim için bazen bir abla bazen bir kardeş olmuştu. Garip tanışmış, garip bir ilişki kurmuş ve değişik durumlarda yan yana olmuştuk.

Ama Raskol abinin de dediği gibi.

Bazı insanlar hayat yolumudaki bir istasyon olurdu. Dinlenir veya daha da yorulur ama en sonunda yola devam ederdik. O istasyonda sonsuza kadar tıkılı kalamazdık. Yolun sonunu da görmemiz gerekirdi.

En sonunda onlardan ayrılıp dışarıya çıktığımda açık havaya bakarak büyük bir nefes aldım. Tenime vuran Adana havası bir başkaydı. Huzurlu hissettim.

Belki de ne kadar çabalarsak çabalayalım, bazı şeyler sadece zamanla düzelirdi.

Çıkıp kaldırımda yürümeye başladım. Menderes taraflarındaydık. Etraftaki insan gürültülerine ya da araba seslerine kulağımı tıkadım. Nefes aldım. Üzerimde siyah bir kot ceket, mavi bir kot ve beyaz tışörtüm vardı. Bir süre sonra rüzgarı saçlarımda hissetmek istedim. Lastik tokayı saçlarımdan sıyırdığımda kısa tutamlar yüzümle buluştu. Tekrar uzatmayı istiyordum şimdi. Onlara bu kadar küsmeyi hak göremedim.

Bir banka oturdum. Ne kadar süre geçti bilmiyordum. Saatlerce bu sakinlik hissine sarıldım.

Güneş batarken bulutların ardındaki kızıllığı izledim. Akşam serinliğinin tenimdeki mayhoş hissine tebesstüm ettim. Aklıma rüyam geldi. Avuçlarım tekrar iki şeftali çekirdeği tutmak için kaşındı sanki. O kadar gerçekçiydi ki gözlerimi kapatınca o hissiyatı avuç içlerimde hissedebiliyordum.

Şeftali çekirdekleri beni Asil'e götürdü. Benim için çekirdekleri sonsuza kadar biriktireceğini söylediği ana gittim. Cebimdeki telefona uzandım ve içimde engel olamadığım bir özlemle elim isminin üzerinde durdu. Onu özlemiştim. Sesini bile duysam yeterdi.

Çalmaya başladı. Henüz ikinci kez çalıyordu ki bitmeden telefon açıldı. "Şeftali?"

"Nektari?" Dedim muzip bir sesle. Bir başkası duysa anlamazdı ama bu bizim için çok özeldi.

"Beni mi özledin?" Diye sordu benim gibi. "Çünkü ben seni özledim."

"Yaa," eriyip gitmeme vardı bir durak. "Ama özleseydin arardın. Demek ki yeterince özlememişsin."

"Aramak bana yetmezdi," dedi. "Eve geldim ama annen kardeşlerinle dışarı çıktığını söyledi. Keyfini çıkar istedim."

"Yoldayken ayrıldık onlarla," ayaklarımı bankta ileri geri sallamaya başladım. "Ama ayrılmasaydık da araman hoşuma giderdi. Sana beş dakikamı ayıramayacak kadar meşgul olmam hiçbir zaman."

"O zaman yanıma gel."

"Nerdesin?" Dedim hemen.

"Evdeyim."

"Geliyorum."

"Bekle."

"Ne oldu?"

"Nerede olduğunu bilmiyorsun."

Kaşlarım çatıldı. "Biliyorum. Gelmiştim."

"Buraya hiç gelmedin güzelim. Burası bizim evimiz. Sadece senin ve benim."

🍑

Parmaklarım zile bastığında gözlerim etrafta gezindi. Kapıda şeftali desenli bir hoş geldiniz kartı asılıydı. Heyecanla atan kalbim dışında zihnimdeki oda karmakarışıktı.

Bize ait bir ev mi? Diyerek çığlık attı Arsız. Her şeyi bizim için mi almış? Her şey mi şeftalili? Ben onu burada yerim.

Galiba bu sefer ben de.

Minnak Alin'in kalbi heyecanla atıyordu. Dudaklarında utangaç bir gülümseme vardı. Bu şimdiye kadar onun için yapılmış en iyi şeydi. Ben onu bırakıp gitmiştim ama o bizim için bir ev almış ve dekore etmişti.

İki katlı mavi bir evdi. Maviyi severdim. Söylemiştim. En ufak detayına kadar hatırlıyordu.

"Hoş geldin," bana kapıyı açmaktan aldığı zevk yüzünden okunuyordu. Kaşlarını kaldırdı. "Bize pizza söyledim?"

"Yeriz," diye onayladım. Ardından çekinmeden sinesine sokuldum. Boyum göğsüne ancak uzanırken parmak uçlarımda yükseldim ve yakasından tutarak bana eğilmesini sağladım. Dudaklarımı şah damarına yasladığımda kokusunu içime çektim. Gülme sesi kulaklarıma doldu. Beni sıkıca sardı. "Hoş buldum."

İşte şimdi evimdeyim.

"Özlediğini söyleseydin senin gelmeni beklemezdim," eğilip iki koluyla da belimi sardığında kollarımı boynuna doladım. Doğrulduğunda ayaklarım yerden havalandı. Dudaklarımdan bir kıkırtı kaçtı. "Boyuna bakan da zararsız bir şey sanır, kim nereden bilecek tabii kalbimdeki etkini."

"Bir dakika, bir dakika." Yüz ifademi düzelterek başımı kaldırıp ona baktım. Elimle kendimi gösterirken gülmemek zordu. "Benim bir bu kadar da yerin altında var bir kere. Bakma sen bir altmış iki olduğuma. Aklını alırız evelAllah."

"Bilmez miyim," dedi yalancı bir yakarışla. Tabii beyefendi bizi okuyordu kitap gibi ama biz de boş değildik, anlıyorduk mutluluğunu gözlerinden.

"Yaa," diye nazlandım. "İndir beni. Evimi gezeceğim ben."

"Evin?" Dedi muzipçe.

"Sen dedin ya, bizim evimiz diye. Benim işte." Ayaklarımı sallandırdım. "Ya nasıl hem aşağıda hem yukarıda boşluk oluyor? Bari kafam kafanın hizasında olsaydı, en azından uzun hissederdim."

"Zaten senin," beni kollarıyla destekleyerek kaldırdığında ondan bir karış daha yukarıdaydım artık. "Şimdi nasıl?"

Göz kırptım. "Manzara mükemmel." Hemen ardından gözlerim arkasındaki duvara kaydığında dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Asil... Sen bunları nereden buldun?"

Arkasına baktı. Dudakları kıvrıldı. Gözlerinde masum bir heyecanla bana döndü. "Yakından bakmak ister misin?"

Başımı sallayabildim çünkü dilim tutulmuş olabilirdi. Duvar tamamen resim çerçevelerinden oluşuyordu. Hepsi dolu değildi ama içlerinde benim bile haberimin olmadığı resimler vardı.

Ayaklarım yere değdiğinde hipnoz edilmiş gibi oraya ilerledim. Parmak uçlarımın dokunduğu resimle gözlerim titreşti. On ikinci sınıfın yarı yıl karnesi kutlamasındaydık. Bunu bir festivalle taçlandırmış olduğumuz için her yerde müzikler ve dans eden insanlar vardı. Biz ise Asil ile dönemimizin yükselişte olan bir şarkısında yüzümüzde tebessümlerle dans ediyorduk. Bundan öncesinde bir sınıfta romantik dansımızı etmiştik. Fotoğrafta ise ben ona sırtımı yaslamış, ellerimi havaya kaldırmıştım. Asil'in gözleri üzerimde, elleri de belimdeydi.

"Ya," dedim yumuş yumuş. "Bunu ne ara çekmişler?"

Arkadan belime sarılarak boynumdan öptü. "Arkadaşından aldım. Berkay sağolsun."

Gözlerim diğer fotoğrafa kaydı. Burada Nota'nın kermesindeydim. Ece ve Nota arasında oturmuştum ve hınzır bakışlarım ikilinin üzerindeydi. Kahkaha attım. "Ya bu ne? Bunu kim çekmiş? İnanamıyorum tipime bak!"

"Nota'nın öğretmeni gün boyu fotoğraf çekmiş, sonra da fotoğrafları sahiplerine dağıtmış. Nota'nın velisi ben olduğum için bana geldi."

Diğer fotoğrafta uyuyordum. Bir hastane odasındaydık, başım Asil'in göğsüne yaslanmıştı ve kadrajda sadece ben vardım. "Sen niye yoksun?" Diye dudak büzdüm.

"İhtiyacım olan sendin," ılık nefesi boynuma vurdu.

Başımı çevirerek onunla göz göze geldim. Elalarındaki bu parlaklığı özlemedim desem çarpılırdım. "Belki benim de sana ihtiyacım vardır."

"O zaman önümüzde çok uzun bir zaman olacak, o zaman boyunca özlem giderir ve bu çerçeveleri doldurursun." Kokumu içine çektiğinde boynumu onun için yana yatırdım. "Bu kokuyu özlememe izin verme. Çünkü bir daha böyle bir şey olursa o zaman kontrolümü kaybederim."

Hani bazı anlar o kadar mutlu olursunuz da duygu yoğunluğundan gözleriniz titreşir ya, öylece titredi göz bebeklerim.

"Gel," dedi yumuşak bir sesle. "Sana her şeyden önce bir yer göstermeliyim."

"Ne?" Merakla peşine takıldım ama bana sadece muzipçe göz süzmekle yetindi. Parmaklarını parmaklarıma geçirip merdivenlere yöneldi. Peşinden koştururken gülmeye başladım. "Ya söylesene? Ne göstereceksin?"

"Sürpriz."

Bodrum'a indiğimizde bizi geniş bir koridor karşıladı. Bu kat tamamen turuncuya boyanmıştı. Şeftali desenli duvar kağıtları vardı. Koridorun sonunda kenarları şeftali işlemeli antika havası veren bir boy aynası asılıydı. Gülümsemem genişledi. Sanki hepsini benim için seçmişti. Koridorda karşılıklı iki oda vardı sadece. Birisinin önünde durduğumuzda elleri gözlerime kapandı. "Gözlerini kapat, aç dediğimde açarsın. Olur mu?" Heyecanla başımı salladım.

Kapıyı açtı. İleriye doğru beraberce birkaç adım atıp sağa döndük. Ardından elleri gözlerimden belime kaydı. "Bakalım sevecek misin?"

Kalbim heyecanla atıp göğüs kafesimi delerken dudaklarımda tebessümle gözlerimi araladım. Gördüklerimle dudaklarımda şefkatli bir tebessüm oluştu. Avucumu belimdeki ellerrin üzerine kapattım. "Asil..."

"Çok istemiştin," diye mırıldandı. Vücudunun sıcaklığı sırtıma yaslanmıştı. Dudakları şakaklarımdan yanağıma kadar minik öpücükler kondurdu. "Sen asla saçlarına dokundurmam demiştin, ben de asla seninle ringe çıkmam demiştim. İkimiz de tersini iddia etmişken sana haksızlık edemezdim, değil mi?"

Önümde yan yana iki tane ring duruyordu. Birisinin üzerinde dev bir kafes varken diğeri normal boks ringiydi. İkisini de sırf bunun için yaptırmıştı. Minik Alin duvar ardında çığlık atarak oradan oraya koşturmaya başladı. Kalbi olduğu yerde atmayı reddeder gibi hızlanırken içi içine sığmıyordu.

Dayanamadım. Doldu gözlerle ona döndüm. "Bu yüzden hep sendin biliyor musun? Bir tek sen her kelimemi hatırlarsın, bir tek sen bu kadar sevebilirsin. Bir sen girdin kalbime. Sen o kadar ağır geliyorsun ki taşıyorsun." Dudaklarım titredi. "Senin sevgin hayattaki bir tutunaktı bana. İyi ki vardın, Asil. Hep var ol."

"Bir kaç tane daha ringe ihtiyacımız var galiba," dedi muzipçe. Parmakları akmayan yaşları temizler gibi göz altlarımda gezindi. "Ağzınızdan bu güzel sözleri duymak için illa olay mı çıkaralım?"

Ensesinden tutarak aniden kendime çektim. Hazırlıksız yakalandığı için bocaladı ama çabuk karşılık verdi. Dudaklarının yumuşak dokusuyla kalbimdeki hisler çoştu. "Senin her halin olay zaten bir tanem, hiç gerek yok. Biz içeride sana hep düşüyoruz."

Kadın doğru söylüyor, içeride durumlar karışık asayiş bey abi. Ama bir sevişseniz her şey düzelir gibi.

E ama yuh artık.

"Benim içerdekiker de sana gidiyor ama hadi hayırlısı." Diyerek güldü.

Heyecanla elini tutup kafes ringine çekiştirmeye çalıştım. "Hadi ringe çıkalım! Lütfennn!"

Bocaladı. "Hemen mi?"

"Evet, hadi. Bak söz diğerini başka bir zaman deneriz. Kafesi istiyorum, çok içimde kaldı. Lütfen!"

"Tamam," diye kabullendi bir nefes eşliğinde. "Ama önce ellerini saralım."

Heyecanla arkasından ilerledim. Duvara yaslı bir dolabı açıp içinden bandajlara benzeyen beyaz şeyleri çıkardı. Bir çocuk heyecanıyla uzattığım ellerime yavaşça sarmaya başladı. Parmak uçları eklem yerlerimi ve avuç içlerimi okşuyor, onun naif dokunuşları altında gözlerim her an daha da süzülüyordu.

İşini bitirip bana döndüğünde duraksadı. Göz kırptı. Sessiz bir kelimesi vardı. Hayırdır?

"Ne var?" Diye diklendim. "İzleyemez miyiz?"

"İstediğin her an," diye cevapladı duraksamadan. "İstediğin kadar uzun izleyebilirsin."

Yia, şapşik şey.

Ney? Mantık şaşkınlıkla kahkaha attı.Güzeldi bak bu sefer.

Ben neredeyse sekerek ringe girdiğimde kafamı kaldırıp tepemde sallanan kafese baktım. "Asil indirsene şunu, kapısı var mı?" Ardından rahat olmak için üzerimdeki çeketi ve ayakkabılarımı çıkardım.

Başıyla onayladıktan sonra elinde bir kumanda ve boks eldivenleriyle yanıma geldi. Kolunda da bir havlu asılıydı. Başımı iki yana saladım. "Takmam onları ben. Çok rahatsız edici."

"O zaman nasıl 'boks' yapmış olacağız? Yumruklaşalım mı?"

"Olur," dedim geniş geniş. Bana bakmaya devam etti ama en sonunda kabullenerek eldivenleri dışarı attı. Sonra düğmeye basarak kafesin yere inmesini sağladı. Kumandayı bir kenara bırakarak karşıma geçti.

"Bunu yapacaksan eğer şartlarım var."

Kaşlarımı kaldırdım. Buyur, der gibi elimle işaret ettim.

"Çok sert yumruklar atmayacaksın, bileğin incinir. Benden karşı atak beklemeyeceksin, sadece savunma yaparım. Dikkatli olacaksın, her yer Demir. Bir yerini vurmak yok."

"E ben ne anladım ki bu işten? Kum torbasına da yumruk atılıyor ama karşılık vermiyor." Diye sızlandım.

Omuz silkti. "Kabul edersen."

"İyi," ardından üzerine atıldım. Bir süre ben saldırı yapmama rağmen ustaca hiçbir darbe almadan beni savuşturdu. Biraz öfkelensin istedim. Bana zarar vermezdi zaten ama hiç mi öfkelenmemişti bana geçmiş yüzünden? Biraz olsun hırsını alsın istiyordum. Hareketlerim hızlı ve seri bir hâl aldı, hatta içim acıyarak göğsüne bir iki yumruk indirmiş bulundum.

Kaşları havalanarak gözleri üzerimde gezindi. Tek ayağım üzerinde zıplayarak tekmemi kaldırmışken bacağımı yakaladı ve aniden kendine çekti.

"öfkemi mi istiyorsun?" Kolu belime dolanıp sertçe yaklaştırdı. Nefes nefese ona yapıştığımda aklıma giren küçük şeytan olmasa bile bu temasla beynimde infilak eden bir şeyler oluşmuştu. Ela gözleri içli içli baktı bana. Eğdi boynunu, dudaklarını boynuma bastırdı. "Benim öfkem sana bu kadar be kızım." Kalbim şiddetle göğüs kafesime vurdu. Hissettim, çaresizliğini hissettim. Bana kırgındı ama sadece bu kadardı. Belimdeki kolu sıkılaştı. Bir eli ensemdeki kısa saçları buldu. "Bağıramam sana, kızamam, öfke de kusamam kıramam. Yapamam. En fazla saçlarına dokunurum, onda da ağlıyorsun diye senden daha çok acırım."

Gözlerimdeki doluluk gitmedi. Hislerim kalbime sığmadı. Anlatamadım ama anladım. "Asil..."

"Şeftali'm."

Duygusallığım kaçtı ve dolu gözlerle kısık bir kıkırtı çıkardım. "Nektari'm be!" Diye yükseldim. Parmaklarımı ensesindeki kısa saçlara sararak boynumdan kaldırıp alnına kocaman bir öpücük kondurum. "Ulan her zaman helalimsin!"

Yüzü asıldı. "Bir zahmet."

Ardından bir şey oldu. Ben üzerine atlayayım derken ikimizi birden yere serdim. Bunu ikimiz de beklemiyorduk. Asil son anda ağırlığını üstümden almak için dirseklerini yere yasladı. Soluk soluğa üzerimde durdu. Soluklarımızın birbirine karışırken çıkardığı ses zihnimde bir yerleri tetikledi. Gözlerim dudaklarına kayarken kasıklarımda hissettiğim benliği göğsümden karnıma ve karnımdan kasıklarıma ılık bir hisin gitmesine neden oldu.

"Şuan," diye fısıldadı dudaklarıma doğru. "Bana sahip olmanı söylesem kabul eder miydin?"

Tetiklendim.

Olayı romantikleştirmeyin, hemen şuan istiyorum. Kafamı attırırsanız keserim şu odadakileri!

"Asil bir şey olacaksa şuan tam zamanı. İçerideki manyak kurudu kaldı, beni deli ediyor."

Arsız gururla sırıttı. Aferin sen beni besle, ben de rahat durayım.

Gülümsedi. Ellerime uzanarak bandajların uçlarını sıkıştırdığı yerden çıkardı. Ne yaptığını merakla izlerken bandajları bir avucunda sabitledi. İki elim birbirine yapışmışken kollarımı başımın üzerine yasladı. Ardından dudaklarım ilk uğrak noktası oldu. Yumuşacık teninin dudaklarımda bıraktığı his deliceydi. Parmaklarımı kısa saçlarının arasında gezdirmek istedim. Çekiştirdiğimde dudaklarımın üzerinde gülümsedi. Alt dudağımı çekiştirip emdiğinde bir inilti yükseldi dudaklarımdan. Belim bir kavis kazandığında kendimi ona bastırmış oldum. Bu sefer inleyen taraf oydu.

 

Bayanlar baylar, hadi adet yerini bulsun malum sahne uyarısı cnmsmxks Okuyamayanlar geçebilir.

Baştan uyarıyorum, siz böyle bir şey okumadınız ben de yazmadım. Görmediniz, duymadınız, bilmiyorsunuz.

 

​​​

İstediğimi vererek bandajları avuçlarından bıraktı. Dudakları çene hattımda kayarak boynuma ilerledi. Dilini köprücük kemiklerimin üstündeki çukurda hissedince kıvrandım. Çukuru diliyle doldurup yavaşça yaladığında ise, "Asil," diye fısıldadım. Elim ensesine gitti, daha fazlası için kendime çektim.

"Canım," diyerek tenimi emdi. Dudakları boynumda oyalanırken ellerinden birisi beyaz tişörtümden içeriye sızdı. Zaten oversize olan tişört onun dokunuşuyla yukarıya sıyrıldı. Belimin kabisine bastırdığı elleri tahrik edici bir yavaşlıkla yukarıya tırmandı. Nefes nefeseydim. Tişörtü başımdan çekip bir kenara fırlattığında umursamadım. Bakışları sütyenimden taşan göğüslerimi buldu. Boynumdaki eziyetin aynısını onlara yaşattı. Dudaklarını bastırdı, dilini gezdirip emdikten sonra tekrar öptü.

Dayanamadım. Onu üzerimden iterek yerlerimizi değiştirdim. Bacaklarımı aralayarak üzerine oturduğumda ellerim sırtıma gitti. Sütyeni de nereye gittiğini umursamadan fırlattım. O an gözlerim saliselik olarak kafese kaydı.

Neden olmasın? Dedi arsız zihnimde. Dünden meraklıydı.

Soğuk demirleri sırtımda hissetmek istedim. Bir inilti eşliğinde kendimi ona bastırdığımda elleri bel oyuntuma yapıştı hızla.

"Sen beni deli edeceksin," belimden bastırarak üzerinde yavaşça hareket etmemi sağladığında ona uydum. Avuçlarımı göğsüne yaslayıp gözlerimizi bir saniye bile ayırmadan kalçamı ona bastırdım.

İnledi. Benimki gibi boğuk değildi. Hırıltılı ve vahşiydi. Bu sesi daha çok duymam gerektiğine karar kıldım.

Ne istediğimi anladı. Hep anlardı. Ayağa kaldırdı ikimizi de. O kendi üzerindekinden kutgulmak için acele ederken ben kendimi kini tekte çıkarmıştım. Gözlerimi ona çevirdiğinde duraksadım.

"Ay o ne?" Demiş bulundum birden. Gözlerim gördüğü görüntüyle kocaman oldu. İmkanı yok girmezdi. "Mızrak mübarek. İnsan da öldürüyor musunuz siz bunlarla? Asil imkanı yok alamam ben onu."

Güldü. Kahkahası boş odada yankı yaparak kulaklarıma ulaştı. "Abart."

"Uzaya füze," benden öte. Biz de bir şeyler okuduk ama nerden bilelim bu kadar büyük olduğunu biz bunun. Gerçekten bamye kadar falan sanıyordum galiba. Sen bizi koru ya rabbim, bunu da el külfet şeytana uyarak günahın eşiğinde söylüyor olmam ayrı bir saçmaydı.

"Korkma," elini enseme götürerek saç diplerimi yatıştırıcı bir şekilde okşadı. "Sana haber vereceğim. Canın yanarsa söyle."

"Ay tamam," derin bir nefes eşliğinde ellerimi kaldırdım. "Kucağına al beni."

Kaşları havalandı. Kollarını belime dolayarak havaya kaldırdığında bacaklarımı beline doladım. Sırtım kafesin demirlerine yaslandı. Nefeslerim hızlanırken elim ona uzandı. Ne kadar çekinsem de kızaran yanaklarımla parmaklarımın arasına aldım. Kızardığımı görünce yanağıma ufak bir öpücük kondurdu.

Kol kasları gerildi. Nefesleri sertleşirken belimden destek verdi. Üzerinde yükseldim ve yavaşça içime almaya başladım. İlk başta canımın acısıyla yüzümü buruşturdum, bunu görür görmez beni indirmeyi bıraktı. Olduğumuz yerde soluklarımız birbirine karışıyordu. Gözlerimi açtığımda ne istediğimi anlayarak belimdeki desteğini arttırdı. O kadar büyüktü ki kaslarımın gerginliğini sonuna kadar hissedebiliyordum. Kasıklarım zonkluyor, içimdeki büyüklüğü sanki her geçen saniye daha da artıyordu.

Yüzünden beklemek için kendini ne kadar kastığını anlayabiliyordum. Yeterince alışana kadar bekledikten sonra gözlerini gözlerimden ayırmadan yavaşça çekildi. Acı yerini zevke bırakıyordu. İçimde kolaylıkla kaydığında nefes alamadım.

"Bu şey daha da mı uzuyor?" Dedim sinirle.

"Bu şey demesek mi? Kendisi penisim oluyor. Ve hayır uzamaması lazım. Dünya kanunları gereği falan."

İçimdeki hırçın kıza engel olamıyordum. Daha fazlasını, daha ve dahasını istiyordu.

Arsız fısıldadı. Hissetmeye devam et. Daha hızlı.

Asil sanki onu duyuyormuş gibi içimde hareketlendi.

Başım arkaya doğru kafesin demirlerine dayandı. Gözlerim aldığım zevkten kapanmış dudaklarımdan nefesler art arda dökülüyordu.

Bir elini çenemde hissettim. Parmakları çenemi kavramışken baş parmağını alt dudağımda gezdirdi. Dokunuşu içimdeki dokusuna rağmen her zamanki kadar ve belki de her zamankinden biraz daha fazla naifti.

"Bana bak bir tanem, gözlerindeki yıldızları göster hadi bana."

İnledim. "Konuştuğun her an daha fazla istiyorum!"

Göz kapaklarım aralandı ve en sevdiği şeyi yaptı. Tüm duyguları gözlerimden okudu. Dudakları kıvrıldı zevkle. Evet kesinlikle gözlerimdeki açlığa da aldığım zevke de bayılmıştı.

"Öyle mi?" Ve ansızın durdu. Henüz zonklayan içim bunun olmasını istemiyordu. Arsız da ben de hiçbir şeye doyamamamıştık. Hissettiğim zonklama gittikçe artarken devam et diye sızlanmak istedim. Boyun girintime eğildi. Kulak mememi dişleri arasına alarak çekiştirdiğinde tırnaklarımı sırtına dişlerimi de dudaklarıma geçirdim. "Ne istediğini söyle? Anlat bana. Konuş benimle." Kıvrandım. Sırtımı demirden çekip iyice ona yaklaşmaya çalıştım. Devam etmeliydi. Kendimi ona ittiğimde yarım bir gülümsemeyle sırtıma gitti eli. Çıplak omuzlarımdan bel oyuntuma doğru kaydırdı. "Şşh, acele etme. O güzel aklındakileri bilmeme izin ver."

Daha sonra düşünürüz, şuan işimize bakabilir miyiz? Siz ikiniz ben olmasam ne yapardınız acaba.

"Asil," dedim sinir dolu bir sesle. Bana bunu yapamazdı. "Devam etmezsen ben çileden çıkacağım, haberin olsun."

Kısık sesim yüzünden güldü. Beyefendi kıvranmamdan hoşlanmıştı anlaşılan. "Her saniye bizim, dünya bizim, bu an bizim." Parlayan elaları yüzümde gezindi. Parmaklarının tersini yanağıma sürttüğünde bilinçsizce ona eğdim yüzümü. Gözlerimden ayrılmamak için bir an olsun bakışlarını çekmiyordu. "Sakın gözlerini kaçırma ki, hissettiğin her şeyi göreyim. Tamam mı?" Ardından baş parmağını zonklayan tepemde hissettim.

İnleyerek başımı demire yasladım. "Tamam!" Avucu yanağımdan uzaklaşıp başımın arkasına yerleşti.

"Canını yakmak yok. Bunu ben yaparsam söyle." Sadece devam etmeliydi. Zihimde infilak eden şeyler yüzünden her şeye evet diyebilirdim. Kalbim göğüs kafesimi patlatıyordu resmen. Bu denli bir sevgi, ancak onunla hissedilirdi.

Ve yavaşça hareket etmeye başladı. Kendini her bana itişinde yüzüme bir öpücük bıraktı. Acıyorsa ve söylemiyorsam özür diler gibi. Dayanamadım. Hırsla boynundan çekip dudağına yapıştım. Her geçen saniye içimde daha da büyüyormuş gibi hissederken diline dolandım. Emdim.

"Korkmayı bırak, Asil. İyiyim diyorum! Lütfen..." Nefesim kesildi. Çünkü tam o anda bana istediğimi vererek sertçe kendini çekip itti. Kendini gerçekten çok tutmuştu değil mi? Çünkü içimde hissettiğim şeyin tek açıklaması bu olabilirdi. "Her lütfen dediğimde bunu yapacaksan, evet Asil. Hiç susmam. Kod şeftali olabilir mi?"

Dudakları ukalaca kıvrıldı. "Her şeftali gördüğümde bu an aklıma gelecek. Söyle."

"Şefta-" itti. İnleyişim kelimemi yuttu. "Ve bende! Ne söylemem gerekiyordu?"

"Ne istersen onu söyle," dudakları tikimin olduğu boyun kısmımı bulunca bir titreme eşliğinde tırnaklarımı boynuna geçirdim. Ama o andan sonra konuşamadım. Hissettiklerim bir dağ oldu, bir hız treniyle her an daha da hızlanarak tırmandım, tırmandım ve en sonunda bulutları gördüm. Gözlerimin önünde yıldızlar parladı. Son kez gelişinde tırnaklarım omzuna saplandı. Adını inlerken kendimden geçtim ve hızla çıktığım bulutlardan yavaşça omzunda düşmeye başladım.

Parmakları bel oyuntumu okşuyordu. Sırtımı. "Ağrıyor mu?"

"Hayır," kafamı kaldırdım. Parlayan gözlerim onunla kesişti. Birbirimizin gözlerine akan milyonlarca sıcak duygu birbirini takip ederken dudaklarımız buluştu. Az önceki hararetimizden eser kalmamış bir biçimde masumca öpüştük.

Hisler aktı dudaklarımızdan. Dilimize dökülmeyen teşekkürler, iyi kiler ve daha niceleri bizi buldu.

"Hadi seni temizleyelim," güyya boks yaparken terlersek diye aldığımız havluyu içimden çıkarak kalçalarıma doladı. Dudakları saçlarımı buldu. Uzun uzun nefeslendi olduğu yerde. "İnanabiliyor musun? Benimlesin. Rüyada değilimdir değil mi?"

"Tırnak izleri acıyor mu?" Dedim muzip bir sesle. "Acıyorsa gerçeğiz."

Dudakları kıvrıldı. "Kesinlikle muazzam."

"Bizim kadar değil," parmaklarım yanaklarını sevdi. Gözlerimin içi gidiyordu hâlâ ona. Hiç geçmiyordu demek ki bu his. Sonsuza kadar benimle olacak olan bu hisse isim veremezdim ama Asil içindi. Bir tek ona atardı. Bir tek ona içi giderdi.

 

 

Yani buralardan bir yerlerden devam edebilirsiniz eğer atladıysanız.

 

 

Merdivenleri çıkarken bile benim tek odak noktam oydu. Parmaklarımı saclarına daldırıyor, gür ve koyu kumral saçları arasında kendimi kaybediyordum. Yumuşacık bir dokusu mükemmel bir kokusu vardı. İçime çektim. Onu ilk defa tanıyormuş gibi ellerimi yüzünde gezdirdim.

Ben elimi yüzüne her yasladığımda avuç içlerimdeki sıcaklığıma eğiyordu yüzünü. Dayanamadım, içimde bir his çağlayıp duran bir deniz gibi zihnimi doruklara yükseltiyordu. Kucağında olduğum için yüzüne yaklaşmıştım. Kollarımı omzuna sararak kendimi daha da ona yaklaştırdım, vücudu üzerinde yükselerek dudaklarımı önce teker teker gözlerine bastırdım.

Yanaklarını öptüm. Minik öpücüklerim dudaklarında derin bir tebessüme neden oldu. Neye güldüğümü bilmeden gülerken içimdeki heyecana odaklandım. Güldüm, dudaklarımı kalın ve hararetimizin etkisiyle şiş kızarık dudaklarına bastırdım.

İlk öpüşmemizde olduğu gibi adına öpücük denilmeyecek bir temastı. Hatıralarım beni o güne götürürken dudakları üzerinde kıvrıldı dudaklarım. Ben yine Akan'ın tünelinden yüzüm turuncu, kafamda yeşil bir fularla çıkıyordum. Motorunun kenarına yaslanmış beni bekleyen o güzel kalpli çocuğa ilerliyordum. Bir gün olsun beni ağlatmayan, canım sıkılmasın diye çabalayıp duran o insana.

Parmaklarım ensesine çıktı. Yüzü yine avuçlarımdaydı. Gözlerimi kapattım. O anı hissedebiliyordum kalbimde, kuş gibi çırpınan kalbimi ve ildem'in aklına uyarak şeftalili çıktığım o anı.

Asil odaya girdiğinde ve banyoya ikimizi soktuğunda kendini bana bıraktı. Bu anın tadını çıkarmama izin verdi. Tek yaptığı elinin içini sırtımda gezdirip durmaktı. Bana karışmıyor, ne istersem yapmamı istiyordu. Biliyordum, onun kalbi hep beni böyle kabullenirdi.

"Sana bir şey soracağım," dedim tıpkı o günki gibi. Her şeyi kelimesi kelimesine hatırlıyor olmam garipti. Ama o an unutulacak gibi değildi. "Ve biraz cesurca davranacağım. Eğer cevabın hayırsa konuşmanı istemiyorum."

Aralanan gözlerim onu buldu. Bana bakarken gözleri parladı. Başını salladı. Hatırlıyordu. Bakışları öylesine güzeldi ki iç çektim.

"Beni seviyor musun?"

Tıpkı o günki gibi gülümsedi. Belimdeki eli kendisine daha da yaklaştırdı bedenimi. Alnını alnıma yasladığında sıcak nefesi dudaklarıma çarptı. "Ne sanıyordun?"

"Asil'im..." Dedim içli içli. O günden farklı olarak bir birleşmeden çıkmıştık. Ayrılmış, yeniden birleşmiş ve en sonunda ne olursa olsun ben ona dönmüştüm.

Neyse ki bumerang gibi kadındım.

"Seni öpmeme izin ver güzelim," hâlâ bana olan ihtiyacı kalp sızlatıcıydı. O günden daha fazla bir ihtiyaçla fısıldadı. Eli yüzüme tırmandı ve saçlarımı kulağımın ardına itti. Hiçbir korku hissetmedim ona dair. Bu gülümsememi genişletti. Beni iyileştiriyordu.

"Söz veriyorum, ne istersen yapacağım." Artık sözleri geçmişten gelen tiyatrodan çıktı. "İnan bana, bize bir gelecek yaratacağım. Hiçbir kötülük giremeyecek içeriye. Solmasına izin vermeyeceğim gülümsemenin. Ölürüm nefesinin bile sesine. Gözlerindeki bir bakışa yok sayarım her şeyi."

"Sana hep inandım," eline yasladım yanağımı. "Öpebilirsin beni."

Her boktan yememiş gibi masum masum devam. Bari üstünüzü giyseydiniz de inansaydık.

Ufaklığın psikolojisi bozuluyor, mantık bir köşede oyuncak ayısını gözlerine kapatan küçük Alin'i gösterdi. Derhal giyinin!

Ufaklık gözlerini kapatmaya devam edebilir, ben ikinci tura hazırım.

Ben değilim! Diye bağırdı içimde ufaklık. Diğer ikisi imayla güldüler. Kesinlikle o sesleri bir daha duymayacağım!

Hı hı, aynen. Aç kapıyı Aras kargo. Siz inandınız mı buna?

Ben inanmadım yoldaşlarım.

Aloo kardeşim nerde edep ahlak?

Kenara çekil mantık, ikisini de ben yedim. İstediğim an sıçarım.

Gülmeye başladım. Sarhoş gibiydim. Kahakahalarım banyoda yankılanırken Asil neye güldüğümü anlamasa da tebessümle gülüşümü izledi.

"Hani sana içimde birileri var demiştim ya? Arsız diyor ki edebi ve ahlağı yemiş, canı ne zaman isterse o zaman sıçarmış."

"Sağolsun," dedi kısık bir gülüşle. "Olmasa ne yapardık?"

Yiaa, sen olmasan da ben olmazdım be yakışıklı. Beni tetikleyen sendin. Dipnot: ilet bunu.

Yine güldüm. "Onu tetikleyen senmişsin, senin yüzünden olmuş."

"Adı niye aşk değil o zaman?" Diyerek çok farklı bir noktaya takıldı.

Sanane lan ismimden? Aşkmış, kusayım da gör. Ben bu kızı bir daha tetiklersem gel vur bir tane.

"Sinirlendi," kahakahalarımın ardı arkası kesilmiyordu. "Bir daha beni tetiklemeyecekmiş."

"Söyle ona, çok seviyormuş Asil Arsızı."

Adam ol.

Küçük Alin kaşlarını kaldırdı. Ben? Burada biz korkuluk muyuz? Ev sahibi benim?

"Ufaklık kıskandı," parlayan gözlerim onu buldu. "Hepsine tek tek seni seviyorum demen gerekiyor galiba."

Göz kırptı. "Söyleriz."

Mantık kaşlarını kaldırdı. Minnak beklentiyle ayağını sallıyordu. Ağlak bile gözlerini Asil'e dikti.

"Ee," dedim beklentiyle. "Bekliyorlar."

Kahkaha attı. "Kaç kişisiniz?"

"Mantık, Arsız, Ağlak bir de ev sahibi minnak."

"Mantığa bayılıyorum, Arsıza doyamıyorum, Ağlağa kıyamıyorum, minnağa ölürüm. Hepsini ayrı ayrı seviyorum."

Güldüm. "İletildi."

Dolaylı yoldan tüm iltifatlar bana geliyor, çatlayın.

Birisi şuna bir tane çaksın! Dedi Arsız bezgince. Ancak herkes aldığı iltifatla mayhoş mayhoş odanın bir yerinde gülümseyerek Asil'i izlemekle meşgullerdi.

En sonunda birbirimizden ayrılabildiğimizde duş jeline ve life uzandı. İyice köpükleyerek omzularıma sürmeye başladı. Naif dokunuşları altında erimiyorsam buz olmadığım içindi ki hâlâ erime ihtimalini düşünmüyor değildim. Bir çocuğu yıkar gibi dikkatli dokunuşları, ömründeki en güzel şeye bakar gibi aşk dolu bakışları ve hiçbir yerde ne gördüğüm ne de hissettiğim bir şekilde özenliydi.

Arada duraksıyor, boynuma dudaklarını bastırıp huylanarak gülmeme sebep olduktan sonra keyifle işine dönüyordu. Suyun sıcaklığını ayarlayarak ikimizin üzerine gelmesine sebep oldu. Sırtımı duşa kabine yaslayarak ona baktım. Bakışları özenle vücudumda gezinip kızarıklıklara dokundu. Boynumdaki ve göğsümdeki kızarıklıklara içi giderek baktı.

Sadece ufak kızarıklıklardı işte. Sızlamıyorlardı bile. Ama onun için büyük bir dertti bu.

Parmaklarını kıyamıyormuş gibi boynuma götürdü. "Acıyorlar mı?"

Kıkırdadım. "Sinek ısırsa daha çok acırdı. Canım acısa söylerdim Asil. Bunu düşünüp durma."

Yaparken utanmayıp kızardığını görünce utanıyordu. Hayır, biz edepsiz halini de görmüş beğenmiştik.

Canımın yanma ihtimali onu deli ediyor olmalıydı.

Elimi iki parmağına sararak onu yakınıma çektim. Su damlaları yüzüme vuruyor kirpiklerimde ağırlaşarak damla damla dökülüyorlardı. Dudaklarının suyla nemlenen dokusuna karşı koyamadım. "Sana nasıl acıdığını göstereyim mi?"

Başını salladı.

"Başını eğ," diye homurdandım. "Çok uzunsun. Nasıl yetişeyim?"

Eğildi. Dudaklarımı dudaklarına bastırıp geri çekildim. "Bak bu kadar."

İç çekti. "Ne yapacağım ben seninle?"

Kahkaha attım. "Yaptık yapacağımızı zaten." Ardından başımı omzuna yasladım. "Uyuyalım mı?"

"Yemek yemedin ama?"

"Aç değilim ki. Sabah yeriz."

"Sen içeri gir giyin, bir dilim de olsa ye. Olmaz öyle aç aç." Suyu kapattı. Önce bana turuncu bir havlu sardı, sonra da kendi beline. Yanağıma dolu dolu bir öpücük kondurup hızlı adımlarla odadan çıktı.

Banyodan çıkınca yatak karşılıyordu beni. İki yanında beyaz komidinler vardı. Fazla eşya yoktu. İkimizin birlikte doldurmamızı istediğini anlayabiliyordum. Evin geri kalanını da çok merak ediyordum ama gerçekten uyumak istiyordum. Yarın bol bol gezerdim artık.

Yatağın karşısında bir kapı daha vardı. İlerleyip kapıyı açtım. Giyinme odasıydı. Karşılıklı duvarlardaki dolapları karıştırmaya başladım. Temel bazı eşyalar dışında çok fazla bir şey yoktu. Benim için de bir şeyler almıştı. Her yerde izi vardı. Etrafs baktıkça içim mutlulukla doluyordu. Kendim için olanları eş geçerek Asil'in tişörtlerinden birini üzerime geçirdim. Ardından kısa bir şort buldum. İplerini bağlayarak tişörtün yarısını içine sokuşturdum. Ayanaya döndüğümde gülmemmi durduramadım.

Çuval da giysem aynı etkiyi verirdi herhalde.

Tişört bir omzumu tamamen açıkta bırakmış, şort ise ince bacaklarımın etrafında kocaman duruyordu.

Sarhoş gibi o kadar çok gülüyordum ki.

Giyinme odasından çıkınca Asil'i ayakta buldum. Getirdiği tepsiyi komidine koyarak bir dilimi hızlıca ağzına attı. "Sen başla, ben bir şeyler giyip geliyorum." Arkasını döndü, beni gördü. Hareketleri durdu ve parlayan gözleri üzerimde gezindi.

Ellerimi arkada birleştirip parmak uçlarımda öne arkaya salındım. "Nasıl olmuş?"

"Nefes kesici," yanıma gelip tişörtün açıkta bıraktığı omzuma dudaklarını bastırdı. "Benim kıyafetlerimi daha çok giymen lazım."

"Bir şeftali tarlasına anlaşırız," dedim muzipçe. "Fiyat sabit. İndirim yapmıyoruz."

Avucunu yanağıma yasladı. "Sen ne istedin de yapmadım ben?"

"Şaka yapmıştım!" Dedim aceleyle. Durup dururken gidip tarla alabileceği aklıma gelmemişti. "Tarla falan istemiyorum!"

"Olsun," diye diretti. "Hadi sen yemeğini ye. Geliyorum şimdi."

Arkasından hayretle bakıp önüme döndüm. Deliydi, bayılıyordum bu hallerine. Yatağın kenarına oturup o gelmeden önce iki dilim pizza yedim. Son dilimi aldığımda odadan çıktı. Tepsiyi alırken saçlarımın üzerine minik bir öpücük bırakıp gitti. Tepsiyi bırakıp gelmesini beklerken pizzamı yedim ve yatağa uzandım. Gözlerimi kapattım ama o gelmeden uyumak gibi bir niyetim yoktu. Birkaç dakika sonra kapı açıldı, kapandı ve yatakta boş bıraktığım taraf çöktü.

Pikenin altına girer girmez ona sokuldum. Kolunu belime sararak başını boynuma gömdü. "Asil," diye mırıldandım uykulu bir sesle. Sıcak nefesi boynuma vurdu.

"Canım?"

"Solucan olsaydım beni sever miydin? Ama böyle kıvrılanından?"

Gülüşü boğuk bir şekilde boynuma vurdu. Nefeslerinin keyfini çıkarırken bir elimi ensesine sardım.

"Kıvrılmasan da severdim. Kıvrılsan da severdim. Yassı da olsan toprak solucanı da olsan severdim. Sen ne olursan ben de o olurdum."

Aldığım cevapla memnun bir şekilde gülümsedim. "Nektari olsaydın da ben seni severdim, şeftali olurdum ben de."

"Sağ ol ya," dedi muzipçe.

İşte bu kadar da fedakâr bir insan şahsiyetiydim.

 

🍑

 

Nefesim, derdi en kısa tabirle. Nefes alıyordu ya, aldığı her nefese onun ismini sığdırıyordu sanki. Her nefeste onun kokusunu solumalıydı. Ciğerleri bunun ihtiyacıyla yanıp tutuşuyordu. İstiyordu. Her sabaha onunla uyanmak istiyordu. Her sabah başını bu sineye yaslamak, bu bedeni sarmak, bu kokuda kaybolmak istiyordu. Her zaman istemişti.

Alin onun için nefesti. Nasıl anlatırdı, kelimeleri hislerini ne kadar anlatabilirdi bilmiyordu ama Alin ne yaparsa yapsın canını ne denli acıtırsa acıtsın yine ona gelsin istiyordu. Gerekirse benden bir harabe yaratsın ama gün sonunda gelsin yine bende soluklansın.

Elinin tersini Alin'in yanağına sürdü. Sıcak ve yumuşak tenini hissettiğinde tek istediği eğilip yanağına ufak bir öpücük kondurmak oldu. Dün gece olan her şeye rağmen, istediği tek şey masum bir öpücüktü.

Tamam. Belki o kadar da masum şeyler istemiyor olabilirdi.

Ama bu şuan konumuz değildi.

Eğildi. Gözlerini kapatarak kokusunu içine çekti. Kokusu kokusuna karışmıştı. İçinde bir yerler mutlulukla kıvrandı. Evet, çok uzun yıllar beklemişti ama bazen aşk için beklemeye değerdi. Her aşk değil, diye fısıldadı bir yanı. Bizim ona olan aşkımız beklemeye değerdi. O kadar çok sevdik ki bize hep geri geldi. Bazen gitti, bazen gitmek zorunda kaldı ama bize geri geldi. O bizim hediyemiz. Yaşadığımız her şeye olan hediyemiz.

O bu dünyadaki cennetimiz.

"Sen beni mi kokluyorsun?" Uykulu sesin sahibi dudaklarında ufak bir tebessüme neden oldu. Kesinlikle her sabah bu sesi duymalıydı. Gözlerini yavaşça araladı ve elalarını o bayıldığı gözlere kilitledi. Tüm hisler oradaydı. Alin orada apaçık ortadaydı. Ne söylerse söylesin orada hep görürdü yansımasını. Saniyeler içinde gözlerinde okudukları zaten sarhoş gibi gezen kafasında alkol etkisi yarattı.

Mutluydu. Keyifliydi. Pişman değildi.

"Belki," dedi sakince. "Bir sorun mu var?"

"Hmm, ben de istiyorum." Diye sızlandı Alin. Yatakta yan dönerek Asil'in bedenine sokulmaya çalıştı. Asil Belki ilk ışıklarla uyanmış olabilirdi ama Alin kesinlikle yorgunluktan ölüyordu. "Ya indir kolunu Asil! Sarılmam lazım."

Güldü. Nazına gitti. Severdi onun nazıyla oynamayı. Zaten ona nazlanmayacaktı da kime nazlanacaktı Alin? Nazlansındı. Kabulüydü. Bir ömür de Alin'in nazını çekerdi, ki onun nazına ölürdü.

"Sana da günaydın, güzelim."

Sırt üstü yatarak Alin'in göğsüne kafasını yaslamasını ve bedenine sokulmasını izledi. Beline sarılarak onu tamamen üzerine çekti, boştaki eliyle çarşafı omuzlarına kadar çekti. Bir eli omuzlarını bir eli belini sarmıştı. Alin birkaç saniye bekledikten sonra hafifçe kıvrandı. Bir bacağını Asil'in bacaklarının arasına yerleştirip çıplak göğsüne dudaklarını bastırdı.

"Günaydın." Dedi mırıl mırıl. "Saat kaç ki?"

"Bize ne." Dedi. Netti.

"Dimi," diyerek onayladı Alin. "İşimiz yok gücümüz yok. Bize ne." Bekledi. Ardından tek gözünü açarak kafasını kaldırıp Asil'e baktı. "Bizim niye işimiz gücümüz yok ya? Fakir mi olacağız biz?"

"Yeterince paramız var."

"Ama işsiziz?"

"Boşver."

"Dimi," başını yasladı. Esnedi. Sonra tekrar başını kaldırdı. Bu sefer iki gözü de açılmıştı ama hâlâ uykuluydu. "Ben evden kaçtım."

"Çok güzel yaptın."

"Dimi," dedi tekrar. Kıvrılan dudaklarını birbirine bastırarak gizlemeye çalıştı. "Güzel yaptım. Neyse."

Asil Yataktan kalkarak komidindeki çekmeceyi açtı. Birkaç saniye çekmecedeki pembe eldivenlere ve yanındaki kare kutuya baktı. Yıllarca o pembe eldiven bir çekmecede tekti, Alin gelince yanına o ufak kutu da eklenmişti. Hiç sahibini bulmamıştı ama Asil hissediyordu, zamanı gelmişti. Her şey sahibine dönmeliydi. Avuçlarında minicik kalan eldivenlere gülümsedi. Kuyuyu da alarak Alin'e döndü.

Alin kafa karışıklığıyla bağdaş kurdu. Meraklı gözlerle Asil'in çekmeceden aldıklarına baktı. Avuçlarında gördügü eldivenlerle onun da dudaklarında bir tebessüm oluştu. "Küçükken benim de böyle eldivenlerim vardı, biliyor musun?"

Asil'in tebessümü içli bir hâl aldı. Onu hiç hatırlamadığını sanıyordu ama belli ki bir şeyler hatırlıyordu, belki de sadece dokuz yaşında eldiven verdiği çocukla Asil arasında bağ kuramamıştı. Bir eli Alin'in yüzüne uzanıp önüne düşen bir tutam saçı kulağının ardına attı. Eli yanağını okşayarak aşağıya düştü. "Biliyorum güzelim."

Alin gözlerini kırpıştırdı. "Hı?"

"Sen verdin çünkü bunları, senin eldivenlerin bunlar." Alin'in gözlerine an be an gelen hisleri takip etti. Şaşkınlığını, karmaşasını ve en sonunda hatırladığında yüzünde beliren masum kırık ifadeyi.

"Asil..."

"Bendim güzelim," başını salladı. "Yediden yetmişe bendim. O gün de sen beni buldun, beş yıl önce de, şimdi de. Sen öyle güzel geldin ki ben senin gelmelerine doyamadım, gitmelerine kızamadım. Sen öyle bir mevzusun ki sana ne kızılır ne de kırılabilir insan. Sen sadece sevilirsin."

"Bu çok fazla," parmak uçları Asil'in avucuna dokundu. Bir kuş gibi titriyordu. Gözleri anlatamadığı duygularla dolup taşıyordu. Bilirdi, Asil onu anlardı. "Hep sana mı çekildim?"

"Bizim için ayrı bir yol çizilmemişti," Alin'e yaklaştı. Dudaklarını istediği gibi yanağına bastırarak kokusunu içine çekti. Dokunmaya kıyamıyor, dokunmadan duramıyordu. İçinde bir yerler hareket edip duruyordu. Başını çekerek sevdiği gözlere baktı. Onun duygularında kayboldu. Bir çift yeşil gözde hayatı buluyordu ya, o bile ayrı bir mevzuydu. "Dokuz yaşındaydın, yanımdaydın Alin. O zamanda her zerreme uğramıştın. On yedi yaşındaydın, yanımdaydın. Bana verdiğin hisler kalbime sığmadı, sana da anlatamadım belki yeterince. Sığdıramadım seni kalbime. Çok fazlaydın benim için hep. Gittin, gitmene kızamadım. Benim eşekliğim, kızı ben kaçırdım dedim."

"Asil hayır-"

"Dinle bir tanem," dedi sakince. "Ben sende hiç suç bulmadım. Biraz kızmıştım, getirdim ailenin ortasına koydum seni. Ama benim içimdeki özlemin aynısını onlar çekiyorsa buna daha fazla katlanmasınlar istedim. Kırgındım, kaçtım durdum. Yine sana zarar veririm diye kendi kendimi tükettim. Ama günün sonunda bildiğim tek bir şey vardı. Ben senden ayrılamam, Alin. Nefes alamıyorum sensiz. Ne olursa olsun seni gördüğümde değişen tek şey daha da büyüyen hislerim oluyor. Bugün de yanımdasın ve ben bunu kaybetmek istemiyorum. Her sabah seninle başlasın her gece seninle bitsin, Alin."

Alin konuşamıyordu. Gelecek olanı hissetmiş dolu dolu Asil'e bakıyordu. Milyon yıl geçerdi de bir daha Asil gibisi gelmezdi bu dünyaya. Bir kalbi vardı, o da bir tek Asil'i kabul etmişti.

Alin.

Yerde buldum kimindir, sahibi olsa da benimdir hesabı görür görmez kaptık. Ne güzel yaptık. İyi ki de yapmışız, aferin bize.

Evlilik teklifi ediyor bize, mantık Arsıza göz devirdi. Özel bir andayız. Şuan saçma gururunu bırak da bir evlenelim.

Canısı zaten ben bu işleri resmi olarak yapabilmek için evlenme taraftarıyım, hep böyle günah günah nereye kadar? Benim de ahiret korkum var.

Senin? Güldürme be beni.

O anlarda olmadığını hepimiz biliyoruz, ben sonrakiler için endişeliyim. Durmam, bu kızı da durdurmam. Ya resmen siz de rahatlamadınız mı?

Mantık ona ters bir bakış attı.

Bak şurada kaç yıldır birlikteyiz, ben bu kızın hislerinin ses bulmuş hali değil miyim? Ee, bir buna yükseliyordum. İstediğimi de aldım şükür. Bir rahatakama geldi, hep dedim. Yine diyorum. Bir sevişse rahatlayacaktı.

Senin ahiret korkun falan yok, Allahın edepsizi!

Ellerimi hızla çarpan kalbime bastırdım. "Bir susun da konuşsun, şimdi bayılacağım!" Diye yükseldim.

Asil'in dudaklarında derin bir tebessüm oluştu. Eliyle çenemi okşayarak dudağımın kenarından minik bir öpücük çaldı. "Senin o seslerini de yerim, ne diyorlar?"

Arsız cilveli cilveli göz süzdü. Sorsana gerdek gecemizde nerede se-

Sus.

Mantığın dudaklarında ise saklamaya çalıştığı bir tebessüm oluştu. Söyle, onlar da seni yiyecekmiş.

Arsız kocaman bir kahkaha atarken eminim ki şuan renkten renge giriyordum.

Küçük Alin şapşal şapşal göz kırpıştırdı. Ben yemek miyim ki? Niye yiyor beni?

Ağlak yine ağlamakla meşguldü. Çok güzelsiniz, inanamıyorum. Çok duygusalım şuan. İlk defa evlenme teklifi alıyorum.

"Arsız sapıttı, mantık yoldan çıktı, Ağlak ağlıyor sevinçten galiba. Küçük de ben yemek miyim diye soruyor." Hepsini tek tek açıkladığımı görünce kısık bir kahkaha koyuverdi. Gözlerim hayranlıkla süzüldü. O ses neydi? Füze atsaydın aşkım, ölmem öyle ben.

Bilmiyorum ya da ölürüm.

Kolumuza da gözlerini çizdirip 'ömrümmmmm' yazdıralım mı?

Vallahi günlük arsız dozumu aldım ben, yeter.

"Sen belki kendi içinde kaçtın ama ben hepinizden kaçtım," başım sağ omzuma eğilirken içli içli baktım ona. Onun kadar güzel kelimelerim olabilir miydi? "Senin sevdiğin kadar sevemedim belki, kendime güvenemedim. Korktum. Benim yüzümden sana bir şey olur diye çok korktum. Raskol abiye ne olduğunu kendi gözlerimle gördüm. Seni o halde hayal dahi edemedim. Beni bırakmayacağını, yalancı sözlerime de inanmayacağını biliyordum. Seni kırdım, paramparça ettim. Sadece o an gözlerime bakamayacağını biliyordum. Baksan da anlayamayacağını. Lütfen," dedim beni durdurmaya çalıştığını görünce. "Bunu konuşmalıyız. Aramızda yasaklı bir şeymiş gibi kalmasına izin veremeyiz. Her seferinde aramızda konusu geçtiğinde görmezden gelemeyiz."

"Kendimi koruyabilirdim, seni de, istediğin herkesi de."

"Sence o an düşündüğüm şey bu muydu?" Buruk bir tebessümle başımı omzuma eğdim. "Tek düşünebildiğim canının yanma ihtimaliydi."

"Seni her gördüğümde zaten bundan korkuyorum," parmağı hayal meyal yanagımda gezinince dokunuşuna çekildim. "Kıyamıyorum. Dokunmayı bırak Alin, ben sana bakmaya kıyamıyorum. Artık biliyorsun değil mi? Kaçmana izin vermem. Suçlu değilsin, bunu hissetmene izin vermem. Güneş senin için doğuyor dünyamda, bırak hep senin için doğsun. Her gün senin kokunla uyanmama, her gün seni öperek uyandırmama, yaramaz ufaklıkların yatağımıza gelip tepinerek bizi kaldırmalarına izin verir misin? Bu hayatın amacı sendin güzelim, seni sevmek için vardım," ela gözleri yüzümde öyoe büyük bir aşkla geziniyordu ki, gözlerim doldu. "Seni ömür boyu sevmeme izin verir misin? Benimle evlenir misin, Şeftali'm? Bize bir ömür verir misin?"

Yataktan indi. Tek dizi üzerine çökerek kutuyu bana uzattı. Kutu açılırken gözlerimin önünce tektaş bir yüzük belirlemesini bekledim ama içindeki yüzük dudaklarımın aralık kalmasına, göz bebeklerimin titreşmesine neden oldu. Soluklarım düzensiz bir hâl aldı.

Parmaklarım dudaklarımda kutudaki yüzüğe bakıyordum.

Bu yeşil, turuncu ve kırmızı taşlardan oluşan ince işçilikle döşendiği belli bir yüzüktü. Yüzüğün ince kenarlarının üzerinde minicik yatay bir şeftali vardı. kırmızı bir kalp çeklindeydi. Turuncu taşların arasında zorlukla seçiliyordu.

Elaları beklentiyle bana kilitlenmişti ama benim daha fazla idrak edecek gücüm kalmamıştı. Dudaklarımdan güçsüz bir, "olur," dökülürken yılların gazabına uğradım. Gelecek olanı hissetmeme rağmen şok bayılmam tetiklenmişti.

O kadar kafam gitmişti ki evlilik teklifine edilen cevabı unutmuş, olur diye sayıklamıştım.

Minik kalbim hâlâ içeride yeni bir egemenlik kurma yolundaydı. Ben göz kapaklarımın ardına itilirken o hâlâ hızla atıyordu. Karnımda yakıcı bir his dolanıp duruyordu.

Gözlerim kararırken yatağa yığıldım. Yüzük parmağımda yüzüğün soğukluğunu hissettim. Ardından alnımda Asil'in dudaklarını.

Sonrasıysa karanlıktı.


12bin kelime. Umarım telafi etmişizdir.

Bir şey diyeceğim, ben şimdi sizin günahlara da ortağım dimi? Acilen hakkınızı helal eder misiniz cjwkxkkaz

BİLDİRİ!

Şeftalimize yavaş yavaş veda ediyoruz arkadaşlar. Bunun şerefine yarın (cuma günü) akşam sekizde Instagram hesabımızda soru cevap kutucuğu açacağım. Cuma günü soru cevaptan önce Yan daire için bir bölüm ve bir de yeni kitap tanıtımı atacağım. Hepsiyle ilgili ya da normal olarak bir şeyler sormak isterseniz beklerim.

Instagram hesabı: yazarcennomi

 

Loading...
0%